28 Haziran 2024 Cuma

Turgut Cansever - Osmanlı Şehri

Turgut Cansever - Osmanlı Şehri

Şiir’den Şehir’e

 

Şehir

Şehir; toplumsal hayata, insanlar arasındaki ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği, ilişkilerin en büyük yoğunluk kazandığı yerdir.

 

Şehir, insanlar arası mesafenin en aza indiği ve dolayısıyla bu yoğun yaşama ortamında insanlar arası çelişkileri, çatışmaları önleyecek ahlakî, hukukî ve idarî sistemlerin tam bir bütünlük içinde işlemesini sağlayacak bir üst bilgiye ihtiyaç duyar.

 

Sanat

Arazi spekülatörlerinin emrindeki şehir planlaması ve bu planlamanın kontrol sistemleri, yapı spekülasyonu ve işsizlik içinde esir olmuş geniş mimar kitlelerini bir hırsızlık, bir soytarılık dünyasının zavallı oyuncuları olmaya mahkûm etmiştir.

 

Sanat eserinin güçlü, haşin, zarif vs. olarak belirlenebilecek ifadelere sahip olmasını istemek, böyle bir tavır veya halin, ifadenin gerekli olduğu fikrinden kaynaklanır.

Tasarımcı, içinde yaşadığı ifadeler ve etkenler âleminden belli ifade ve etki biçimlerini tercih ederek kullandığı malzemeye o nitelikleri vermeyi arzular ve bunu başarmaya çalışır.

 

Sanat eseri ile insanın ilişki biçiminin pasif olması, insanı küçülten özelliği sebebiyle aşılması zor bir eksiklik olur. Bu husus, Doğu kültüründe sanatı seyredilen değil, yaşanan sanat türüne dönüştürmek suretiyle çözümlenmişti.

 

Mimarî Üzerine Düşünceler

Duvarın içinde her taşın, her tuğlanın, bağımsız bir şahsiyet, bir tektonik olan birimlerin tezyini bir nitelik kazanması fikri, manevî varlık tabakasına ait tercihlerin, inançların objektiflik yansıması olmaktadır.

 

Üslup teorisi sanat biçiminin yapı elemanlarına ve bunların hayat telakkisine bağlarını açıklamak durumundadır. Üslup, mekânın var olanın zaman içinde idrakinden ve bunların ilişkilerinin yapı özelliklerinden oluşur.

 

Osmanlı Şehri

Bütün 19. asrın kültür bakış açısı, yalnızca Helenistik temellere dayanan bir medeniyet tasavvuru üzerinde temellendiriliyordu. O kadar ki 1850’lerde Batı Avrupa’da kimse Rönesans’ı bilmiyordu.

Jacob Burckhardt’ın İtalya’da Rönesans Sanatı adlı kitabından sonra Batı Avrupa, Rönesans sanatının yeniden farkına vardı.

…sonra Goethe “Tüm Ortaçağ Hıristiyan sanatını, kültürle alakası olmayan vahşiler sanatı” addetti. Onun için “Gotların Sanatı” anlamında “Gotik” diyordu o dönemin ürünlerine.

 

Bursa’nın fethinden hemen sonra / Orhan Gazi’nin bu ticaret yolunu değiştirme kararı…

 

Paris’in Haussmann yahut III. Napolyon tarafından gerçekleştirilmiş bütün parçalarında bütün balkonlar eş, binaların hepsinin yüksekliği aynı.

 

Osmanlı şehrinin sokağında / her ev kendi başına duruyor. Her evin, kesin olarak şahsiyete sahip bir varlık olduğunu görüyoruz. Şehir merkezinde aşırı yoğunlaşmadan dolayı evlerin yan yana geldikleri durumlarda ise her evin kendisine ait olan cumbaları, o evin şahsiyetini tarif ediyor.

 

Pekin’de / imparator sarayının simetri aksından dağları taşları geçerek uzanan bir aks var; bütün şehir yollan bu aksa paralel veya bu aksa dik olarak meydana getirilmiş.

 

Fransız Devrimi esnasında, Triumvira / halkın kendisine karşı ayaklanacağından korkuyor. Onun için düşünüyor ve diyor ki “Yuvarlak meydanlar yapar, bu meydanları iki tarafı altı katlı apartmanlarla birbirine bağlarsam, meydanlara yerleştireceğim topçu bataryaları, ayaklanacak halkı yahut bana ihanet edecek Triumvira güçlerini top ateşiyle ezer.” Şehir onun için böyle kuruluyor.

 

Hz. Peygamber ve ashabı geçici malzemeden yapılmış ve kolaylıkla değişmeye imkân veren yapıda evlerde otururken, şehirde değişmeye direnen bir yapıda, Firavun gibi değişmemeyi, ebedî kalmayı amaçlayan ve mutlak hükmeden bir iradenin ürünü olan evler inşa ediliyor.

 

(Gazalî, Tehafüt el-Felasife) Aristo metafiziğinin statik bir varlık telakkisine dayandığı ve bu açıdan temel bir yanlışı temsil ettiğini ortaya koyuyor.

(Muhyiddin Arabî) varlığın her an yeniden oluşma halinde bulunduğunu, hiçbir şeyin statik ve değişmez olmadığını, her şeyin sürekli değişir olduğunu / anlatıyor

 

Osmanlı şehir oluşumunda, herkes evini komşusuyla mutabık kalarak yapıyor.

…işçiler, evvela hamamı inşa ediyorlar; şehri kuracak insanların temiz pak olabilmesi, çalışanların temizliğini sağlamak için. Ardından medrese inşa ediliyor, bilgi ortamının kurulması için. Sonra cami, daha sonra etrafında evler ve mahalleler inşa ediliyor,

 

Her şehrin kapladığı yüzölçümün %15’i kadar bir alan, şehrin merkezini oluşturuyor.

Şehir merkezindeki yapıların hepsi vakıflara ait. O zaman burada teşekkül eden ve vakıfların elinde toplanan artı-değer vakıflar tarafından şehirliye hizmet, sosyal donanım ve altyapı olarak geri döndürülüyor.

 

Osmanlı şehrinde üst irade başka bir şey daha emretti: “Ticaret yalnız burada, mahalle merkezlerinde yapılır.” Mahalle merkezlerindeki dükkânların sahipleri de gene vakıflardır; kişiler değil.

 

Savaşlardaki hizmetleri karşılığında padişahın kendilerine verdiği çiftlikler, hanlar, her şey, vefat ettiklerinde vakıf olarak topluma kalıyordu. Servet hiçbir zaman bir insan grubunun elinde birikmiyordu.

 

Medeniyet, “Medinede olmak” demektir.

 

Osmanlı şehirlerinin en muhteşemi olan İstanbul’u, evvela Boğaziçi’ni, her şeyi Batı Avrupalılarınkine benzetmek isteyen Tanzimatçılar, cephelerinde prontonlar, korint sütunları bulunan binalar yaparak tahrip etmeye başladılar.

III. Selim, / Sinan’ın Kanunî’ye inşa ettiği Üsküdar’daki Kavak Sarayını yıktırarak, yerine kışla inşa ettirmeye başladı.

 

Beyazıt’taki Eski Saray’ın yerine Harbiye Nezareti inşa ediliyor.

 

İstanbul; İstanbul yarımadası, Eyüp, Galata ve Üsküdar olmak üzere dört şehirden ve belirli sayıda da köyden oluşan galaksi biçimli bir şehirdir.

Galata, ticaretin yapıldığı, Üsküdar, zanaat ve üretimin gerçekleştiği yerdi. Üsküdar kumaş üretim merkeziydi. Eyüp Sultan da mukaddes ziyaretgâh.

 

Edirne ve Bursa gibi tarihî şehirlerin çevresinde yepyeni yerleşmeler yapmak, onları yok etmek demektir.

 

Türk şehir plancılarının önlerine gelen her planda iki tarafı beş-altı katlı apartmanlardan oluşan bulvarlar var.

 

Osmanlı Evi

Ev bir kültür üretim yeridir.

Osmanlı ahşap teknolojisi dünyanın en dayanıklı ağacıyla, meşeyle yapılıyor.

 

Türk evi başlangıçta otağdan kaynaklanıyor, yani tek odadan

Bunun yanma bir İkincisi geliyor. Sonra bunların arasındaki boşluk örülüyor. Bu boşluk eyvanı teşkil ediyor. Önüne açıkta, yaşanan bir saçak ilave ediliyor. Buraya da “hayat” deniyor.

Standartlar

…evlerde sedir kullanılırken, kimse “Ben koltuk isterim” demiyordu.

Merkezî kararların niteliği, bunların yanlış yoruma imkân vermeyen son derece sade hükümler olması, bu hükümler üzerinde saptırıcı yorumlar yapmaya imkân bırakmıyordu.

 

1957 yılında İmar Kanunu kabul edildikten sonra İstanbul Belediyesi’nde yazılan yönetmelik tam 270 madde ihtiva ediyordu. Ama bu 270 maddenin yalnızca ilk 20 maddesinde birbirine zıt yorumlanabilecek 40 hüküm vardı.

 

Fatih, Cavlakiye tekkelerini Macaristan’a yollayıp, orada Osmanlı dünyası ile Macar Hıristiyanlarının zihniyetinin birbirinden kopuk olmadığını, bu iki dünyanın birbirine yakın olduğunu bir asır boyunca anlatmalarını sağlıyor (1450-1550). O bir asırlık kültürel yakınlıktan sonra bölge fethedildiğinde Osmanlı kurtarıcı olarak kabul ediliyor.

 

Bugün biz, bazen tuğlaların nasıl üst üste konulup duvar yapıldığını dahi görmemiş bir hocanın eğitiminden geçerek dört yılda kendisine diploma verilen kişiye, nükleer santralden havaalanına, hastaneye, araştırma laboratuarına kadar her şeye şamil proje yapma, denetleme yetkisi veriyoruz.

 

Osmanlı şehri, başlangıç ve odak noktaları sosyal-kültürel tesisler olarak caminin, mescidin, medrese ve hamamın yerleri belirlenerek bunlar vücuda getirildikten sonra bu odakların çevresinde, birbirine eklenen evlerin ferdiyetlerinin yüceltilmesi ile standartlar, değerler ve davranışlar düzeni içinde mahalleler biçiminde oluşturulur. Bu mahallelerin içinde topoğrafik özelliklere uygun olarak gelişen yollar, yol kenarlarında üzerine yerleştikleri arsanın, komşu yapıların oluşturduğu fizikî, sosyal, kültürel, mimarî, tarihî şartlara uyum içinde bağımsız, yüce fertler olarak evler var olur.

 

Viyana muhasarasında karşıdaki kuvvetler, Merzifonlununkinden çok küçük.

Bu büyük ordu son derece yavaş hareket ediyor.

Ordu mağlup olmadan çekiliyor. Ve bütün halk da onunla beraber çekiliyor. Budapeşte 95 bin kişilik bir şehir, Müslümanlar ayrılınca 5 bin kişi kalıyor.

Anlaşılıyor ki bu insanlar Budapeşte’de kalıp şehri savunmak istemiyorlar, bırakıp gidiyorlar. Eğri’den ayrılan Osmanlı ordusu artık oralarda bulunmak için bir iradeye sahip değil.

 

III. Selim döneminde / Yeniçeri Ocağı yakılıyor. Sinan, Yeniçeri Ocağı mensubu olduğu için bütün arşivi orada. Sinan’ın bütün çizimleri yanıyor. III. Selim, Sinan’ın Kanunî’ye yaptığı bir şaheser olan Üsküdar Sarayı’nı yıktırıyor.

 

Sorunlar ve Çözümler

Geleceğe yönelik olmak bir zarurettir.

 

Malzeme maliyeti toplam yapı maliyetinin %70’ini teşkil ettiğine göre, bu alanda sağlanacak tasarrufun insanların kültürel gelişmesi için kullanılması, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin takip edecekleri tercihlerden ilki olmalıdır.

 

…mesken mimarîsi ve inşaatında, ücra kasaba ve köylerde 1940’lara kadar mahallî mesken mimarîsi uygulamalarının çok küçük ölçek ve sayıda örnekleri devam edebilmiştir. Sayın Sedad Hakkı Eldem’in “Millî Mimarî” adı altında geliştirmeye çalıştığı yaklaşım 35-40 yıl mimarlık eğitiminin resmî temelini teşkil etmiş ise de pratikte Osmanlı sivil mimarî an’anesinin Türkiye yapı sektörü ve Cumhuriyet dönemi mimarîsi içindeki yeri çok sınırlı kalmıştır.

 

İnsan cennette bulunuyor, cennet mutlak uyumun olduğu ortam, burada uyum mutlak olduğu için, insanın, çevresinin farkına varması da imkânsız. Çünkü uyum mutlak. Şeytanın dürtüsüyle memnu meyvayı yiyorlar, fakat günah işlediklerini fark edip pişman oluyorlar. Pişman olunca Allah -Rahman ve Rahim olduğu için- affediyor. Bu fiilin sonucunda içinde yaşadıkları dünyanın farkına varıyorlar.

 

Çevre karşısında sorumluluk duygumuz, bir güzelleştirme irademiz olmadığı takdirde, ne edebiyat, ne şiir, ne doğru dürüst bir maarif, ne başka bir şey yapılabilir.

 

İnsanı günahkâr addeden Katolik Kilisenin yaklaşımıyla İslam’ın yaklaşımı bir anda birbirinden farklı iki kültürün ortaya çıkmasına sebep oluyor.

 

1928’de Belediyeler Yasası ile Osmanlı Mahalle Teşkilatı sona erdirildi.

 

Her ülke kendi şahsiyeti denen kültür mirasıyla insanlığa bir çıkış yolu tarif etmektedir. Eğer insanlık bunları tasfiye ederse, bütün insanlık kalkıp da Batı dünyasını, Amerika’yı, İngiltere’yi taklit ederse dünyanın geleceği tıkanır.

 

Edirne 50 bin-100 bin kişilik bir şehirken Selimiye yüce bir mabettir.

 

 

Timaş Yayınları, 2010


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder