11 Ağustos 2020 Salı

Tarihi açıdan Türk Boğazları meselesi (1833-1936)

 Şarika Gedikli Berber - Tarihi açıdan Türk Boğazları meselesi (1833-1936)

 

Fransız tarihçi René Pinon Boğazların zamanın değişen dengelerine rağmen önemini muhafaza etmesini coğrafi mukadderatın değişmezliği prensibine bağlar.

 

GİRİŞ

Osmanlı Devletinin gücünün zirvede olduğu zamanlarda Boğazlar Osmanlı haremiyle eşdeğer tutulmuştur, Osmanlı haricindeki bir kayığın bile Boğazlardan geçişine tahammül gösterilmemiş, devlet mutlak yetki ve otorite ile Boğazlardaki seyrü seferi yönlendirmiştir.

Osmanlı Devleti hiçbir zaman Boğazlardan savaş gemilerinin geçişine izin vermemiştir.

Osmanlı Devletinin Boğazlar üzerindeki mutlak tasarrufu, devletin güç kaybettiği andan itibaren ise kademeli bir şekilde değişmiştir.

(Türkler) Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Boğazlardaki hâkimiyetini kaybetmemiştir.

 

Lozan Görüşmelerinde / İngiltere’nin hassasiyetle üzerinde durduğu ve geri adım atmayı düşünmediği iki meseleden biri Boğazlar Meselesi diğeri ise Musul Meselesidir.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

BOĞAZLARDAKİ TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ (1453 - 1918)

Avrupa’da “Uluslararası”\"Enternasyonal" kavramı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

 

Denizler ve boğazlarla ilgili ilk çağlardan itibaren üzerinde çoğunlukla mutabık olunan hukuki bir metin yoktur; bu konuda daha çok devletlerin kendi güç ve hedefleri doğrultusunda belirlenen doktrinlerden bahsetmek mümkündür.

…ulusal devletlerin ortaya çıktığı ve imparatorlukların yıkıldığı bu dönemde devletlerin dış siyasette tamamen bağımsız olduklarını söylemek güçtür.

 

Uluslararası hukuk açısından önemli olan “Boğazların” kara parçaları arasında kalmış veya denizleri birleştiren su yolları olmalarında ziyade, uluslararası deniz trafiğinin istifadesi ve kullanıma açık olmasıdır.

 

Birleşmiş Milletler Devletler Hukuku Komisyonu uluslararası boğazları “normal olarak uluslararası seyrüseferde kullanılan boğazlar” şeklinde tanımlamıştır.

 

Boğazlar denilince, Çanakkale Boğazı’yla ona yakın olan Tenedos, İmbros, Samotras ve Lemnos adaları arasındaki denizi de anlamak gerekir. Boğazlar’ın sevkülceyşi önemi şuradadır ki; onları elinde tutan devlet, önemli bir donanma kullanmak zorunda olmadan yalnız gözetlemesiyle savaş gemilerinin Akdeniz’le Karadeniz arasında gidip gelmesini yasak edebilir (s. 14).

 

Uluslararası deniz ulaşımında boğazlara uygulanmak üzere getirilecek hukuki rejimin sağlıklı ve uzun ömürlü olması isteniyor ise, uluslararası toplumun, deniz ulaştırması ile sağlayacağı ticari çıkarların yanı sıra, bu boğaza kıyısı olan devlet veya devletlerin güvenliklerinin ve deniz çevrelerinin korunmasının da öngörülmesi gereklidir (s. 17).

 

Tarih boyunca Boğazlar'ın hukukî rejimi, siyasî durumlara bağlı kalmıştır.

Osmanlı Devleti, Karadeniz’in bütün kıyılarına sahip olduğu zamanlarda Boğazlar’dan gemi geçişini keyfine göre düzenleme hakkını kullanmış, Rusya’nın bu kapalı denizin kuzey kıyılarını zaptetmesinin ardından Karadeniz, açık bir deniz statüsüne bürünmüştür. Böylece İstanbul ve Çanakkale’den gemi geçme serbestliği Rusya için bir hayati mesele ve açık denizlerin serbestliğini tanıyan bütün milletler için mutlak bir hukukî hak oldu.

 

Boğazları kontrol altında tutan her devlet, sonunda Karadeniz üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Gerçekten de Boğazların iki tarafındaki ana topraklara hükmeden devletler, Bizans ve Osmanlı devletleri örneklerinde olduğu gibi bunu başarmıştır.

 

Dünyanın üçte ikisini denizler, üçte birini ise karalar oluşturmaktadır. Kapladığı alan itibariyle, denizlerin karalara üstünlüğü fazladır. Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir.

 

Alfred Thayer Mahan (1840-1914) / Deniz Hâkimiyeti Teorisi

Ona göre; açık denizler kıtaları birbirine bağlayan engin ovalardır ve buralarda da ulaşım istikametleri seyrüseferi etkileyen hususlar (akıntı, derinlikler, en kısa yol vb.) nedeniyle bir ölçüde sabitleşmiş durumdadır, bu yolları kontrol etmek dünya ulaşımının kontrolü anlamını taşır. Kara kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, hâlbuki dünya egemenliği- veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve bölgelerin ele geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek için denizlerde egemen olmak gereklidir.

 

Boğazlar’daki hâkimiyet coğrafi bir hâkimiyetten çok, siyasi bir anlam taşımaktadır.

 

Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişki 1492 yılında III. İvan'ın, Kırım Hanı Mengili Giray aracılığıyla, II. Bayezid'a gönderdiği Mikhail Pleşçeyev başkanlığında bir sefaret heyeti ile kurulmuştur.

 

Rusya, 17. Yüzyılın sonuna kadar kuzeydeki denizden başka bir denize sahip olmayan küçük bir devlettir.

Bu durum Çar I. Petro’nun tahta çıkışına kadar devam etmiş, genç Çar’ın güneyi hedef almasıyla, Rusya’nın çehresi değişmeye başlamıştır.

 

Ruslar ile Osmanlılar arasındaki ilk önemli çatışma bugünkü Ukrayna'daki Cehrin Kalesi yüzünden 11 Nisan l678'de ilân edilen savaşla başlamıştır

Bunun üzerine Padişah bizzat sefere çıkar

Rusya'nın Kırım Hanı Murat Giray aracılığı ile barış istemesi üzerine 13 Şubat l681'de Bahçesaray'da 20 yıl geçerli olmak üzere 12 maddelik ilk Türk-Rus Anlaşması imzalanmıştır

 

Ruslar, l683'te Osmanlı'nın Viyana surlarının önünde yenilmesinin ardından

l688'de Kırım ve Azak Kalesi üstüne yürümüştür. 26 Temmuz l697'de Karadeniz’in kilidi sayılan bu mühim Türk kalesi, Rusların eline geçmiştir

Azak Kalesi’nin zaptından hemen sonra, bu kaleden 60 km. mesafedeki Taygan mevkiinde deniz üssü kurma çalışmalarını başlatmıştır. Çok geçmeden donanma inşa eden Ruslar, üç-dört yıl içinde birçok savaş gemisini denize indirmişlerdir.

 

Rusya’nın Balkan Hıristiyanlarının hâmiliğini üstlenmesi, Bizans varisliği iddiasıyla ortaya çıkışı ve İstanbul’a sahip olma arzusu, “Boğazlar Meselesi”ni başlatmıştır.

Osmanlı Devleti 1710 yılında Rusya’ya karşı savaş ilân etmiş, 1711 yılında ise Prut Seferi gerçekleştirilmiştir

Çar I. Petro’nun ordusu 1711’de Prut Nehri boyunda Türk ve Tatar kuvvetleri tarafından kuşatıldı

Çar I. Petro, Prut boyunda Baltacı Mehmet Paşa’dan barış istemek zorunda kalmış ve teklifi hemen kabul edilmişti. 21 Temmuz 1711’da imzalanan Prut Mütarekesi ile Rusya Azak bölgesinden ve denizinden vazgeçmiş, Taganrog Kalesi’ni ve Denpr boyundaki kaleleri de yıkma sözü vermişti.

 

Osmanlı 18 Eylül 1739'da imzaladığı Belgrad Antlaşması ile Azak Kalesi’nin yıkılmasını ve burasının iki devlet arasında tarafsız bir saha olarak bırakılmasını kabul etti. Azak Kalesi böylece elden çıkmış oldu

 

Çar I. Petro’dan sonra Çar III. Petro’nun karısı olan Çariçe II. Katerina, Rus zabitleri tarafından eşinin öldürülmesi ile Rusya’nın Çariçesi olarak tahta çıkmıştı.

Çariçe II. Katerina Osmanlı Devleti’ne yönelik “Grek Projesi”ni planladı. II. Katerina’nın son yıllarında Taurida-Kırım valisi olan Gregory Potemkin tarafından dikte edilen proje, Boğazlar ile İstanbul ve Ege Denizi’ni ele geçirerek, bir Grek (Yunan) Devleti kurmak suretiyle, Türklerin Avrupa’dan çıkarılmasını ve Osmanlı Devleti’ne son vermeyi öngören esaslardan oluşmaktaydı.

 

1770'te Rusya ve Osmanlı Devleti arasında başlayan savaş, 1771'de Çeşme'deki Osmanlı donanmasının yakılması, 1772’de Bender, Akkerman, Kili ve Bükreş kalelerinin düşmesine yol açmıştır. 1773'te Ruslar Kırım'ı işgal etmiş, 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasını sağlamıştır.

Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kerç, Yenikale ve Azak Denizi Ruslara bırakılmış (ve böylece) “Boğazlar Meselesi” sorunu ortaya çıkmıştır.

 

II. Katerina’naya göre, Osmanlı Devleti parçalanmalı; Türkler Avrupa’dan çıkarılmalı ve Rusya, İstanbul’a yerleşmeli idi.

 

Rusya’nın Özbek ve Keşmir yolunu ele geçirmesi, İngiltere’nin sömürgesi Hindistan’ın güvenliğinin tehlike altına girmesine neden olmuştu. (İngilizler ancak bundan sonra Rusya’yı fark edebildiler.)

 

II. Katerina, Kırım’ı ilhak ettikten sonra 1787’de Avusturya İmparatoru II. Joseph ile anlaşarak, Osmanlı Devletini savaşa tahrik etmiştir.

 

15 Ağustos 1787 tarihinde başlayan savaş sonunda 29 Aralık 1791 yılında Yaş Antlaşması imzalandı. Rusya, bu antlaşmadan sonra Rus Karadeniz donanmasının inşasına girişecek ve tamamen Boğazlar ve İstanbul üzerine yönelecektir

 

Napoleon Bonaparte’ın sahneye çıkması, dünya siyasetinde önemli değişikliklere neden oldu.

Malta’yı alan Bonaparte 1 Temmuz 1798’de Mısır toprağına çıkartma yapmıştı

Napolyon Bonapart’ın 1798-1801’de Mısır’ı işgalinin ardından İngiltere ve Rusya hemen Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmuş

Osmanlı Devleti, Mısır meselesinden dolayı kendisine yardım etmek bahanesiyle gelip Büyükdere koyuna demirleyen Amiral Uchakow komutasındaki 11 parça gemiden oluşan Rus filosunun geçişine ilk kez 19 Eylül 1798'de izin vermek zorunda kalmıştır.

İngiltere’nin teşviki ve baskısı altında Rusya ile ittifak yapılarak 23 Aralık 1798 tarihinde Osmanlı ile Rusya arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır

Osmanlı Devleti yaptığı bu ittifak antlaşmasıyla ilk defa olarak Rus savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesine izin vermiştir.

Fransızlar, Osmanlı-Rus-İngiliz ittifakına karşı uzun süreli mukavemet gösterememişler; 1801 yılında Mısır’ı tahliye etmek zorunda kalmışlardır.

 

İstanbul Antlaşması, Rusya’nın, Boğazlar’ı savaş gemilerine yeniden açmak için 16 Ekim 1806’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesiyle geçersiz sayılmış, bunu İngiltere kendi lehine değerlendirmekte gecikmemiştir.

(Rusya’ya destek olmak maksadıyla) donanmasını İstanbul önlerine kadar göndermiştir. Donanma, bir bayram sabahı Çanakkale Boğazı’nı zorla geçerek 24 Şubat 1807’de İstanbul önlerine demirlemiştir

 

Bu esnada Fransa İmparatoru Napoleon ve Rusya İmparatoru Aleksander Tilsit’te Osmanlı Devleti’nin paylaşımı hususunda görüşmelere başladılar.

Napolyon, Rusya ile yaptığı müzakerelerde İstanbul, Mısır ve Suriye’nin Fransa’ya verilmesinde ısrar ediyor; Çar ise buna şiddetle karşı çıkıyor,

Napoleon, Rusların Balkan Dağları’nı geçmesini istemiyor hele İstanbul’un onlara verilmesine kesinlikle yanaşmıyordu.

…iki imparator, İstanbul ve Boğazlar üzerinde anlaşamayınca 8 Temmuz 1807’de Tilsit Antlaşması’nı imzalamışlardır

 

Rus Çarı Napolyon ile uzlaşmaya gidince, İngiltere de Osmanlı ile anlaşma gereğini duymuş ve bunun sonucu olarak 5 Ocak 1809'da 12 maddelik Osmanlı-İngiliz Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması ile Boğazlar’ın barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı geleneği, bir uluslararası ilke olarak ortaya çıkmıştır.

Söz konusu antlaşma ile I. Dünya Savaşı sonrasına kadar yüzyılı aşkın bir müddet sürecek olan Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalılığı biçimindeki İngiliz politikası da başlamış ve Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki mutlak hâkimiyeti sona ermiştir.

 

Osmanlı Devleti, artık Boğazlar’ın müdafaasında kendi gücüne güvenememiş, Rus tehlikesine karşılık Boğazlar’ın emniyetini ikili antlaşma ile sağlama çaresine başvurmuştur. Boğazlar artık uluslararası bir mesele haline dönüşmüştür.

 

Rusya 1812 Bükreş Antlaşması’nı müteakip Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için Yunan Mesele’sini ortaya atmıştı.

Rusya, Ortodoks cemaatlerini ihya etme bahanesiyle Filiki Eteria -Dostluk Cemiyeti- kurdurmuştu

Etnik-i Eterya(Milli Cemiyet)’yı da gizlice destekliyordu

Etnik-i Eterya, 1821’de isyan başlattı.

Yunan isyanı büyüdükçe (…) Rusya ve İngiltere anlaştı. İki devlet arasında 1826’da Petersburg’da Yunan istiklâlini hedef alan bir antlaşma imzalandı.

27 Ekim 1827’de Boğazlar’ı geçerek İngiliz ve Fransız deniz kuvvetleriyle birleşen Rus donanması, Yunanlılar’ın lehine bir gösteri yapmak için Mora açıklarına gelmişler, Navarin limanına demirleyen Osmanlı-Mısır donanmasını Navarin’de tahrip etmişlerdir.

 

Rusya 1828 Nisan’ında Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti.

Ruslar Edirne’ye kadar gelmişler ancak daha fazla ilerlememiş ve 2-14 Eylül 1829’da Edirne Barış Antlaşması’nı imzalamışlardır.

Bu antlaşma Yunanistan’ın bağımsızlığı anlamına geliyordu.

 

Mısır Meselesi, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1831 tarihinde Suriye’ye taarruzu ile başlamıştır.

(Osmanlının) Rus elçisinden resmen yardım talep etmesinin ardından, Çar I. Nikola’nın emriyle, 8 Şubat'ta Visamiral Lazaref komutasında dokuz savaş gemisi Büyükdere açıklarına demirledi, 5 Nisan'da ise beş bin kişilik bir Rus birliği Beykoz'da karaya çıkarak kamp kurdu

Çar I. Nikola Mehmed Ali Paşa mesesinden faydalanmayı bilmiş, Babıâli ile meşhur Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzalamadan İstanbul’dan ayrılmayı reddetmiştir.

Rus donanması ve birlikleri ancak, 8 Temmuz'da imzalanan ve Boğazlar’ın kendi savaş gemilerine açık, diğer devletlerin gemilerine kapalı olması kuralını getiren Hünkâr İskelesi Antlaşması’ndan sonra çekildi

Osmanlı Devleti bu şartlar altında Rusya’nın himayesine girmiş oluyordu. Hünkâr İskelesi Antlaşması’na Fransa ve İngiltere aşırı tepki gösterdiler ve Osmanlı Devleti ile Rusya’yı protesto ettiler. Antlaşmayı tanımadıklarını bildirerek donanmalarını Çanakkale önlerine kadar gönderdiler

 

1839’da Osmanlı Devleti ile Mehmet Ali Paşa ikinci defa savaşa tutuştu.

Mısır ordusu ile 24 Haziran 1839 günü Nizip’te karşılaşan İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı.

İngiltere Mısır Sorunu’nu bir fırsat bilerek, Fransa ile karşı karşıya gelmek pahasına da olsa Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı / Osmanlı Devleti’nin de fırkasının katıldığı bir donanmayla Lübnan’a asker çıkardı

 

…ikinci Mısır Sorunu, Boğazlar Meselesi’nin bir Avrupa konferansında incelenmesi için Batılı devletlere bir fırsat daha vermiştir.

Konferansın toplanması için yapılan çağrıya Osmanlı Devleti olumlu cevap vermiş ve 13 Temmuz 1841 günü Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.

Bu sözleşme, Boğazlar’ın hukuki rejimini düzenleyen ilk çok taraflı antlaşma (Avusturya, Fransa, İngiltere, Rusya, Prusya) olması yönüyle ayrı bir önem arz etmektedir.

Sözleşmeye göre; Osmanlı barış halindeyken, hangi bayrağı taşırsa taşısın bütün ticaret gemilerinin Karadeniz'e girip çıkması serbest bırakılmış ve Osmanlı Sultanı’na Boğazları yabancı bayraklı savaş gemilerine kapatma hakkı ve zorunluluğu da tanımıştır

…beş büyük devlet (Avusturya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Rusya) antlaşma şartlarına yalnız Sultan’a karşı değil, birbirlerine karşı da uyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Böylece Boğazlar, hem Sultan’ın iradesi, hem de beş büyük devletin garantisi altında tarafsız hale getirilmiştir.

Londra Sözleşmesi, 1809 Anlaşması’ndan sonra Boğazlar’ın kapalılığı ilkesini bu kez kesin olarak idari tasarruf olmaktan çıkartıp uluslararası kural haline getiriyor, Türk Boğazları’nın statüsünün çoklu antlaşmalarla belirlendiği bir devri başlatıyordu.

 

Ruslar 23 Haziran 1853’te Prut Nehri’ni aşmış ve Osmanlı topraklarına girmiştir. Bu saldırı sonrasında Kırım Harbi patlak verdi. Kırım Harbi’nin esas sebebi, Rusları Boğazlar’dan uzaklaştırmaktır.

Osmanlı Devleti bu savaşta Balkanlarda ve Kafkaslarda olmak üzere iki cephede savaşmak zorunda kalmıştır.

Osmanlı filosu savaşın ilerleyen günlerinde Batum’a savaş ve gıda maddesi götürürken fırtına sebebiyle Sinop Limanı’na sığınmış, Rus Amirali Nahimof Osmanlı filosuna baskın düzenleyerek 30 Kasım 1853 günü şehri topa tutmuş ve gemileri ateşe vermiştir.

Rusların Osmanlı donanmasına vurduğu darbe Boğazlar’ın emniyetini de tehlikeye düşürmüştü.

Rusya’ya karşı 12 Mart 1854’te İngiltere, Fransa ve Osmanlı arasında bir ittifak antlaşması yapıldı.

Babıâli de Rus tehlikesini bertaraf etmek için İngiltere, Fransa ve Sardunya donanmalarına Boğazlar’ı açmıştır

Müttefikler ile savaş Kırım ve Baltık Cephesi’nde de başladı.

1854 yılının Mayıs ayında İngilizler ve Fransızlar Gelibolu’ya büyük kuvvetler çıkardılar. Eflak ve Boğdan’ı boşaltmayı başaran Osmanlı askerleri Rusları geri püskürttü. Burası geçici olarak Avusturya’nın himayesine bırakıldı. Rusya’yı barışa mecbur etmek için müttefik orduları 13 Eylül 1854’te Kırım’a asker çıkardılar ve Ruslar da Kafkas Cephesi’nde Doğu Beyazıt’ı ele geçirdiler.

Sivastopol Kalesi’nin 1855’te müttefikler tarafından ele geçirilmesi, barış müzakerelerinin açılmasına yol açmıştır.

…müzakerelerin ardından barış, Paris’te 30 Mart 1856’da imza edildi.

 

1856 Boğazlar Sözleşmesi 1841 Londra Sözleşmesi’nin aynen tekrarı idi. 1856 Boğazlar Sözleşmesi’nde kararlaştırılan asıl manalı değişiklik, Karadeniz’in tarafsızlaştırılması ve tüm savaş gemilerine kapanması prensibi idi

Bu antlaşma, her ne kadar Rusya'nın yeniden Osmanlı Devleti'ni denizden tehdit etmesini önlemesine yardımcı olacaksa da, asıl amacı İngiltere'nin Akdeniz'deki çıkarlarını korumaktı

 

1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı’nın yarattığı siyasi boşluktan yararlanan Rusya, 31 Ekim 1870'te Paris Antlaşması'nın imzacılarına birer nota göndererek çıkarlarına aykırı olduğuna inandığı Karadeniz'in tarafsızlığı ilkesine artık riayet edemeyeceğini bildirdi.

Böyle bir oldubitti önünde eğilmekten başka çare bulamayan Osmanlı, uzun diplomatik müzakerelerin ardından 13 Mart 1871'de tarihe “Londra Boğazlar Sözleşmesi” olarak geçen, dokuz maddelik belgeyi imzalamıştır.

Sözleşme ile Karadeniz'in tarafsızlığı ortadan kaldırılırken Boğazlar’ın kapalılığı prensibi teyit edilmiş, ama Babıâli'nin müttefiklerinin barış zamanında da Sultan'ın izni ile Boğazlar’dan savaş gemisi geçirebilecekleri kabul edilmiştir.

 

19. yüzyılda Fransa, İngiltere ve Rusya / Özellikle İstanbul’a bir diğerinin hâkim olması fikrine hiçbiri yanaşmıyordu. Bu yüzyılda bu üç büyük devlet, Süveyş Kanalı’nın açılmasına kadar kuvvetler dengesi ilkesi içinde Osmanlı Devleti’nin yaşamasına razı olmuşlardı.

 

Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Akdeniz’deki İngiliz çıkarları için artık Boğazlar’da değil; güçlü bir donanma ile Malta ve Kıbrıs suları arasında savunma ihtiyacı doğmuştu.

 

93 Harbi

Rusya, Akdeniz’in bekçisi İngiltere’yi tarafsız kalmaya mecbur kılan sebeplerden faydalanmış, Balkanlardaki amansız rakibi Avusturya-Macaristan ile de gizli bir antlaşma yaparak Bulgaristan üzerinden İstanbul’a yürümeye kalkışmıştır.

Rus ordularının ilerlemeyi sürdürerek İstanbul ve Boğazlar’ı tehdit etmesinin ardından Osmanlı Devleti, 8 Ocak 1878’de ateşkes akdi için Rus Başkomutanlığı’na müracaatta bulundu.

31 Ocak 1878 tarihinde akdedilen ateşkes hükümleriyle bir miktar Rus kuvveti Yeşilköy’e gönderildi.

Ayastefanos’un şartlarını öğrenen İngiltere, dehşete kapılmıştı. İngiltere Rusya’yı Boğazlar’dan uzaklaştırmak için hemen harekete başladı ve bunun için Rusya’ya 1 Nisan’da verdiği notada Ayastefanos Barışı’nı tanımadığını bildirdi.

Bunun üzerine Berlin Kongresi toplandı.

…antlaşmanın 63. maddesi ile 1856 ve 1871 tarihli sözleşmelerin değiştirilmeyen maddelerinin yürürlükte olduğunu teyit ederek, barış zamanında Boğazlar’ın savaş gemilerine kapalı kalması ile Sultan’ın Boğazlar’ın bekçiliğini sürdürmesinde görüş birliğine varmışlardır.

 

Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiltere’nin Osmanlı topraklarına ilgisi kalmadı. Osmanlı devleti bu dönemde koruyucu olarak Almanlara sığındı.

İngiltere 1878'de Kıbrıs'ı, 1882'de Mısır'ı kontrolü aldı.

 

İKİNCİ BÖLÜM

I. DÜNYA SAVAŞI ve MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK BOĞAZLARI (1914-1922)

İngiltere, zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu’da hâkimiyet kurmak ve bu coğrafyadaki etkisini artırmak istemekteydi. Bu politika 19. yüzyıl boyunca İngiliz politikasının ana stratejisini oluşturmuştur.

 

93 Harbi sırasında Rusların İskenderun Körfezi’ne kadar inmelerini önlemek gerekçesiyle çaresiz devlet erkânını zoraki de olsa iknâ ederek Kıbrıs’a yerleşen İngiltere’yi buradan çıkarmak ise mümkün olamamıştır.

İngiltere benzer bir şekilde 1882 yılında geçici olarak işgal ettiği Mısır’dan da çıkmamıştır.

 

Çar I. Petro (1682-1725)’dan itibaren İstanbul’u ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek, Rus dış siyasetinin ana prensibi haline gelmişti.

 

1911–1912 yılları Osmanlı Devleti’nin dış politikada tamamen tecrit edildiği bir dönemdir.

 

1912’de Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ bir araya gelerek Balkan birliğini oluşturmuş, 9 Ekim 1912’de Karadağ Türkiye’ye savaş ilân etmiş, bundan 5 gün sonra, yani 13 Ekim 1912’de diğer Balkan devletleri verdikleri notalarla savaşı başlatmışlardır.

Türk ordusu ilk taarruz karşısında Bulgarlara yenilerek Çatalca’ya çekilmek zorunda kaldı. Balkan ülkeleri toprak paylaşımında birbirine girince ikinci Balkan Savaşı çıktı.  …bu savaşta Osmanlı Devleti’nin galibiyeti üzerine Yunanistan’ın eline geçmiş olan adaların geri alınma imkânı ve hakkı doğmuş iken Avrupalı devletler devreye girdi ve adalara el koydular.

 

Mondros Mütarekesi’nden sonra 21 Kasım tarihinde artık bütün Karadeniz sahilleri İngiltere’nin kontrolü altına girmişti

 

(Mondros’tan sonra batılıların Osmanlı ve Rus topraklarına yönelik saldırıları, ileriki dönemde iki ülkeyi işbirliğine teşvik edecektir. )

 

Paris Barış Konferansı’nda “Boğazlar Pazarlığı”

1919 yılının Ocak ayında bozulan güçler dengesini yeniden tesis etmek üzere toplanan ve 32 devletin katılımıyla başlayan Konferans, ateşkes altındaki beş ülke ile taraflar arasındaki ilişkileri yeniden kurma görevini üstlendi.

Konferans’ta işlemler 12 Ocak 1919’da başladı ve geniş anlamda 10 Ağustos 1920 Sevr Anlaşması’nın imzalanmasıyla neticelendi.

 

İngiltere Hükümeti I. Dünya Savaşı sonunda biri 1918 yılının son ayları, diğeri 1919 senesinin ilk aylarında olmak üzere iki defa Boğazlar ve İstanbul mandasının kabulünü Kuzey Amerika Birleşik Devletleri’ne teklif etmiştir

Konferans’ta Türkiye’nin Avrupa’dan çıkarılması, gelecek barış programının hedefi olarak isteniyordu ve parola da şu idi: “Boğazlar’ın serbestisi”. Gerçekleşme yolu da bu geçitlerin uluslararası bir duruma getirilmesinde görülüyordu.

 

Meclis-i Mebusan’a intikal eden metin, 22 Ocak 1920’de Felah-ı Vatan Grubu’nun gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuş; 28 Ocak 1920’de de resmî olmayan gizli toplantıda oylanarak mevcut bütün üyelerin ittifakı ile kabul edilmiştir

Misak-ı Milli’de kesin çizilen bir hat, sınır yoktur

 

Birinci İnönü Zaferi’nden biraz sonra Fransa ve İtalya Sèvres Projesi’nde biraz değişiklik yapmak kaydıyla Türkiye ile barış yapılmasında ısrar etmekteydiler.

…üzerinde durulan ve tartışılan en önemli konu; Boğazlar Sorunu, İstanbul’un geleceği ve Halife-Sultan’ın durumuydu

Londra Konferansı 12 Şubat 1920 tarihinde toplandı

 

16 Mart 1921’de Moskova’da “Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması” imzalandı.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

LOZAN BARIŞ KONFERANSI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ BOĞAZLAR

18 Temmuz 1932’de Türkiye Milletler Cemiyeti’ne dahil oldu.

 

Lozan ve Montreux değerlendirmeleri…

 

1998 / yeni Boğazlar Tüzüğü

Yeni Tüzükte, belki de en önemli değişiklik, Türk Boğazları tanımının Marmara Denizi ile birlikte coğrafi bir bütünlük olarak tanımlanmasıdır.

 

SONUÇ

İstanbul’un fethi ile “Türk Boğazları” adı ile anılan Boğazlar, / Rusya’nın siyasi bir güç olarak temayüz etmesi ve ardından sıcak denizlere inmek için Boğazları hedef haline getirmesiyle / “mesele” halini almıştır.

18. yüzyılda özellikle İngiltere’nin sömürgelerine giden yolun güvenliğinin Türk Boğazlarına bağlı oluşu, üçüncü bir devletin Boğazlar siyasetiyle yakından ilgilenmeye başlamasını neticelendirmiştir.

 

Lozan Barış Antlaşması’nda Boğazların Uluslararası Komisyon’a devri ve silahsızlandırılmasına karar verilmiştir.

1936 yılında yapılan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar, tekrar Türk hâkimiyetine geçmiştir.

 

Amerika’nın donanmasının giremediği tek deniz Karadeniz’dir

 

Boğazlar Meselesi’nin çözümünde ne yapılıp ne yapılmamasını belirleyecek tek faktör “güç” olacaktır.

 

Amerika ve Rusya Boğazlarda Türkiye’nin hâkimiyetini öncelikli olarak tercih etmek mecburiyetindedirler. Çünkü başta Amerika ve gelişmiş devletler güçlerini ve savaş kabiliyetlerini teknoloji faktörüne ve teknik kabiliyete sahiptirler. Türkiye ise gücünü ve savaş kabiliyetini teknolojiyle değil insan faktörüne endeksleyerek geliştirmiştir.

Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara - 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder