İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950)
Şeker, Kadir (2006), İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950),
Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta
Osmanlı toplumundaki kültür
tartışmaları, Tanzimat’ın ilanıyla başlamış, 1876’da Meşrutiyet dönemi ile
devam etmiştir.
Ziya Gökalp ve İsmail Hakkı
Baltacıoğlu gibi ilk Türk sosyologlarının ortaya atmış oldukları millileşme
anlayışı, Cumhuriyet ideal ve fikrinin oluşumunda etkili olmuştur. Milliyetçilik merkezli kültür gelişmeleri, Atatürk başta
olmak üzere, sonraki yıllarda Cumhuriyet tarihine damgasını vuracak beyinlerin
kültürel alt yapılarını şekillendirmiştir.
Atatürk’ün 1938 yılında vefatıyla
birlikte, milli kültür anlayışının yerini, evrenselliği esas alan hümanizm
merkezli kültür anlayışı almıştır.
…aynı anlayışı geniş kitlelere
benimsetmek maksadıyla Halkevleri, Halk Odaları, Üniversiteler ve Köy
Enstitülerinde aydınlar yetiştirilmesi yoluna gidilmiş, basın-yayın ve güzel
sanatlar etkin olarak kullanılmıştır (Önsöz).
11 Kasım 1938’de İsmet İnönü’nün
Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte (…) Atatürk dönemi kültür anlayışı olan laik-
milliyetçi yaklaşımların yerini laik-hümanist anlayış ve uygulamalar almıştır.
Hümanist anlayış, Tanrı merkezli
sosyal ve kültürel hayatın yerine, insan merkezli bir yapılanma öngörmüş…
1946’da çok partili hayata
geçilmesiyle birlikte, bazı aydınlar hümanist anlayışa muhalefetlerini dile
getirmişlerdir.
Bu eleştirilere ve tavizlere
karşın, hümanizm anlayışı 1950’lere kadar devletin kültürel uygulamalarını
yönlendirmiştir.
Ziya
Gökalp ile başlayan kültürün millileştirilmesi fikri, Atatürk’ü de
etkilemiştir. Bu itibarla Atatürk dönemi kültür politikalarında esas
amaç, Türk kültürünün yabancı etkisinden arındırılması olmuştur. Atatürk, milli kültürü oluşturmada, kültürün ana
unsurlarından olan dil, din ve tarih üzerinde hassasiyetle durmuştur (s. 4-5).
1932-1935 yılları arasında Orta
Asya merkezli öz Türkçe hareketi hızlanmış, 1936’dan sonra bütün dillerin
kaynağının Türkçe olarak kabul edildiği Güneş-Dil Teorisi uygulanmaya
başlamıştır (s. 5).
Batılılaşmak tabiri daha ziyade
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde egemen olmuştur.
Atatürk’ün temel düşüncesi muasır
medeniyet seviyesinin yakalanmasıdır (s. 7).
Din konusunda Atatürk’ün tavrı
geleneksellikten uzaktır.
Bu bağlamda devlet
politikalarında dini etkiden uzak laiklik ilkesi uygulanmıştır.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleri
(yenilikçidir; Batı ister bizimkiler
yerine getirir) Atatürk, Batıyla mücadele ederek ve onları yenerek
çağdaşlaşma yolunu hedeflemiştir (s. 8).
Türkiye’de, 1938’den sonra resmi
politika olarak kabul gören hümanizm, 1940’lı yıllarda kültür de, “eski Yunan
ve Roma Medeniyetine inmek” olarak tarif edilmiştir (s. 14).
Halkevleri, Köy Enstitüleri ve
üniversiteler vasıtasıyla hümanizm fikri, eğitim camiası tarafından kültürün
ana kaynağı olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
Çok partili hayata geçişle
birlikte Milli kültürden uzaklaşma ve Batı kültür unsurlarının topluma
benimsetilmesi olarak yorumlanan Türk hümanizmi fikri eleştirilmeye
başlanmıştır (s. 14).
Niyazi Berkes, CHP ve
Cumhuriyetle beraber yaşanan bu olayları devletin dinden kopması, halkın da
devletten kopması gibi, toplumda gerilme ve çatışma yaratabilecek gelişme
olarak yorumlar (s. 15).
…hümanizm, halk tarafından
gelenekselliğin alternatifi olarak yorumlanmıştır.
Batıya ait klasikler büyük bir
tutkuyla tercüme edilmiş…
Halkevleri, Halk Odaları ve Köy
Enstitüsü gibi uygulamalarla da, yönetimde egemenliğin kayıtsız şartsız millete
ait olduğu görüşü yerine, partiye ait devlet anlayışıyla halk, partinin
istekleri doğrultusunda yetiştirilmeye çalışılmıştır (s. 17).
Hümanist Kültür Anlayışının Başat Kurumları
Halkevleri ve Halk Odaları
CHP (…) inkılapların halka
benimsetileceği büyük devrimin milli benliğe sindirilmesin gerekliliği üzerinde
durmuştur.
…yurdun değişik yerlerinde
çeşitli isimlerle anılan dernek ve vakıflar Halkevleri adıyla birleştirilerek,
çalışmaların tek elden yürütülmesi amaçlanmıştır.
19 Şubat 1932’de Ankara başta
olmak üzere bir gün ara ile Samsun, Eskişehir, Denizli, Van, Aydın, Çanakkale,
Bursa ve İstanbul’da Halkevleri açılmıştır. Daha sonra diğer illerde açılan
Halkevleriyle bu sayı kısa sürede 500’ü bulmuştur (s. 18).
Halkevleri / halk üniversiteleri
Kuruluşundan
kısa süre sonra halkta ilgi uyandırmış, buralarda verilen konferanslar,
gösterilen sinemalar, sahnelenen tiyatrolarla bir cazibe merkezi haline
gelmişlerdir.
Ankara Halkevi Atatürk’ün ismini
verdiği Ülkü mecmuasını çıkarmaya başlamış (s. 19).
…ülke genelinde okur-yazar
oranının düşük olması, devlet ideolojisi olan milliyetçiliğin halka
benimsetilmesini güçleştirmiştir. Bu durumu aşmak için, CHP bünyesinde ve
Halkevlerine bağlı olarak güzel konuşanlardan oluşan “Halk Hatipleri
Teşkilatı’nın” kurulması sağlanmıştır.
Hatipler şehir ve küçük kasaba
hatipleri olarak ikiye ayrılmıştır.
Atatürk’ün vefatı ile birlikte
(…) hümanist kültür anlayışı bu kurumları yönlendirmeye başlamıştır. Bu
düşüncenin küçük yerleşim yerlerine kadar ulaştırılması için de köylerde ve
küçük yerleşim yerlerinde teşkilatlanamayan Halkevlerinin 1940’lardan sonra,
köy ve kasabalarda Halk Odaları adıyla teşkilatlanması sağlanmıştır (s. 20).
29 Mayıs 1939’da toplanan CHP’nin
Beşinci Büyük Kurultayında, köylerde Halk Odalarının açılması
kararlaştırılmıştır (s. 21).
…merkezden köye yönelik, tepeden
inme yaklaşımlar…
…hızla siyasallaşma…
20 Nisan 1940 tarihinde
“Halkevleri İdare ve Teşkilat Talimnamesi” değiştirilerek, Parti-Halkevi
ilişkisi güçlü bir şekilde tanımlanmıştır (s. 24).
1946–50 arası dönemde çok partili
hayata geçilmiş, yeni partilerin kurulmasıyla beraber Halkevlerinin
fonksiyonları ve statüleri de tartışılmaya başlanmıştır (s. 25).
Halkevleri, Atatürk tarafından
açıldıklarında partili partisiz bütün vatandaşların yararlanabilecekleri
kültürel kurumlar olarak düşünülmüş, bu haliyle de halk üniversiteleri olarak
kabul edilmiştir.
İnönü döneminde uygulanan
kültürel politikalarla Halkevleri, halk üniversitesi olması yerine partili
yetiştiren müesseseler haline getirilmiştir.
Bu dönemde Halkevleri, Köy
Enstitüleri ve üniversitelerle beraber, devletin toplumu görme biçimine ve onu
ıslah etme fikrine, sivil toplumun katılması amacını taşıyan kurumlar olmuştur.
Köy Enstitüleri
İlköğretim seferberliğine de ilk
olarak, askerlik görevi sırasında okuma-yazma öğrenen gençlerin kendi köylerinde
eğitmen olarak görevlendirilmesiyle başlandı. 1936’da eğitmenlerin daha iyi
yetişmeleri için Eskişehir yakınlarında Mahmudiye Çiftliğinde eğitilmeleri
kararlaştırılmış, 11 Haziran 1937’de de sekiz maddelik 3298 Sayılı “Köy
Öğretmenleri Yasası” 97 çıkarılarak köy öğretmenlerinin statüleri
belirlenmiştir.
(Yasanın iki temel maddesi
şöyledir, 1- Köylere eğitim ve öğretim işlerini görmek, tarım işlerinin fenni
bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek için köy öğretmenleri
atanır 2-Köy öğretmenleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı tarafından
tarım işleri yaptırılmaya elverişli okul ya da çiftliklerde açılan kurslarda
yetiştirilir.)
İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla
birlikte Hasan Ali Yücel Maarif Vekili olarak görev almıştır. Onun ve ekibinin
en büyük hedeflerinden biri, hümanizm düşüncesinin topluma benimsetilmesiydi.
Onlara göre, bu amacın gerçekleştirilmesi için köyün kalkınması sağlanmalıydı.
…bu amaçla İlköğretim Genel
Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmalarıyla, geniş çaplı ilköğretim
seferberliği olarak kamuoyuna sunulan Köy Enstitüleri’nin kuruluş süreci
başladı. Çalışmalar sonucunda Köy Enstitüleri Yasası, 17 Nisan 1940 tarihinde
TBMM’de görüşülmüş, yapılan oylamada Enstitü Kanunu 278 milletvekili tarafından
kabul edilmiştir (s. 28).
Kanunun kabulünden sonra,
öğrenciler okullara kabul edilmeye başlanmış.
Bu okullarda eğitim ve öğretim
faaliyeti ziraat bilgileri, kültür dersleri ve köye yarayacak mesleki bilgiler
olarak üç safhaya ayrılmaktaydı.
Enstitü de öğrenim süresi beş yıl
olarak kabul edilmiş, bu sürede 114 hafta kültür, fen, öğretmenlik bilgisi
derslerine, 58 haftası ziraat derslerine, 58 haftası teknik derslere, 30
haftası sürekli tatillere ayrılmıştır (s. 29).
19 Haziran 1942 tarihinde kabul
edilen, 4274 Sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri yasasıyla, enstitü binalarının,
öğrenciler ve köylüler tarafından yapılması kararlaştırılmıştır.
…kanunun 25. maddesi ile köylünün
eğitmen ve öğretmene yardım etmesi kararlaştırılmıştır Yardım etmeyen köylüler
için çeşitli cezalar öngörülmüştür.
Köy Enstitülü öğrencilerin ortaya
koyduğu piyeslerde dönemin resmi kültür anlayışına uygun niteliktedir.
Çoğunlukla klasiklerden oluşan temsiller sahnelenmiştir (s. 31).
Enstitülerde diğer bir faaliyet,
Ocak 1945 den itibaren her üç ayda çıkan Köy Enstitüsü Dergisidir. Dergi toplam
beş sayı olarak yayınlanabilmiştir. Derginin önemli bir kısmında
İngilizce-Türkçe tercümelere yer verilmiştir. Bu durum (…) 1941’den sonra
gelişen Türk-İngiliz ilişkilerinin kültürel boyutunun Halkevlerinden sonra Köy
Enstitüleri’ne yansıması olarak değerlendirilebilir.
(Kemal Tahir) Ona göre, enstitü
fikri Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin Gençlik kollarından esinlenerek
kurulmuştur. Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi durumunda buradaki gençler
savaşa sürüklenecektir. Kemal Tahir’e göre, bu uygulama, hükümeti sevmeyen
köylünün, sırtını hükümete dayamış öğretmenlerce ezilmesini sağlamış, köylü
baskı altına alınmaya çalışılmıştır.
Enstitülere getirilen
eleştirilerin en önemlisi, kurumların sosyalist eğitim sistemini
çağrıştırmasıdır. Bu duruma bağlı olarak gelen eleştirilerin önemli bir kısmı
bu kuruluşların “komünist yuvaları” olduğu yönündeki iddialardır (s. 32).
19 Mayıs 1944’te Cumhurbaşkanı
İnönü Turancıları şuursuz ve vicdansız fesatçılar olarak değerlendirdiği
konuşmasında, gizli terkiplere başvuran bu oluşuma karşı, her türlü tedbirin
alınacağı vurgulanmıştır (s. 35).
Köy Enstitülerinin kuruluş
gerekçelerinden biri de köylünün maddi açıdan kalkınmasının sağlanarak devletin
kalkınmasının sağlanmasıdır. (kalkınma dünyanın hiçbir yerinde köyden
başlamamıştır) (Attila İlhan’a göre) Köy Enstitüleriyle Türkiye sanayisini
kuramamış, tarım toplumu yapılmak istenmiştir (s. 43).
1946–50 arası dönem Köy
Enstitülerinin duraklama ve kapanış dönemidir.
Köy Enstitüleri sol kesim için
“Kemalizm” ideolojisinin uygulandığı temel kurumlar olarak, sağ ve muhafazakâr
kesimler içinse komünizm-hümanizm anlayışının gençler vasıtasıyla topluma
benimsetilme vasıtaları olarak değerlendirilmiştir (s. 45).
1933 yılına kadar Darülfünun
olarak faaliyet gösteren yükseköğretim, aynı yıl yapılan üniversite reformuyla
İstanbul Üniversitesi olarak isimlendirilmiştir. Üniversite de görevli
akademisyenlerin unvanları da Batılı ülkelerde olduğu gibi “emin” yerine
rektör, “fakülte reisi yerine” dekan, “müderris” yerine profesör ve doçent
olarak değiştirilmiştir (s. 46).
…mevcut üniversitenin Türk
devriminin yerleşmesine engel olması olarak değerlendirilmiş ve bu kapsamda
üniversitede görevli hocalardan 96’sı tasfiye edilmiş, 155 öğretim üyesinden
sadece 59’u yeni üniversitede görev alabilmiştir. Yeniden yapılandırılan
üniversitenin en büyük hedefi bilimsel gelişmelere hız vermesinin yanında, Türk
devriminin özleyişlerine uygun gençler yetiştirmek olarak açıklanmıştır (s. 47).
…
Hümanizm, hümanist dil-tarih
…
1939-46 arasında basılan tarih
kitaplarında İnönü, “Şef” olarak nitelendirilmiş ve konuşmalarından iktibaslar
yer almıştır.
1947 yılında yazılan Tarih I
kitabında konulara göre dağılım incelendiğinde, Yunan Tarihi %40, Roma Tarihi %40,
eski Anadolu Tarihi % 8, diğer konular %8 olurken, Türk tarihi sadece %4’lerde
kalmıştır (s. 78).
(…)
Sonuç
Cumhuriyet ilan edilerek yeni
devletin kuruluşuyla birlikte Atatürk, milli kültür ve milli kimlik üzerinde
durarak, milli bilincin oluşması için politikalar üretmiştir.
1938-1946 yılları arası dönem
Milli Şef döneminin ilk
yıllarında, Atatürk dönemi kültür politikaları devam ettiriliyor
Dönemin resmi kültür politikası
hümanizmdir.
1940 yılından sonra güçlenen
hümanizm merkezli kültür anlayışı, Halkevleri, Üniversiteler ve Köy Enstitüleri
vasıtasıyla toplumun tabanına yayılmak istenmiştir (s. 154).
1940 yılından sonra güçlenen
hümanizm merkezli kültür anlayışı, Halkevleri, Üniversiteler ve Köy Enstitüleri
vasıtasıyla toplumun tabanına yayılmak istenmiştir.
…dil konusunda 1940’lı yıllar,
imlâ ve öz Türkçeleşme tartışmaları içinde geçmiştir. Aynı yıllarda Atatürk’ün
1936’da terk etmiş olduğu dilde özleşme çalışmalarına geri dönülmüştür. Fakat
bu dönemde, Atatürk dönemi dil olgusunun en önemli özelliği olan, Orta Asya
kökenli kelimeler yerine, Avrupa kökenli kelimeler hümanizmin gereği olarak
dilimizde yerlerini almaya başlamıştır (s. 155).
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder