Şafak Kızı (s. 5-23)
Sen ki, nasıl derler ona? Evet evet, hımbılın tekisin!
Şaşkın ördek gibi derler ya, aynı öylesin sen. Olmayacak
yerlerde arıyorsun altını.
…
Uzak Diyarlarda (s. 24-)
Başımızı alıp, verelini uzak bir ülkeye gittiğimiz zaman,
vardığımız yerin törelerine, geleneklerine uymak için, o zamana kadar
bellediğimiz nice şey varsa, hepsini kafamızdan silip atmamız gerekir.
Kuzey Kutbundaki altın masalı bütün dünyaya yayıldığı, o
büyülü Kuzey Kutbu sözünün insanların yüreğini titrettiği günlerde…
Yirmi yıldır Northland’lı altın arayıcıların gide gelen
aşındırdıkları yolları bırakıp, bir takım dangalak gibi o da, ilkbaharda Edmonton’dan
geçerek, adeta felâketten kaçarcasına altın arayan bir topluluğa karıştı.
…bir insan gerçek dostluğun d’sini bile bilmez ama soylu bir
kişi olabilir.
Sanat tarihi uzmanı, yanındaki arkadaşına tam bir yabanın
ayısı, pis, mundar bir hayvan gözüyle bakıyordu.
Hüzün başka iklimlerde, doğanın üstüne çöktüğü zaman, yine
de bir umut kırıntısı, insanın yüreğini gönendirecek bir ışık eksik olmaz pek.
Yarım kalmış bir türküyü tamamlayacak bir ses bulunur oldum olası. Gelgelelim
Kuzeye vergi değildir bunlar.
Bir yerlerden soğuk geliyordu kurşun gibi.
…
Hatırlamak (s. 55-72)
Talihli İnci, binbir güçlükle, soluk soluğa karın üstünde
yürüyor…
Hayat dediğin kalıbı deldirmemek için savaşmaktır,
…
Siwash (s. 73-95)
Hele erkek olsaydım bir ah!
Bu yürekten gelen haykırışın öyle büyük bir önemi yoktu. Ama
Molly’nin kendisiyle birlikte çadırda duran iki adama pisliğe bakar gibi
bakması onların gözünden kaçmamıştı.
O bir siwash’di. Ama kadındı ha! Her şeyiyle, bütün
varlığıyla beyaz bir kadındı.
Siwash’i insan yerine, adam yerine komaz kimse.
…
Yolagelmez Yan (s. 96-109)
Yan, gık demeden debelenip durdu yerlerde.
Yan, nereye gideceğini bilmeden alabildiğine kaçıyordu.
Kafasında bir tek düşünce vardı: «Yaşamak».
Yan, geri geri çekilip yumruklarını göstererek:
“Yo, yo diye bağırdı, asılmak falan istemiyorum ben…”
…
Fedakâr Kadın (s. 110-136)
Tüyleri buzdan diken diken olmuş tilki bakışlı, kurt
kafasına benzeyen bir kafa çadırın perdeleri arasına süzülüverdi.
…kadınların fedakârlığından, sevgisinden falan söz ettiniz.
Hakçası esaslı şeyler söylediniz. Benim de şimdi aklıma buralar daha yeniyken,
insanların yaktığı ateşler yıldızlar kadar birbirinden uzakken olmuş birtakım
şeyler geldi.
Sözünü edeceğim kadının adı Passuk’tur. Onu, kıyıda oturan
anasından babasından namusumla satın almıştım.
Bir akşam dükkânda toplanmıştık hep. Boş raflara baktıkça,
daha iyi duyuyorduk karnımızın açlığını.
Onun neden böyle birden halsizleştiğini, gücü kuvveti
kalmadığını ossaat anlamıştım. Biz her gün yiyeceği kardeş payı yapıyorduk. O
ise, her gün, kendine düşenin yarısını yemiş, yarısını küçük bir torbaya koyup
artırmıştı. Şöyle dedi bana:
“Passuk’un yolu bitiyor burda. Ama seninki çok sürecek
daha…”
…
Ayrılan Yollar (s. 137-159)
Güleç yüzlü, pırıl pırıl tenli türkücü oğlan, fasulyelerin
fokur fokur kaynadığı tencereye bir parça daha su koymak için eğildi.
Hayat yaşanılır, çekilir nane değil. Çünkü birimizi beyaz,
birimizi kızıl derili yaratmış. Haksızlığın daniskası bu. Sonra tutmuş
yollarımızı birleştirmiş. Sonra tutmuş, yollarımızı ayırmış. Elimizden bir şey
gelmiyor.
…
Türkçeleştiren: İrfan Yalçın
Yankı Yayınları, 1974
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder