Richard Sennett
Kamusal İnsanın Çöküşü
ve Yeni Kapitalizm Kültürü
Richard Sennett, 1943 yılında Chicago’da doğdu. 1970 yılında
New York Üniversitesi’nde New York Beşeri Bilimler Enstitüsü’nün kurucularından
biri olmuştur. 1980’lerde UNESCO’ya danışmanlık yapmış, ayrıca Amerikan Çalışma
Konseyi’nin başkanlığını üstlenmiştir. New York Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir.
Richard Sennett’in sosyolojisi modern toplumda duygusal ilişkilerin/bağların
ve endüstriyel kapitalizmin bu duygusal ilişkilerde yarattığı erozyonun araştırılması
olarak tanımlanabilir.
Sennett, kentsel yasamı toplumsal bütünlük çerçevesinde
çözümleyen sosyologlardan biridir.
Sennett, kent tasarımının toplumsal yaşam üzerindeki
etkilerini inceledigi Gözün Vicdanı adlı eserinde, modern kültürün “iç” ve “dış”
arasında bir ayrımdan kaynaklanan bir kaygı taşıdığını belirtir. “Açılma
korkusu”ndan kaynaklanan bu ayrım, öznel yaşantı ile sosyal yaşantı arasında,
benlik ile kent arasındadır. Kentte insan ilişkileri alışveriş ve turizm
etkinliklerine indirgenerek, kent anlamsızlaştırılmış ve kimliksizleştirilmistir.
Açılma, incinme olasılığını içerir. Bu nedenle, kentli insan temkinli olmakta ve
açılmaktan korkmaktadır. Sennet’e göre, modern kültürün sorunu, kamusal mekânların
nasıl düzenleneceği, kişiliksizliğin ve kimliksizliğin nasıl giderileceği ve
kentsel mekânın yeniden insan yaşantısının bir boyutu haline nasıl getirileceğidir.
Düzensizliğin Kullanımları: Bireysel Kimlik ve Kent Yaşamı
adlı çalışmasında sınıf, kent yaşamı ve kimlik üzerinde durur.
Kamusal İnsanın Çöküşü (1996) kitabında modern toplumda
kamusal ve özel yaşamın değişen dengelerini ele almaktadır.
Sennett’e göre, modern batılı kentlerde kamusal alan canlılığını
kaybetmiş, narsist bir kişilik gelişmiş ve kentlerin topluluklara parçalanması
sonucunda mahrem bir toplum ortaya çıkmıştır. Sennett, kamusal alanın oluşumunu
ve değişimini ele alırken 19. yüzyılda özellikle sanayi kapitalizmi ve
sekülerleşme süreçleri ile değişime uğrayan kamusal alan üzerinde durmaktadır.
Kamusal alan tartışması ekseninde bu alan büyük ölçüde Sennett’e göre kişiselleştirilmiştir.
Sennett’in en önemli vurgusu kapitalizmin kamusal alanın
dönüşümünde ve çöküşünde meydana getirdiği değişimlerdir. 20. yüzyılda artık
kamusal alan 18. yüzyıldaki önemini yitirmiş, mahrem alan önem kazanmış ve
insanlar kendilerini özel alanlarına kapatmaya başlamışlardır.
Yeni Kapitalizm Kültürü (2009) ve Karakter Aşınması: Yeni
Kapitalizmde
İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri (2008) adlı kitaplarında
ise yeni kapitalizmin beklentilerinin çalışanlar üzerindeki etkilerini konu
edinir. Yeni kapitalizmin çalışma koşullarının kişisel bazı sonuçları olduğunu;
esneklik, kontrol, merkezsizleşme, değişim, uzun süreli bağlılığın ortadan
kalkması gibi nedenlerle bireylerin yönlerini kaybettiklerini ifade eder. Çalışma
koşullarının sürekli olarak değişmesi ve esnekleşmesi bireylerin duygusal ve
psikolojik iyiliklerini tehdit etmektedir.
Kamusal İnsanın Çöküşü
Sennett’e göre, kamu ya da kamusal alan, aile ve yakın
arkadaş ortamı dışında kalan yaşam bölgesi anlamına gelir. Kamusallığın ve
kamusal alandaki davranışların dönüşümünü sanayileşme, kapitalizm ve sekülerleşme
olgularıyla ilişkilendirerek analiz eder.
Sennett, bugün, tanımadığımız ama aynı şehirde yaşadığımız
insanlarla kurulacak çok boyutlu ilişki ve hazlardan yoksun kaldığımızı
söylüyor ve şu soruları soruyor: Yabancı, nasıl tehdit edici bir unsura
dönüştü?
Kamusal yaşamın odak noktası büyük şehirlerdir. Kahvehaneler,
parklar ve mağazalar kamusal alanın ortaya çıkmasında ve aynı zamanda dönüşmesinde
önemli mekânlardır. Kentlerde tanıdıklar
kadar yabancılarla da ilişki kurulur.
Kentin insanı, her yere girip çıkan ve her yerde rahat
davranabilen “kozmopolit insandır.” Kozmopolit,
köksüz olandır, yaşadığı coğrafyayla kurduğu ilişkilerle kimliğini açıkla(ya)mayandır,
bir yabancıdır. Sennett, bir anlamda “yabancının”
hem toplumsal hem de kişisel yaşamlarımızdan silinişinin, yani “kozmopolit”in
yavaş yavaş ölüşünün hikâyesini anlatır.
Ona göre, hayatın, aile ve yakın dostlar dışındaki parçası
olan “kamusal hayat” bir zamanlar “hayat dolu”ydu ve kişiler için çok
önemliydi. “Yabancı”larla duygusal bağlar kurarak insanın oyun yeteneğini çoğaltan,
toplumsallaşmasını/medenileşmesini sağlayan bir kamusallık vardı.
Kamusal alan, sadece fizikî bir yer değil, aynı zamanda
orada somutlaşan bir fikir alış-verişi, tartışma, polemik, sınıf bilinci,
örgütlenme vb. toplumsal eylem ve oluşumlara yol açan soyut bir ortaklık zeminidir.
Kamusal mekân, toplu eylemin gerektirdiği belli bir disiplini, yoğunlaşmayı ve bunun
sonucunda da kitlesel bir suskunluğu da beslemiştir.
Sanayi kapitalizminin yükselişiyle birlikte, kamusal alan ve
özel alanda bazı değişimler başlar. Kamusal
alan 18. yüzyılda sahip olduğu önemi yitirmiş ve insanlar özel alana çekilmişlerdir.
Kamusal yasamdan önce aristokratlar ve burjuvazi
çekilmiştir. Kentlerin topluluklara
parçalanması sonucunda mahrem bir toplum ortaya çıkmıştır. “Mahremiyet” sıcaklık,
güven ve duygusal yakınlığı ifade eder. Toplumsal yasam bu imkânları sunamadığı
için gayrı şahsi, yararsız ve anlamsız görünür. Ne var ki, mahrem alan da
bireyin beklentilerini karşılayamaz. Kamusal alanın belirsizleşmesi özel alanın
nerede bittiğini de belirsizleştirir. Kamu yaşamının aşınması, içtenlikle ilgi
duyulan mahrem ilişkileri deforme etmektedir.
19. yüzyıla gelindiğinde insan ilişkileri gayrı şahsileşmeye
başlamıştır. Kamusal alana katılmalarının tek yolu artık sessiz kalmaktır.
Yabancıların birbirleriyle konuşma hakkı, yerini kamusal bir hak olarak,
herkesin arkasına gizlendiği bir maskeye sahip olma ve “yalnız kalma hakkı”na bırakmıştır.
Günümüz mahrem toplumunun cemaate yaptığı güçlü vurgunun ardında
insanların kimliklerine dair hakikatlerin cemaat tarafından üretilmesi yatar:
Cemaat, kolektif bir kimlik yaratır, insanların “kim olduklarını” dile getirme
biçimidir. Cemaatin varlığının korunması
ve sürdürülmesi kendi içinde bir amaca dönüşür. Bu da, aynı olmak zorunda
olmaksızın insanların birlikte hareket edebilecekleri bir alan olan kamusal alanın
çöküşü anlamına gelmektedir.
Aile kamusallık/mahremiyet ikiliğinde çok önemli bir yere
sahiptir. Çünkü aile ortamı kişinin kendisi olabildiği, kendisini açabildiği
yegâne alandır.
Sennett, kamusal alanı bireylerin toplumsal ilişkiler kurma
fırsatlarını değerlendirdikleri bir sivil alan olarak görürken, Habermas halkın
devlet otoritesinden bağımsız olarak kendi düşüncesini, söylemini ve eylemini
inşa ettiği daha siyasal bir alan olarak ele alır.
Habermas ve Kamusal Alanın
Yapısal Dönüşümü
Habermas, kamusal alanı iki dönem çerçevesinde inceler.
I) Birey temelli liberal kapitalizmin hâkim olduğu, burjuva kamusal alanın
ortaya çıkışının ve kurumsallaşmasının yaşandığı birinci dönem.
II) İlk dönemde ortaya çıkan ideal ilkelerin yozlaştığı,
gelişmiş örgütlü kapitalizmin hâkim olduğu sosyal refah devleti dönemini içeren
ikinci dönem.
Habermas, feodal devletten modern devlete geçişi, ‘temsili
kamu’dan ‘kamu otoritesine’ geçiş olarak nitelendirir. Habermas, temsili kamunun kurumlarının, yani soyluluğun,
krallığın ve kilisenin çözülmesi sonucunda temsili kamunun yerini kamu
otoritesine terk ederek ortadan kalktığını belirtir.
Burjuva kamusallığının belirleyici özelliklerinden birisi
kamusal alan ile özel alanın birbirinden ayrılmasıdır. Habermas’ın sözünü
ettiği burjuva kamusallığı belli bir iktisadi sınıfı değil, toplumun burjuva
niteliğine gönderme yapar.
Kapitalist iktisadi ilişkilerin gelişmesiyle birlikte
devleti temsil eden yapının dışında yeni bir sivil yapı oluşmaya başladı. Bu
çerçevede kaynağı devletten bağımsız olan burjuva kamusal alanı, insanların
devlet yönetimi de dâhil olmak üzere her konuda fikir alış-verişi
yapabildikleri bir zemin olarak ortaya çıktı. Bu aynı zamanda kamusal otoriteye
karşı oluşturulmuş eleştirel bir alandır.
Özel alanın en önemli unsurlarından birisi olarak, Habermas,
burjuva aileyi gösterir. Ailede elde edilen kimliğin aile ile sınırlı kalmaması
mektup, roman ve biyografi gibi edebi ürünlerin yaygınlaşması ile oldu. Gazete
ve dergilerle birlikte kültürel konuların yanı sıra ekonomi ve politika
konuları da tartışılmaya başlandı. Habermas’ın tanımladığı kamusal alan,
bireylerin sınıf ayrımı gözetilmeden, herhangi bir konuda fikir alış-verişi
yaptıkları alanlardır. Bu kamusal alan tarifinde bireylerin eleştirel tutumu
dikkat çekmektedir.
Gelişmiş örgütlü kapitalizmin hâkim olduğu, sosyal refah
devleti dönemi ise
Habermas tarafından kamusal alanın yozlaştığı dönem olarak
addedilir.
Bu dönemde özel alana ait olan ekonomik alan, devletin
müdahaleleriyle yıpranır. Böylece ekonomi ile devlet arasındaki ayrım ortadan
kalkmaya başlamıştır. Aynı süreçte aile, daha da özerkleşerek içine
kapanmıştır. Aileyi direkt olarak ilgilendiren meseleler kamusal alanın dışına
çıkarılmıştır. Kamusal alandaki en ciddi dönüşüm ise katılımın bireysel
olmaktan çıkıp, örgütlü kurumlar aracılığıyla yapılmaya başlanmasıdır (sendika,
siyasi parti vs.).
Refah devletinde toplumsal alan yeniden tanımlanmıştır. Bunun
sonucunda çok daha güçlü ve geçişken bir iktidar tarzı ortaya çıkmıştır. Bundan
böyle bireyin kamusal alandaki varlığı ve etkinliği dahi iktidarın kontrolü
altındadır.
YENİ KAPİTALİZMİN KÜLTÜRÜ
“Yeni ekonomi” veya “yeni kapitalizm” olarak adlandırdığı
dönemin işçilerin yaşamları üzerindeki etkilerini araştıran Sennett, yeni
kapitalizmin esnek üretim sürecinde, “iş”in çalışanların kişilik yapısını nasıl
bozguna uğratıp yıprattığını ve nihayetinde “karakter aşınması”na yol açtığını
gösterir.
İletişim ve imalat teknolojilerindeki gelişmeler küresel
ölçekte ve hızlı bir üretimi zorunlu kılmıştır. Otomasyon özellikle çalışanlar
piramidinin alt tabanını derinden etkilemiştir. Sürekli yeni beceriler öğrenen,
“bilgi temelleri”ni durmadan değiştiren bir birey olarak idealleştirilen yeni
bir benlik ortaya çıkmıştır.
Küresel düzeyde sermayenin, tarihte hiç olmadığı kadar esnek
örgütlenme imkânına kavuşması, üretim sürecinin her anlamda esnekleştirilmesiyle
eş zamanlı olarak emeğin de esnek hale getirilmesi emeğin niteliğini ve doğasını
değiştirmiştir. Çalışanların sadece iş yaşamlarını
değil aynı zamanda günlük yaşam pratiklerini de değiştiren esnek çalışma koşulları
Sennett’e göre bireyde “karakter aşınması”na neden olmaktadır.
Sennett, toplumsal kurumların da parçalandığı böylesi bir
dönemde hangi değerlerin ve pratiklerin insanları kültürel olarak bir arada
tuttuğunu merak etmektedir. Yeni kapitalizmde çalışanların esnek çalışma koşulları
nedeniyle artık modern kapitalizm dönemindeki gibi bireylerin tüm yaşamları
süresince yapabilecekleri planları geçersizleşmiştir.
Esnek Şirket/Çalışma
Modeli
Esnek şirket modelinde de seçilen işlevlerden birkaç tanesi
istenilen zamana göre ayarlanıp, işlevlerini yerine getirmesi sağlanabilir. Sennett
bu durumu “sabit işlevli değil, görev-yönelimli emek” olarak tanımlamaktadır.
Bu süreçte emek gücü de esnekleşir.
Sürekli olarak değişen koşullar karşısında çalışanlardan
beklentiler de değişmektedir. İşin gereklerinden ziyade işletmenin
ihtiyaçlarına uygun; uyumlu, iletişim becerisi yüksek, ekip çalışmasına yatkın,
seyahat engeli olmayan vs. elemanlar aranmaktadır.
Büyük şirketlerde, yönetici iktidarından hissedar iktidarına
geçiş yaşanmıştır.
Hissedarlar uzun vadeli değil, kısa vadeli sonuçların, başarıların,
kârların peşine düşmüştür. İstikrar sözcüğünün cilalandığı bu süreçte şirketler
artık yeni yatırımlardan ziyade mevcut koşullarda verimliliği artırmanın
yollarını aramaktadırlar (“yenilik” sözcüğünün içeriğinin de bu süreçte reklam
ve algı perspektifinde dönüşüme uğratıldığına dikkat edilmeli). Verimliliği akıl
almaz ölçülerde artıran bu yeni strateji çalışanlar arasında yüksek düzeyde
kaygı ve stres üretmektedir.
Yeni kapitalizmin geleneksel bürokratik yapıyı yıkması, çalışanların
kurumsal sadakatini azaltmakta, işçiler arasındaki dayanışmayı azaltmakta ve
çalışılanların kurumun işleyişi hakkında yeterli bilgi sahibi olmasını zorlaştırmaktadır:
1. Düşük kurumsal
sadakat: Kısa dönemli sözleşmeler,
çalışanların her an işsiz kalabileceği realitesini cebinde taşıması,
beraberinde sadakatsizlik getirir.
2. İşçiler arasında
enformel güvenin azalması: Çalışanların örgütlü
iletişimi minimumda tutulur. Bunun şirket lehine bir getiri vardır; kriz
dönemlerinde çalışanlar örgütlü şekilde hak aramak yerine zararlı alandan uzak
durmaya, işten çıkarılan çalışma arkadaşlarını görmezden gelmeye başlarlar.
3. Kurumsal bilginin zayıflaması: İş tanımının muğlaklaşması, yapılacak işlerin beklentiye
göre sürekli olarak değişmesi kurumsal bilginin işlevini ortadan kaldırır.
İşe Yaramazlık Kâbusu
Yani kapitalizmde sürekli eğitim ve kişisel gelişimin bir
zorunluluk haline gelmesi nedeniyle insanlar kapitalizmin önceki dönemlerine oranla
işe yaramaz olmaktan giderek daha fazla korkmaktadırlar.
Sennett’in “beceri toplumu” olarak
tarif ettiği günümüz toplumsallığında gelişmiş ülkelerde eğitimli ve vasıflı
oldukları halde işsizlik sorunu yaşayanların çoğunun talip oldukları işlerin
artık emeğin daha ucuz olduğu, benzer vasıf ve eğitim düzeylerinin yakalandığı
çevre ülkelere kaydığı bir gerçektir.
İşe yaramazlık kâbusunun
nedenleri:
1- Küresel emek arzı: Yeni
kapitalizm emek nerede ucuzsa orada örgütlenmeye gitmektedir. Bu nedenle gelişmiş
merkez ülkelerden, gelişmekte olan çevre ülkelere doğru bir kayma söz
konusudur.
2- Otomasyon: Talepteki ani artış ve düşüşe çok hızlı yanıt
verebilme yeteneği sayesinde emekten de tasarruf edilmesine olanak tanımaktadır.
3- Yaşlanmanın yönetimi: Eğitim ve becerinin geçerlilik
süresi piyasanın vicdanına bırakılmıştır. Bir mühendisin üniversitede aldığı eğitimin
piyasada ne kadar geçerli olacağı tartışmalı bir hale gelmiştir. Bu noktada
dikkat edilmesi gereken parametre, yeni olanın genç ve dolayısıyla daha kolay
yönetilir olmasıdır. Sistem, donanım ve eğitim arttıkça maliyetlerin artacağını
hesap etmektedir elbette.
Kendi içinde anlamlı bir şey yapmak olarak “nesneleştirme” zanaatçılık
tarafından vurgulanan bir durumdur. Zanaatçı herhangi bir şey üretirken, o
ürünün nesne olarak kendisine odaklanır.
Zanaatçılık esnek kapitalizm kurumları içinde huzursuzca
oturur. Bu nedenle sürekli bir değişim üzerinden işleyen esnek kapitalizmde meritokrasi önem kazanmıştır.
Meritokrasi, Sennett’e göre modern öncesi toplumlarda
mirasla ilintili bir kavramdı. Bu toplumlarda sadece toprak değil; statüler de
birer mülktü.
Mevkilerin miras yoluyla devredilebildiği bir ortamda yeteneğin
o kadar da önemi yoktu.
Modern zamanlarda ise yetenek yeni bir toplumsal eşitsizlik
biçimi ortaya çıkarmıştır.
Sennett’e göre zanaatçılıktan meritokrasiye geçit burada
gizlidir. Yeni kapitalizmin kültüründe
yetenek çeşitli “nesnel” testler ile ölçülmektedir.
Yeni kapitalizm, ekonomik anlamda büyümüştür. Ancak bu
büyüme çalışanlar açısından yeni iş ilişkilerini ve biçimlerini ortaya çıkarmıştır.
Artık çalışılan kurumların yapısı değişmiştir ve sürekli değişmektedir. Çalışılan
kurumlara sadakat ve genel olarak üretim süreçlerine katılım azalmakta,
enformel güven ve işe yaramazlık hissi kaygı derecesini artırmaktadır. Bu bağlamda
kültürel anlamda bir çapanın harekete geçirilmesi mevcut koşulların değişimi
için bir dinamik oluşturacak niteliktedir.
KARAKTER AŞINMASI
Sennett, “Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik
Üzerindeki Etkileri” adlı çalışmasında yeni kapitalizm olarak nitelendirdiği
esnek üretim biçiminin yaygınlaşması, işin ve çalışma zamanlarının esnekleşmesi
gibi faktörlerin karakter üzerindeki yansımalarını ele alır.
Karakter, kendi arzularımıza ve diğer insanlarla aramızdaki
ilişkilere yüklediğimiz etik değerken, yaşadığımız dünyayla bağlantısı
çerçevesinde kendimizde değerli bulduğumuz ve başkalarının değer vermesini
beklediğimiz kişisel özelliklerimizdir.
Sennett, yeni kapitalizmde artık uzun vadeli amaçlar söz
konusu olamadığı için karakter aşınması yaşandığını vurgular.
YENİ KAPİTALİZMDE İŞİN KİŞİLİK
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Esneklik olgusunun üretim ve yönetim sürecine yerleşmesi çalışanların
hem bireysel olarak karakterlerini hem de sosyal ilişkilerini değiştirmiştir.
Sennett’a göre esneklik insanları özgür kılacak yeni koşullar yerine iktidarın
ve kontrolün yeni biçimlerini üretmiştir (sertifika programları, hizmet içi
eğitimler vs.).
Günümüz toplumlarında bireylerin iş piyasasındaki
nitelikleri değişim değeri üzerinden değerlendirmektedir.
Artık günümüz kapitalizminde uzun vadeli planlar söz konusu
değildir. Sermaye artık sabırsızdır.
Rutin Zaman Köleliği
Modern toplumların en önemli özelliklerinden biri yarattığı rutindir.
Sennett’e göre, rutin, bireyin karakterinin pasifleşmesine
yol açmaktadır.
Esneklik, günümüz toplumunda üretim ilişkilerinden bireyler
arası ilişkilere kadar yaşantımızın bir parçası haline gelmiştir.
Çalışanların çalışma zamanlarının esnekleştirilmesi demek,
pratikte zaman ve mekân boyutunun giderek belirsizleşmesi anlamına gelmektedir.
Esneklik düzensizlik yaratır, ancak sınırlamalardan kurtulmamızı sağlamaz.
Risk Alarak Yaşamak
Esnekleşen iş organizasyonlarının parçası olan çalışanlar kendi
geleceklerini sağlama alma kaygısı içinde artık risk almak zorundadır. Sürekli
olarak yeni bir işletmede yeni bir pozisyonda işe başlamak, her defasında sanki
sıfırdan başlıyormuşçasına hareket etmek, yani sürekli risk altında yaşamak,
Sennett’e göre, yine karakter aşındırıcıdır.
Post-Fordist üretim ve yönetim anlayışının esnekleşmeyle
birlikte takım çalışması gibi yeni iş ilişkileri aracılığıyla yeni bir iş etiği
ortaya çıkmıştır. Takım içinde otorite olmadan bir iktidar oyunu oynanır.
“Kazanan hepsini alır” prensibine dayanan yeni kapitalist
düzen geride kalanları başarısızlığa hapseden bir yapıya sahiptir.
Karşılıklı güvensizlik ve risk egemen çalışma kültürünün
önemli unsurları olarak bireylerin güvensizliklerini arttırmaktadır.
Güvensizlik ve bireyin herhangi bir somut ihtiyaca yanıt vermediği düşüncesi,
çalışanların çevreye ve yaşananlara karşı duyarsız hale gelmelerine neden
olmaktadır. Sennett’e göre bu kaygısızlık,
rejimin meşruiyetini zedeleyecek düzeye ulaşmaktadır.
---
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013