12 Mayıs 2019 Pazar

İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950)


İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950)

Şeker, Kadir (2006), İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950), Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta

Osmanlı toplumundaki kültür tartışmaları, Tanzimat’ın ilanıyla başlamış, 1876’da Meşrutiyet dönemi ile devam etmiştir.
Ziya Gökalp ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi ilk Türk sosyologlarının ortaya atmış oldukları millileşme anlayışı, Cumhuriyet ideal ve fikrinin oluşumunda etkili olmuştur. Milliyetçilik merkezli kültür gelişmeleri, Atatürk başta olmak üzere, sonraki yıllarda Cumhuriyet tarihine damgasını vuracak beyinlerin kültürel alt yapılarını şekillendirmiştir.

Atatürk’ün 1938 yılında vefatıyla birlikte, milli kültür anlayışının yerini, evrenselliği esas alan hümanizm merkezli kültür anlayışı almıştır.
…aynı anlayışı geniş kitlelere benimsetmek maksadıyla Halkevleri, Halk Odaları, Üniversiteler ve Köy Enstitülerinde aydınlar yetiştirilmesi yoluna gidilmiş, basın-yayın ve güzel sanatlar etkin olarak kullanılmıştır (Önsöz).

11 Kasım 1938’de İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte (…) Atatürk dönemi kültür anlayışı olan laik- milliyetçi yaklaşımların yerini laik-hümanist anlayış ve uygulamalar almıştır.
Hümanist anlayış, Tanrı merkezli sosyal ve kültürel hayatın yerine, insan merkezli bir yapılanma öngörmüş…

1946’da çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, bazı aydınlar hümanist anlayışa muhalefetlerini dile getirmişlerdir.
Bu eleştirilere ve tavizlere karşın, hümanizm anlayışı 1950’lere kadar devletin kültürel uygulamalarını yönlendirmiştir.

Ziya Gökalp ile başlayan kültürün millileştirilmesi fikri, Atatürk’ü de etkilemiştir. Bu itibarla Atatürk dönemi kültür politikalarında esas amaç, Türk kültürünün yabancı etkisinden arındırılması olmuştur. Atatürk, milli kültürü oluşturmada, kültürün ana unsurlarından olan dil, din ve tarih üzerinde hassasiyetle durmuştur (s. 4-5).

1932-1935 yılları arasında Orta Asya merkezli öz Türkçe hareketi hızlanmış, 1936’dan sonra bütün dillerin kaynağının Türkçe olarak kabul edildiği Güneş-Dil Teorisi uygulanmaya başlamıştır (s. 5).

Batılılaşmak tabiri daha ziyade Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde egemen olmuştur.
Atatürk’ün temel düşüncesi muasır medeniyet seviyesinin yakalanmasıdır (s. 7).

Din konusunda Atatürk’ün tavrı geleneksellikten uzaktır.
Bu bağlamda devlet politikalarında dini etkiden uzak laiklik ilkesi uygulanmıştır.

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleri (yenilikçidir; Batı ister bizimkiler yerine getirir) Atatürk, Batıyla mücadele ederek ve onları yenerek çağdaşlaşma yolunu hedeflemiştir (s. 8).

Türkiye’de, 1938’den sonra resmi politika olarak kabul gören hümanizm, 1940’lı yıllarda kültür de, “eski Yunan ve Roma Medeniyetine inmek” olarak tarif edilmiştir (s. 14).

Halkevleri, Köy Enstitüleri ve üniversiteler vasıtasıyla hümanizm fikri, eğitim camiası tarafından kültürün ana kaynağı olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

Çok partili hayata geçişle birlikte Milli kültürden uzaklaşma ve Batı kültür unsurlarının topluma benimsetilmesi olarak yorumlanan Türk hümanizmi fikri eleştirilmeye başlanmıştır (s. 14).

Niyazi Berkes, CHP ve Cumhuriyetle beraber yaşanan bu olayları devletin dinden kopması, halkın da devletten kopması gibi, toplumda gerilme ve çatışma yaratabilecek gelişme olarak yorumlar (s. 15).

…hümanizm, halk tarafından gelenekselliğin alternatifi olarak yorumlanmıştır.
Batıya ait klasikler büyük bir tutkuyla tercüme edilmiş…
Halkevleri, Halk Odaları ve Köy Enstitüsü gibi uygulamalarla da, yönetimde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu görüşü yerine, partiye ait devlet anlayışıyla halk, partinin istekleri doğrultusunda yetiştirilmeye çalışılmıştır (s. 17).

Hümanist Kültür Anlayışının Başat Kurumları
Halkevleri ve Halk Odaları
CHP (…) inkılapların halka benimsetileceği büyük devrimin milli benliğe sindirilmesin gerekliliği üzerinde durmuştur.
…yurdun değişik yerlerinde çeşitli isimlerle anılan dernek ve vakıflar Halkevleri adıyla birleştirilerek, çalışmaların tek elden yürütülmesi amaçlanmıştır.
19 Şubat 1932’de Ankara başta olmak üzere bir gün ara ile Samsun, Eskişehir, Denizli, Van, Aydın, Çanakkale, Bursa ve İstanbul’da Halkevleri açılmıştır. Daha sonra diğer illerde açılan Halkevleriyle bu sayı kısa sürede 500’ü bulmuştur (s. 18).

Halkevleri / halk üniversiteleri

Kuruluşundan kısa süre sonra halkta ilgi uyandırmış, buralarda verilen konferanslar, gösterilen sinemalar, sahnelenen tiyatrolarla bir cazibe merkezi haline gelmişlerdir.
Ankara Halkevi Atatürk’ün ismini verdiği Ülkü mecmuasını çıkarmaya başlamış (s. 19).

…ülke genelinde okur-yazar oranının düşük olması, devlet ideolojisi olan milliyetçiliğin halka benimsetilmesini güçleştirmiştir. Bu durumu aşmak için, CHP bünyesinde ve Halkevlerine bağlı olarak güzel konuşanlardan oluşan “Halk Hatipleri Teşkilatı’nın” kurulması sağlanmıştır.
Hatipler şehir ve küçük kasaba hatipleri olarak ikiye ayrılmıştır.

Atatürk’ün vefatı ile birlikte (…) hümanist kültür anlayışı bu kurumları yönlendirmeye başlamıştır. Bu düşüncenin küçük yerleşim yerlerine kadar ulaştırılması için de köylerde ve küçük yerleşim yerlerinde teşkilatlanamayan Halkevlerinin 1940’lardan sonra, köy ve kasabalarda Halk Odaları adıyla teşkilatlanması sağlanmıştır (s. 20).

29 Mayıs 1939’da toplanan CHP’nin Beşinci Büyük Kurultayında, köylerde Halk Odalarının açılması kararlaştırılmıştır (s. 21).

…merkezden köye yönelik, tepeden inme yaklaşımlar…
…hızla siyasallaşma…
20 Nisan 1940 tarihinde “Halkevleri İdare ve Teşkilat Talimnamesi” değiştirilerek, Parti-Halkevi ilişkisi güçlü bir şekilde tanımlanmıştır (s. 24).

1946–50 arası dönemde çok partili hayata geçilmiş, yeni partilerin kurulmasıyla beraber Halkevlerinin fonksiyonları ve statüleri de tartışılmaya başlanmıştır (s. 25).

Halkevleri, Atatürk tarafından açıldıklarında partili partisiz bütün vatandaşların yararlanabilecekleri kültürel kurumlar olarak düşünülmüş, bu haliyle de halk üniversiteleri olarak kabul edilmiştir.
İnönü döneminde uygulanan kültürel politikalarla Halkevleri, halk üniversitesi olması yerine partili yetiştiren müesseseler haline getirilmiştir.

Bu dönemde Halkevleri, Köy Enstitüleri ve üniversitelerle beraber, devletin toplumu görme biçimine ve onu ıslah etme fikrine, sivil toplumun katılması amacını taşıyan kurumlar olmuştur.

Köy Enstitüleri
İlköğretim seferberliğine de ilk olarak, askerlik görevi sırasında okuma-yazma öğrenen gençlerin kendi köylerinde eğitmen olarak görevlendirilmesiyle başlandı. 1936’da eğitmenlerin daha iyi yetişmeleri için Eskişehir yakınlarında Mahmudiye Çiftliğinde eğitilmeleri kararlaştırılmış, 11 Haziran 1937’de de sekiz maddelik 3298 Sayılı “Köy Öğretmenleri Yasası” 97 çıkarılarak köy öğretmenlerinin statüleri belirlenmiştir.
(Yasanın iki temel maddesi şöyledir, 1- Köylere eğitim ve öğretim işlerini görmek, tarım işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek için köy öğretmenleri atanır 2-Köy öğretmenleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı tarafından tarım işleri yaptırılmaya elverişli okul ya da çiftliklerde açılan kurslarda yetiştirilir.)

İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Hasan Ali Yücel Maarif Vekili olarak görev almıştır. Onun ve ekibinin en büyük hedeflerinden biri, hümanizm düşüncesinin topluma benimsetilmesiydi. Onlara göre, bu amacın gerçekleştirilmesi için köyün kalkınması sağlanmalıydı.
…bu amaçla İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmalarıyla, geniş çaplı ilköğretim seferberliği olarak kamuoyuna sunulan Köy Enstitüleri’nin kuruluş süreci başladı. Çalışmalar sonucunda Köy Enstitüleri Yasası, 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’de görüşülmüş, yapılan oylamada Enstitü Kanunu 278 milletvekili tarafından kabul edilmiştir (s. 28).

Kanunun kabulünden sonra, öğrenciler okullara kabul edilmeye başlanmış.
Bu okullarda eğitim ve öğretim faaliyeti ziraat bilgileri, kültür dersleri ve köye yarayacak mesleki bilgiler olarak üç safhaya ayrılmaktaydı.
Enstitü de öğrenim süresi beş yıl olarak kabul edilmiş, bu sürede 114 hafta kültür, fen, öğretmenlik bilgisi derslerine, 58 haftası ziraat derslerine, 58 haftası teknik derslere, 30 haftası sürekli tatillere ayrılmıştır (s. 29).

19 Haziran 1942 tarihinde kabul edilen, 4274 Sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri yasasıyla, enstitü binalarının, öğrenciler ve köylüler tarafından yapılması kararlaştırılmıştır.
…kanunun 25. maddesi ile köylünün eğitmen ve öğretmene yardım etmesi kararlaştırılmıştır Yardım etmeyen köylüler için çeşitli cezalar öngörülmüştür.
Köy Enstitülü öğrencilerin ortaya koyduğu piyeslerde dönemin resmi kültür anlayışına uygun niteliktedir. Çoğunlukla klasiklerden oluşan temsiller sahnelenmiştir (s. 31).

Enstitülerde diğer bir faaliyet, Ocak 1945 den itibaren her üç ayda çıkan Köy Enstitüsü Dergisidir. Dergi toplam beş sayı olarak yayınlanabilmiştir. Derginin önemli bir kısmında İngilizce-Türkçe tercümelere yer verilmiştir. Bu durum (…) 1941’den sonra gelişen Türk-İngiliz ilişkilerinin kültürel boyutunun Halkevlerinden sonra Köy Enstitüleri’ne yansıması olarak değerlendirilebilir.

(Kemal Tahir) Ona göre, enstitü fikri Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin Gençlik kollarından esinlenerek kurulmuştur. Türkiye’nin herhangi bir savaşa girmesi durumunda buradaki gençler savaşa sürüklenecektir. Kemal Tahir’e göre, bu uygulama, hükümeti sevmeyen köylünün, sırtını hükümete dayamış öğretmenlerce ezilmesini sağlamış, köylü baskı altına alınmaya çalışılmıştır.

Enstitülere getirilen eleştirilerin en önemlisi, kurumların sosyalist eğitim sistemini çağrıştırmasıdır. Bu duruma bağlı olarak gelen eleştirilerin önemli bir kısmı bu kuruluşların “komünist yuvaları” olduğu yönündeki iddialardır (s. 32).

19 Mayıs 1944’te Cumhurbaşkanı İnönü Turancıları şuursuz ve vicdansız fesatçılar olarak değerlendirdiği konuşmasında, gizli terkiplere başvuran bu oluşuma karşı, her türlü tedbirin alınacağı vurgulanmıştır (s. 35).

Köy Enstitülerinin kuruluş gerekçelerinden biri de köylünün maddi açıdan kalkınmasının sağlanarak devletin kalkınmasının sağlanmasıdır. (kalkınma dünyanın hiçbir yerinde köyden başlamamıştır) (Attila İlhan’a göre) Köy Enstitüleriyle Türkiye sanayisini kuramamış, tarım toplumu yapılmak istenmiştir (s. 43).

1946–50 arası dönem Köy Enstitülerinin duraklama ve kapanış dönemidir.

Köy Enstitüleri sol kesim için “Kemalizm” ideolojisinin uygulandığı temel kurumlar olarak, sağ ve muhafazakâr kesimler içinse komünizm-hümanizm anlayışının gençler vasıtasıyla topluma benimsetilme vasıtaları olarak değerlendirilmiştir (s. 45).

1933 yılına kadar Darülfünun olarak faaliyet gösteren yükseköğretim, aynı yıl yapılan üniversite reformuyla İstanbul Üniversitesi olarak isimlendirilmiştir. Üniversite de görevli akademisyenlerin unvanları da Batılı ülkelerde olduğu gibi “emin” yerine rektör, “fakülte reisi yerine” dekan, “müderris” yerine profesör ve doçent olarak değiştirilmiştir (s. 46).

…mevcut üniversitenin Türk devriminin yerleşmesine engel olması olarak değerlendirilmiş ve bu kapsamda üniversitede görevli hocalardan 96’sı tasfiye edilmiş, 155 öğretim üyesinden sadece 59’u yeni üniversitede görev alabilmiştir. Yeniden yapılandırılan üniversitenin en büyük hedefi bilimsel gelişmelere hız vermesinin yanında, Türk devriminin özleyişlerine uygun gençler yetiştirmek olarak açıklanmıştır (s. 47).

Hümanizm, hümanist dil-tarih

1939-46 arasında basılan tarih kitaplarında İnönü, “Şef” olarak nitelendirilmiş ve konuşmalarından iktibaslar yer almıştır.
1947 yılında yazılan Tarih I kitabında konulara göre dağılım incelendiğinde, Yunan Tarihi %40, Roma Tarihi %40, eski Anadolu Tarihi % 8, diğer konular %8 olurken, Türk tarihi sadece %4’lerde kalmıştır (s. 78).

(…)

Sonuç
Cumhuriyet ilan edilerek yeni devletin kuruluşuyla birlikte Atatürk, milli kültür ve milli kimlik üzerinde durarak, milli bilincin oluşması için politikalar üretmiştir.

1938-1946 yılları arası dönem
Milli Şef döneminin ilk yıllarında, Atatürk dönemi kültür politikaları devam ettiriliyor
Dönemin resmi kültür politikası hümanizmdir.

1940 yılından sonra güçlenen hümanizm merkezli kültür anlayışı, Halkevleri, Üniversiteler ve Köy Enstitüleri vasıtasıyla toplumun tabanına yayılmak istenmiştir (s. 154).

1940 yılından sonra güçlenen hümanizm merkezli kültür anlayışı, Halkevleri, Üniversiteler ve Köy Enstitüleri vasıtasıyla toplumun tabanına yayılmak istenmiştir.

…dil konusunda 1940’lı yıllar, imlâ ve öz Türkçeleşme tartışmaları içinde geçmiştir. Aynı yıllarda Atatürk’ün 1936’da terk etmiş olduğu dilde özleşme çalışmalarına geri dönülmüştür. Fakat bu dönemde, Atatürk dönemi dil olgusunun en önemli özelliği olan, Orta Asya kökenli kelimeler yerine, Avrupa kökenli kelimeler hümanizmin gereği olarak dilimizde yerlerini almaya başlamıştır (s. 155).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder