1 Eylül 2021 Çarşamba

Jack London - Şafak Kızı

 Jack London - Şafak Kızı

 

Şafak Kızı (s. 5-23)

Sen ki, nasıl derler ona? Evet evet, hımbılın tekisin!

 

Şaşkın ördek gibi derler ya, aynı öylesin sen. Olmayacak yerlerde arıyorsun altını.

 

Uzak Diyarlarda (s. 24-)

Başımızı alıp, verelini uzak bir ülkeye gittiğimiz zaman, vardığımız yerin törelerine, geleneklerine uymak için, o zamana kadar bellediğimiz nice şey varsa, hepsini kafamızdan silip atmamız gerekir.

 

Kuzey Kutbundaki altın masalı bütün dünyaya yayıldığı, o büyülü Kuzey Kutbu sözünün insanların yüreğini titrettiği günlerde…

 

Yirmi yıldır Northland’lı altın arayıcıların gide gelen aşındırdıkları yolları bırakıp, bir takım dangalak gibi o da, ilkbaharda Edmonton’dan geçerek, adeta felâketten kaçarcasına altın arayan bir topluluğa karıştı.

 

…bir insan gerçek dostluğun d’sini bile bilmez ama soylu bir kişi olabilir.

Sanat tarihi uzmanı, yanındaki arkadaşına tam bir yabanın ayısı, pis, mundar bir hayvan gözüyle bakıyordu.

 

Hüzün başka iklimlerde, doğanın üstüne çöktüğü zaman, yine de bir umut kırıntısı, insanın yüreğini gönendirecek bir ışık eksik olmaz pek. Yarım kalmış bir türküyü tamamlayacak bir ses bulunur oldum olası. Gelgelelim Kuzeye vergi değildir bunlar.

 

Bir yerlerden soğuk geliyordu kurşun gibi.

 

Hatırlamak (s. 55-72)

Talihli İnci, binbir güçlükle, soluk soluğa karın üstünde yürüyor…

 

Hayat dediğin kalıbı deldirmemek için savaşmaktır,

 

Siwash (s. 73-95)

Hele erkek olsaydım bir ah!

Bu yürekten gelen haykırışın öyle büyük bir önemi yoktu. Ama Molly’nin kendisiyle birlikte çadırda duran iki adama pisliğe bakar gibi bakması onların gözünden kaçmamıştı.

 

O bir siwash’di. Ama kadındı ha! Her şeyiyle, bütün varlığıyla beyaz bir kadındı.

 

Siwash’i insan yerine, adam yerine komaz kimse.

 

Yolagelmez Yan (s. 96-109)

Yan, gık demeden debelenip durdu yerlerde.

 

Yan, nereye gideceğini bilmeden alabildiğine kaçıyordu. Kafasında bir tek düşünce vardı: «Yaşamak».

 

Yan, geri geri çekilip yumruklarını göstererek:

“Yo, yo diye bağırdı, asılmak falan istemiyorum ben…”

 

Fedakâr Kadın (s. 110-136)

Tüyleri buzdan diken diken olmuş tilki bakışlı, kurt kafasına benzeyen bir kafa çadırın perdeleri arasına süzülüverdi.

 

…kadınların fedakârlığından, sevgisinden falan söz ettiniz. Hakçası esaslı şeyler söylediniz. Benim de şimdi aklıma buralar daha yeniyken, insanların yaktığı ateşler yıldızlar kadar birbirinden uzakken olmuş birtakım şeyler geldi.

 

Sözünü edeceğim kadının adı Passuk’tur. Onu, kıyıda oturan anasından babasından namusumla satın almıştım.

 

Bir akşam dükkânda toplanmıştık hep. Boş raflara baktıkça, daha iyi duyuyorduk karnımızın açlığını.

 

Onun neden böyle birden halsizleştiğini, gücü kuvveti kalmadığını ossaat anlamıştım. Biz her gün yiyeceği kardeş payı yapıyorduk. O ise, her gün, kendine düşenin yarısını yemiş, yarısını küçük bir torbaya koyup artırmıştı. Şöyle dedi bana:

“Passuk’un yolu bitiyor burda. Ama seninki çok sürecek daha…”

 

Ayrılan Yollar (s. 137-159)

Güleç yüzlü, pırıl pırıl tenli türkücü oğlan, fasulyelerin fokur fokur kaynadığı tencereye bir parça daha su koymak için eğildi.

 

Hayat yaşanılır, çekilir nane değil. Çünkü birimizi beyaz, birimizi kızıl derili yaratmış. Haksızlığın daniskası bu. Sonra tutmuş yollarımızı birleştirmiş. Sonra tutmuş, yollarımızı ayırmış. Elimizden bir şey gelmiyor.

 

Türkçeleştiren: İrfan Yalçın

Yankı Yayınları, 1974




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder