Nurdan Gürbilek - Vitrinde Yaşamak
1980’lerin Kültürel İklimi
Bu kitaptaki yazılar, 1980'lerde yaşadığımız kültürel
değişimi çeşitli yüzleriyle çözümlemeyi amaçlıyor.
80'lerin ilk yansına darbenin, baskının, şiddetin; ikinci
yansına görece özgürleşmenin, daha modern daha sivil bir iktidarın damgasını
vurduğu söylenebilir.
İlkinin bastırdığını İkincisi kışkırttı, dönüştürüp içermeye
çalıştı. İkincisinin kışkırttığını ilki bastırmaya çalıştı. / s. 13
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Kürt hamiliği, Bülent Ersoy'a
konan sahne yasağı ve basının eşcinselliği ya da travestiliği adeta
kışkırtması, kültürel alandaki yasaklar ile kültüre sermaye akıtılması,
kitlelerin taleplerini dile getirebilecekleri kurumların yok edilmesi ile
neredeyse ilk kez bir kitle kültürünün ortaya çıkması, bütün bunlar aynı
dönemin farklı yüzleriydi.
1980'lerin Kültürel İklimi
80'lerin ortasında Türkiye'de, neredeyse baskı döneminden
çıkıldığı yanılsamasını doğuracak yaygınlıkta bir söz, imge ve görüntü
patlaması yaşandı.
Özel Hayatın Kamusallaşması
Sonuçta 80'lerin Türkçeye kazandırdığı en önemli
sözcüklerden biriydi özel hayat,
İmgenin Özerkleşmesi
80'lerin belirgin özelliklerinden biri de geçmişe duyulan
ilginin artmasıydı.
80'lerde arabesk, büyük şehre sızmaya çalışan taşralı kalabalığın
sesini duyurma, kendini kabul ettirme, görüntüler piyasasında kendine bir yer
edinme, girdiği yabancı kültür içinde yönünü bulma, onu bozma ve kendine
benzetme isteğinin adı oldu…
Vitrinde Yaşamak
Bir camekânda yaşamak kusursuz bir devrimci erdemdir.
"ahlaki teşhircilik"te özgürlüğün teminatını
görmüş olmalı.
Galleria'ya gitmek / malların sergilendiği ve seyredildiği,
Meta'nın ziyaret edildiği bir fuara benziyor.
Simmel yabancıyı "bugün gelip, yarın kalan" kişi
olarak tanımlamıştı. Turist bugün gelip yarın giden kişiyse eğer, yabancı da
bugün gelip yarın gidemeyen, geri dönme imkânı olmayan kişidir.
Arabesk "bugün gelip yarın kalan"ın, önceki ve
bugünkü kültürünün uzlaştığı yerdir: Hem o, hem ötekidir. Aynı zamanda onu
geldiği yerden de, kaldığı yerden de ayıran, önceki kültüründen koptuğu, yeni
tanıştığı kültüre direndiği yerdir: Ne o, ne ötekidir. / s. 35
Bugün bu değişimin en belirgin olarak görüldüğü alanlardan
biri de politika. Seçim kampanyalarında artık bir partinin hangi programı
savunduğundan çok, hangi kimliği, hangi imgeyi ya da üslubu seyre sunduğu
önemli.
Özal, son seçimlerde istediği oyu alamazsa siyasetten
çekileceğini açıklamıştı. Dalan, Tempo dergisinde İstanbul metrosuyla ilgili
yolsuzlukları açıklayan bir haber yayımlanınca, ertesi gün hemen dergiyi
mahkemeye vereceğini açıkladı. Ama ne Özal siyasetten çekildi, ne de Dalan
dergiyi mahkemeye verdi. Bütün bunlar basında bir kere yer aldıktan sonra, Özal
"çekiliyorum" demekle çekilmiş, Dalan "mahkemeye vereceğim"
demekle dava açmış gibi oldu.
Sözün geçersiz olduğu, bir simgeye dönüştüğü bir toplum,
muhalefeti de kendisi gibi bir jest, bir simge olmaya zorlar. / s. 36
Batı'da gelişen birçok alt kültür, daha çok simgesel bir
muhalefet olarak gelişti.
…onlar bu imparatorluğu, Umberto Eco'nun deyişiyle
"semiyotik bir gerilla savaşı"yla içerden çökertmeye çalıştılar.
Adlandırılmak
Foucault Cinselliğin Tarihînde, on yedinci yüzyıldan
itibaren Batı'da cinselliğin tarihini, cinselliğin üzerindeki örtünün
kaldırılmasının, hazların sınıflandırılmasının, cinselliğin bir bilme talebinin
nesnesine dönüştürülmesinin tarihi olarak ele alır.
O halde cinsellik bastırılmaktan çok, söylemle kuşatılmış,
söze hapsolmuştur.
İktidar red, inkâr, engelleme, yasaklama ya da saf dışı
bırakmadan çok kurma, düzenleme, kışkırtma ve çoğaltma teknikleriyle
işlemektedir.
Mahrumiyet
1980'lerin ilk yansında Türkiye'de çıkan gazetelere göz
attığımızda bir şeyi fark edeceğiz: 12 Eylül'ün hemen ardından darbeyi
meşrulaştırmayı amaçlayan "anarşi ve terör" haberleri dışında, kamuyu
ilgilendiren pek bir şey olmuyor gibidir.
…devlet şiddetinin işaretlerini bulmak imkânsızdır. Tam da
devletin tekeli haline geldiği bir durumda, şiddet sanki özel hayatın bir
olgusuymuş gibi ayrışır
Haber konularının en fazla kısıtlandığı dönem, gazete ve
dergilerin sayısının ve türünün en çok arttığı dönem olmuştur.
Eski Yunanlıların oyuncuların sahnede taktıktan maskelere
persona adını verdiğini biliyoruz. Bugün sözcük, "kişi"yi belirtiyor
İktidarın Sağlığı
Evren 12 Eylül müdahalesini birçok kez hastalığa bulunmuş
bir çare olarak sundu
Foucault, Ortaçağ boyunca Avrupa'yı kasıp kavuran salgın hastalıktan
kontrol altında tutabilmek için alman tedbirlerin onyedinci yüzyıldan itibaren
toplumdaki çeşitli düzensizlikleri de kontrol altına almakta kullanıldığına
işaret eder.
…bütün bu müdahalelerin bir halk sağlığı söylemi etrafında
meşrulaştırıldı…
…hastalık metaforunun politik ideolojilerde aldığı biçimler…
Kanser, frengi ve verem, Nazilerin Yahudi aleyhtarı
propagandalarının temel unsurlarından biridir. İtalyan fütüristlerinin önderi
şair Marinetti de komünizmi
"bürokratik kanserin şiddetlenmesi" olarak görür…
Krizin İmkânları
Küfür Romanlarının tek bir teması var: Sağlıksız sanat.
Roman, destanın parçalanmış bir dünyadaki zayıf yankısıdır
Lukacs'a göre klasikler sağlıklı, Romantikler hastalıklı,
Dışavurumcular iflah olmaz derecede hastalıklıdır.
Vicdan ve Teknik
…bugünden geriye bakıldığında, Gencebay'ı 70'lerde popüler
kılanın, aslında aynı yıllarda solu popüler kılan şeyle akraba olduğu
görülebilir.
Orhan Gencebay'ın şarkılarının hemen hepsi vefa-ihanet,
ayrılık-kavuşma, hasret-vuslat, boyun eğme-onur, sevgi-nefret, günah-sevap gibi
mutlak karşıtlıklara dayanıyordu.
…mutluluğun ve tatminin ertelenmek zorunda olduğu bir
dünyanın sesiydi.
Şehirde yolunu bulamamışlara sesleniyordu, ama kendisi
şehirliydi. Açların derdini dile getiriyordu ama kendi toktu.
"Dom dom kurşunları", "Ben sana
dolanayım"lar, taşranın ancak büyük şehrin imkânlarıyla karşılaştığında,
parayla buluştuğu anda edinebileceği bir rahatlamayı temsil ediyordu.
1980'lerin yıldızı bu yüzden İbrahim Tatlıses'ti, Orhan Gencebay değil.
Bastırılmışın Geri Dönüşü
60lar bir bakıma, Batı'nın Üçüncü Dünya'yı keşfetmesiyle
başlar.
Piyasanın belki de tayin edici farkı bu: Onun görünmez
baskısı, öznesiz şiddeti, mahrum bıraktığı arzuyu hiçbir şeyle teselli etmiyor.
Arzunun tatminini hep gelecek zamana ya da öte dünyaya erteleyen geleneksel
ideolojilerin aksine, onun aslında tatmin edilemeyeceği gerçeğini gizliyor.
Dolayısıyla, bastırıldığında bir kurtuluş vaadi olarak görünebilen arzu, geri
dönerken taşıdığı bütün vaatleri terk ettiğinden, kendisini bir arsızlık olarak
tüketiyor.
Belki de bu vaadin temelinde, geçmişte yaşanmış bir açlığın
hiçbir zaman giderilemeyeceği gerçeği var.
Teklifi Olmayan Kültür
Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
Habermas'ın günümüzde ortadan kalktığına inandığı imkân buydu:
Sermayenin merkezileşmesi, buna bağlı olarak devletin toplumsallaşması,
toplumun devletleştirilmesiyle birlikte bu kamusal topluluk dağılmıştı.
Richard Sennett da Kamusal İnsanın Çöküşü'nde farklı bir
bakış açısıyla da olsa aynı temel problemle uğraştı: Bir zamanların kamusu
çözülmüş, kamusal insanı ortadan kalkmıştır. Tartışmasını akıl yürütme gibi
evrensel sayılabilecek bir ilkeden çok, yabancılarla kurulan ilişkinin
niteliğindeki değişim etrafında kurmuştu Sennett.
…
Gürbilek, Nurdan (2001), Vitrinde Yaşamak, Üçüncü
Basım, Metis Yayınları
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder