12 Aralık 2014 Cuma

Max Scheler - İnsanın Kozmostaki Yeri

Max Scheler - İnsanın Kozmostaki Yeri


Önsöz
Bu kitap, insan felsefesini, felsefî antropolojiyi, özel bir araştırma alanı olarak ele alan ilk yazıdır.

Scheler bir sistemci değildir.

Scheler'in asıl büyük başarısı, onun yirminci yüzyıl felsefesine yepyeni bir problem olarak getirdiği içerikli değer etniği ve felsefî antropolojidir.

…dinlerin her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten tanrılarının arkasında saklanan, insanın korkusu ve bir nihilizmdir.

İnsan, olmakta olan bir varlıktır. Kendi aktivitesi ile insan olmayı başarmak, insana, onun kosmostaki yeri ve bütün varlık basamaklarını kendisinde toplayan varlık yapısı tarafından bir ödev olarak verilmiştir,

Max Scheler’in, o zamana kadar gelen düşüncelerden süzülen insan görüşlerini ele alıp incelediği bu yapıtla başlayan insan araştırmaları (felsefi antropoloji), yüzyılımızın başlarından beri, felsefe çalışmalarının odak noktası oldu.
Tomris Mengüşoğlu

GİRİŞ
İNSAN İDESİNDEKİ PROBLEM
İnsan nedir sorusu karşısına insan zihninde beliren üç ayrı düşünce dünyası;
a) Yahudi-Hıristiyan geleneğinin düşünce dünyası (Âdem-Havva, yaratılış, cennet ce cennetten kovulma).
b) Antik-Grek düşünce-dünyası (insanı insan yapan ondaki akıl, logos, phronesis, ratio, mens vs. dir).
c) Modern doğa bilimlerinin düşünce dünyası (insan, Yeryüzü adını alan gezegendeki oluşun en son basamağıdır).

Böylece elimizde insan hakkında üç antropoloji, doğa bilimlerine dayanan antropoloji, felsefî antropoloji ve teolojiye dayanan antropoloji bulunuyor. (s. 11-12)

Fakat henüz insan hakkında üzerinde birleşilen bir düşünceden, yoksunuz.
Bu yüzden çok geniş bir temel üzerinde, yeni bir felsefî antropoloji yazmak istiyorum.

…insan kelimesi ve kavramında tehlikeli bir iki anlamlılık saklıdır. İnsan kelimesi önce insanı morfolojik bakımdan omurgalı memeli hayvanlar sınıfına sokan özelliklere işaret eder.

…insana «omurgalı hayvanların tepe noktası» gözüyle bakılsa bile, (…) bir şeyin en yükseği de, en sonunda o şeydendir.

…ikinci anlamda insan sözcüğü, hayvan kavramına tümden karşıt olan şeylerin bütününü içine alır.
Bu ikinci kavrama ben, doğa bilimlerinin kavramına karşıt olarak, insanın «öz kavramı» adını veriyorum. Bu yazı, insana, başka hiçbir canlınınkine benzemeyen özel bir yer sağlayan bu ikinci insan kavramını ileri sürmekte haklı olup olmadığımızı göstermeye çalışacaktır. (s. 12-13)

I. PSİKOFİZİK VARLIK-ALANININ BASAMAKLARI
1. Duygusal - tepki (bitki)
İnsanın özel yerini görebilmek için, biyopsişik varlık-alanının yapısını göz önünde bulundurmamız gerekir.
Canlı adını alan varlığın özünün, fenomenal objektif nitelikleri yanında kendisine has önemli bir özelliği de ayrımında olduğu, bildiği bir iç varlığa, kendisi için varlığa sahip olmasıdır.

…psişik alanın en alt basamağı (…) duygusal tepkidir.

Duyu (…)canlının bir andaki organ ve hareket hallerinin bir merkeze geri bildirilmesi, bundan sonra gelecek bir anda hareketlerin değiştirilmesini sağlamak için uyarımın özel bir şekilde geri getirilmesidir.

Hayatın aslında bir güç isteme olmadığım (Nietzsche) bitki en açık şekilde gösteriyor. Çünkü o besinini hiçbir zaman kendisi aramaz, çoğalmasında eşini aktif bir şekilde seçmez.

Bitkisel, vejetatif sözcüğüyle adlandırılan hayatın özsel yönü, bütünüyle dışa çevrilmiş bir tepkidir. Bu yüzden, bitkide «kendisini bilmeyen» bir duygusal tepkiden söz ediyorum.

Canlılar içinde en büyük kimyager olan bitki, kendisinin organik yapı malzemesini anorganik maddeden kendi hazırladığı için, duyulardan yoksun kalabiliyor.

…insan, genel olarak varlığın bütün basamaklarım, özellikle hayatın basamaklarını kendisinde toplar ve bütün doğa onda, en azından öz-alanları bakımından, bir araya getirilmiş en yoğun varlık birliğini bulur.

Organ bakımından, besinin dağılmasını sağlayan vejetatif sinir sistemi, adının da söylediği gibi, insanda bitkiselliğin henüz bulunduğunu gösterir.

Bu bakımdan uyku, insanın bir çeşit bitkisel durumudur. (s. 21)

2. İçgüdü (hayvan)
Hayatın objektif basamaklar düzeninde, ruh varlığının ilk şekli olan ve kendini bilmeyen vital-tepkiden sonra gelen ikinci şekli, içgüdü adını alır,

İçgüdüsel davranış (…) bir anlam taşımalıdır.
İkinci olarak, böyle bir davranışın bir ritmi olmalıdır.
İçgüdü daima türe hizmet eder.
İçgüdü, Spencer’in sandığı gibi, alışkanlık ve alıştırmaya dayanan davranış biçimlerinin kalıtsal olarak aktarılması değildir.

…içgüdünün bilgisi (…)sadece bir duyumsama, değer taşıyan ve değerlere göre ayrımlaşan itici ve çekici dirençleri duyumsamadır.
İçgüdü, duygusal-tepkinin ve onun kalitelerinin artan bir özelleşmesidir. (s. 27)

3. Çağrışımsal bellek
Kaynaklarım içgüdüde bulan iki davranış biçiminden, yani alışkanlık ve zekâya dayanan davranışlardan alışkanlığa dayananı bizim çağrışımsal bellek adını verdiğimiz ruhsal varlık şeklidir.

Bellek temelini, Pawlow’un şartlı-refleks adını verdiği fenomende bulur. Canlıda bir uyarım yoluyla bir davranış meydana getirilirken, aynı zamanda bir işaret de verilirse ve bu birçok kez yinelenirse, uyarını olmadan sadece işaret verildiği zaman da, canlı aynı davranışta bulunur. Bu olaya şartlı-refleks adı verilir,

Bellek ilkesi belli bir dereceye kadar bütün hayvanlarda ortaya çıkmaktadır.
Bellek ilkesi ortaya çıktığı her yerde hayvanların kendi türünden olanların işaret ve heyecan ifadelerini, davranış ve hareketlerle öykünmelerine sıkı bir şekilde bağlıdır. Öykünmek, aynı şeyi yapmak, yinelemek itkisinin özelleşmesidir.

Öykünme ve aynı şeyi yapmanın birleşmesiyle gelenek denen önemli olay ortaya çıkar.

İnsan tarihinde geleneğin güçten düşmesi, artan bir hızla ilerler. Bu aklın bir başarısıdır.

Tarih boyunca, geleneğin hareketlerimiz üzerinde bilinmemekten doğan baskısı, tarih biliminin ilerlemesi ölçüsünde gittikçe azalır.

İtki pek yüksek olmayan bir basamak üzerinde bulunan hayvanlarda bile, içgüdüden çözülür ve böylece bir ölçüsüzlük alanı olarak ortaya çıkar. Burada itki, hayatın gereksinimlerinden ayrılarak bir haz kaynağı şeklini alır.

İçgüdünün harmonisinden çözülen cinsel-itki, yavaş yavaş kendi başına bir haz kaynağı olur.

Aslında duygu olarak hazza değil, sadece davranış tarzı olarak değer taşıyan şeylere yönelmesi gereken itki-hayatının, ilke bakımından haz kaynağı, olarak kullanıldığı yerde, biz hayatın geç ortaya çıkan bir çöküntü fenomeni ile karşı karşıyayız demektir. Salt hazza yönelmiş bir hayat tarzı, bireylerde ve ulusların hayatında ihtiyarlığın en tipik işaretidir

İtkinin içgüdüsel davranıştan çözülmesi, ancak ilk kez insanda korkunç şekiller alır. Bundan dolayı haklı olarak denebilir ki, insan hayvandan daha ileri veya geri olabilir, fakat asla hayvan olamaz. (s. 34)

4. Zekâ
Ruhsal varlığın dördüncü şekline zekâ diyoruz.
Seçme yeteneği, seçme hareketi, değer taşıyan eşya arasında, ya da çoğalma olayında türün bireyleri arasında birisini ötekinden üstün tutma yeteneği (erosun başlangıçları) zekâya sıkı bir şekilde bağlıdır
Zekâya dayanan davranış, bir canlının, bir itkiyi ilgilendiren bir problemi çözmek için, birdenbire ve anlamlı bir şekilde davranmasıdır.
Burada canlının davranışı akıllıca yahut delice olabilir. Ancak her iki durumda da belli bir amaca yöneliktir. (s. 34)

Psikolojinin perspektifinde zekâyı şu şekilde tanımlarız: Zekâ çevredeki birbiriyle ilgili objeler ve değerler kompleksini bir anda, birdenbire kavramaktır.

II. İNSANLA HAYVAN ARASINDAKİ FARK
1. Geistın özyapısı, özgürlük, obje olma, ben-bilinci
Hayvanda zekâ da varsa, hayvanla insan arasında bir derece farkından başka ve bundan fazla bir fark bulunabilir mi?
Yoksa insanda (…) yalnız ona özgü olan bir şey var mıdır?


Lamarck ve Darwin okuluna bağlı evrimciler, Schwalbe hattâ W. Köhler, Darwin’le birlikte, hayvanda da zekâ bulunduğuna göre, hayvanla insan arasında bir apayrılık bulunabileceğini kabul etmiyorlar.

İnsanın özü, onun özel yeri, zekâ ve seçme yeteneğinin üstünde olan bir yeteneğe dayanmaktadır.
İnsanı insan yapan bu yeni ilke, iç bakımından psişik, dış bakımından vital olarak isimlendirdiğimiz her şeyin; geniş anlamıyla hayatın dışında bulunur.
Daha Grekler böyle bir ilkenin var olduğunu söylemişler ve ona akıl adını vermişlerdi. Biz bu X için daha geniş anlamlı bir sözcük kullanmak istiyoruz.
İşte bu sözcük geist sözcüğüdür. (s. 40)

İster kompleks, ister yalın bir organizme sahip olsun, hayvanların her davranışı, her tepkisi, hatta zekâya dayananları bile, hareket noktasını hayvanın sinir sisteminin fizyolojik hallerinden alır.
Vital-itkiyi ilgilendirmeyen bir şey, ona verilmemiştir.
Geista sahip olan bir varlık, bu davranış şeklinin tam tersine hareket edebilen bir varlıktır. (s. 42)

…hayvanın bitkiye göre kendisi hakkında bir bilinci vardır; fakat onda Leibniz’in de görmüş olduğu gibi, ben-bilinci yoktur. Hayvanda ben-bilinci olmadığı içindir ki, o kendisine egemen değildir, kendisini bilmez.

Varolan her şey, iç-varlığı ile ben-varlığı bakımından özle ilgili dört basamağa ayrılır. Anorganik cisimlerin böyle bir iç-varlığı ve ben-varlığı yoktur; bu yüzden ontik bakımdan bir merkezleri do yoktur.

2. Geist kategorilerine örnekler: Substanz, boşluk formu olarak zaman ve mekân
Sadece insan ilk kez tam olarak somut bir şey ve substanz kategorisine sahiptir.

3. Saf bir aktiflik olarak geist
Geist, kendisi obje haline getirilemeyen biricik varlıktır.

Augustinus’tan beri sürüp giden eski ide felsefesi, ideae antores’i (eşyadan önce olan ideyi) kabul ediyordu.
Fakat ideler, şeylerden ne önce, ne şeylerin içinde, ne de sonradırlar; onlarla beraberdirler; sürüp giden dünyanın gerçekleşmesi aktında (creatio continua), ebedi geist’ta oluşurlar.

III. GEİSTIN TEMEL AKTI: İDELEŞTİRME
1. İdeleştiren öz bilgisi
Eğer biz, geist adını verdiğimiz şeyin kendine has özelliklerini ayrıntılarında aydınlatmak istiyorsak, geistın bir aktım, ideleştirme aktım ele almalıyız. Bu akt, teknik zekâdan apayrı olan bir akttır.

Bizim bu şekilde kazandığımız bilgiler, duyulara bağlı algılarımızın sınırlarını aşarlar. Biz felsefe dilinde bu tür bilgilere apriori bilgiler adını veriyoruz.

İnsan olmanın özü ile ilgili olan şey, insanın bilgi sahibi olması değil, Leibniz’in de dediği gibi, apriori bilgi sahibi olması yahut böyle bir bilgiye sahip olabilmek olanağıdır.

2. Fenomenolojik reduksiyon
Bu reduksiyon aktının ne başardığını görmek için, gerçekliği yaşamanın ne olduğunu bilmek gerekir. Gerçeklik izlenimi için özel olarak gösterilebilecek bir duyu (mavi, sert gibi) yoktur. Algılamak, anımsamak, düşünmek ve bütün olası olan diğer perceptiv aktlar, bize gerçeklik duygusunu veremezler. Onların verebildikleri, şeylerin sadece nasıllığıdır.
Bize varolmayı veren, henüz önümüzde açılan dünyadan gelen direnci yaşamamızdır.
Gerçekliğin yaşanması, dünyanın bizim karşımızdaki direncinin yaşanması olarak, her türlü bilme, imgeleme ve algılamadan önce gelir.
Bu aktı ancak geist adını verdiğimiz varlık gerçekleştirebilir.

3. İnsan hayattan vazgeçebilen bir varlıktır
Tiksindiği ve kaçtığı zaman bile gerçekliğe “evet” diyen hayvanla karşılaştırıldığında, insan, “hayır” diyebilen, hayattan vazgeçebilen, çıplak gerçeklik karşısında ebedi bir protestant’dır.

S. Freud, “Jenseits des Lustprinzips” (Haz ilkesinin Ötesi) adlı kitabında, insanı, “itkilerini bastıran” bir varlık olarak görür. İnsan ancak böyle bir varlık olduğu içindir ki, algı dünyasının üstünde bir düşünce dünyası kurabiliyor. Öte yandan, bastırılan itkilerde uyumakta olan enerjiyi geistın hizmetine veriyor, yani insan itkilerinin enerjisini düşünsel başarılara yükseltiyor. (s. 57)

IV. İNSAN HAKKINDA OLUMSUZ VE KLASİK TEORİLER
Geistın kendisi, daha önce de söylediğimiz gibi, en sonunda varlığın kendisinin bir niteliğidir; insanda, onun kişiliğinin merkezinde «kendisini toplayarak» bir birlik halinde kendisini açığa vuran bir varlığın niteliğidir. (s. 58)

1. Olumsuz teori ve eleştirisi
Schopenhauer’e göre insanla hayvan arasındaki öz farkı, olumsuz bir aktta, hayvanın hayatı istemeyi susturamamasında, «kurtuluş» aktım gerçekleştirememesindedir.

Schopenhauer’ın öğrencisi olan Alsberg, Schopenhauer'ın teorisini genişleterek, «insanlaşma ilkesini» şunda görür: İnsan yaşama savaşında, tek olarak ve türün sürmesi için, organlarını, alet, dil ve kavram kurmak için geriletmesini bildi. (s. 60)

2. Klasik teori ve eleştirisi
Bu teori kaynağını, Grekçe geist ve ide kavramlarında bulur; «idelerin kendi başına bir güce, kuvvete, aktif lige, etkileme yeteneğine sahip oldukları düşüncesine dayanır. (s. 64)

İnsan hakkındaki klasik teori başlıca iki şekilde karşımıza çıkar: İlk olarak, insan ruhunun geistla ilgili bir substanz olduğu teorisinde; ikinci olarak da, bir tek geistın varolduğu, öteki bütün tek tek geistların da bunun varlığının birer tarzı ya da hareket merkezleri olduğu teorisinde (İbni Rüşt, Hegel, Spinoza). (s. 65)

3. Geist ve güç arasındaki bağlılık:
Doğada, insanda, tarihte ve dünyanın temelinde
Hayatın oluşu, aslında, kendisine özgü yapısı sayesinde, zaman içinde şekil kazanmış bir olaydır. (s. 67)

İnsan geistı ve insan iradesinin —daha önce de söylediğim gibi— yöneltme ve çevirmeden başka bir şey elinden gelmez.

V. RUH VE BEDENİN ÖZDEŞLİĞİ
1. Descartes’e eleştiri
Descartes, substanzları «düşünen» ve «yer kaplayan» substanzlar olarak ikiye ayırmakla, Batı dünyasının insanın öz hakkındaki bilgisine, bir sürü ve çok ağır hataların yerleşmesine neden olmuştur. Bu ayırmadan dolayı, kendisi de, hayvan ve bitkilerin psişik varlığını yadsımak anlamsızlığına düştü.
Öte yandan, insan bilinci ve düşüncesi dışında bulunan her şeyi, saf «mekanist» bir teoriye göre açıklamaya çalıştı. (s. 72)

…Descartes’ın ası] hatası, insan ve hayvandaki vital - itki sistemini görmemesidir. Halbuki canlının bildiği şeylerle, halis hayat hareketleri arasındaki bağı ve birliği, bu sistem sağlar. (s. 76)

Geist hayatı ideleştirir; fakat geistı harekete getiren ve başarıya götüren ancak hayattır.

2. Naturalist görüşlerin eleştirisi. Naturalizmin formal mekanist türü ile vitalist üç türü
Biz bütün bu naturalist teorileri, ister mekanist, ister vitalist olsunlar, kabul etmemek zorundayız. (s. 84)

3. Ludwig Klages’in Antropolojik teorisinin eleştirisi
Ludwig Klages (…)insanı her şeyden önce başka bir şeye götürülemeyen iki temel kategoriden, «hayat ve geist» tan hareket ederek anlamağa çalışıyor. (s. 85)

Klages’e göre geist, hayat ve hayatla ilgili her şeyle, ruh hayatının en yalın otomatik anlatımlarıyla bile, temelli bir çatışma halindedir; onların aralarında hiçbir tamamlayıcı bağlılık yoktur. (s. 86)

Geist ve hayat birbirlerine göre ayarlanmışlardır. Onlar arasında temelli bir düşmanlık ve savaş hali görmek çok büyük bir yanlıştır. “En derin olanı düşünen, en canlı olanı sever” (Hölderin). (s. 88)

VI. İNSAN METAFİZİĞİ, METAFİZİK VE DÎN
…insan varlığının, kendi altındaki varlık tabakalarının üst üste gelmesiyle oluştuğu görüşünün en verimli sonucu şudur: Buna dayanarak, insanın dünyayı ve kendisini bilmesi, kendi psikofizik doğasını obje yapmasıyla —bu, geistın bir özelliğidir— aynı anda onun insan olması ve bu dünyayı aşan sonsuz ve mutlak bir varlığın en formal idesini de kavraması gerektiği gösterilebilir. (s. 89)

İnsanın doğaya, yabancılaşma ve doğayı obje yapma temel aktıyla, yani kendi kendisi olma ve kendisi hakkındaki bilinçle içine yuvarlanır göründüğü hiçliğe düşmemek için başvurduğu korunma, sığınma şekillerinin arkasında bir nihilizm saklıdır. İşte bu nihilizmin yenilmesine, biz «din» adını veriyoruz. (s. 92)

Metafizik zayıf ve dayanağa muhtaç insanlar için bir sigorta kurumu değildir. Metafizik, insandan peşinen güçlü ve cesur bir anlayış ister. (s. 94)

…insanın, kendi kendisini ortaya koymasından önce, teorik kesinlikler araması boşunadır. Ancak ilk kez kişinin kendi kendisini ortaya koymasıyla, kendi başına varolan varlığı «bilme» olanakları ona açılacaktır.

Türkçeleştiren: Tomris Mengüşoğlu
Yaprak Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder