26 Temmuz 2012 Perşembe

Platon – Protagoras


Platon – Protagoras – ΠΡΩΤΑΓΟΡΑΣ

(Sokrates’in bir arkadaşı)
Sokrates, bahse girerim, gene güzel Alkibiades’in peşinde idi.

(Sokrates)
Sakaldan ne çıkar! Hayranı olduğun Homeros tam Alkibiades’in yaşı olan tüylenme devrinin en sevimli yaş olduğunu söylememiş miydi? (309b)

(Sokrates)
Doğrusu hiçbir bilge Protagoras’la boy ölçüşemez. (309d)

Protagoras’a ne denir? Herkes sofist olduğunu söyler… (311e)

…bize sorulsa, sofist hangi çeşit bilinecek şeyde bilgilidir, ne iş görür? Ne cevap verirdik? Başkalarını konuşmakta usta kılmayı bilir demekten başka ne söylenebilir…
Sofist bizi acaba ne üzerinde konuşmakta usta kılar. (312d)

…bilim satın almak, gıda satın almaktan çok daha tehlikelidir.
…bir kere satın alındı mı, doğrudan doğruya ruha yerleşir… (314a)

Tanrıların var oldukları, ölümlülerin henüz türemedikleri zamanlardı. Bunların yaratılmaları için mukadder olan an gelince, tanrılar toprak, ateş ve bunlara karışabilen şeylerle meydana gelmiş hamurla yeraltında onlara biçim veriyorlardı. Işığa kavuşacakları an yaklaşınca tanrılar her birine lüzumlu olan güçlerin de gereğince dağıtılmasını Prometheus’la Epimetheus’a bıraktılar. (320d)

…ince düşünemeyen Epimetheus, farkına varmadan elindeki bütün güçleri hayvanlara harcamıştı. (321c)

Prometheus insanın korunmasını sağlayacak bir şey bulamayınca Hephaestos’la Athena’nın sanatlar bilgisini ve ateşi çalıyor –çünkü ateş olmadan sanat bilgisi hem olamaz hem de bir işe yaramaz- sonra da onu insanlara armağan ediyor. (321d)

Epimetheus’un yanlışı yüzünden Prometheus’un hırsızlıkla suçlandığı söylenir. (322a)

…suçluları cezalandırmak ne demektir…
…suçlu bir daha yapmasın, başkasına da ibret olsun diye cezalandırılır. Cezanın amacı, gerçekten suçu önlemekse erdem öğretilir bir şey demektir. (324b)

Erdem bir bütündür de doğruluk, ölçü, dinlilik bu bütünün bölümleri midir, yoksa bu saydığım erdemler bir tek bütüne verilen başka başka adlar mıdır? (329c)

Bilgelik de cesaret de erdemin parçalarından sayılabilir değil mi? (329e)

…bir sonuç ancak, se… ise’leri kaldırmakla ispat edilmiş olur. (331c)

…her karşıtın çok değil tek karşıtı var… (332c)

Birbirine karşıt olan şeylerin de karşıt sebeplerden çıktığını söylemiştik.
Hareketler birbirinin karşıtı olunca, bunları doğuran sebeplerin de birbirlerinin karşıtı olması gerekmez mi? (332d)

…bize benzeyen bizim gibi davranacaktır. (338b)

Şairin söyledikleri birbirini tutmazsa, yine güzel mi sayarsın?
“Hayır” (339b)

Şüphesiz iyi adam olmak gerçekten güçtür, ama bir zaman için olmak mümkündür. (344c)

Olmak güçtür ama gene de mümkündür, halbuki olmuş olmak imkansızdır. (344e)
 
…kötülüğün biricik sebebi bilginin elinden gitmesidir. Ama kötü olanın kötü olması mümkün değildir, çünkü o zaten kötüdür, kötü olmak için önce iyi olmak gerekir. (345b)

…Bilgelik, ölçü, cesaret, doğruluk, dindarlık denen bu beş şey bir tek şeye verilen başka başka adlar mıdır, yoksa bu adlardan her biri kendine göre özellikleri olan ve birbirinin aynı olmayan başka başka şeylerin karşılığı mıdır? (349b)

…ölçü sanatı bütün bu yanılmaların önüne geçmez mi? (356e)


Türkçeleştiren: Nurettin Şazi Kösemihal
Sosyal Yayınlar, 2001

24 Temmuz 2012 Salı

Platon – Lakhes


Platon – Lakhes – ΛΑΧΗΣ

…Silah kullanmasını bilen adam karşısındaki tek düşmandan, belki birçok düşmandan bile, zarar görmez: Bilgisi onun için her vakit bir üstünlüktür.

Sonra, silah kullanmayı bilmek insanda başka güzel bir bilgiye heves uyandırıyor. (…) …askerleri yönetmek bilgisini de öğrenmek ister. (182b)

…Lysimakhos ile Melesias, oğullarının ruhlarına erdem aşılayarak onları daha iyi kılmanın yolu nedir, bunu konuşalım diye bizi çağırmışlar. (…) …öyleyse, her şeyden önce erdem denen şeyin ne olduğunu bilmemiz gerekmez mi? (190b)

…erdemin kısımlarından hangisini ele alacağız? Silahla dövüşmeyi öğrenmek hangisiyle ilgiliyse, elbette onu. Bu da, herkesin söyleyip inandığına göre cesarettir. Öyle değil mi? (190d)

…Cesaret, bir çeşit ruh metinliğidir diyebilirim. (192b)

Demek ki sence cesaret, akıllıca olan metinliktir. (192d)

…cesaretin ne olduğunu bulamadık. (199e)

Türkçeleştiren: Sabahattin Eyüboğlu & N. Şazi Kösemihal
Sosyal Yayınlar, 2001








Platon – Lysis


Platon – Lysis – ΛΥΣΙΣ

…biz, birçok güzel delikanlılarla, günlerimizi burada geçiriyoruz. (203b)

Herkesin gözdesi başka, Sokrates.
İyi ama, seninki kim, Hippothales? Onu söyle. (204b)

…sen bir de bize sor, Sokrates; Lysis diye diye bizi bitirdi… (204d)

Kimin oğlu bu?
Aiksone’li Demokrates’in büyük oğlu. (204e)

…sen daha zafere varmadan şiirler ve şarkılarla zaferini övüyorsun.
Ama şiirlerim, şarkılarım, beni övmüyor ki. (205d)
Asıl övdüğün başkası değil, sensin. (…) Aşkta hüneri olanlar, bir şey elde etmedikçe, sonundan emin olmadıkça sevgililerini övmezler, (206a)

…Ktesipposun koluna girerek idman yerine doğru yürüdüm; ötekiler de arkamızdan geldiler. (269e)

…az sonra, avluda oynayan Meneksenos içeri girdi; Ktesippos’u görünce geldi, yanımıza oturdu. Lysis de onu görür görmez arkasından geldi, yanına oturdu. Sonra daha başkaları geldi. Gelenler arasında Hippothales de vardı… (270b)

…dost olduğunuz doğruysa, zenginlikte farkınız yok demektir. (270c)

…Bak şu babana: Eğitmen, öğretmen diye başına bir sürü efendi koymuş. (208e)

…Demek ki, sevgili Lysis, biz bir şeyi iyi bildik mi, Helleni Barbarı, kadını erkeği hep bize başvurur ve ne yaparsak yapalım, işimize karışmak kimsenin aklından geçmez. Bu işte biz hürüz başkalarıysa bize bağlıdır. (210a/b)

…Bilmediğimiz şeyler tam manasıyla malımız da sayılmaz; çünkü onlardan fayda göremeyiz. Böyle olduğunu kabul ediyor musun?
Ediyorum
İnsan o zaman nasıl dost edinebilir? (210c)

…insan birini sevince dost hangisidir? Seven mi, sevilen mi? Yoksa ikisi arasında fark yok mu? (212b)

Dost olan hangisidir? Soğukluk veya nefret görüp de seven mi, sevilen mi? Yoksa sevgi karşılıklı olmadan da dostluk olabilir mi? (212c)

…dost seven değil, sevilendir.
Düşman da nefret eden değil, nefret edilendir. (213a)

…şairlere başvuralım. (…) onlara bakılırsa, dostluk tanrıların işidir.
Hep bir tanrı benzeri benzerine doğru sürer ve tanıştırır. (214a)

…insanın kendi içinde benzerlik ve uygunluk olmayınca, başkalarına da benzetemez; kimseyle dost olamaz. (…)
O halde, sevgili Lysis, benzer benzerin dostudur demek, aldanmıyorsam, dostluk sadece iyiler arasında olur, kötülerse ne iyilerle ne de kötülerle gerçekten dost olamaz demektir; doğru değil mi?
Demek ki … dost olan iyilermiş. (214d)

Hesiodos der ki:
Çömlekçi çömlekçinin, şair şairin, dilenci dilencinin düşmanıdır.
…birbirine en çok benzeyenler arasında kıskançlık, kavga, düşmanlık eksik olmazmış; (215d)
Birbirinin en çok sevenler birbirine en az benzeyenlerdir;  (215e)

…Belki de dostluk bizim düşündüğümüzden apayrı bir şeydir. İyinin dostu belki ne iyi ne kötüdür. (216c)

…ne iyi iyinin, ne kötü kötünün, ne de iyi kötünün dostudur, niçin olmadığını demin gördük. O halde, dünyada dostluk varsa, geriye şu kalıyor: ne iyi ne kötü, ya iyinin yahut da kendi benzerinin dostudur. (216e)

…ne iyi ne kötü ancak iyinin dostu olabilir. (217a)

…Demek ki dost, ister ruh, ister beden, ister bambaşka bir şey olsun, ne iyi ne kötüyken bir kötülükten ötürü iyi olmak arzusuna düşendir. (218b)

…arzu eden bu arzuyu duydukça, arzu ettiği şeyin dostu olur…
…arzu eden kendinde eksik olan bir şeyi arzu eder… (221d)

Bir eksiği, bir ihtiyacı olan, o eksiğin, o ihtiyacın dostudur.  (…)
…aşkta, dostlukta, arzuda insan kendine uygun geleni arar… (…) …birbirinizle dost olmanız tabiatlarınız arasında bir uygunluk bulunmasındandır. (221e)


Türkçeleştiren: Sabahattin Eyüboğlu & N. Şazi Kösemihal
Sosyal Yayınlar, 2001

Platon – Kratylos


Platon – Kratylos – ΚΡΑΤΥΛΟΣ

HERMOGENES: Sokrates, Kratylos varlıklardan her birinin, kendi doğasından gelen doğru bir adı bulunduğunu iddia ediyor. (383a)

…herkese göre aynı olan bir doğru ad varmış. (383b)

…O bana “herhalde seninki hariç; senin adın Hermogenes değil, isterse bütün dünya sana böyle desin” diyor. (383b)

…adların doğruluğu hakkında senin ne düşündüğünü öğrenmek beni memnun edecektir. (384a)

…bence, bir objeye ne ad verilmişse, o doğrudur. (…) …çünkü, doğa, hiçbir objeye, sırf ona özgü olan bir ad vermez. (384d)

SOKRATES: Var olan şeyleri oldukları gibi söyleyen söylem doğru, olmadıkları gibi söyleyen ise yanlıştır. (385b)

…şeyler, bizim hayal gücümüzün keyfince oraya buraya sürüklenmezler; onlar kendi başlarına ve kendi öz varlıklarına ve doğalarına göre mevcutturlar. (386e)

…konuşmak şeylerle ilgili bir aksiyondur, öyleyse adlandırmak da bir aksiyondur? (387c)

…öyleyse, (…) …şeyleri, onların doğasında bulunan adlandırma ve adlandırılma tarz ve yollarına göre adlandırmamız gerekir, yoksa hoşumuza gittiği gibi değil. (387d)

…mekik nasıl kumaş yapmaya yarayan bir alet ise, ad da bilgi iletmeye ve realitede ayrımlar yapmaya yarayan bir alettir. (388c)

…iyi bilgilendiricinin adı kullanırken yararlandığı şey, yasa-yapıcı’nın ürünüdür. (389e)

…ad koymak öyle her önüne gelenin değil, ad koymasını bilenin işidir. (389a)

…bir adın, adı olduğu şeyin tabiatını göstermesi gerektiğini söylüyoruz. (396a)

…fikrice Yunanistan’ın ilk sakinleri (…) tanrılara inanmaktaydılar. (…) Bunları, ezeli bir hareket ve koşu halinde gördükleri için, bu koşma (thein) özelliğini göz önünde tutarak, onlara koşucular (theoi / theos: tanrı) adını verdiler. (397d)

…(daimonlar) onlar, akıllı ve bilgili (daemones) oldukları içindir ki, Hesiodos onlara daimonlar adını veriyor. (398d)

…kahraman ne olabilir?
…bu ad aşk ürünü doğum’u ifade ediyor. (eros / heros)(398c)

Bütün kahramanlar, ya bir tanrı ile bir ölümlü kadının, ya da bir ölümlü erkekle bir tanrıçanın aşkından doğmuşlardır. (…) …onların bilgin, belagatli hatip ve iyi diyalektikçi -soru sormakta (erotan) ve konuşmakta (eirein) (çünkü, eirein ile legein, yani söz söylemek eşanlamlıdır) usta- olduklarını söylemek istiyor. (…) …insanlar (anthropoi) adı. Acaba onlara niçin anthropoi denmiş?(398d)

…anthropos adı; gördükleri şeyi gözlemlemekten, onun üzerinde düşünmekten, onu incelemekten aciz olan hayvanların aksine olarak, insanın bir şeyi görür görmez –epope’nin anlamı da budur zaten- hemen onu incelemeye ve onun üzerinde düşünmeye başladığı anlamına gelir. (…) o gördüğü şeyi inceler (anathron ha epope). (399c)

Ayakları köstekleyen (posidesmon) / Poseidon (402e)

(Plouton)servet (ploutos) toprağın derinliklerinden çıkar gün yüzüne. Hades ise sanırım birçoklarınca görünmeyen (aeides) anlamına gelen bir addır. (403a)

(Hades)görünmeyen (aeides) anlamına gelmekten çok daha fazla, bütün güzel şeylerin bilgisi (eidenai) anlamına geliyor. Yasa-yapıcı, Hades adını buradan çıkarmıştır. (404b)

Demeter’e bu adın verilmesinin nedeni, onun tıpkı bir ana gibi (didousa …meter) bize yiyecekler sunmasıdır. Hera, sevimlidir (erate)… (404b/c)

(Apollon) samimi (haploun), attığını her zaman vuran (aei ballon), arındıran (apolouon), eşzamanlı hareketi meydana getiren (homopolon) olduğunu belirten bir addır. (406a)

Artemis adı, el değmemişlik (to artemes) ve iffet anlamına gelse gerektir. (406b)

Dionysos, şarap sunan (ho didous ton oinon) demek olmalı. Sonradan şakacı bir tarzda didoinusos denmiş. Şarap (oinos), birçok içkiciye, kendilerinde eksik olan akla sahipmişler sanısını verdiğinden olacak, ona haklı olarak oinous (akıllı olduğunu sandıran) adı verilmiş. (406c)

Pallein (yerinden oynatmak) ve pallesthai (yerinden oynamak), yani dans ettirmek ve dans etmek diyoruz. (…)
Pallas’ın açıklaması bu. (407a)

(Athena) Tanrıçanın zekası’nı (theou noesis) göstermek amacıyla adeta onun tanrısal akıl (ha theonoa) olduğunu ilan ediyor. (…) Tanrısal şeyler’i (ta theia noousa) başkalarından daha iyi tanıdığını düşünerek ona theonoe adını vermiştir. (…) doğal zeka’yı (he en to ethei noesis) tanrıça ile aynılaştırarak, ona ethonoe adını vermiş olması da pekala mümkündür. (407b/c)

HERMOGENES: Ya Hephaistos?
SOKRATES: Işık biliminin (phaeos histor) büyük ustası’ndan mı söz ediyorsun? (407c)

Ares’in adını erkekliğine (arrhen), istersen sert ve bükülmez –ki buna da arrhatos (kırılmaz, sağlam) denir- karakterine borçlu olduğunu kabul edebilirsin. (407d)

Hermes adı, söylemle ilgiliymiş gibi görünüyor. Aracı (hermeneus), haberci, usta hırsız, hilekâr dilli, becerikli tüccar bütün bu vasıflar, sözün gücüne bağlıdır. (408a)

Sözü tasarlayan (to eirein emesato) tanrıya verebileceğiniz en doğru ad Eiremes’tir. (408b)

Pan, eğer gerçekten Hermes’in oğlu ise, ya dilin kendisi ya da dilin kardeşi olmalıdır. (408d)

Düşünce (phronesis). Gerçekten de, düşünce, hareket’in ve akış’ın zihin tarafından kavranması (phoras onesis)’dır. Onu, hareketin yardımcısı (phoras onesis) olarak da anlayabiliriz. Her halükârda o (Düşünce )hareketle ilgilidir. (411d)

…eşyanın sürekli hareket halinde olduğu hipotezinde, sophia, bu hareketle temas (epaphe) halinde olmayı ifade ediyor. Şimdi de iyi’ye (agathon) bakalım. Bu kelime, bütün doğada hayranlık uyandıran (agaston) şeyi belirtmeyi amaçlıyor. (412b/c)

Ania (keder), hareketi engelleyen (an-ienai) şeydir. (419b)

Euphrosune’yi (neş’e) açıklamaya gerek yok: onun adını ruhun -eşyanın (şeylerin) hareketine sıkıca uydurulmuş (eu sompheresthai)- hareket’inden almış olduğunu herkes kolayca görür. (419d)

Eros’a (aşk) gelince, bu, ruha dışarıdan aktığı ve bu akım aslında onu duyana ait olmayıp, gözler vasıtasıyla dışarıdan gelip girdiği için, eskiden ona esros/asrhein’den (içine akmak)- denirdi, çünkü o zamanlar biz ô yerine Οϑ kullanırdık. (420b)

…şeylere verilen ilk adlar, insanüstü bir kudret tarafından verilmiştir; dolayısıyla bu adlar zorunlu olarak doğrudurlar. (438c)

Türkçeleştiren: Cenap Karakaya
Sosyal Yayınlar, 2000

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Platon – Devlet Adamı


Platon – Devlet Adamı – ΠΟΛΙΤΙΚΟΣ

SOKRATES - Bana Theaitetos ile Yabancı'yı tanıttığın için sana çok teşekkür borçluyum,
Theodoros.

SOKRATES - Devlet adamı ile filozofu sanki birbirine eşit değerlermiş gibi ele alıyorsun; oysa bu değerlerin arasındaki ayrım hiçbir geometri oranıyla gösterilemeyecek kadar büyüktür.

THEODOROS - …Haklısın. (257a/b)

YABANCI - … Bir işi yarım bırakmamalı. (257c)

YABANCI - Devlet adamına götürecek yolu nasıl bulmalı? (258c)

YABANCI - Büyük bir aileyi küçük bir devlete benzetebiliriz. Yönetim bakımından aralarında bir ayrılık var mıdır?
GENÇ SOKRATES - Hiç yoktur. (259b)

YABANCI - O halde, kralın bilgisi, el sanatlarından, kılgısal işlerden daha çok kuramsal bilgiye yakındır, diyelim mi? 
GENÇ SOKRATES - Hay, hay.

YABANCI - Şimdi, kuramsal bilgiyi bölümlerine ayırmak sırası geldi.

… Bilginin aslında, doğal olan bir ikilik bulabilir miyiz? (259d)

YABANCI - Bence hesap kesin olarak kuramsal sanatlar bölümüne girer.

…Hesap, sayılar arasındaki ayrımları bilir. (259e)

YABANCI - Teorik bilginin bütününü, bir yargıya varan, bir de yöneten bilgiler diye ikiye ayırmamız, sence doğru mudur?
GENÇ SOKRATES - Bence doğrudur. (260d)

YABANCI - …Kralı, kendiliğinden emir veren yöneticiler sınıfına koyacağız. (260e)

YABANCI - …krallık bilgisi mimarlık bilgisi gibi cansız şeylerin yönetimi değildir. O bilgi daha yüce bir iş görür; canlılara emreder; oldum olası yönetimini hep canlılar üzerinde kurmuştur. (261d)

YABANCI - Acele ettiğimiz için işimiz çabuk yürümedi. (264d)

YABANCI - …insanların güdülmesi sanatı… krallık ve devlet sanatı işte budur. (267d)

YABANCI - …Yaratıcı, daha başlangıçta evrene akıl ve can vermiş olduğu için, evren kendiliğinden geri döner, ters yönde dönmeye başlar. (269d)

YABANCI - …Evrenin tersine dönmesiyle birlikte ölenlerin hayatı da geri dönüyor. Dağılan bedenleri yeniden bir araya geliyor. (271b)
YABANCI - …Evrenin kısımları, şimdi de bazı yerlerde olduğu gibi, daha küçük tanrıların emrine verilmişti. (271d)

YABANCI - …Evrende iyi olan her şey yaratıcı tanrıdan gelmiştir, ama daha önceki bir durumdan kötülükler, kusurlar kalmıştır; bunlar ilkin evrene, ondan da hayvanlara geçti. (273b)

YABANCI - …acelemiz yüzünden,
…gerektiğinden daha fazlasını da kullanmak zorunda kaldık.  (277a/b)

YABANCI - Mademki dinlemeye hazırsın, söyleyeceğim. Biliyoruz ki, çocuklar, yazıya ilk
başladıkları zaman...
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - En kısa ve en kolay hecelerde her harfi oldukça iyi tanır ve onları doğru olarak
gösterebilirler.
GENÇ SOKRATES - Kuşkusuz.
YABANCI - Ama, başka hecelerde, onları tanımaz, yanılır ve yanlış söylerler.
GENÇ SOKRATES - Kesinlikle.
YABANCI - O halde onlara, henüz bilmediklerini öğretmek için en kolay, en şaşmaz yol, benim göstereceğim yol değil midir?
GENÇ SOKRATES - Hangi yol?
YABANCI - İlkin onlara her harfi doğru olarak tanıdıkları kümeleri göstermek; bunu yaptıktan sonra henüz bilmedikleri kümeleri göstermek; daha sonra da her iki kümeyi birbiriyle karşılaştırarak, harflerin her iki kümede de aynı biçim ve yapılışta olduğunu göstermek; onları yanıltan kümelerin yanında, harfleri tanıdıkları kümeleri göstere göstere, koşut olarak gösterilenler gözlerinde birer örnek oluncaya kadar bunu sürdürmek. Böylece onlar, bu örnekler yardımıyla hangi harf için olursa olsun, hangi hecede bulunursa bulunsun,
başka olanı başkalarından başka olarak, aynı olanı da hep aynı ve değişmez bir biçimde heceleyeceklerdir. (277e/278c)

YABANCI - Dokumak, aslında örmektir.
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI - Fakat burada ilk iş toplu ve bir arada sıkışmış olanı ayırmaktır. (281a)

YABANCI - Tarama işi, mekiğin yaptığı işin yarısıdır. Amacı karışanı ayırmak olan bütün işler, bütün bunların topu, yün işlemeye aitti. Sonra biz daima her şeyde iki büyük sanat ayırt ettik: toplama sanatı ile ayırma sanatı. (282b)

YABANCI - …yünü işlemeyi de iki bölüme ayıralım; ayıran bölüm, toplayan bölüm. (282c)

YABANCI - …Monarşinin iki şekli olduğundan ona da iki ad verilir: Tiranlık ile krallık.
GENÇ SOKRATES - Şüphesiz.
YABANCI - Bir şehir-devlette kuvvet ufak bir zümrenin elinde bulunursa, buna aristokrasi yahut oligarşi diyoruz. (291e)

YABANCI - Krallık idaresi bir ilimdir…

YABANCI - Bu yol gösterici bilimde de cansız varlıkların yönetimiyle canlı varlıkların yönetimini birbirinden ayırdık; (292b)

YABANCI - Öyleyse hükümetler arasında biricik doğru hükümet, yalancı değil, gerçek bir bilime sahip başların bulunduğu hükümet olması gerekiyor. (293c)

YABANCI - Bir tek kişinin hükümeti krallık ile tiranlığı, birkaç kişinin hükümeti ise mutlu
aristokratlık ile oligarşidir demiştik; çokluğun hükümetine gelince; ondan da kendisine bir
tek ad verdiğimiz demokratlığı çıkarmıştık, ama şimdi onu da iki olarak saymalıyız. (302d)

YABANCI - …particiler, en kötü hayal tahrikçileri olduğu gibi, kendileri de hayalden başka bir şey değildir. En büyük taklitçi ve geveze oldukları gibi en ünlü sofistlerdir de. (303c)

YABANCI – O halde şimdi, krallık ilmi, her ikisi de insanca olan enerji ve ölçü karakterlerini ele alarak, her iki hayatı anlaşma ve dostlukla bir arada topladığı ve birleştirdiği, böylece kumaşların en güzelini, kusursuzunu oluşturduğu, her kentte köle ve efendi bütün halkı bu kumaşın içinde dürdüğü, ikisini birden mekiğinde dokuduğu ve kente, hak ettiği bütün mutluluğu durup dinlenmeden sağlayarak, emir ve yönetimi altında bulundurduğu zaman, devlet sanatının dokuduğu kumaşın, hiç aksamadan tamamlandığını söyleyebiliriz. (311b/c)

Türkçeleştiren: Behice Boran & Mehmet Karasan
Sosyal Yayınlar, 2001


17 Temmuz 2012 Salı

Fyodor Dostoyevski – Yeraltından Notlar


Fyodor Dostoyevski – Yeraltından Notlar

I

Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. Sanıyorum, karaciğerimden hastayım.

… salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum. Siz bunu anlayamazsınız.

Karaciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın!
Epeydir böyle yaşıyorum, belki yirmi yıldır. Şimdi kırkımdayım. Eskiden çalışırdım, şimdi görevi bıraktım. Ters bir memurdum. Kabaydım, kabalığımdan zevk alırdım. Rüşvet yemediğime göre, demek oluyor ki kendimde, kaba olma hakkını görüyor, bununla kendimi ödüllendiriyordum.

Ama sevgili okuyucularım, asıl hıncımın nereden geldiğini biliyor musunuz?
… Benim asıl kızdığım şey, en sinirli anlarımda bile içimde bir öfke ya da hıncın bulunmaması…

Yukarıda ters bir memur olduğumu söyledim ya, yalan!

19. yüzyıl insanı en başta iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun boynunun borcudur; iş beceren, iradeli adam aptal, dar kafalıdır. İşte benim kırk yıllık yaşamımda vardığım sonuç!

Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır.

…geçen yıl uzak akrabalarımdan biri bana altı bin ruble miras bırakınca hemen istifamı bastım ve oturduğum şu köşeye yerleştim.

Hizmetçim, ahmaklık derecesinde hırçın, yaşlı bir köylü karısı; ondan pis bir kokunun yayılması da her şeye tuz biber ekiyor.

Aklı başında bir adamın sözünü etmekten en çok zevk alacağı konu nedir, bilir misiniz?
Yanıt: Yine kendisi...
Öyleyse ben de kendimden söz edeyim biraz...

II

Şunu bütün ciddiyetimle belirteyim, pek çok kez böcek olmayı istemişimdir. Ne yazık ki buna bile erişemedim. Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık.

…şuna iyice inanıyorum ki, değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilincin her türlüsü hastalıktır.

Kendimi suçlarken acılarım alçakçasına zayıflamaya başlar, sonra da hazza dönüşürdü.

Küçüldüğünüzü ve bu yolda en aşırı dereceye varmış olduğunuzu fark etmekten doğar bu haz.

III

…içi dışı bir insanı, onu özene bezene yaratan, sevecen doğa ananın görmek istediği gibi, gerçek normal insan sayarım.

Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız.

IV

Biliyorum, şakalarım oldukça bayat, kaba, çetrefilli; kendime güvensizliğimi gösterir. Kendime saygı göstermediğim içindir herhalde. Her şeyi anlayan bir adam kendine nasıl saygı duyar?

V

Küçülmesinde bile tat bulmaya kalkışan bir adamın kendisine ufacık bir saygısı kalabilir mi?

Zerrece suçum olmadığı halde, birtakım düşler kurarak kendimi suçlu bulduğum olmuştur çoğu kez.

Baylar, kendimi herkesten akıllı saymamın tek nedeni, bitirmek şöyle dursun, yaşamım boyunca hiçbir şeye başlamamış olmamdır.

VI, VII

İnsanoğlunun çıkarının nerede olduğunu kesinlikle belirtebilir misiniz?

Duygularımızın türlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır uygarlık. Duygularının çeşitliliği yüzünden, insanoğlu, korkarım, kan dökmede bir zevk aramaya kadar varacak.

VIII

Diyelim, gerçekten günün birinde bütün istek ve kaprislerimizin formülü bulunuverse (…)
…işte o zaman insanlar belki de isteklerinden vazgeçecekler, hem de yüzde yüz vazgeçeceklerdir.

İstekler bir gün mantıkla karşı karşıya gelince, artık bizler istek duymayı bir yana bırakıp yalnızca düşünmeye başlayacağız, çünkü aklımız başımızdayken birtakım saçmalıkları istemek, böyle göz göre göre mantığa aykırı davranıp kendi kuyumuzu kazmak olanaksızdır...

Bana kalırsa insanın en iyi tanımlanması şöyle olmalı: iki ayaklı nankör bir yaratık.

IX

İnsanın yaratmayı, yol açmayı sevdiği su götürmez bir gerçektir. Ama sorarım size, neden bir yandan da yıkmaya, her şeyi darmadağın etmeye bayılır? Yanıtlar mısınız bu sorumu?

İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil.

X

İsteklerimi ortadan kaldırıp ülkülerimi yok ettikten sonra bana daha iyi bir amaç gösterin, seve seve peşinizden koşayım…

…yalvarmaya hiç niyetim yok. Benim yeraltım bana yeter.

XI

Varıp dayandığımız sonuç: En iyisi hiçbir şey yapmamaktır. Bir köşeye çekilip, seyirci kalmaktan iyisi var mı? Onun için yaşasın yeraltı!

Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, özlemini duyduğum, ama bir türlü elde edemediğim başka, bambaşka bir şey olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum. Cehenneme kadar yolu var yeraltının!

SULU SEPKEN ÜSTÜNE

1

Dairedeki görevimde kimsenin yüzüne bakmamaya çalışıyordum…

Hiçbiri kendisine tiksintiyle bakılmasını umursamıyordu…

Aslında başka olmaya kim dayanabilirdi ki!

Daireye gitmek bana ölüm gelir, eve nerdeyse hasta olarak dönerdim.

Arkadaşlarımla dostluğu fazla sürdüremiyor, kısa zamanda arayı soğutuyordum…

…en çok yaptığım şey okumaktı.

II

Neyse ki her şeyi hoş görmemi sağlayan bir çıkış yolum vardı: Hayalimde de olsa "güzel ve yüce şeyler"e sığınmak!

Benim için topluma karışmak, masa şefim Anton Antonoviç Setoçkin'in evine gitmekti yalnızca. Hâlâ şaşmaktan kendimi alamadığım bir şey varsa o da, yaşamım boyunca görüştüğüm tek adamın o olmasıydı.

İşte bir perşembe günü yalnızlığa dayanamayıp o gün de Anton Antonoviç'in kapısının kapalı olduğunu anımsayarak, Simonov'a gitmeyi koydum aklıma.

III

Simonov'un evinde iki eski okul arkadaşımı daha buldum.

Ciddi ciddi, hatta coşarak konuştukları konu, ertesi gün uzak bir ile gidecek olan subay arkadaşları Zverkov için vermeyi düşündükleri şölendi.

Şölenin düzenlenmesini üzerine alan Simonov konuşulanları toparladı:
- Şu halde, üç kişi biz, bir de Zverkov, eder dört... Yirmi bir rubleyle yarın beşte Hotel de Paris'te, tamam mı?

Apollon bütün giderleri kendisinden, ayda yedi rubleye çalışıyordu yanımda.

IV

Bir gün önceden bile ilk gelenin ben olacağımı biliyordum.

V

Bugün bulaştığım kepazeliği temizlemek için çok uğraşmalıyım. Ya bu işi düzeltirim ya da geberir giderim!

Hani neredeler? diye sordum.

VI

…sevginin bittiği yerde bütün utanmazlığı, hoyratlığı, sevimsizliğiyle fuhuş başlıyordu.

Sevginin bulunmadığı yerde aklı da arama!

…insan önce kendisi yaşamayı öğrenmeli ki, ondan sonra da başkalarını kınama hakkı olsun.

VII

Aşk!... Aşk her şeydir. Aşk bir kızın, değeri elmaslarla ölçülemeyecek servetidir. Böyle bir aşk için her şeyini verecek, bile bile ölüme gidecek erkekler vardır. Ya seninkinin değeri nedir?

İşte adresim, Liza; gel bana.

VIII

Başımı çevirip gelenin kim olduğunu görünce utancımdan kendimi odama dar attım.

IX

Beni tuhaf bir durumda yakaladın, Liza, dedim.

Geçirdiğim bunalım gerçek olmakla birlikte, durumumu kurtarmak için numara yaptığıma kalıbımı basarım.

Küçük düşürülmenin hıncını birinden almalıydım;  o sırada, senin yakan elime geçti, ben de bütün hıncımı senden aldım. Eğlendim seninle. Benim gururumla oynadılar, ben de sana aynı şeyi yaptım; beni paçavraya çevirdiler, bense ölmediğimi göstermek istedim...

Ben huzur istiyorum, huzur! Bunu elde etmek için bütün dünyayı beş paraya değişirim. Bana:  "Güzel bir çay içmek mi istersin, yoksa dünyanın batmasını mı?" diye sorsalar, hemen "Çay içmek!" diye bağırırım. Bunu biliyor muydun?

…boynuma sarılmıştı,  ağlıyordu. Kendimi tutamayarak, ben de, yaşamımda hiç olmadık bir biçimde, katıla katıla ağlamaya başladım. - Bırakmıyorlar... İyi... İyi olamıyorum... diyebildim ancak.

…kızın ellerini sımsıkı tuttum. Ondan son derece nefret ettiğim halde beni ona kuvvetle çeken bir şey vardı.

X

…sevginin sevilen tarafından kendi isteğiyle verilen, karşısındakinin ona hükmetme hakkı olduğuna inanıyorum.

Bir an önce gözümün önünden çekip gitmesini istiyordum. "Huzur" istiyordum, yeraltında yalnız başıma kalmak istiyordum. Alışamadığım "canlı yaşam" beni,  soluğumu kesecek derecede bunaltmaya başlamıştı.

İnsan ruhunu kasıp kavuran bir duygunun -küçük düşürülmenin- gene aynı ruhu yücelteceğini kim yadsıyabilir?

Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? Evet, hangisi daha iyi?

…bizler, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek "canlı yaşam"dan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız.

Şöyle bir daha, dikkatlice düşünün! Biz bugün "canlılık" denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsalar,  bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. Artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz.

Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "Soyut insan"  diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor,  bundan zevk almaya başlıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.

  

Türkçeleştiren: Mehmet Özgül

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Albert Camus – Defterler I


Albert Camus – Defterler I (Mayıs 1935 – Şubat 1942)

Yitirilmiş bir yoksulluğa –duygusallığa kapılmadan- özlem duyulabilir.

Vicdan rahatsızsa, itiraf kaçınılmaz olur. Kitap bir itiraftır. (s. 13)

Deneyim, deneye dayalı değildir. Deneyim, oluşturulamaz. Deneyime maruz kalınır. Sabrediyoruz –daha doğrusu acı çekiyoruz.
Deneyimin sonunda bilge olunmaz, ustalaşılır. (s. 14)

İçtenlikle keyfi yerinde. Çok ender görülür. (s. 15)

Bütün gün boyunca zaman yitiriyorum ve ötekiler çok çalışkan olduğumu söylüyorlar. (s. 18)

…Yaşama aşkımdan başka bir şey söylemeyeceğim. Ama bunu kendi tarzımda söyleyeceğim… (s. 20)

Yolculuk, bizi yeniden oluşturan, çok ciddi ve çok yüce bir bilgi birikimidir. (s. 22)

İnsanlardan, bana verebileceklerinden fazlasını istiyorum. (s. 23)

Ölüm, oyuna ve kahramanlığa gerçek anlamını verir.

Yaşamımdan yitip giden özünde çok önemli değil. Her şey yararsız bir hale geliyor. (s. 24)

Dolorem exprimit quia movit amorem. / Acının sıkıntısı aşkı harekete geçirir. (s. 26)

…tabancayı yaklaştırıyor ve alnını ona dayıyordu…
…içinden ölümün çıkabileceği tuz tadında ve soğuk demirin yarattığı heyecanla büzülüp kalıyordu.
Madem o anda intihar edilmiyor, yaşam boyu susmak gerek. (s. 28)

Susmak – kendime güvenmek.

Sevecen ve hüzünlü bir vakit. Satılacak hiçbir şey yok. (s. 29)

İnsan yaşamını aydınlatırsa onu elinden kaçırmaz.

Tüm ilişkiler = Ben’e tapma mı? Hayır.
Kierkegaard, rahatsızlıklarımızın kaynağı, karşılaştırma budur.
Derinlemesine bağlanmak. (s. 31)

Sınırlarda –ve sınırların ötesinde: Oyun.
İrade sorunu = Anlamsızlığı sonuna dek zorlamak = Yapabilirim…
Yalnızlıkta en uç deneyimi aramak.
Uzatılan eller ender bulunur. (s. 32)

Felsefi yapıt: Saçma

Kendime bir ahlak edinmem gerek.

İnsan umutsuz olduğuna tamamen inanmışsa, umut edebilirmiş gibi davranması gerekir – ya da kendini öldürmesi. (s. 33)

Entelektüel = ikiye bölünen kişidir.

Uluslar parçalanmanın simgeleri olarak ortaya çıkar. (s. 34)

…yolu öylesine sarptır ki, oraya her çıkış, her defasında orayı fethetmektir.

(Uygarlık)
…halkın ortak bilincinden kaynaklanır. Ve bu bilinç de hiç de zarif değildir. Hatta kabadır. (s. 36)

Haklı olma gereksinimi sıradan insanlara özgüdür. (s. 37)

Kendini eksiksiz bir biçimde tanımak, ölmektir. (s. 38)

Yazmak, her şeyle ilişkiyi kesmektir.
Başaramayanların sorunu tembelliktir. (s. 39)

Mantık dışı kural: Trajik olan çelişkilidir. (s. 41)

Roman: Yaşamak için zengin olmak gerektiğini anlayan adam, kendini tamamen para kazanmaya verir, bunu başarır, yaşar ve mutlu ölür.

Montherlant: Ben, başına bir şeyler gelen kişiyim. (s. 53)

Bu dünya beni yok ediyor. Beni tüketiyor. Öfke göstermeden beni inkâr ediyor. Ve ben rıza gösteren ve yenik, her şeyin önceden fethedildiği bir bilgeliğe doğru yol alıyorum. (s. 58)

İnsanda, ona gerekli olduğu sanılandan daha fazla güç vardır. Sonuna kadar gitmek, sırrını saklamayı bilmek demektir. Yalnız olduğum için acı çektim, ama sırrımı saklamak için, yalnızlık acısını yendim. Ve bugün, yalnız ve bilinmez olarak yaşamaktan daha büyük bir mutluluk tanımıyorum. (s. 60)

Mutluluk sözcüğü, sıradan “mutluyum” sözünden anlaşılanın hayli zıddıdır. (s. 61)

Evlilik + 40 iş saati ya da tabanca.

Masum, açıklama yapmayandır. (s. 71)

…beden bize sınırlarımızı gösterir. (s. 72)

Yaşamının tümünü yitirmek için, onun bir parçasını vermek olağandır. (s. 77)

Kendimiz olacak zamanımız yok. Yalnızca mutlu olmaya zamanımız var. (s. 79)

Uygarlık bir kültürün yazgısıdır. Romalılar Helenlerin mirasçısıdır. Yunan ruhu ve Roma zekâsı. (s. 80)

…yaşamda tek bir nokta üzerinde düşünmek için, iki yıl çok fazla bir süre değildir. (s. 84)

Aylaklık, yalnızca sıradan insanlar için ölümcüldür. (s. 90)

Mümkün olan tek özgürlük ölümün karşısındaki özgürlüktür. Gerçekten özgür olan insan, ölümü olduğu gibi kabul ederken, ölümün sonuçlarını da kabul eden kişidir. (s. 93)

Gerçek sanat yapıtı az konuşandır.

Eğer aşk, belirli bir yaşam yaratımı, aşkla yüklü bir yaşam demek oluyorsa saf aşk ölü bir aşktır. (s. 99)

Düşünce her zaman öndedir. Düşünce uzağı görür. (s. 100)

Tek bir kişi düşününce ıpıssız olur her şey. (s. 101)

Sahip olunan bir şey hiçbir zaman kendimi iyi hissetmemi sağlamadı. (s. 105)

…insanın yaşamıyla kendisinin uyum içinde olduğunu anladığı insana özgü şu tuhaf mutluluğu hissediyorduk. (s. 107)

Bu kalbin duracağı, bu kadar uzun zamandan beri bana eşlik eden bu gürültünün kesileceği, nasıl düşünülür… (s. 110)

Olmayan yalnızca çözümler değil, henüz sorunlar da yok. (s. 118)

Savaşta. İnsanlar her cepheye özgü tehlike düzeyine değer biçerler. “Benimkisi en tehlikelisiydi.” Evrensel alçalma durumunda bile sınıflandırma yaparlar. (s. 121)

Bu ana kadar seni tüm benliğimle seviyordum ama şimdi seni yalnızca sevilmek istediğin gibi seveceğim. (s. 122)

Bazı insanlar sevmek için, bazı insanlar yaşamak için yaratılmışlardır. (s. 129)

Hayvanların saltanatı başladı. (s. 132)

Ölmek üzere olan ve ne istediği sorulan Jerry’nin şu öyküsü.
“Bir kürdan.” O, kürdana sahip oldu, onu ağzına koydu ve hoşnut öldü.
…işte yüceltici yaşamın tüm değeri bu. (s. 136)

Hayır, gazeteleri okumuyorum. Beni ilgilendiren, havanın nasıl olacağı. Pazar günü kamp yapacağım. (s. 144)

Resim yapmak için Port-Cros’ya giden ressam. Her şey o kadar güzeldir ki bir ev satın alır, tablolarını yerleştirir ve artık onlara hiç dokunmaz. (s. 163/164)

Rüzgâr, dünyadaki ender temiz şeylerden biridir. (s. 176)
 
Yaşam, sonsuz değilse yalnızca saçmadır. (s. 186)
Dünya yalnız kişiyi bir düşman olarak değerlendirir. Yanlış, dünyanın umurunda değildir ve bu onun hakkıdır. (s. 187)

Yalnız, bir şey için ölme düşüncesinde bir anlam bulunabilir. (s. 189)


Carnets –I-
Türkçeleştiren: Ümit Moran Altan
İthaki Yayınları, 2. Baskı, 2003

Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan


Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan

Vapurun güvertesinde iki genç… (Ömer ve Nihat)
Her ikisi de yirmi beş yaşından fazla göstermiyorlardı… (s. 13)

“Hayat beni sıkıyor…”
Dünyaya ne halt etmeye geldiğimiz sualine o da cevap veremedi.
“Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek…” (s. 14)

Nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır… insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi.
…ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kâğıt başarır… (s. 16/17)

“Şurada bir genç kız oturuyordu, gördün mü?” (s. 18)

Bütün ömrün tasavvurlar, hayaller, Don Kişotça emeller peşinde koşup kendini aldatmak ve aleladeliklerden başka hiçbir şey yapılmayan bu dünyada kendinin ve başkalarının fevkaladelikler yapacağını vehmetmekle mi geçecek?
(Ömer) genç kıza doğru yürüdü. (s. 20)

Macide’yi bildin mi bakayım? Annenin büyük dayısının torunu ayol. (s. 21)

“Akraba çıktık azizim! (s. 23)

Macide ilk mektepten beri sesinin güzelliği ve musikiye istidadı ile göze çarpmıştı. (s. 30)

Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? (s. 42/43)

Emine Teyze Macide’nin gözüne gökten onu kurtarmaya gelmiş yaşlıca ve şişmanca bir melaike gibi görünüyordu. (s. 44)

(Nihat) “ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!”
(Ömer) “bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım…”
“Gördün mü derhal sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamımız için… Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsın ki, derhal uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun! Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hakim olarak, kuvvetli, belki de zalim olarak yaşamak… Dünyada bundan başka istenecek ne vardır? Hayatını bu gayeye vakfet, görürsün, nasıl birdenbire canlanacaksın!” (s. 47)

Tabiatla teknik, yüz sene öncesiyle bugün burun buruna gidiyordu. Güzelle yapmacık, lüzumlu ile özenti birbirine sürtünerek yaşamaktaydı. (s. 64)

(Ömer Macide’ye) “geçmiş olsun… şey, yani başınız sağ olsun…” (s. 65)

(Macide) “Beni sevdiğini söyledi… Bir insan tarafından sevilmek bu kadar fena mı?” (s. 89)
Macide’nin hiç göğsü yok gibiydi… Belki de elbiseden… Öyle ya, dün kazak giyince bir şeyler kendini gösteriyordu. Acaba kafamı bir çalı süpürgesiyle temizlemek mümkün müdür? (s. 91/92)

(evin hizmetçisi Fatma) “Vah vah küçükhanım! Bu vakitte nereye gidilir ki! Ama doğru… O laflardan sonra insan taş olsa yerinde duramaz… Allah yardımcınız olsun...” (s. 106)

Parasızlık asıl en korkunç çehresiyle aybaşında kendini gösterdi. (s. 144)

(Nihat) …sen kendini ziyan ediyorsun, halbuki buna hakkın yok!.. Mademki herkes gibi değilsin, onlardan daha akıllı, daha üstünsün, onlara hükmetmek hakkın, hatta vazifendir. Yalnız bunu istemen lazım. (…) …Hayatını nasıl olup da bir kadına bağladığına şaşıyorum. Kadın bir oyuncaktan başka nedir? Erkek, tam manasıyla erkek ol… Erkek sert, haşin, aciz hislere yabancı, sadece kuvvete tapan mahlûktur. (s. 153)

(Macide) Sen ne kadar alçalabiliyormuşsun? Ömer… bu kadarını tasavvur edemezdim. (s. 181)

“Macide… seni de kaybetmeye başladım… (s. 182)

(Macide) …bilek damarlarını kesen bir adamın kan fışkırdıkça gömüldüğü garip gevşeklik ve rahatlığa benzeyen bir histen başka bir şey duymuyordu. (s. 183)

Ben, Bedri’nin ablasıyım!
Kardeşimin bir aile geçindirmeye mecbur olduğunu herhalde biliyordunuz, öyle olduğu halde hangi vicdanla onun varını yoğunu, bütün kazancını, anasının ve ablasının nafakasını elinden alıyorsunuz? (s. 184)

Söylesene, bugün ne oldu?
Bugün bizim veznedar Hafız’ı tehdit ederek iki yüz elli lira aldım! (s. 191)

(Hüsamettin Efendi) Aferin evlat iyi yetişmişsin!
Bu sabah kararımı verdim. Kasada epeyce para var, bir miktarını, daha doğrusu yüklenebildiğim kadarını alıp eve çoluk çocuğun nafakası olarak bırakacak, ondan sonra da başımı alıp gidecektim. Şeytan nereye çağırırsa oraya… Bu dünya da başka türlü olmak neye yarar?
Sen şimdi bu sözlerinle benim kararımı takviye ettin…
Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek adam, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. (s. 194)

Macide, yemin ederim ki dünya kurulalı beri hiç kimse kendini, benim o anda bulduğum kadar aşağılık ve iğrenç bulmamıştır.
Paraları bir köşeye atmak istiyordum.
Birdenbire kendimi Beyazıt civarında buldum. …aklıma Nihat’ın evinin bu taraflarda olduğu geldi… Evet, o herif bu paralara layıktı.
Kumkapı tarafına giden yollardan birinde oturuyordu. Evde yoktu. Paraları boru gibi yuvarlayarak kapının altından içeri soktum. On parasızdım, fakat biraz hafiflemiştim. (s. 195)

Hayat bir katakulliden ibarettir.
…hayatın bir manası olması icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek ve koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. (s. 198)

İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır. (s. 210)

(Macide) …irkildi.
…önünde Ömer’e benzeyen birisi gidiyordu.
...bir kadınla, kol kola yürüyorlardı. (s. 237)

(Macide)
Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi. Sen, beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum… Hem de nasıl seviyordum… Hislerimde bugün bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu. (s. 239)

…merdivenlerden koşarak çıkan ayak sesleri duydu ve hemen bütün kâğıtları toplayarak yorganın altına sokuşturdu. (s. 244)

(Macide) Ömer’e bir şey mi oldu?
(Bedri) …dairesinden çıkacağı sırada tevkif ettiler. (s. 245)

Nasıl oldu da elin herifini Ömer’e benzettim? (s. 247)

(Ömer) Bedri… Kısa kesmek lazım. Vaktim yok. Beni hiç itiraz etmeden dinle. (s. 262)

Nasıl isterseniz öyle yapın… İstersen onu al, bir kardeş gibi yanında tut, istersen onunla evlen… Beni bu dünyada mevcut farz etmeyin… Tamamıyla ayrı yollara ve ayrı dünyalara gideceğiz… Ben bir molozdan adam yapmaya çalışacağım… (s. 265)

YKY, 14. Baskı, Ağustos 2008