Şarika Gedikli Berber - Tarihi açıdan Türk Boğazları meselesi (1833-1936)
Fransız tarihçi René Pinon Boğazların zamanın değişen
dengelerine rağmen önemini muhafaza etmesini coğrafi mukadderatın değişmezliği
prensibine bağlar.
GİRİŞ
Osmanlı Devletinin gücünün zirvede olduğu zamanlarda
Boğazlar Osmanlı haremiyle eşdeğer tutulmuştur, Osmanlı haricindeki bir kayığın
bile Boğazlardan geçişine tahammül gösterilmemiş, devlet mutlak yetki ve
otorite ile Boğazlardaki seyrü seferi yönlendirmiştir.
Osmanlı Devleti hiçbir zaman Boğazlardan savaş gemilerinin
geçişine izin vermemiştir.
Osmanlı Devletinin Boğazlar üzerindeki mutlak tasarrufu,
devletin güç kaybettiği andan itibaren ise kademeli bir şekilde değişmiştir.
(Türkler) Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Boğazlardaki
hâkimiyetini kaybetmemiştir.
Lozan Görüşmelerinde / İngiltere’nin hassasiyetle üzerinde
durduğu ve geri adım atmayı düşünmediği iki meseleden biri Boğazlar Meselesi
diğeri ise Musul Meselesidir.
BİRİNCİ BÖLÜM
BOĞAZLARDAKİ TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ (1453 - 1918)
Avrupa’da “Uluslararası”\"Enternasyonal" kavramı
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
Denizler ve boğazlarla ilgili ilk çağlardan itibaren
üzerinde çoğunlukla mutabık olunan hukuki bir metin yoktur; bu konuda daha çok
devletlerin kendi güç ve hedefleri doğrultusunda belirlenen doktrinlerden
bahsetmek mümkündür.
…ulusal devletlerin ortaya çıktığı ve imparatorlukların
yıkıldığı bu dönemde devletlerin dış siyasette tamamen bağımsız olduklarını
söylemek güçtür.
Uluslararası hukuk açısından önemli olan “Boğazların” kara
parçaları arasında kalmış veya denizleri birleştiren su yolları olmalarında
ziyade, uluslararası deniz trafiğinin istifadesi ve kullanıma açık olmasıdır.
Birleşmiş Milletler Devletler Hukuku Komisyonu uluslararası
boğazları “normal olarak uluslararası seyrüseferde kullanılan boğazlar”
şeklinde tanımlamıştır.
Boğazlar denilince, Çanakkale Boğazı’yla ona yakın olan
Tenedos, İmbros, Samotras ve Lemnos adaları arasındaki denizi de anlamak
gerekir. Boğazlar’ın sevkülceyşi önemi şuradadır ki; onları elinde tutan
devlet, önemli bir donanma kullanmak zorunda olmadan yalnız gözetlemesiyle
savaş gemilerinin Akdeniz’le Karadeniz arasında gidip gelmesini yasak edebilir
(s. 14).
Uluslararası deniz ulaşımında boğazlara uygulanmak üzere
getirilecek hukuki rejimin sağlıklı ve uzun ömürlü olması isteniyor ise,
uluslararası toplumun, deniz ulaştırması ile sağlayacağı ticari çıkarların yanı
sıra, bu boğaza kıyısı olan devlet veya devletlerin güvenliklerinin ve deniz çevrelerinin
korunmasının da öngörülmesi gereklidir (s. 17).
Tarih boyunca Boğazlar'ın hukukî rejimi, siyasî durumlara
bağlı kalmıştır.
Osmanlı Devleti, Karadeniz’in bütün kıyılarına sahip olduğu
zamanlarda Boğazlar’dan gemi geçişini keyfine göre düzenleme hakkını kullanmış,
Rusya’nın bu kapalı denizin kuzey kıyılarını zaptetmesinin ardından Karadeniz,
açık bir deniz statüsüne bürünmüştür. Böylece İstanbul ve Çanakkale’den gemi
geçme serbestliği Rusya için bir hayati mesele ve açık denizlerin serbestliğini
tanıyan bütün milletler için mutlak bir hukukî hak oldu.
Boğazları kontrol altında tutan her devlet, sonunda
Karadeniz üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Gerçekten de Boğazların iki
tarafındaki ana topraklara hükmeden devletler, Bizans ve Osmanlı devletleri
örneklerinde olduğu gibi bunu başarmıştır.
Dünyanın üçte ikisini denizler, üçte birini ise karalar
oluşturmaktadır. Kapladığı alan itibariyle, denizlerin karalara üstünlüğü
fazladır. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir.
Alfred Thayer Mahan (1840-1914) / Deniz Hâkimiyeti Teorisi
Ona göre; açık denizler kıtaları birbirine bağlayan engin
ovalardır ve buralarda da ulaşım istikametleri seyrüseferi etkileyen hususlar
(akıntı, derinlikler, en kısa yol vb.) nedeniyle bir ölçüde sabitleşmiş durumdadır,
bu yolları kontrol etmek dünya ulaşımının kontrolü anlamını taşır. Kara
kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, hâlbuki dünya
egemenliği- veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve
bölgelerin ele geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek
için denizlerde egemen olmak gereklidir.
Boğazlar’daki hâkimiyet coğrafi bir hâkimiyetten çok, siyasi
bir anlam taşımaktadır.
Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişki 1492 yılında
III. İvan'ın, Kırım Hanı Mengili Giray aracılığıyla, II. Bayezid'a gönderdiği
Mikhail Pleşçeyev başkanlığında bir sefaret heyeti ile kurulmuştur.
Rusya, 17. Yüzyılın sonuna kadar kuzeydeki denizden başka
bir denize sahip olmayan küçük bir devlettir.
Bu durum Çar I. Petro’nun tahta çıkışına kadar devam etmiş,
genç Çar’ın güneyi hedef almasıyla, Rusya’nın çehresi değişmeye başlamıştır.
Ruslar ile Osmanlılar arasındaki ilk önemli çatışma bugünkü
Ukrayna'daki Cehrin Kalesi yüzünden 11 Nisan l678'de ilân edilen savaşla başlamıştır
Bunun üzerine Padişah bizzat sefere çıkar
Rusya'nın Kırım Hanı Murat Giray aracılığı ile barış
istemesi üzerine 13 Şubat l681'de Bahçesaray'da 20 yıl geçerli olmak üzere 12
maddelik ilk Türk-Rus Anlaşması imzalanmıştır
Ruslar, l683'te
Osmanlı'nın Viyana surlarının önünde yenilmesinin ardından
l688'de Kırım ve Azak Kalesi üstüne yürümüştür. 26 Temmuz
l697'de Karadeniz’in kilidi sayılan bu mühim Türk kalesi, Rusların eline
geçmiştir
Azak Kalesi’nin zaptından hemen sonra, bu kaleden 60 km.
mesafedeki Taygan mevkiinde deniz üssü kurma çalışmalarını başlatmıştır. Çok
geçmeden donanma inşa eden Ruslar, üç-dört yıl içinde birçok savaş gemisini
denize indirmişlerdir.
Rusya’nın Balkan Hıristiyanlarının hâmiliğini üstlenmesi,
Bizans varisliği iddiasıyla ortaya çıkışı ve İstanbul’a sahip olma arzusu,
“Boğazlar Meselesi”ni başlatmıştır.
Osmanlı Devleti 1710 yılında Rusya’ya karşı savaş ilân
etmiş, 1711 yılında ise Prut Seferi gerçekleştirilmiştir
Çar I. Petro’nun ordusu 1711’de Prut Nehri boyunda Türk ve
Tatar kuvvetleri tarafından kuşatıldı
Çar I. Petro, Prut boyunda Baltacı Mehmet Paşa’dan barış
istemek zorunda kalmış ve teklifi hemen kabul edilmişti. 21 Temmuz 1711’da
imzalanan Prut Mütarekesi ile Rusya Azak bölgesinden ve denizinden vazgeçmiş,
Taganrog Kalesi’ni ve Denpr boyundaki kaleleri de yıkma sözü vermişti.
Osmanlı 18 Eylül 1739'da imzaladığı Belgrad Antlaşması ile
Azak Kalesi’nin yıkılmasını ve burasının iki devlet arasında tarafsız bir saha
olarak bırakılmasını kabul etti. Azak Kalesi böylece elden çıkmış oldu
Çar I. Petro’dan sonra Çar III. Petro’nun karısı olan Çariçe
II. Katerina, Rus zabitleri tarafından eşinin öldürülmesi ile Rusya’nın
Çariçesi olarak tahta çıkmıştı.
Çariçe II. Katerina Osmanlı Devleti’ne yönelik “Grek
Projesi”ni planladı. II. Katerina’nın son yıllarında Taurida-Kırım valisi olan
Gregory Potemkin tarafından dikte edilen proje, Boğazlar ile İstanbul ve Ege
Denizi’ni ele geçirerek, bir Grek (Yunan) Devleti kurmak suretiyle, Türklerin
Avrupa’dan çıkarılmasını ve Osmanlı Devleti’ne son vermeyi öngören esaslardan
oluşmaktaydı.
1770'te Rusya ve Osmanlı Devleti arasında başlayan savaş,
1771'de Çeşme'deki Osmanlı donanmasının yakılması, 1772’de Bender, Akkerman,
Kili ve Bükreş kalelerinin düşmesine yol açmıştır. 1773'te Ruslar Kırım'ı işgal
etmiş, 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasını
sağlamıştır.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kerç, Yenikale ve Azak Denizi
Ruslara bırakılmış (ve böylece) “Boğazlar Meselesi” sorunu ortaya çıkmıştır.
II. Katerina’naya göre, Osmanlı Devleti parçalanmalı;
Türkler Avrupa’dan çıkarılmalı ve Rusya, İstanbul’a yerleşmeli idi.
Rusya’nın Özbek ve Keşmir yolunu ele geçirmesi,
İngiltere’nin sömürgesi Hindistan’ın güvenliğinin tehlike altına girmesine
neden olmuştu. (İngilizler ancak bundan sonra Rusya’yı fark edebildiler.)
II. Katerina, Kırım’ı ilhak ettikten sonra 1787’de Avusturya
İmparatoru II. Joseph ile anlaşarak, Osmanlı Devletini savaşa tahrik etmiştir.
15 Ağustos 1787 tarihinde başlayan savaş sonunda 29 Aralık
1791 yılında Yaş Antlaşması imzalandı. Rusya, bu antlaşmadan sonra Rus
Karadeniz donanmasının inşasına girişecek ve tamamen Boğazlar ve İstanbul
üzerine yönelecektir
Napoleon Bonaparte’ın sahneye çıkması, dünya siyasetinde
önemli değişikliklere neden oldu.
Malta’yı alan Bonaparte 1 Temmuz 1798’de Mısır toprağına
çıkartma yapmıştı
Napolyon Bonapart’ın 1798-1801’de Mısır’ı işgalinin ardından
İngiltere ve Rusya hemen Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmuş
Osmanlı Devleti, Mısır meselesinden dolayı kendisine yardım
etmek bahanesiyle gelip Büyükdere koyuna demirleyen Amiral Uchakow
komutasındaki 11 parça gemiden oluşan Rus filosunun geçişine ilk kez 19 Eylül
1798'de izin vermek zorunda kalmıştır.
İngiltere’nin teşviki ve baskısı altında Rusya ile ittifak
yapılarak 23 Aralık 1798 tarihinde Osmanlı ile Rusya arasında İstanbul
Antlaşması imzalanmıştır
Osmanlı Devleti yaptığı bu ittifak antlaşmasıyla ilk defa
olarak Rus savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesine izin vermiştir.
Fransızlar, Osmanlı-Rus-İngiliz ittifakına karşı uzun süreli
mukavemet gösterememişler; 1801 yılında Mısır’ı tahliye etmek zorunda
kalmışlardır.
İstanbul Antlaşması, Rusya’nın, Boğazlar’ı savaş gemilerine
yeniden açmak için 16 Ekim 1806’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesiyle
geçersiz sayılmış, bunu İngiltere kendi lehine değerlendirmekte gecikmemiştir.
(Rusya’ya destek olmak maksadıyla) donanmasını İstanbul
önlerine kadar göndermiştir. Donanma, bir bayram sabahı Çanakkale Boğazı’nı
zorla geçerek 24 Şubat 1807’de İstanbul önlerine demirlemiştir
Bu esnada Fransa İmparatoru Napoleon ve Rusya İmparatoru
Aleksander Tilsit’te Osmanlı Devleti’nin paylaşımı hususunda görüşmelere
başladılar.
Napolyon, Rusya ile yaptığı müzakerelerde İstanbul, Mısır ve
Suriye’nin Fransa’ya verilmesinde ısrar ediyor; Çar ise buna şiddetle karşı
çıkıyor,
Napoleon, Rusların Balkan Dağları’nı geçmesini istemiyor
hele İstanbul’un onlara verilmesine kesinlikle yanaşmıyordu.
…iki imparator, İstanbul ve Boğazlar üzerinde anlaşamayınca
8 Temmuz 1807’de Tilsit Antlaşması’nı imzalamışlardır
Rus Çarı Napolyon ile uzlaşmaya gidince, İngiltere de
Osmanlı ile anlaşma gereğini duymuş ve bunun sonucu olarak 5 Ocak 1809'da 12
maddelik Osmanlı-İngiliz Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması ile
Boğazlar’ın barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı geleneği, bir
uluslararası ilke olarak ortaya çıkmıştır.
Söz konusu antlaşma ile I. Dünya Savaşı sonrasına kadar
yüzyılı aşkın bir müddet sürecek olan Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalılığı
biçimindeki İngiliz politikası da başlamış ve Osmanlı Devleti’nin Boğazlar
üzerindeki mutlak hâkimiyeti sona ermiştir.
Osmanlı Devleti, artık Boğazlar’ın müdafaasında kendi gücüne
güvenememiş, Rus tehlikesine karşılık Boğazlar’ın emniyetini ikili antlaşma ile
sağlama çaresine başvurmuştur. Boğazlar artık uluslararası bir mesele haline
dönüşmüştür.
Rusya 1812 Bükreş Antlaşması’nı müteakip Boğazlar üzerindeki
emellerini gerçekleştirmek için Yunan Mesele’sini ortaya atmıştı.
Rusya, Ortodoks cemaatlerini ihya etme bahanesiyle Filiki
Eteria -Dostluk Cemiyeti- kurdurmuştu
Etnik-i Eterya(Milli Cemiyet)’yı da gizlice destekliyordu
Etnik-i Eterya, 1821’de isyan başlattı.
Yunan isyanı büyüdükçe (…) Rusya ve İngiltere anlaştı. İki
devlet arasında 1826’da Petersburg’da Yunan istiklâlini hedef alan bir antlaşma
imzalandı.
27 Ekim 1827’de Boğazlar’ı geçerek İngiliz ve Fransız deniz
kuvvetleriyle birleşen Rus donanması, Yunanlılar’ın lehine bir gösteri yapmak
için Mora açıklarına gelmişler, Navarin limanına demirleyen Osmanlı-Mısır
donanmasını Navarin’de tahrip etmişlerdir.
Rusya 1828 Nisan’ında Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti.
Ruslar Edirne’ye kadar gelmişler ancak daha fazla
ilerlememiş ve 2-14 Eylül 1829’da Edirne Barış Antlaşması’nı imzalamışlardır.
Bu antlaşma Yunanistan’ın bağımsızlığı anlamına geliyordu.
Mısır Meselesi, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın
1831 tarihinde Suriye’ye taarruzu ile başlamıştır.
(Osmanlının) Rus elçisinden resmen yardım talep etmesinin
ardından, Çar I. Nikola’nın emriyle, 8 Şubat'ta Visamiral Lazaref komutasında
dokuz savaş gemisi Büyükdere açıklarına demirledi, 5 Nisan'da ise beş bin
kişilik bir Rus birliği Beykoz'da karaya çıkarak kamp kurdu
Çar I. Nikola Mehmed Ali Paşa mesesinden faydalanmayı
bilmiş, Babıâli ile meşhur Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalamadan İstanbul’dan
ayrılmayı reddetmiştir.
Rus donanması ve birlikleri ancak, 8 Temmuz'da imzalanan ve
Boğazlar’ın kendi savaş gemilerine açık, diğer devletlerin gemilerine kapalı
olması kuralını getiren Hünkâr İskelesi Antlaşması’ndan sonra çekildi
Osmanlı Devleti bu şartlar altında Rusya’nın himayesine
girmiş oluyordu. Hünkâr İskelesi Antlaşması’na Fransa ve İngiltere aşırı tepki
gösterdiler ve Osmanlı Devleti ile Rusya’yı protesto ettiler. Antlaşmayı
tanımadıklarını bildirerek donanmalarını Çanakkale önlerine kadar gönderdiler
1839’da Osmanlı Devleti ile Mehmet Ali Paşa ikinci defa
savaşa tutuştu.
Mısır ordusu ile 24 Haziran 1839 günü Nizip’te karşılaşan
İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı.
İngiltere Mısır Sorunu’nu bir fırsat bilerek, Fransa ile
karşı karşıya gelmek pahasına da olsa Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı /
Osmanlı Devleti’nin de fırkasının katıldığı bir donanmayla Lübnan’a asker
çıkardı
…ikinci Mısır Sorunu, Boğazlar Meselesi’nin bir Avrupa
konferansında incelenmesi için Batılı devletlere bir fırsat daha vermiştir.
Konferansın toplanması için yapılan çağrıya Osmanlı Devleti
olumlu cevap vermiş ve 13 Temmuz 1841 günü Londra Boğazlar Sözleşmesi
imzalanmıştır.
Bu sözleşme, Boğazlar’ın hukuki rejimini düzenleyen ilk çok
taraflı antlaşma (Avusturya, Fransa, İngiltere, Rusya, Prusya) olması yönüyle
ayrı bir önem arz etmektedir.
Sözleşmeye göre; Osmanlı barış halindeyken, hangi bayrağı
taşırsa taşısın bütün ticaret gemilerinin Karadeniz'e girip çıkması serbest
bırakılmış ve Osmanlı Sultanı’na Boğazları yabancı bayraklı savaş gemilerine
kapatma hakkı ve zorunluluğu da tanımıştır
…beş büyük devlet (Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya ve
Rusya) antlaşma şartlarına yalnız Sultan’a karşı değil, birbirlerine karşı da
uyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Böylece Boğazlar, hem Sultan’ın iradesi, hem
de beş büyük devletin garantisi altında tarafsız hale getirilmiştir.
Londra Sözleşmesi, 1809 Anlaşması’ndan sonra Boğazlar’ın
kapalılığı ilkesini bu kez kesin olarak idari tasarruf olmaktan çıkartıp
uluslararası kural haline getiriyor, Türk Boğazları’nın statüsünün çoklu
antlaşmalarla belirlendiği bir devri başlatıyordu.
Ruslar 23 Haziran 1853’te Prut Nehri’ni aşmış ve Osmanlı
topraklarına girmiştir. Bu saldırı sonrasında Kırım Harbi patlak verdi. Kırım
Harbi’nin esas sebebi, Rusları Boğazlar’dan uzaklaştırmaktır.
Osmanlı Devleti bu savaşta Balkanlarda ve Kafkaslarda olmak
üzere iki cephede savaşmak zorunda kalmıştır.
Osmanlı filosu savaşın ilerleyen günlerinde Batum’a savaş ve
gıda maddesi götürürken fırtına sebebiyle Sinop Limanı’na sığınmış, Rus Amirali
Nahimof Osmanlı filosuna baskın düzenleyerek 30 Kasım 1853 günü şehri topa
tutmuş ve gemileri ateşe vermiştir.
Rusların Osmanlı donanmasına vurduğu darbe Boğazlar’ın
emniyetini de tehlikeye düşürmüştü.
Rusya’ya karşı 12 Mart 1854’te İngiltere, Fransa ve Osmanlı
arasında bir ittifak antlaşması yapıldı.
Babıâli de Rus tehlikesini bertaraf etmek için İngiltere,
Fransa ve Sardunya donanmalarına Boğazlar’ı açmıştır
Müttefikler ile savaş Kırım ve Baltık Cephesi’nde de
başladı.
1854 yılının Mayıs ayında İngilizler ve Fransızlar
Gelibolu’ya büyük kuvvetler çıkardılar. Eflak ve Boğdan’ı boşaltmayı başaran
Osmanlı askerleri Rusları geri püskürttü. Burası geçici olarak Avusturya’nın
himayesine bırakıldı. Rusya’yı barışa mecbur etmek için müttefik orduları 13
Eylül 1854’te Kırım’a asker çıkardılar ve Ruslar da Kafkas Cephesi’nde Doğu
Beyazıt’ı ele geçirdiler.
Sivastopol Kalesi’nin 1855’te müttefikler tarafından ele
geçirilmesi, barış müzakerelerinin açılmasına yol açmıştır.
…müzakerelerin ardından barış, Paris’te 30 Mart 1856’da imza
edildi.
1856 Boğazlar Sözleşmesi 1841 Londra Sözleşmesi’nin aynen
tekrarı idi. 1856 Boğazlar Sözleşmesi’nde kararlaştırılan asıl manalı
değişiklik, Karadeniz’in tarafsızlaştırılması ve tüm savaş gemilerine kapanması
prensibi idi
Bu antlaşma, her ne kadar Rusya'nın yeniden Osmanlı
Devleti'ni denizden tehdit etmesini önlemesine yardımcı olacaksa da, asıl amacı
İngiltere'nin Akdeniz'deki çıkarlarını korumaktı
1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı’nın yarattığı siyasi
boşluktan yararlanan Rusya, 31 Ekim 1870'te Paris Antlaşması'nın imzacılarına
birer nota göndererek çıkarlarına aykırı olduğuna inandığı Karadeniz'in
tarafsızlığı ilkesine artık riayet edemeyeceğini bildirdi.
Böyle bir oldubitti önünde eğilmekten başka çare bulamayan
Osmanlı, uzun diplomatik müzakerelerin ardından 13 Mart 1871'de tarihe “Londra
Boğazlar Sözleşmesi” olarak geçen, dokuz maddelik belgeyi imzalamıştır.
Sözleşme ile Karadeniz'in tarafsızlığı ortadan kaldırılırken
Boğazlar’ın kapalılığı prensibi teyit edilmiş, ama Babıâli'nin müttefiklerinin
barış zamanında da Sultan'ın izni ile Boğazlar’dan savaş gemisi
geçirebilecekleri kabul edilmiştir.
19. yüzyılda Fransa, İngiltere ve Rusya / Özellikle
İstanbul’a bir diğerinin hâkim olması fikrine hiçbiri yanaşmıyordu. Bu yüzyılda
bu üç büyük devlet, Süveyş Kanalı’nın açılmasına kadar kuvvetler dengesi ilkesi
içinde Osmanlı Devleti’nin yaşamasına razı olmuşlardı.
Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Akdeniz’deki İngiliz çıkarları
için artık Boğazlar’da değil; güçlü bir donanma ile Malta ve Kıbrıs suları
arasında savunma ihtiyacı doğmuştu.
93 Harbi
Rusya, Akdeniz’in bekçisi İngiltere’yi tarafsız kalmaya
mecbur kılan sebeplerden faydalanmış, Balkanlardaki amansız rakibi
Avusturya-Macaristan ile de gizli bir antlaşma yaparak Bulgaristan üzerinden
İstanbul’a yürümeye kalkışmıştır.
Rus ordularının ilerlemeyi sürdürerek İstanbul ve Boğazlar’ı
tehdit etmesinin ardından Osmanlı Devleti, 8 Ocak 1878’de ateşkes akdi için Rus
Başkomutanlığı’na müracaatta bulundu.
31 Ocak 1878 tarihinde akdedilen ateşkes hükümleriyle bir
miktar Rus kuvveti Yeşilköy’e gönderildi.
Ayastefanos’un şartlarını öğrenen İngiltere, dehşete
kapılmıştı. İngiltere Rusya’yı Boğazlar’dan uzaklaştırmak için hemen harekete
başladı ve bunun için Rusya’ya 1 Nisan’da verdiği notada Ayastefanos Barışı’nı
tanımadığını bildirdi.
Bunun üzerine Berlin Kongresi toplandı.
…antlaşmanın 63. maddesi ile 1856 ve 1871 tarihli
sözleşmelerin değiştirilmeyen maddelerinin yürürlükte olduğunu teyit ederek,
barış zamanında Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalı kalması ile Sultan’ın
Boğazlar’ın bekçiliğini sürdürmesinde görüş birliğine varmışlardır.
Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiltere’nin Osmanlı
topraklarına ilgisi kalmadı. Osmanlı devleti bu dönemde koruyucu olarak
Almanlara sığındı.
İngiltere 1878'de Kıbrıs'ı, 1882'de Mısır'ı kontrolü aldı.
İKİNCİ BÖLÜM
I. DÜNYA SAVAŞI ve MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK
BOĞAZLARI (1914-1922)
İngiltere, zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu’da
hâkimiyet kurmak ve bu coğrafyadaki etkisini artırmak istemekteydi. Bu politika
19. yüzyıl boyunca İngiliz politikasının ana stratejisini oluşturmuştur.
93 Harbi sırasında Rusların İskenderun Körfezi’ne kadar
inmelerini önlemek gerekçesiyle çaresiz devlet erkânını zoraki de olsa iknâ
ederek Kıbrıs’a yerleşen İngiltere’yi buradan çıkarmak ise mümkün olamamıştır.
İngiltere benzer bir şekilde 1882 yılında geçici olarak
işgal ettiği Mısır’dan da çıkmamıştır.
Çar I. Petro (1682-1725)’dan itibaren İstanbul’u ele
geçirmek ve sıcak denizlere inmek, Rus dış siyasetinin ana prensibi haline
gelmişti.
1911–1912 yılları Osmanlı Devleti’nin dış politikada tamamen
tecrit edildiği bir dönemdir.
1912’de Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ bir
araya gelerek Balkan birliğini oluşturmuş, 9 Ekim 1912’de Karadağ Türkiye’ye
savaş ilân etmiş, bundan 5 gün sonra, yani 13 Ekim 1912’de diğer Balkan
devletleri verdikleri notalarla savaşı başlatmışlardır.
Türk ordusu ilk taarruz karşısında Bulgarlara yenilerek
Çatalca’ya çekilmek zorunda kaldı. Balkan ülkeleri toprak paylaşımında
birbirine girince ikinci Balkan Savaşı çıktı.
…bu savaşta Osmanlı Devleti’nin galibiyeti üzerine Yunanistan’ın eline
geçmiş olan adaların geri alınma imkânı ve hakkı doğmuş iken Avrupalı devletler
devreye girdi ve adalara el koydular.
Mondros Mütarekesi’nden sonra 21 Kasım tarihinde artık bütün
Karadeniz sahilleri İngiltere’nin kontrolü altına girmişti
(Mondros’tan sonra batılıların Osmanlı ve Rus
topraklarına yönelik saldırıları, ileriki dönemde iki ülkeyi işbirliğine teşvik
edecektir. )
Paris Barış Konferansı’nda “Boğazlar Pazarlığı”
1919 yılının Ocak ayında bozulan güçler dengesini yeniden
tesis etmek üzere toplanan ve 32 devletin katılımıyla başlayan Konferans,
ateşkes altındaki beş ülke ile taraflar arasındaki ilişkileri yeniden kurma
görevini üstlendi.
Konferans’ta işlemler 12 Ocak 1919’da başladı ve geniş
anlamda 10 Ağustos 1920 Sevr Anlaşması’nın imzalanmasıyla neticelendi.
İngiltere Hükümeti I. Dünya Savaşı sonunda biri 1918 yılının
son ayları, diğeri 1919 senesinin ilk aylarında olmak üzere iki defa Boğazlar
ve İstanbul mandasının kabulünü Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’ne teklif
etmiştir
Konferans’ta Türkiye’nin Avrupa’dan çıkarılması, gelecek
barış programının hedefi olarak isteniyordu ve parola da şu idi: “Boğazlar’ın
serbestisi”. Gerçekleşme yolu da bu geçitlerin uluslararası bir duruma
getirilmesinde görülüyordu.
Meclis-i Mebusan’a intikal eden metin, 22 Ocak 1920’de
Felah-ı Vatan Grubu’nun gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuş; 28
Ocak 1920’de de resmî olmayan gizli toplantıda oylanarak mevcut bütün üyelerin
ittifakı ile kabul edilmiştir
Misak-ı Milli’de kesin çizilen bir hat, sınır yoktur
Birinci İnönü Zaferi’nden biraz sonra Fransa ve İtalya
Sèvres Projesi’nde biraz değişiklik yapmak kaydıyla Türkiye ile barış
yapılmasında ısrar etmekteydiler.
…üzerinde durulan ve tartışılan en önemli konu; Boğazlar
Sorunu, İstanbul’un geleceği ve Halife-Sultan’ın durumuydu
Londra Konferansı 12 Şubat 1920 tarihinde toplandı
16 Mart 1921’de Moskova’da “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması”
imzalandı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
LOZAN BARIŞ KONFERANSI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ BOĞAZLAR
18 Temmuz 1932’de Türkiye Milletler Cemiyeti’ne dahil oldu.
Lozan ve Montreux değerlendirmeleri…
1998 / yeni Boğazlar Tüzüğü
Yeni Tüzükte, belki de en önemli değişiklik, Türk Boğazları
tanımının Marmara Denizi ile birlikte coğrafi bir bütünlük olarak
tanımlanmasıdır.
SONUÇ
İstanbul’un fethi ile “Türk Boğazları” adı ile anılan
Boğazlar, / Rusya’nın siyasi bir güç olarak temayüz etmesi ve ardından sıcak
denizlere inmek için Boğazları hedef haline getirmesiyle / “mesele” halini
almıştır.
18. yüzyılda özellikle İngiltere’nin sömürgelerine giden
yolun güvenliğinin Türk Boğazlarına bağlı oluşu, üçüncü bir devletin Boğazlar
siyasetiyle yakından ilgilenmeye başlamasını neticelendirmiştir.
Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların Uluslararası
Komisyon’a devri ve silahsızlandırılmasına karar verilmiştir.
1936 yılında yapılan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile
Boğazlar, tekrar Türk hâkimiyetine geçmiştir.
Amerika’nın donanmasının giremediği tek deniz Karadeniz’dir
Boğazlar Meselesi’nin çözümünde ne yapılıp ne yapılmamasını
belirleyecek tek faktör “güç” olacaktır.
Amerika ve Rusya Boğazlarda Türkiye’nin hâkimiyetini
öncelikli olarak tercih etmek mecburiyetindedirler. Çünkü başta Amerika ve
gelişmiş devletler güçlerini ve savaş kabiliyetlerini teknoloji faktörüne ve
teknik kabiliyete sahiptirler. Türkiye ise gücünü ve savaş kabiliyetini
teknolojiyle değil insan faktörüne endeksleyerek geliştirmiştir.
…
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
- 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder