20 Nisan 2012 Cuma

Chuang Tzu’nun Kitabı



Chuang Tzu’nun Kitabı

Derinlik yeterli değilse, su büyük bir gemiyi taşıyamaz.
Hava için de böyledir. Yeterli derinlik yoksa büyük kanatları taşıyamaz. (s. 3)

Küçük bilgi, büyük bilgiyi; kısa ömür uzun ömrü ölçemez. (s. 4)

Hsu:yu; “...niye senin yerini alayım? Bunu bir ad için mi yapacağım? Ad, gerçekliğin gölgesinden başka bir şey olmadığına göre kendimi gölgeler uğruna sıkıntıya mı sokayım? (s. 5)

Bir tin var gibi, gelgelelim onun varlığının ipucunu bulamıyoruz. Biçimini göremiyoruz, gene de işlevleri besbelli. Kim bilir, belki de dış biçimi olmayan bir iç gerçekliği vardır. (s. 10)

Gövde dağılır, us da onunla gider. Bu büyük bir keder nedeni değil mi?

…sözler bir şey taşır, bir şey söylemeyi amaçlar. Ancak onların neyi söylemeyi amaçladığı belirlenemez. Öyle ise gerçekten söylenen bir şey var mıdır? (s. 11)

…bilge, bütün karşıtları bir araya getirir, doğal göksel dengede dinlenir. (s. 13)

Ben, evren ile birlikte var oldum. Bu noktada benimle her şey Bir.
Her şey Bir ise, konuşmak yersiz.

Dil, doğası gereği saltığı dile getiremez. Ayrımlar buradan doğar. (s. 15)

…görünen yol, yolu göstermez. Tartışmak için konuşan amacına ulaşmaz. İnsancıllık saplantı durumuna geldiğinde yapıcı değildir. Kendini gösteren dürüstlüğe inanılmaz. Kendini ortaya atan yüreklilik hiçbir şey başaramaz. (s. 16)

Yetkin insan, tinsel bir varlıktır. (s. 17)

Zamana aldırma, doğruya yanlışa da; sonsuzun dünyasına geç, en son orada dur.

İnsan yaşamı sınırlı, bilgi ise sınırsızdır. Sınırlı olanı sınırsızın peşinde koşmaya itelemek ölümcüldür. Birinin gerçekten bildiğini sanması da gerçekten ölümcüldür. (s. 20)

Prens Huei’nin aşçısı bir öküz kesiyordu. Elinin her vuruşu, omzunun her yükselmesi, ayağının attığı her adım, dizinin her ileri gidişi, yarılan etten çıkan her “fış” sesi, satırın her “çık” sesi, yetkin bir ritim içindeydi –Dut Sürgünleri’nin dansı gibi, Ching Shou’nun uyumlu telleri gibi.
“İyi iş becerdin!” diye bağırdı Prens, “seninki gerçek bir beceri.” Aşçı satırını bir yana bırakarak, “efendimiz” diye yanıtladı, “ben her zaman kendimi Tao’ya adarım. İnsanın kendini Tao’ya vermesi salt beceriden daha fazladır.
İlk kez öküz kesmeye başladığımda, önümde yalnızca bir sığır görürdüm. Üç yıllık uygulamadan sonra artık önümde bütün bir hayvan görmez oldum. Artık gözlerimle değil tinimle çalışıyorum; tinim, duyularımın denetimi olmadan işliyor.
Duyusal bilgi durduğunda tin eyleme hazır oluyor. (s. 21)

Doğma zamanı olduğu için doğdu. Gitti; çünkü gitme zamanı gelmişti. Şeylerin doğal akışını, sırasını kabul edenler, ona boyun eğerek yaşayanlar sevincin de acının da ötesinde yaşarlar. Eskiler buna “bağlardan kurtulma” dediler.

Parmaklarda artık ateşe koyacak yakıt kalmadığında, ateş yanmayı sürdürür, söndüğünü bilmeden. (s. 23)

Konfüçyüs: “Dünyada iki yüce buyruk var; biri yazgı, öteki ödev.”
Üzüntü ile sevincin egemen olamayacağı ya da onu devindiremeyeceği biçimde usuna hizmet etmek; elinden bir şey gelmeyecek şeyin ne olduğunu anlayıp yazgıdan hoşnut olur gibi o şeyden hoşnut olmak; bu da erdemin yetkinliğidir.

Aşırı olan şey yapaydır.
Yapay bir şeye güvenilmez. (s. 28)

Sözler hava dalgalarıdır, onlarla oynayan gerçekliği yitirir.
…öfke, akıllıca sözlerden birinin tek yanlı konuşmasından başka şeyden kaynaklanmaz.

Sınırı aşmak aşırılıktır.

Yalnızca nesnelerle birlikte ilerle, usunu özgürce dolaşmaya bırak. Kaçınılmaz olana teslim ol, içindekini besle. En iyisi budur… (s. 29)


…Dikkatsizliğin bedelini ödeyemezsin.

Marangoz Shih, Ch’i Eyaleti’ne yolculuk ediyordu. Gölgeli alana ulaştığında yer tanrısının tapınağında kutsal li ağacını gördü. Öyle büyüktü ki altında binlerce sığırlık bir sürü gölgesinden yararlanıyordu. Çevresi yüzlerce karıştı, bir tepenin doruğunda dalları gövdesinden ayrılmadan önce seksen fit yükseliyordu. Kesilse bir düzine tekne yapılabilirdi ondan.
Kalabalıklar durup durup ona bakıyordu. Ama marangoz hiç aldırmadı, arkasına bile bakmadan yoluna devam etti.
Oysa geride kalan çömezi ağaca iyice bakmıştı, ustasına yetiştiğinde: “Hizmetinizde keser salladığımdan beri böylesine görkemli bir ağaç görmedim. Nasıl olur da siz, Usta, durup ona bakmazsınız?”
“Unut onu, konuşmaya değmez” diye yanıtladı ustası. “Bir teknede kullansan batar, sanduka yapsan çürür, mobilyada kullansan kolayca kırılır, kapıda erir gider, direk olsa kurt yer. Niteliksiz bir ağaç bu, yaramaz. Bu yaşa ulaşmasının nedeni de bu.” (s. 31)

Marangoz evine ulaştığında, uykuda ağacın ruhunu gördü; ağaç şunları söyledi: “beni neyle karşılaştırmaya niyetlisin? İnce dokulu bir ağaçla mı? Kiraza, elmaya, armuda, portakala, asmaya, öteki yemiş ağaçlarına bak. Yemişleri olgunlaşır olgunlaşmaz bu ağaçları yağmalar, saygısızca davranırlar onlara. Büyük dalları çatır çatır koparır, küçükleri ortalığa saçarlar. Dolayısıyla bu ağaçlar kendi değerleri ile kendi yaşamlarını incitir. Kendilerine bağışlanan zamanı yaşayamazlar. Dünyanın onları beğenmesi yüzünden kendi kendilerini yıkar, olgunlaşmadan perişan olurlar.
Her şey böyledir. Bu yüzden ben uzun bir süre yararsız olmaya çalıştım. Birçok kez kesilme tehlikesi atlattım ama sonunda kesilmemeyi başardım. Böylece kendi kendime son kertede yararlı oldum. Bir işe yarasam bu yüksekliğe erişemezdim. (s.32)

Tinsen adam da bu yararsızlık örneğini izlemeli… (s. 33)
Şeylerin yararını herkes bilir; ama yararsızın yararını kimse bilmez. (s. 34)

Konfüçyüs:
İnsan kendini akan suda değil durgun suda görmeye çalışır. Çünkü ancak kendisi dingin olan başkalarına dinginliği öğretebilir.” (s.35)

Annelerini seviyorlardı, sevdikleri onun gövdesi değil, gövdeyi canlandıran şeydi. (s. 39)

…erdem ileri gittiğinde, kişilik yetkinliğe ulaştığında, dış biçim unutulur. Gelgelelim, insanlık unutulması gerekeni unutmaz. Bu tam bir unutkanlıktır.

Huei Tzu, “İnsanlar tutkusuz olabilirler mi?”
“Kesinlikle evet.” diye yanıtladı Chuang Tzu. (s. 41)

Doğanın ne olduğunu bilen, insanın da ne olduğunu bilen gerçekten (bilgeliğin) yücesine ermiştir. Doğanın ne olduğunu bilen, yaşamında doğayı örnek alır. İnsanın ne olduğunu bilen, bilinenin bilgisini, bilinmeyenin bilgisini geliştirmek için kullanabilir… (s. 42)

…eylemlerinin zamanını hesaplayan bilge değildir… (s. 43)

yaşamı iyi yapan, ölümü de iyi yapar… (s. 45)

Kim hiçliği baş; yaşamı omurga; ölümü kuyruk yapabilirse; kim yaşamla ölümün, varolma ile olmamanın bir tek gövdeye ait olduğunu kavrarsa, bizimle arkadaşlığa kabul edilecek. (s. 47)

Yen Huei:
Kendimi gövdemden kurtardım. Anlama yetimi bir yana bıraktım, böylece gövdemden de usumdan da kurtulup sonsuz ile Bir oldum. Ben buna “unutuş içinde oturmak” diyorum. (s. 53)

Kuşkunun azı, insanın amaçlarını değiştirir, daha büyük kuşkular, insanın doğasını değiştirir. (s. 56)

…iyi, insanın kendi doğasını izlemesi, ona uymasıdır. (s. 57)

Doğanın yetkin olduğu zamanlarda, insanların devinimleri dingin, bakışları duruydu. (s. 58)

…bilgeler ölmedikçe haydutlar eksilmez.
Bir kanca çal, seni hırsız diye asarlar; bir krallığı çal, seni kral yaparlar. (s. 62)

Kurnazlık, aldatma, bilgiçlik, sert ile beyaz, özdeşlik ile ayrım safsatalarının sayısı, türü arttığında, bunlar dünyayı mantığa boğar. Dünyanın sık sık kargaşaya düşmesinin sebebi de budur. Bunun dibinde her zaman bilgi sevgisi olagelmiştir. Çünkü insanlar bilmediklerini öğrenmeye çalışır didinirler de, zaten bildiklerini kavramaya çalışmazlar.

Bütün insanlar daha üstün olmadıkları şeyleri değerden düşürmeye çalışırlar, oysa hiçbiri üstün oldukları şeyi değerden düşürmeye çalışmaz. (Eskiden böyleymiş, şimdi artık insanlar kendilerinden daha zayıf olanı ezerek mutlu olmaya çalışıyorlar.)

…tek başına tartışma bile dünyayı kargaşaya düşürmeye yeter. (s. 64)

…onur ile onursuzluk, başkalarının bağışladığı bir şeydir. (s. 77)

Maddi nesneler doğar ölür, onların gelişimine aldırılmaz. (bugün bunun tam tersi istikamette doğrulara sahibiz; yeni model… son moda… gibi)

Atlar ile öküzler, dört ayaklıdır. Bu doğaldır. Atın boynuna bir yular tak, boğanın burnundan bir zincir geçir. Bu yapaydır. Yapayın doğalı bozmasına izin verme. İsteğin yazgıyı bozmasına izin verme. Erdemin üne kurban edilmesine izin verme. (s. 80)

Usta şöyle dedi: “Yol on bin nesneyi kapsar, taşır, onun yüceliği uçsuz bucaksızdır. Efendi adam usunu kökünden yolmalıdır.
On bin nesneye aynı nesne gibi sahip olmaya zenginlik denir. (s. 85)

Krallara yakışan bir erdemi olan kişi, yalınlık aracılığı ile eyler, olan bitene egemen olmaktan utanır. Özgün kaynakta yerini alır, anlayışı tinlere ulaşır.
Yol olmasa gövdede yaşam olamaz, erdemsiz yaşamda açıklık olamaz. (s. 86)

Birçok oğul birçok korku demektir. Çok varlık çok dert demektir. Uzun ömür, çok utanç demektir. Bu üçü erdemi beslemeye yaramaz, bu yüzden geri çeviriyorum onları. (s. 88)

Eskiden dünyayı Yao yönetirken kimseye ödül verilmezdi; ama kamu sıkı sıkı çalışırdı; kimseyi cezalandırmazdı ama insanlar gene de dikkatliydi. Şimdi siz cezalandırıyorsunuz, ödüllendiriyorsunuz, gene de insanlar iyiyi yapamıyor. Bundan sonra erdem çürüyüp çökecek; bundan sonra cezalar egemen olacak. Bu çağ, gelecek çağların düzensizliğinin başlangıcı olacak. (s. 88/89)

Yüce başlangıçta, hiçlik vardı, varlık yoktu, ad yoktu. Ondan Bir doğdu, Bir vardı ama biçimi yoktu. Nesneler Bir’e tutunup yaşama geldiler, buna erdem dendi. Şeylerin biçimleri yokken payları vardı, bunlar türlü türlüydü ama birbirinden kesilip ayrılmamışlardı, onlara yazgılar dendi. Akıntıdan nesneler doğdu. Şeyler büyüdükçe ayrı ayrı biçimler gelişti. Bunlara kalıplar dendi. Kalıplar ile cisimler, her biri kendi niteliğine, kendi sınırlamalarına uygun olarak tinleri içlerinde tuttular. Bunlara doğuştan getirilen yaradılışlar dendi. Yaradılışını eğiterek Erdem’e dönebilirsin. En üst düzeye ulaşan erdem, Başlangıç ile özdeştir. Başlangıçla özdeş olarak boş olursun, boş olarak yücelirsin. İşte o zaman cıvıldamaya, şakımaya katılabilirsin. (s. 89)

Bir köpek fare yakalayabilir yakalamasına ama bu yüzden sonunda boynuna tasma takarlar. Maymunu çevikliği nedeniyle dağdaki ormandan sürükleyip getirirler. Sana bir şey söyleyeceğim Ch’iu; hiçbir zaman duyamayacağın, kendi başına nasıl dile getireceğini hiçbir zaman bilemeyeceğin bir şey. Başı, ayağı olup da usu olmayan insanların sürüsüne bereket. Onlar cisimli varlıkların cisimsiz, biçimsiz varlıklarla birlikte varolabileceğini hiçbir zaman düşünmezler.
Nesneleri unut, Gök’ü unut, kendini unut. Kendini unutan adamın Gök’ erdiği söylenebilir. (s. 89/90)

Tzu Kung, …Tarlasını ekmeye hazırlanan yaşlı bir adam gördü. Adam bir kuyu açmış oradan aşağıya iniyor, sonra elindeki ibriği yerde sürükleyerek yeniden ortaya çıkıyordu. Bu ibrikle tarlasına su götürüyordu. Ofluyor pufluyor, büyük bir güç harcıyor ama pek az iş üretiyordu.
“Bu tür işler için makine var” dedi Tzu Kung. “Bir günde yüzlerce tarlayı sulayabilirsin, pek az çaba ister, harika sonuçlar üretir. Bunlardan ister miydin?”
Bahçıvan başını kaldırıp Tzu Kung’a baktı, “nasıl işler bu makine?” diye sordu. “Bir ağaç parçasının biçimlenmesinden oluşan bir düzenektir. Arka ucu ağır, ön ucu yeğnidir, suyu kolayca kaldırır. Öyle hızlıdır ki yukarıdan bakınca su kaynıyormuş gibi görünür. Ona kuyu çıkrığı derler.”
Bahçıvan önce öfkeden kızardı, sonra da kahkaha atarak, “öğretmenimden bu makinelerin nerede olduğunu duymuştum. Makinenin olduğu yerde, kesinlikle makinelerle ilgili dertler de vardır. Bir yerde makinenin yol açtığı kaygılar varsa, mutlaka makine yürekler de vardır. Göğsünde makineden bir yürek varsa arı, yalın olanı bozarsın; tinin yaşamı arı, yalın olmadıkça rahata eremez. Tinin yaşamı rahata ermeden Yol seni battığın yerden yukarı kaldıramaz. Makineni bilmesine biliyorum ama yararlanmaya korktuğum için kullanmıyorum.”
Tzu Kung sıkıntıdan kızardı, önüne baktı, yanıt vermedi. Bir süre sonra bahçıvan, “boşver şimdi onu, söyle bakalım kimsin sen?”
“Kung Ch’iu’nin öğrencisiyim.”
“Ooo! Demek bilgeleri taklit etmek için onların öğretilerini genişletenlerden; saçma anlamsızlıkları kalabalığın üzerine yığanlardan; halk içinde ün kazanma umudu ile saz çalıp hüzünlü türküler söyleyenlerden birisin sen. Senin için en iyisi tinin soluğunu unutmak, gövdeni, kolunu bacağını kırmak. Belki o zaman bir yere ulaşırsın. Kendi gövdene nasıl bakacağını bile bilmiyorsun nerede kaldı dünya işlerini düşüneceksin. Haydi git yoluna, işime karışma.” (s. 91/92)

Aptal olduğunu bilen, aptalların en büyüğü değildir; kafasının karışık olduğunu bilen, kafası en karışık kişi değildir. En şaşkın adamın yaşamı hiçbir düzelme olmadan sona erer; en büyük aptalın yaşamı, ışığı bile göremeden sona erer.
Üç adam yolculuk ediyorsa, birisinin kafası karışıksa gene de gidecekleri yere varırlar. Ama ikisinin de şaşkınsa, tükenesiye yürüseler de bir yere varamazlar. Çünkü şaşkınlık çoğunluktadır. Günümüzde bunca şaşkınlık varken, yolu ne kadar gösterirsem göstereyim, bir yararı yok. Üzücü değil mi? (s. 95)

Yetkin insan usunu bir ayna gibi kullanır. Dışarı bir şey göndermez. İçeri hiçbir şey almaz. Saklamadan, örtmeden tepki verir. Bu yüzden nesneleri aşar ama kendini incitmez. (s. 101)

Başka şeylerle karışmadıkça temiz olmak, çalkalanmadıkça düz olmak suyun doğasında vardır. Önüne set kurulur, akmasına izin verilmezse su artık temiz olmaz. Bu niteliği ile “su göksel erdemin simgesidir.” denir. Bu yüzden saf, temiz olmak, hiçbir şeyle karışmamak, dingin olup birlik içinde değişmez olmak, duru eylemsiz olmak, Gök ile birlikte devinmek tine bakmanın, onu korumanın yoludur. (s. 104)

Adlar, gerçekliği dile getirdiğinde susmalı. (s. 112)

Yaşamın gerçek doğasını iyice öğrenen, yapamayacağı şey için didinip durmaz. Yazgının gerçek doğasını iyice öğrenen, bilginin değiştiremeyeceği şey üzerinde çalışmaz. (s. 113)

Dışına çok aşırı bakan, içinde beceriksizleşir. (s. 116)

Yaptığım şeyi niçin yaptığımı bilmiyorum; bu yazgıdır. (s. 120)
  

İngilizceye çeviren: H.A. Giles
Çeviren: Levent Özşar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder