1 Eylül 2021 Çarşamba

Jack London - Martin Eden

Harika bir roman. 
Martin Eden bir denizci, eğitim/görgü dersi (varsa böyle bir şey) alamamış ve bu nedenle bazı çevrelerce "kaba" görülen, küçümsenen biri. Onu küçümseyen çevrelerden Ruth adlı bir kıza âşık oluyor. Kızın sevgisini, takdirini kazanabilmek için kendini geliştirmeye çalışıyor. Okuyor, sürekli okuyor. 
Bir süre sonra yazılar/hikâyeler yazıp bunları dergilere gönderiyor. Çoğunlukla cevap bile alamıyor fakat yazmaya devam ediyor. 
Zor zamanlar geçirir fakat bunların üstesinden gelir, zaman geçer, yaptığı siyasi içerikli hararetli konuşmalardan biri bir dergide yayınlanır. Ruth'un ailesi  bu yazıyı, zaten sevmedikleri Martin'i başlarından savmak ve kızlarından uzaklaştırmak için fırsata dönüştürür. Ruth ondan uzaklaşır. Değer verdiği, entelektüel sohbet edebildiği tek arkadaşı intihar eder. Bu kötü günlerde bir romanı yayınlanır. Kitabı çok ilgi görürü fakat bu başarı Martin'in umurunda olmaz. Her şeyden uzaklaşıp güney denizine gitmek ister. 
Şöhreti artar, bir zamanlar onu küçümseyenler artık ona yakın olabilmek için sıraya girer. Ruth dahi , bir zamanlar "hata" deyip yüz çevirdiği Martin'in peşine düşer. 
Pek az sayıdaki yakınına maddi katkılar yapar ve güney denizin gitmek üzere yola çıkar. Denizi düşünerek güverteden aşağıya bırakır kendini.
...

Jack London - Martin Eden

 

Biri kapıyı anahtarla açarak içeri girdi. Onu, beceriksiz bir tavırla başındaki şapkasını çıkartan genç izledi.

Deniz kokan kaba giysiler vardı üstünde.

 

Güzelliğe karşı duyarlıydı.

 

Onun eline su dökmeye bile layık değildi...

 

Onlar yaşamı kitaplardan öğrenirken kendisi yaşamakla meşguldü.

 

Tek bir başarıyla onu kazanmayı umamazdı. Dişlerini fırçalamaktan, özgürlüğünü yitirmesi kadar kendini etkileyen kolalı yakaya varıncaya dek her şeyde kişisel bir reform yapmalıydı.

 

Aynada kendine bir kez daha baktı ve büyük bir ciddiyetle konuştu:

«Martin Eden, yarın sabah yapacağın ilk iş kütüphaneye gidip, görgü kitabı okumak olacak. Anlaşıldı mı?»

 

Görgü kurallarının çokluğu karşısında şaşırıp kaldı ve kibar bir toplumda insanlar arasındaki davranış biçimleri içinde kendini yitirdi.

 

Cinsellik ortaya çıkalı beri, geçen bütün yüzyıllar boyunca kadının en etkili konuşması gözleriyle olmuştur.

 

Ruth Morse ile ilk karşılaşmasından sonra okumayla dolu bir hafta geçmişti ve hala onu aramayı göze alamıyordu.

 

(Parasız kalan Martin çamaşırhanede çalışıyor)

 

“Bana ne zaman âşık oldun?” diye fısıldadı.

“Ta baştan beri, ilk baştan... Seni ilk gördüğüm andan beri…”

 

“Babanla benim senin için başka tasarılarımız var... Hayır, hayır! Senin için başka birini seçmiş falan değiliz. Planlarımız, kendi sınıfından, âşık olduğun zaman seçeceğin iyi ve saygıdeğer biriyle evlenmenden öteye gitmiyor.”

“Ama ben Martin'i seviyorum” diye karşı çıktı kız.

 

Dünyadaki müzik eleştirmenleri haklı olabilir. Ama ben, zevkimin yerine insanlığın bir ağızdan aldığı kararlan koymayacağım. Eğer bir şeyi beğenmezsem, beğenmem, hepsi bu kadar. Ve türümün birçokları bir şeyi beğeniyor, ya da beğendiklerini sanıyorlar diye aynı şeyi beğenmem için hiçbir neden yok. Beğendiğim ya da beğenmediğim şeylerde modayı izleyemem.

 

Ruth onun düşüncelerini, yine görünüşteki karşılaştırmalarla ve kabul edilmiş fikirlere olan inancına göre tarttı. Kimdi ki o, bütün dünya yanılırken haklı olacaktı? / s. 183-184

 

Ruth'a göre yoksulluk pek de hoş olmayan bir yaşama biçimiydi. Bu konu üstündeki bütün bilgisi bu kadardı.

 

Öykünüzün tefrika hakkına karşılık size kırk dolar öneriyoruz / s. 195

 

Martin'in şans yıldızı parlamaya başlamıştı. Ruth'un ziyaretinden bir gün sonra New York'taki haftalık dergilerden biri gülünç şiirleri için üç dolarlık bir çek gönderdi (s. 204).

 

Ama çok geçmeden başarı Martin'in adresini yitirdi… (s. 217)

 

Sevgi dolu bir mektup değildi bu.

Ama bütün mektupta Martin'e en acı gelen şu bölümdü: «Bir işe girip, kendini yükseltmeye çalışabilseydin!» diye yazıyordu. “Ama olacak şey değildi bu. (…) Lütfen bunu unutma. Bu yalnızca bir hataydı. Annemle babamın da belirttikleri gibi biz birbirimiz için yaratılmamıştık. Çok geç olmadan bunun farkına vardığımız için ikimiz de sevinmeliyiz... Beni görmeye çalışmanda hiçbir yarar yok,” diyordu mektubun sonlarına doğru.

 

Birkaç hafta sonra beklediği şey oldu. Ruth ile sokakta karşılaştı.

 

Kuzey Oakland'a kadar uzun bir yol vardı ama merdivenleri çıkıp odasına girene dek, yürüdüğünün farkına varmadı.

 

Odasına gelince yazmaya devam etti. Gündüzler ve geceler geçiyor, o masasının başından kalkmaksızın yazdıkça yazıyordu.

 

Yakında iki kitabı çıkacaktı ve yayımlanma olasılığı olan daha bir sürü kitabı vardı.

 

Birinin kapıya vurmasıyla kendine geldi. Uyumuyordu. Kapıya vurulduğu an bunun bir telgraf, bir mektup ya da çamaşırhaneden temiz çamaşırlarını getiren hizmetçilerden biri olduğunu düşündü. O anda aklına Joe geldi ve onun nerede olduğunu merak etti.

Sonra, “Girin,” dedi.

Aklı hala Joe'da idi. Kapıya dönüp bakmadı bile. Kapının yavaşça kapandığını duydu. Bunu uzun bir sessizlik izledi. Kapıya vurulduğunu unutmuştu bile. Bir kadının hıçkırdığını işittiğinde hala boş gözlerle önüne bakmaktaydı. isteksizce ve ani bir hıçkırıktı bu. Martin başını çevirirken fark etti bunu. Biraz sonra ayağa fırlamıştı.

“Ruth!” dedi şaşkınlıkla (s. 344).

 

“Gizlice girdim. Burada olduğumu kimse bilmiyor. Seni görmek istedim. Çok aptalca davrandığımı söylemek için geldim buraya. Artık senden ayrı kalmaya daha fazla dayanamadım. Kalbim buraya gelmeye zorladı beni. Çünkü... çünkü gelmek istiyordum.”

Böyle bir anda reddedilmenin bir kadının uğrayabileceği en büyük aşağılanma olduğunu düşünerek Ruth'a sarılıp onu kendine doğru çekti. Ama öpüşmelerinde hiçbir sıcaklık, dokunuşlarında hiçbir ihtiras yoktu (s. 345).

 

Bir süre ikisi de konuşmadan oturdular. Kız kara kara düşünüyor, Martin ise yitirdiği aşkını anımsıyordu. Şimdi Ruth'u hiçbir zaman gerçekten sevmemiş olduğunu anlıyordu. O idealize edilmiş bir Ruth'u, kendi yarattığı olağanüstü bir yaratığı, yazdığı aşk şiirlerindeki o saf kadını sevmişti (s. 350).

 

Editörler ve yayımcılar da mektup yığınlarını arttırıyordu. Editörler yazıları için, yayımcılar kitapları için ayağına kapanıyorlardı. Varını yoğunu rehincide bırakarak yazdığı o zavallı yazılarının ardında koşuyorlardı.

 

Kendi kendine sırıttı. Birkaç ay içinde insanlarda böyle bir fikir değişikliği yaratacak ne yapmıştı? (s. 356)

 

O anda durumunun ne denli umutsuz olduğunu anladı. Gölgeler vadisinde olduğunu berrak gözlerle gördü. İçindeki bütün yaşama duygusu onu bırakıyor, ölüme itiyordu.

Yirmi dört saatte uykuya ayırdığı dört saat, onun yaşamından çalınan bir zamandı. Şimdi ise yaşamdan nefret ediyordu. Hiçbir tadı kalmamıştı. Umutsuzluğu buradaydı işte. Yaşamı özlemeyen bir yaşam bitmeye yüz tutmuştu (s. 356-357).

 

Ömründe ilk kez Martin birinci sınıf bir kamarada yolculuk ediyordu.

 

Evrendeki yararlı tek şey buydu. Yaşam ıstırap veren bir yorgunluğa döndüğünde ölüm sonsuz uykusuyla bütün acıları dindirmeye hazırdı. Daha fazla ne bekliyordu?

Gitme zamanı gelmişti.

 

Kolları ve bacakları yorgunluktan hareket edemeyecek bir hale gelinceye dek derine indi.

 

Aşağılarda bir yere, karanlığın içine düştü. Bu kadarını biliyordu. Karanlığın içindeydi. Bunu bildiği an başka bir şey bilemedi.

 

Türkçeleştiren: Gülen Aktaş

Oda Yayınları

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder