Friedrich Nietzsche –
Putların Batışı – Ya da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır
Önsöz
…neşeden payını almamış hiçbir şey
başarıya ulaşamaz.
Tüm değerlerin bir yeniden değerlendirilişi, bu soru
işareti öyle kara öyle devasadır ki, gölge salar, onu koyanın üstüne.
Savaş her zaman büyük akıllılığıydı, çok manevileşmiş, çok
derinleşmiş tinlerin; yaralanmada bile iyileştirici bir güç vardır hâlâ.
(s. 7)
Özdeyişler ve Oklar
3
Yalnız yaşamak için bir hayvan ya da bir tanrı olunmalı –
diyor Aristoteles. Üçüncü durum eksik: ikisi birden olunmalı – filozof… (s. 9)
7
Nasıl? İnsan yalnızca tanrının bir hatası mı? Yoksa tanrı
yalnızca bir hatası mı insanın?
8
Yaşamın Savaş Okulu’ndan. – Beni öldürmeyen, beni güçlü
kılar. (s. 10)
12
Kişi yaşama ilişkin kendi neden?ine sahipse, hemen hemen her
nasıl?la uyum gösterebilir. –İnsan mutlu olmaya
çalışmaz; yalnızca bir İngiliz yapar bunu. (s. 11)
26
Tüm sistematikçilerden kuşku duyuyorum ve onları görünce
yolumu değiştiriyorum. Sistem istemi, dürüstlük
yokluğudur. (s. 13)
32
Yalana ve aldatmaya yönelik, aşırı duyarlı bir namus
anlayışından kaynaklanan bir nefret vardır; yalan tanrısal bir buyrukta
yasaklandığı sürece, korkaklıktan kaynaklanan benzer bir nefret de vardır
yalana yönelik. Yalan söyleyemeyecek kadar korkak…
35
…Bir psikoloğun herhangi bir şeyi görebilmesi için, kendini
görmezden gelmesi gerekir. (s. 15)
38
Sahici misin? Yoksa yalnızca bir oyuncu mu? Bir temsilci mi?
Yoksa temsil edilenin kendisi mi? – Yoksa nihayetinde taklit edilen bir oyuncu
musun sadece… İkinci vicdan sorusu. (s. 16)
Sokrates’in Sorunu
1
Yaşam hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı
yargıya varmışlardır: değmez… (s. 18)
2
Yaşam hakkında, yaşamdan yana ya da ona karşı yargılar,
değer yargıları, nihayetinde asla doğru olamazlar, - Bu tür yargılar kendi
başlarına birer budalalıktırlar. (s. 19)
5
…Otoriterin henüz iyi ahlaka dahil olduğu,
“gerekçelendirme”nin değil, emretmenin geçerli olduğu her yerde, diyalektikçi
bir tür soytarıdır: gülünür ona, ciddiye alınmaz. –Sokrates kendisini ciddiye
aldırtan soytarıdır: ne olmuştu anlında orada?- (s. 21)
10
Yunan düşünmesinin, kendini akılcılığın üstüne atışındaki
fanatizm, bir acil durumu ele veriyor: tehlikedeydiler, tek bir seçenekleri
vardı. Ya yok olmak ya da –abes – akılcı olmak. (s. 23)
Felsefede “Akıl”
1
…Filozofların binlerce yıldan beri kullandıkları her şey,
kavram-mumyalarından ibaretti; gerçek olan hiçbir şey ellerinden canlı
kurtulamadı. Tapındıklarını öldürürler, içini boşaltıp doldururlar, kavram
putlarına-tapan bu beyler, her şey için yaşamsala bir tehlike oluştururlar,
tapındıklarında. (s. 25)
2
…Başka filozof, duyuların tanıklığını, çeşitlilik ve değişim
gösterdikleri için reddederken; Herakleitos şeyleri kalıcı ve birlikliymişler
gibi gösterdikleri için reddetti duyuların tanıklığını.
…
Biricik dünya
“görünür” dünyadır: “hakiki dünya” onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca.
(s. 26)
5
…Dil oluşumu gereği, psikolojinin en tortulaşmış biçimidir:
dil metafiziğinin, açıkçası: aklın, temel varsayımlarını bilince çıkardığımızda,
kaba bir fetişin içine gireriz. (s. 28)
…Korkarım ki, kurtulamayacağız tanrıdan, hâlâ gramere
inandığımız için… (s. 29)
Hakiki Dünya’nın
Sonunda Bir Masal Oluşu
Bir Yanılgının Öyküsü
2
(Fikrin gelişmesi: daha incelmiştir, daha kuşkulu, daha akıl
almaz, -kadınlaşmıştır, Hıristiyanlaşmıştır…) (s. 31)
4
Bilinmeyen bir şey bizi neye yüklemleyebilir ki?
6
Hakiki dünyayı ortadan kaldırdık: hangi dünya kaldı
geriye? Belki görünüş dünyası?... (s. 32)
Karşı Doğa Olarak
Ahlak
1
Kilise tutkuya karşı, her anlamda kesip atma yöntemiyle
savaşıyor
Ne ki, tutkuların köküne vurmak, yaşamın köküne vurmaktır:
kilisenin pratiği yaşam düşmanıdır. (s. 34)
3
Putların batışı: Kim bilir? Belki bu da yalnızca bir tür “ruh
barışı”…
4
Tanrının hoşuna giden aziz, ideal hadımdır… “Tanrının
krallığı”nın başladığı yerde, yaşam sona erer… (s. 36)
5
(Ahlak) Schopenhauer tarafından tanımlandığı gibi “yaşama
istencinin olumsuzlanması” olarak –dekadans-içgüdüsünün ta kendisidir, kendini
bir buyruk haline getirir: ve der ki: “yok ol!” –yargılanmışların yargısıdır bu…
(s. 37)
Dört Büyük Yanılgı
1
Neden ile sonucu
karıştırma yanılgısı – Sonucu neden ile karıştırmaktan daha tehlikeli bir
yanılgı yoktur.
…bizim aramızda bile kutsanmıştır. Dinin ve ahlakın kurduğu
her cümle, bu yanılgıyı içerir. (s. 39)
3
Neden olarak tin
yanılgısı gerçeklikle karıştırıldı! Ve gerçekliğin ölçütü yapıldı! Ve adına
tanrı denildi! (s. 42) (Bu sözler
önemli; burada işaret edilen, Hegel’in sinsice metafizik düşünceyi tarumar
edişidir, Tin’in yükselişi [abartılması] tanrı düşüncesiyle özdeşleşmesine ve
hemen sonra da tanrı düşüncesinin yok olmasına neden oldu, Hegel’in modern
dünyaya armağanı tam olarak budur)
İnsanlığı
İyileştirenler
1
…ahlaksal gerçekler diye bir şey yoktur.
…Ahlak belirli fenomenlerin yalnızca bir yorumlanışıdır,
daha doğrusu bir yanlış yorumlanışıdır. (s. 49)
Almanlarda Eksik Olan
Ne?
1
…tin sahibi olmak
yetmiyor
Tin sahibi olmayı üstüne
almak gerekiyor. (s. 54)
Zamana Aykırı Birinin
Göz Gezdirmeleri
1
Benim olanaksızlarım
Seneca: ya da erdemin boğa güreşçisi
Rousseau: ya da impuris naturalibus’ta doğaya geri dönüş (impuris
naturalibus / örtülü, örtünmüş)
Schiller: ya da Säckingen’in ahlak trompetçisi
Dante: ya da mezarlarda şiir yazan sırtlan
Kant: ya da düşünülür karakter olarak boş laf (boş laf / “cant”)
Victor Hugo: ya da saçmalık denizindeki Pharus (Pharus / İskenderiye
Feneri’nin olduğu yer)
Liszt: ya da akıcılık okulu
Kadınlara
George Sand: ya da lactea ubertes, Türkçesi: “güzel biçimli”
sağmal inek (lactea ubertes / verimli, süt gibi verimlilik)
Michelet: ya da ceketini çıkartan coşku
Carlyle: ya da geri tepmiş öğlen yemeği olarak kötümserlik
John Stuart Mill: ya da inciten berraklık
Les frères de Concourt: ya da Homeros’la savaşan iki Aias
Offenbach’ın müziği
Zola: ya da “pis kokma sevinci” (s. 62)
3
(Sainte-Beuve, için) …hiç kimse daha iyi beceremez, bir
övgüye zehir katmayı. (s. 63)
10
Apolloncu coşku her şeyden önce gözü, vizyon gücüne sahip
olacak kadar uyarılmış tutuyor. Ressam, heykeltraş, destancı kusursuz
vizyonerlerdir. Buna karşılık, Dionysosçu durumda duygulanım sistemi tamamen
uyarılmış ve yükseltilmiştir. (s. 69)
18
Bugün nasıl rezil olunur? Tutarlı
olunduğunda. Düz bir çizgide yüründüğünde. Beş anlamlı olunmadığında. Sahici
olunduğunda. Modern insanın bazı günahları işlemeyecek kadar
rahat olduğundan korkuyorum. (s. 74)
22
Güzelliği açığa çıkartan nedir? (s. 77/78)
Tanrısal Platon (Schopenhauer böyle adlandırıyor onu) başka
bir cümle kuruyor: tüm güzellik döllemeye kışkırtır, diyor. (s. 78) (şiddet?)
23
Platon
Atina’da böyle güzel oğlanlar olmasaydı, Platon felsefesi
diye bir şeyin de olamayacağını söylüyor.
…Platon’un tarzınca felsefe, daha çok erotik bir rekabet
olarak tanımlanabilirdi. (s. 78)
26
Bir şeyi anlatacak
sözcükleri bulabiliyorsak, onun dışına da çıkmışızdır çoktan. (s. 80)
29
Tüm yüksekokul sisteminin görevi nedir? Bir insandan
makine yapmak.
…kimdir mükemmel
insan? Devlet-memuru. Devlet memuru için en üstün formülü hangi felsefe
verir? Kant’ınki: kendinde şey olarak devlet memuru, görünüş olarak devlet memurlarının
üzerinde hakim kılınmıştır. (s. 82)
32
Ne kadar değerlidir gerçek insan, herhangi bir salt
arzulanmış, düşlenmiş, yapmacık ve uydurma bir insanla kıyaslandığında? (s. 83)
33
Bencilliğin değeri, ona sahip olanın fizyolojik değeri
kadardır.
… Hastalıklar,
genel olarak çöküşün sonuçlarıdırlar, nedenleri değil.
34
“Ben bir pisliğim, sen de öyle
olmalısın”: bu mantıkla yapılır devrim.
“ahiret günü” bile intikamın tatlı avuntusudur.
“Öteki dünya”nın kendisi de bu dünyaya çamur atmanın bir
aracı değilse, ne gerek var ki bir öteki dünyaya? (s. 85)
35
İnsan diğerkam olduğunda, işi bitmiş demektir. Naif bir
biçimde “ben artık beş para etmem” demek yerine, der ki, dekadansın ağzındaki
ahlak yalanı: “hiçbir şeyin değeri yok, yaşam beş para etmez”… (s. 86)
37
“iyinin ve kötünün ötesinde” kavramıma karşı, beklenileceği
üzere, bilindiği gibi Almanya’da ahlakın kendisi olarak kabul edilen, modern
aptallaşmanın tüm vahşeti harekete geçirildi. (s. 88)
…mesafe pathosu dediğim şey, her güçlü çağın o ayırt edici
özelliğidir. Aşırı uçlar arasındaki enerji, açıklık günümüzde gitgide küçülüyor
– aşırı uçlar da sonunda birbirlerine benzeyerek ortadan kalkıyor… (s. 90)
38
Benim özgürlük kavramım. Bazen, bir şeyin değeri, onunla
neye ulaşıldığına değil, onun için ne ödendiğine – bize neye mâl olduğuna
dayanır. (s. 91)
39
Modernliğin Eleştirisi
Demokratizm, örgütleyici gücün çöküş-biçimi olmuştur.
…modern demokrasiyi, “Alman
İmparatorluğu” gibi yarım biçimleriyle birlikte, devletin çöküş biçimi olarak
tanımlamıştım. (s. 93)
42
Ahlakçılar ve azizler arasında, en az rastlanan şey
dürüstlüktür; belki tam tersini söylüyorlardır, belki de inanıyorlardır bu
söylediklerine. Bir inanç, bilinçli ikiyüzlülükten daha yararlı, daha etkili,
daha ikna ediciyse, çok geçmeden içgüdüsel olarak ikiyüzlülük masumluk olur.
(s. 96)
45
Dostoyevski kendisinde öğrenecek bir şeyler bulduğum
biricik psikologdur: yaşamımın en güzel şanslarından biridir, Stendhal’i
keşfedişimden de güzel. (s. 99)
46
Seven kadın, onurunu feda eder;
bilen biri “sevince” belki insanlığını feda eder; seven bir tanrı, oldu bir Yahudi…
(s. 101)
51
Almanların arasında ilk ustası olduğum aforizma, özdeyiş, “benliğin”
biçimleridir; benim hırsım, başkalarının bir kitapta söylediğini on cümlede
söylemektir – başka herkesin bir kitapta söylemediğini… (s. 105)
Eskilere Ne Borçluyum
2
Bana öyle geliyor ki, Platon, tüm biçem biçimlerini harmanlıyor,
böylece ilk biçem dekadanı oluyor.
Platon can sıkıcıdır. Ne de olsa, Platon’a beslediğim
güvensizliğin kökü derinlerde yatıyor:
…vaktinden önce-hıristiyan… (s. 107)
…
Bu Atinalıların, eğitimini Mısırlılardan alması,
pahalıya mâl oldu (ya da Mısırdaki Yahudilerden?...)
…
Thukydides’le sofistler-kültürü, yani gerçekçiler-kültürü,
en yetkin anlamını bulur.
…Platon gerçeklik karşısında bir ödlektir, -bunun
sonucunda sığınır ideale, Thukydides kendine egemendir, bunun sonucunda şeylere
de egemen olur… (s. 108)
3
Filozoflar Yunanlılığın dekadanlarıdırlar. (s. 109)
4
…Gizemler öğretisinde acı kutsaldır: doğuran kadının
sancıları genel olarak acıyı kutsallaştırır, -Oluş ve büyüme adına ne varsa,
geleceği güvenceleyen ne varsa, acıyı gerektirir… Yaratma zevki olması için,
yaşama istencinin kendini sonsuza dek olumlaması için, doğuran kadının çektiği
sancının da sonsuza dek var olması gerekir… Tüm bu anlamlara gelir Dionysos
sözcüğü… (s. 111)
5
Tragedya, Helenlerde Schopenhauer’in anladığı gibi bir
kötümserliği kanıtlamaktan çok uzaktır.
En tuhaf ve en sert sorunlar
karşısında bile yaşama evet demek; yaşamın en üstün tiplerinin kurban oluşunda,
kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşama istenci –buna Dionysosça dedim ben,
bunu keşfettim, trajik ozanın psikolojisine giden köprü olarak. (s. 112)
Çekiç Konuşuyor
Neden bu kadar
sertsin? –demişti bir zamanlar, alelade kömür, elmasa; Oysa biz yakın-akraba
değil miyiz?
Neden bu kadar
yumuşaksınız? –diye soruyorum ben size, ah kardeşlerim; yoksa benim kardeşlerim
değil misiniz? (s. 113)
En asil olandır yalnızca, bütünüyle sert olan. (s. 114)
Türkçeleştiren: Mustafa Tüzel
İthaki Yayınları, Haziran 2005