5 Kasım 2015 Perşembe

Yeni Toplumsal Hareketler: Toplumsal Hareketler ve Eğitim

Toplumsal Hareketler ve Eğitim
Eğitimin toplumsal değişmenin aracısı olduğu konusunda geniş bir kabul söz konusudur.
Eğitim ile toplumsal değişme arasındaki ilişkileri açıklayan üç temel görüşten söz edilebilir:
1-    Yeniden oluşumcu ve modernist görüşlere göre eğitim, toplumsal düzenin yaratıcısıdır.
2-    Tutucu ya da çatışmacı görüşe göre ise eğitim var olan toplumsal, ekonomik ve politik düzenin bir parçasıdır. Eğitim, toplumdaki egemen sınıf ve grupların kendi kültür ve yaşam biçimlerini toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmek üzere kullanılacak “devletin ideolojik bir organı”dır.
3-    Bu iki zıt görüş arasında yer alanlar eğitimin belli ölçülerde toplumsal değişimi mümkün kılacağını dile getirirler.

Etkili bir demokrasinin kurulması ve yaşatılabilmesi için eğitime gereksinim vardır. Daha farklı ideallerin tesisi için de eğitime ihtiyaç vardır. Eğitim sözcüğünün tanımı ile “bilinç” sözcüğünün tanımı yapısal olarak birbiriyle örtüşür: bilinç, kendi başına bir anlam ifade etmez, neyin bilincinden söz edildiği ortaya konulmadıkça bilinç kavramı etrafındaki düşünceler muğlak ve kısır kalır. Aynı şekilde eğitimden söz edilirken eğitimi içeriği ile birlikte ele alımak gerekir (neyin eğitimi, nasıl bir eğitim, neye yönelik eğitim).

Eğitimin görevlerinden biri, toplumun kültürel değerlerini ve toplumsal davranış örneklerini genç üyelere aktarmaktır.
Modernizmin ihtiyaç duyduğu değişimlere toplumu hazırlamak, eğitimin yaratıcı işlevini oluşturur.
Kimi zaman bir değişimin gerçekleştirilmesi kimi zaman bir değişimin engellenmesi, toplumsal hareketlerde olduğu gibi eğitimin de işlevleri arasındadır.

TOPLUMSAL HAREKETLERDE EĞİTİM VE ÖĞRENME
Ron Eyerman ve Andrew Jamison toplumsal hareketlerle baskı grupları arasında ayrım yapılması gerektiğini savunmuf, toplumsal hareketlerdeki “bilişsel praksis” (bir amaca yönelik bedensel ve ruhsal etkinlik) olgusuna dikkat çekmişlerdir.
Alan yazında otoritelerin toplumsal hareketlerdeki öğrenmenin farklı biçimlerine ilişkin farklı tanımlamaları olmuştur.

Toplumsal hareketler, birçok ülkede daha geniş anlamda siyasal demokratikleşmenin bütünleyici bir parçası olarak eğitim reformlarına yol açmıştır.

---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345

Eylül, 2011 Eskişehir

Yeni Toplumsal Hareketler: Sivil Toplum Örgütleri

Sivil Toplum Örgütleri
18. yüzyıla kadar sivil toplum - siyasi toplum ayrımı yapılmamış; her iki kavram da aynı anlama gelecek şekilde birlikte kullanılmıştır. Teorik temelleri 18. yüzyılda atılmış ve kavram temelde liberal değerler çerçevesinde Locke, Rousseau, Burke, Fichte, Paine, Hegel ve Marks gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir.

Sivil Toplum Kavramı
Türkçede kullanılan sivil sözcüğü Latince “civis” kökünden türetilmiştir, “yurttaş veya kenttaş” anlamını taşımaktadır. Sivil toplum ise yine Fransızcadaki “societe civilie” sözcüğünden gelmektedir. ‘Sivil toplum’ sözcüğünün kökenine baktığımızda Latince civilis, civilius kökeninden geldiğini görürüz.
Bir kuruluşun sivil toplum kuruluşu sayılabilmesi için her şeyden önce devlet dışı bir kuruluş olması gerektiği genel kabul görmektedir.

Sivil Toplum Örgütlerinin Temel Özellikleri
• Kar amacı gütmemek,
• Siyasi ve ekonomik aktörlerden bağımsız hareket etmek,
• Gönüllülük esasına dayanmak,
• Bürokratik olmayan esnek bir yapıya sahip olmak,
• Karar ve uygulamalarda katılımcı yaklaşımı benimsemek yani halkın katılımını ve güçlenmesini sağlamaya odaklanmak,
• Politika ve stratejileri ile mevcut yönetim ve uygulamaları, amaçları doğrultusunda etkileyebilmek,
• Dürüstlük, tutarlılık, açıklık, saydamlık, yardımseverlik, hoşgörü ve hizmet anlayışına sahip olmak gibi değerleri benimsemek.

Sivil Toplum Örgütlerinin Amaçları ve İşlevleri
• Bireyler arasında hoşgörü ve dayanışmayı artırır,
• Bilinçlenmeyi sağlar,
• Ortak hareket etme duygusu kazandırır,
• Aynı düşünceleri paylaşanları bir araya getirir,
• Ortak amaçların gerçekleştirilmesini sağlar.
• Belirlenen amaç ve hedef doğrultusunda kamuoyu oluşturur.

Hegel sivil toplum ile siyasal toplum arasında bir ayrım yapmış, analitik bir düzeyde devlet ve toplum arasındaki çizgileri belirtmiştir. Bu bağlamda devletin düzenlediği alanları ve toplumsal ilişkileri siyasal toplum kavramıyla ifade etmiş, geriye kalan özerk alanları ise sivil toplum olarak adlandırmıştır.
Marx’ta sivil toplum, ekonomik ilişkilerin belirlediği bir ilişkiler bütünü olarak ortaya çıkar.
Gramsci’ye göre sivil toplum Marx’ta olduğu gibi ekonomik ilişkileri değil, ideolojik ve kültürel ilişkileri, düşünsel hayatı içerir, dolayısıyla üst yapıyla ilişkilidir.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN GELİŞİM SÜRECİ
Uluslararası sivil toplum örgütlerinin gelişim süreci 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Bugünkü anlamda “sivil toplum kuruluşu” kavramı ilk defa 1945 yılında Birleşmiş Milletler teşkilatının kuruluşu sırasında kullanılmıştır.
2005 yılında Davos’ta düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’na, 1000’den fazla uluslararası sivil toplum örgütünün temsilcileri katılmıştır.

TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Osmanlı Devleti 11 Haziran 1868 tarihinde “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti”ni kurdu. Bu köklü kuruluş, İslâm ülkelerinde modern anlamdaki ilk sivil toplum örgütü olma özelliğini taşımaktadır.
Türkiye’de bugünkü eğitim ve sağlık hizmetlerinden sorumlu mevcut devlet kuruluşlarının temeli Osmanlı döneminde kurulan vakıflara uzanmaktadır. Halka yönelik hizmetler, Selçuklu ve Osmanlı döneminde olduğu gibi, vakıf adı verilen kuruluşlar tarafından sağlanmıştır. Resmi kayıtlara göre, 19. yüzyıl başlarında 15.000’den fazla vakıf olduğu bilinmektedir.
Avrupa Birliği ülkelerinde milyonlarla ifade edilebilecek sivil toplum örgütü faaliyet göstermektedir. Son yıllarda 1.200.000 derneğin faaliyet gösterdiği ABD’de ise ortalama her beş kişiye bir dernek düşmektedir. Buna karşılık Türkiye’deki dernek sayısı 80 bin civarındadır ve ortalama 900 kişiye bir dernek düşmektedir.

Türkiye’de sivil toplum örgütleri daha çok kişilere bağlı olarak kurulmuş ve o kişilerin liderliğinde faaliyet göstermektedir. Sivil toplum örgütlerinin çoğunda demokratik bir yönetim yapısı ve anlayışı gelişmemiştir.
---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345
Eylül, 2011 Eskişehir

Yeni Toplumsal Hareketler: Çevrecilik ve Çevre Hareketleri

Çevrecilik ve Çevre Hareketleri
Ekolojik bunalım 21. yüzyılda dünyanın içinde bulunduğu durumu tanımlayan başlıca özelliktir. Sanayi Devrimiyle başlayan ekonomik etkinliğin küreselleşmesiyle yeryüzünün her köşesine yayılan kirlilik ve bozulma toplumsal tepkiyi de beraberinde getirmiştir.
Çevre hareketi feminist hareketle birlikte 1960’ların yeni sosyal hareketler dalgasının en uzun soluklu kanadı olduğunu göstermiştir.
Çevre örgütlerinin sayı ve üye tabanları başta endüstrileşmiş ülkeler olmak üzere tüm dünyada geniş bir desteğe sahip oldukları görülmektedir. Yani bu örgütlere en fazla katılım çevreyi en çok kirletenler ülkelerden gelmektedir!
Castells çevreciliği, “Söylem ve pratiklerinde egemen yapısal ve kurumsal mantığa karşı çıkarak insan etkinlikleriyle doğal çevre arasında yıkıcı sonuçlara neden olan ilişki biçimlerini düzeltmeyi amaçlayan tüm ortak hareketler.” olarak tanımlamaktadır. Ekolojiyi ise “İnsanları ekosistemin parçası olarak gören ve dinamik, evrimsel bir perspektifle bu sistemin dengesini korumayı amaçlayan inançlar, kuramlar ve projeler seti.” biçiminde tanımlamaktadır.
Çevrecilik ve ekolojizm arasındaki farklar konuya farklı yaklaşımlar getirilmesi sonucunu doğurur.
Derin ekoloji insan doğa ilişkisinin temelden değiştirilmesi gereğine inanır.
Sığ ekoloji, özellikle endüstrileşmiş ülkelerdeki insanların refahını ve yaşam kalitesini koruma kaygısıyla çevre kirliliği, kaynakların tükenmesi, yoksul ülkelerdeki nüfus artışı gibi sorunlarla ilgilenir.

ÇEVREYE YÖNELİK SOSYAL HAREKETLER
Çevre hareketleri tek ve homojen değildir. Geniş bir toplumsal örgütlenme alanını kapsamaktadır. Çevre hareketleri, talepleri açısından da farklılaşmaktadır. Bu çoğulluk, sosyal hareket kavramının çevre hareketlerine uygulanmasını da güçleştirmektedir. Sosyal hareketi belirleyen ortak eylemin ağ yapısına sahip olmasıdır.

ÇEVRE HAREKETLERİNİN TARİHİ
En eski çevre örgütlerinden biri olan Sierra Kulübü 1892’de ABD’de kurulmuştur.
Doğa koruma amaçlı ilk toplumsal hareket ve örgütlerin ortaya çıktığı 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyıl’ın ortalarına kadarki dönem genellikle çevre hareketinin Birinci Dalgası olarak adlandırılır (Birinci Dalga: Doğa Korumacılık). Doğayı insan müdahalesinden sakınarak olduğu gibi koruma (preservationism) anlayışını savunan akımın başlıca temsilcileri arasında Henry David Thoreau, John Audubon ve John Muir gibi isimler bulunmaktadır.
İkinci Dalga çevre hareketi (İkinci Dalga: Ekoloji Hareketi) 1960’ların sonunda başta Avrupa ve Amerika olmak üzere tüm dünyada yükselişe geçen ve yerleşik düzene meydan okuyan öğrenci hareketleri, savaş ve nükleer silahlanma karşıtı hareketlerle yakından ilişkilidir.
Ekoloji hareketi, Batı toplumlarına temelden bir eleştiri yöneltiyor ve sistemin köktenci biçimde değiştirilerek yeniden yapılandırılmasını savunuyordu.
Ekolojik hareketin merkez üssü Almanya’dır. 1970’lerin sonuna gelindiğinde, yarattığı bütün toplumsal ve siyasal etkiye karşın, hareketin amaçlarına ulaşmak için parlamenter siyaset yolunun da kullanılması görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu amaçla 1980’de Alman Yeşiller Partisi (Die Grünen) kurulmuştur.
Inglehart’a göre ekolojik çevre hareketleri sonucunda Batı toplumlarının değer ölçülerinde “sessiz bir devrim” gerçekleşmiş; materyalist değerlerden postmateryalist değerlere doğru bir geçiş yaşanmıştır. Inglehart’ın postmateryalizm tezi özellikle yeşil partilerin yükselişini açıklamada başvurulan yaklaşımlardan biri olmuştur.

Çevresel Adalet Hareketi
Adaletsiz toplumsal ve ekonomik yapı çevresel risklere maruz kalma açısından da eşitsiz sonuçlar doğurmaktadır. Çevresel adalet hareketi ekolojik yıkımın etki ve sonuçlarının dağılımındaki bu eşitsizliğe karşı bir toplumsal tepki olarak 1980’lerde ABD’de doğmuştur.
Çevresel adalet hareketinin etkisinin ABD ile sınırlı kaldığı söylenebilir. Bunun başlıca nedeni, hareketin çevreyi siyahlar ve öteki azınlık gruplarının karşılaştığı ayrımcılıkla ilişkilendiren kimliğidir.

Çevresel Aktivizmin Yer(küres)elleşmesi
Çevre sorunlarının etkilerinin tüm dünyayı ilgilendirmesi çevre hareketlerinin küresel boyuta ulaşmasını hızlandıran bir etkendir.

DEĞERLER VE EYLEM BİÇİMLERİ
Çevrecilik yerleşik toplumsal ve siyasal düşünceye damgasını vuran insan-merkezciliğin (antroposantrizm) karşısına çevre-merkeciliği koyar.
Çevre-merkezcilik, “doğanın araçsallaştırılmasına karşı çıkar.”
Ekolojik düşünce eşitlikçidir. Her türlü ayrımcılığı reddeden ekolojik düşünce, canlıların değer açısından eşitliğini kabul eder.
Yerellik vurgusu kendisini küçük ve insani ölçekli üretim ve yerleşim modellerinin, yerinden yönetimin, hiyerarşik olmayan örgütlenmenin ve yurttaş katılımının savunulması olarak gösterir.
Ekolojik düşünce barışçıdır. Her türlü şiddeti reddeder.
Çevre hareketleri temelde toplumsal-siyasal değerleri ya da politika, karar ve uygulamaları, siyasal ve ekonomik gücü elinde tutanları hedef alır.
Protesto biçimleri arasında yürüyüşler, gösteriler, oturma eylemleri, imza kampanyaları, boykotlar, işgaller, yol kapatma, çalışmayı engelleme, insan zincirleri, grevler, referandumlar sayılabilir. Topluda çevreye karşı duyarlılık oluşturmayı amaçlayan kampanyalarda sayısal niceliğe öncelik veren eylemler, katılımcı sayısının fazla oluşuyla dikkat çekmeye çalışır. Zarar mantıklı eylemlerde, çevreye zara veren firmaya karşı propaganda yapılarak firmanın zarara uğratılması ve bu yolla girişimlerinden vazgeçmesi hedeşenir.

ÇEVRE HAREKETİNİN BİLEŞENLERİ
Castells, çevre hareketini beş gruba ayırmaktadır:
1) Doğanın korunması,
2) Kendi alanını savunma (Arka Bahçemde İstemiyorum),
3) Karşı kültür, derin ekoloji,
4) Gezegeni kurtarma,
5) Yeşil politika.

Doherty ise çevre hareketi içindeki grupları dörde ayırmaktadır:
1) Çevre sosyal hareket örgütleri
2) Doğrudan eylem grupları
3) Yerel çevre grupları
4) Yeşil partiler.

Kitlesel Çevre Örgütleri
Uluslararası düzeyde etkinlik gösteren Greenpeace, FoE, WWF ve benzeri örgütler gerek bilinirlik gerekse büyüklük açısından bu grubun en önemli temsilcileri arasındadır.
Sosyal hareketler içindeki kökleri ve devam eden bağları nedeniyle bu örgütler bazen çevresel sosyal hareket örgütleri ya da çevresel hareket örgütleri olarak da anılmaktadır.

Doğrudan eylem grupları, temsil ettikleri ekolojik değerler ve benimsedikleri eylem türleriyle çevre hareketleri tayfının en radikal tarafında durmaktadır. Doğrudan eylem grupları ana akım çevreciliğe ve kurumsallaşmış örgütlere tepki olarak ve genellikle de onlardan ayrılarak kurulmuştur.

Yerel çevre hareketleri çevresel mücadelenin en yaygın ve dirençli katmanını oluşturur.

Nükleer karşıtı hareketi oluşturan ekolojist ve Yeni Sol gruplar Almanya, Fransa, Finlandiya gibi ülkelerde yeşil partilerin doğuşuna zemin hazırlamıştır.
İlk yeşil partiler 1972’de Yeni Zelanda Tazmanya’da Değerler Partisi adıyla, 1973’te Halk Partisi adıyla da İngiltere’de kurulmuştur.
Geç endüstrileşmeye bağlı olarak daha geç yaşansa da çevrecilik Avrupa’nın güneyinde de tabandan başlamıştır.
Avrupa’nın doğusunda 1980’lerin başından itibaren toplumsal muhalefetin taşıyıcısı hâline gelmiştir.

Yeryüzü kaynaklarının yaklaşık % 80’i dünya nüfusunun yalnızca yaklaşık % 15’i tarafından kullanılmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerdeki çevre hareketlerinin söylem ve argümanları sanayileşmemiş ülkelerdeki söylemlerden tabiatiyle farklılıklar göstermektedir.

Modern kitlesel çevre örgütlerindeki kurumsallaşma üç yönde gerçekleşmiştir. Her şeyden önce üye sayılarının ve gelirlerinin artması bu gruplarda örgütsel büyümeye yol açmıştır. Örgütsel büyümenin sonuçlarından biri kendi içinde kurumsallaşma olmuştur.

EKOLOJİK TOPLUMA DOĞRU
Touraine ve takipçileri 1980’lerde ekoloji hareketini endüstri sonrası topluma geçişin taşıyıcısı olan dönüştürücü bir sosyal hareket olarak görmüştür.

TÜRKİYE’DE ÇEVRECİLİK VE ÇEVRE HAREKETLERİ
Çevre konusundaki toplumsal duyarlık, 1980’lerin ortalarından, fakat özellikle 1990’lardan sonra yükselmiştir. Çevreye karşı duyarlılık yüksek olduğu halde ülkemizde çevreci hareketlere katılım oldukça düşüktür.
BM İnsan Çevresi Konferansı, Türkiye’de de devletin çevre sorunlarını gündemine almasına katkıda bulunmuştur. 1996 da düzenlenen Habitat II Konferansı, Türkiye’de çevreciliğin kurumsallaşmaya başlamasında önemli dönüm noktalarından biridir.
Ülkemizdeki enerji yatırımlarını engellemeye yönelik olarak faaliyet göstren çevreci hareketler, enerji yatırımları arttıkça seslerini daha fazla duyurmaya başlamışlardır.

Çevreciliğin 2000’li yıllardaki en belirgin özelliği yerel ve küresel düzeydeki derinleşmesidir.

 ---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345
Eylül, 2011 Eskişehir

Yeni Toplumsal Hareketler: Barış Hareketleri

Barış Hareketleri
Diğer toplumsal hareketler gibi barış hareketleri de moderniteyle beraber ortaya çıkmış, modern siyaset yapma biçimlerinden biridir.
Son dönem barış hareketleri ulus ötesi ilişkiler kurarak yerel ve ulusal özelliklerinin yanı sıra ulus ötesi özellikler de kazanmıştır.

BARIŞ HAREKETİNİN TARİHÇESİ
Savaş, modern ulus devletin oluşmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Merkezî pozisyonunu güçlendiren modern ulus devlet, bu pozisyonun devamını sağlamak için sık sık savaşmak zorundaydı. Savaşların yüksek maliyeti ve insan kaynağı ihtiyacı ise, halktan toplanan vergi ve vatandaşların askere alınmasıyla karşılanıyordu. Kaynak aktarımına karşı duruş, ulus devletin vatandaşlık haklarını genişletme ve demokratikleşme yönünde tavizler vermesine yol açtı.
Toplumsal hareketler, ilk olarak Avrupa’da moderniteyle beraber meydana gelmiş bir olgudur. Otoritenin tek merkezde toplanmaya başlamasıyla daha önceleri, parçalanmış ve kopuk hâlde yaşayan topluluklar birleş(tiril)erek, ulusal topluluklara dönüşmüştür.
Savaşın devlet tekeline geçmesinden sonra savaş/şiddet karşıtı eylemler ortaya çıkmaya başlamıştır.
19. yüzyıla kadar savaş karşıtı hareketlerde dinî içerik dikkat çeker (öldürmek inanca aykırıdır). 19. yüzyıldan sonra ise modern anlamda savaş karşıtı eylemler görülür.
Protesto döngüsünün/protesto dalgasının en dip noktasında toplumsal hareket grupları bekleme konumuna geçer. Barış hareketi eylemsizlik sürecinde de aktiftir.

Nükleer Silahlanma Karşıtı Girişimler
Amerikan barış hareketinin ilk kapsamlı kampanyası 1936-1937 yılları arasında Acil Barış Kampanyası (EPC) adı altında gerçekleşmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına kadar pasif konumda kalan barış hareketi, nükleer silahlanma karşıtı faaliyetlerle tekrar harekete geçmiştir. Atom bombasının kullanılmasından sonra Amerikan Atom Bilim Adamları (FAS) (daha sonra Amerikan Bilim Adamları) adlı örgüt altında toplanmış ve nükleer çağın getirdiği tehlikeler hakkında kamuoyun iktidar sahiplerine uyarılarda bulunmuştur.

Soğuk Savaş Dönemi
Soğuk Savaş dönemi boyunca, barış hareketlerinin üzerinde seferber olduğu 2 ana konu Vietnam Savaşı ve nükleer savaş tehdidi olmuştur.
ABD, 1954 yılı Mart ayının ilk günü ilk kez hidrojen bombası denemeleri yapmıştır. Bu bombaya tepki 1957 yılında kurulan New York merkezli Makul Nükleer Politikalar Komitesi’nden (Committee for a Sane Nuclear Policy, SANE) gelmiştir. Bir yıl sonra, 1958 yılında da Londra merkezli Nükleer Silahsızlanma Kampanyası (Campaign for Nuclear Disarmament, CND) ilk toplantısını yapmıştır.
1957 yılında konularında uzman 22 bilim insanının katıldığı ve nükleer denemelerin dünya çapında yasaklanması talebinde bulunulduğu Pugwash Konferansı’nın temelinde de “Russell-Einstein Manifestosu” vardır.
Kamuoyu baskısı sonucunda ABD, Sovyetler Birliği ve Bileşik Krallık 5 Ağustos 1963 tarihinde Sınırlandırılmış Nükleer Denemeleri Yasaklama Antlaşmasını imzalamıştır.

Vietnam Savaşı Karşıtı Hareket
Savaş zayiatlarının artmasıyla birlikte savaş karşıtı hareket sesini yükseltmeye başladı. Üniversite kampüsleri Vietnam savaşına karşıt hareketin üssü haline geldi. 1972 yılında, Amerikan Kongresi’nin kararıyla Vietnam Savaşı sona ermiştir. Vietnam Savaşı karşıtı hareket, barış hareketi tarihinin en başarılı kampanyalarından biridir.

1970’lerde Savaş Karşıtı Kampanyalar
ABD ve Sovyetler Birliği, yayılan Vietnam Savaşı karşıtı gösterilerin de etkisiyle 1969-1972 yılları arasında stratejik silahların sınırlandırılması müzakerelerini yürütmüştür.
Nükleer silahlanmaya ve anti-balistik füze sistemlerine karşı oluşan tepkilerin sonucunda, Birinci Stratejik Silahları Sınırlama Antlaşması (SALT I) ve Anti-Balistic Füze Sistemleri Antlaşması (ABM) 1972 yılında imzalanmıştır.

1980’li Yıllarda Nükleer Silahsızlanma Hareketleri
1979 yılında Three Mile Island ve 1986 yılında Çernobil nükleer enerji santrallerinde meydana gelen kazalar da 1980’ler boyunca olası bir nükleer savaş hakkında kamuoylarının duyduğu kaygıları arttırmıştır.
12 Haziran 1982 tarihinde New York’ta toplanan yaklaşık 1 milyon kişi tarihteki en büyük gösterilerden birini yaparak, nükleer silahların dondurulması taleplerini hükümetlerine duyurmuştur.
İki kutuplu Soğuk Savaş döneminde, nükleer silahlar ve nükleer savaş olasılığı, tüm barış hareketi grupları tarafından dünya genelinde en büyük tehlike olarak algılanmıştır.

Soğuk Savaş Sonrası Dönem
Soğuk savaş dönemi sonrası barış hareketleri ulus ötesi özellikler kazandı.

Birinci Körfez Savaşı Karşıtı Eylemler
Birinci Körfez Savaşı, önceki dönem savaşlara göre iki farklı özellik sergiler. Birincisi, BM’de 28 ülkenin onayıyla alınan karar doğrultusunda açılan bu savaş, ilk küresel savaş olma niteliğini taşır. İkinci olarak, Birinci Körfez Savaşı televizyondan yayınlanan ilk savaş olmuştur. Bu süreçte savaş karşıtı gösteriler ve barış hareketi de ulus ötesileşme sürecine girmiştir.

Irak Savaşı Karşıtı Kampanya
11 Eylül, Soğuk Savaş sonrası dönemin miladı olmuştur. ABD bu tarihten sonra silah kullanma, savaş çıkarma keyfiyetini en üst seviyeye çıkarmıştır.
15 Şubat 2003 tarihinde dünyanın 60’tan fazla ülkesinin 600’den fazla şehrinde milyonlarca savaş karşıtı insan aynı tarihte bir araya gelerek aynı amaç, yöntem ve hatta sloganlarla harekete geçmiştir. Yeni elektronik iletişim olanakları ilk olarak bu eylemlerde etkin biçimde kullanılmıştır.
15 Şubat eylemi sonrasında da barış eylemcileri devam eden Irak Savaşı’nı durdurmak için çeşitli gösteriler, imza kampanyaları ve engelleyici eylemlerle baskı yapmaya devam etmiştir. Ancak, seferberliğin yaygınlığı ve sayısal çokluğu kampanyanın hedeflerine ulaşma başarısını beraberinde getirmemiştir.

Uluslararası Anti-Personel Mayınların Yasaklanması Kampanyası
1992 yılında, birçok Amerika ve Avrupa merkezli grup ve STK bir araya gelerek Uluslararası Anti-Personel Mayınların Yasaklanması Kampanyası’nı (International Campaign to Ban Landmines, ICBL) başlatmıştır.
1997 yılında, Ottawa’da toplanan 122 ülke, Anti-personel Mayınlarının Kullanımı, Depolanması, Üretimi ve Transferinin Yasaklanması ve İmhası Sözleşmesi’ni imzaladı.

Eski Yugoslavya Cumhuriyetleri’nde Savaş Karşıtı Hareketler
Soğuk Savaş sonrası Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik-milliyetçilik üzerinden yürütülen savaşlarda milyonlarca insan topraklarından sürülmüş, yaralanmış ya da hayatını kaybetmiştir. Savaş boyunca düzenlenen barışçı gösteriler katliamların önüne geçememiştir.

TÜRKİYE’DE BARIŞ HAREKETLERİ
Türkiye’de ilk barış ve anti militarizm girişimlerine 1950’lerde Türkiye’nin de dâhil olduğu Kore Savaşı sırasında rastlanır (Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasına karşı çıkan Barışperverler Cemiyeti’dir.
15 Temmuz 1968 yılında ABD Altıncı Filosu’na ait savaş gemilerinin İstanbul’u ziyareti sırasında, sol öğrenci gruplarının yaptıkları eylemlerle bu ziyareti protesto etmesi en bilinen anti-militarist (benzeri) eylemlerdendir.
Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) genel başkanı Mehmet Ali Aybar, bu dönemin önde gelen barışseverlerindendir.
1977 yılında kurulan Barış Derneği nükleer silahların yasaklanması ve tüm askerî ittifakların kaldırılması talepleri ile faaliyetlerde bulunmuştur.

Türkiye’deki barış hareketleri iki ana eksende incelenebilir. Birinci eksende olarak Türkiye’nin çatışma dışında kalması ve Türkiye’deki Amerikan üslerinin kapatılması yönünde talepleri olan eylemler dikkat çeker. İkinci eksen PKK saldırılarını Kürt etnisitesiyle ilişkilendirmeye çalışarak çatışmanın bitirilmesi yönünde söylemleri diline dolar.

Irak Savaşı sırasında yazar, gazeteci, akademisyen ve entelektüeller tarafından Barış Girişimi platformu kurulmuştur (2002). Varlığından ancak kendileri haberdar olan bu gurup kısa süre içinde dağılmıştır. İlerleyen süreçte yeniden sesini duyurmaya çalışan gurup, Irak Savaşı karşıtı kampanyaların önemli aktörlerinden biri olmuştur. 20 meslek gurubundan 100’er temsilcinin katılımıyla oluşturulan 100’ler Meclisi’ni de Barış Girişimi tesis etmiştir.
Irak Savaşı karşıtı kampanyaların esas aktörü ise Savaşa Hayır Platformu’dur. Çok sayıda STK’nın katılımıyla kurulan gurup, ulus ötesi ilişkiler geliştirmiştir. Koordinasyon grubunun yoğun çalışmaları sonucunda, 1 Aralık 2002 tarihinde İstanbul’da ve 22 Aralık 2002 tarihinde Ankara’da iki büyük barış mitingi düzenlenmiştir.

BARIŞ HAREKETİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ
Barış Hareketi 1960’lardan itibaren ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin ana kollarından biri olmuştur.
Barış hareketinin kullandığı eylem biçimleri iki ana gruba ayrılır: alışılagelmiş eylemler ve engelleyici eylemler.
Alışılagelmiş eylem biçimleri arasında lobicilik, kamusal bilinçlendirme, bilimsel bulguları kullanma ve imza toplama yer almaktadır.
Kullanılan engelleyici eylemler arasında, gösteri, yürüyüş ve oturma eylemleri en çok görülen eylem tarzlarıdır.
Alışılagelmiş eylemlere göre engelleyici eylemler, daha riskli eylem biçimleridir.
Yenilikçi eylemlerde amaç, alışık olunmayan protesto biçimleriyle karşıtlarını şaşırtmaktır. İlk defa yapılan bu eylemlerle, medyanın ve dolayısıyla kamuoyunun ilgisi de kolaylıkla çekilebilmektedir. Barış hareketinin “yenilikçi” eylem biçimlerine en iyi örnek savaş karşıtlarının özellikle askerî üslerin yanında kurdukları “barış kampları”dır.
Bir başka yenilikçi eylem ise, “canlı kalkanlar”dır.

Barış koalisyonları katılımcılarının birçoğu diğer yeni toplumsal hareketlerde de yer almıştır. Özellikle, feminist hareketle barış hareketi arasındaki bu tip geçişler oldukça fazladır.

 ---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345
Eylül, 2011 Eskişehir

Yeni Toplumsal Hareketler: Uluslararası Göç

Uluslararası Göçle Bağlantılı Toplumsal Hareketler
Uluslararası göç “modern dünyada toplumsal dönüşümü sağlayan bir güç” haline gelmiştir.
Mal, sermaye ve hizmetlerin ticareti ve dolaşımı beraberinde emeğin hareketliliğini ve küreselleşmesini de getirmektedir.
Devletlerin ve uluslararası örgütlerin göçü denetim altına almaya yönelik politika, girişim ve pratikleri göçmen ve insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmakta ve artırmaktadır.

Küresel ekonomi düşük maaşlı ve statülü işleri “gelişmiş ülkelerden” “gelişmekte olan” “çevre” ya da “yarı çevre”de yer alan ülkelere kaydırmakta, bu yeniden yapılanma özellikle kadınlar için birçok “vasıfsız” iş kolu ve pozisyonu yaratarak önemli eşitsizliklerin üretilmesine yol açmaktadır. Bu durum uluslararası göçün kadınlaşmasına yol açmıştır.
Yasal yollarla göç etmiş birçok göçmenin hukuki statüsü ve hakları halen tartışma konusuyken, düzensiz göçmenlerin (yasadışı göçmen) durumunun daha vahim olduğu açıktır. Düzensiz göçmenler yoksulluk, toplumsal dışlanma ve ayrımcılık riskiyle karşı karşıyadır.
Göçmen haklarının devletlerce tanınmaması göçmenlerin haklarına ulaşmasında en temel engellerden biridir. Göçmenlerin dışlanması iki boyutta sürmektedir: Göçmenlerin sosyal sistemden dışlanması ve göçmenlerin haklar sisteminden dışlanması.
Göçmen sayısının artışı, kaynakları paylaşacak rakiplerin artışı olarak yorumlanabilmekte ve bu göçmene ilişkin farklı korkularla birleşerek dışlamaya dönüşebilmektedir.
Sendika ve STK’ların faaliyetlerinin ötesinde göçmen haklarını korumak amacıyla uluslararası yasal ve normatif bir çerçevenin oluşturulma çabaları halen sürmektedir.

Yeni toplumsal hareketler, devleti hedef alan ve onu etkilemeyi amaç edinen eylemsellikten çok, kitleleri harekete geçirerek değer ve davranışlarda değişikliği amaçlamaktadır.
Charles Tilly, toplumsal hareketlerin farklı siyasal ortamlarda farklı strateji, yapı ve başarı şansına sahip olacaklarını iddia etmiştir. Buna göre, siyasal fırsat ve kısıtlamalarda meydana gelen bir değişim yeni politik ve toplumsal mücadeleleri tetikleyebilir.

GÖÇMEN AKTİVİZMİ VE SİYASAL KATILIMI
Uzun zamana yayılan ve dereceli olarak dönüşümü gerçekleştirmeyi hedefleyen toplumsal hareketler daha az dikkat çekmektedir. Göçmenlerin uzun erimli mücadeleleri çok ön plana çıkmazken, protestolar ve şiddet içeren eylemler göçmenleri bir “sorun” olarak görünür kılmaktadır.

Kırsal kesimden gelen göçmenler daha çok siyasi amaç gütmeyen hemşehrilik derneklerinde örgütlenirken, kent kökenli göçmenler ise göç gönderen ülkenin siyasal ve kültürel hayatına katılmak için siyasal partiler, dinî ve kültürel örgütlere üye olmakta ve onların faaliyetlerinde aktif görev almaktadırlar.

Göçmenler, eğitim durumları arttıkça, dernek ve benzeri organizasyonlara daha fazla katılım göstermektedirler.

a) Göç Alan Bağlamın Göçmen Örgütlenmesine Etkileri: Göç alan bağlamda göçmene ilişkin algı göçmenleri ortak hareket etmeye sevk edici bir rol oynayabilir. Göç alan toplumun göçmenlere uyguladığı ayrımcılık ve çeşitli baskılar, göçmenlerin yerel değerlerine olan bağlılıklarını arttırır. Göçmenlere baskı uygulanmayan toplumlarda ise göçmenler, yeni toplumsal düzene ve çevreye daha kolay entegre olurlar.

Klasik asimilasyon kuramı göçmenin göç gönderen ülkeyi ve ülkeye karşı hissettiği aidiyeti ve kimliklerini geride bırakıp, göç alan ülke ve sosyokültürel bağlama tam anlamıyla entegrasyonunu öngörür.
Parçalı asimilasyon kuramı, ikinci neslin göç alan ülkedeki toplumsal tabakalaşmaya entegrasyon sürecini ve bunun sonuçlarını araştırır.

b) Göç Gönderen Ülke ve Göçmen Aktivizmi: Göç gönderen devletlerin hükümet temsilcileri ve diplomatları, mesailerinin önemli bir bölümünü, başka bir ülkede göçmen statüsünde ikamet eden vatandaşlarının ulus-ötesi faaliyet ve aktivizmlerini desteklemek ya da kendi çıkar ve beklentileri yönünde şekillendirmek için harcamaktadırlar. Göçmenler, bulundukları ülkede anavatanlarını ilgilendiren konularda siyasi süreçleri etkilemek amacıyla örgütlenip lobi faaliyetleri yapabilmektedirler.

c) Göçmen Dayanışma Ağları: Tilly’e göre göç edenler, göçmenler ya da haneler değil, birbirine farklı türde toplumsal ilişkiler ve ağlarla bağlı insanlardan oluşan topluluklardır.
Göçmen dayanışma ağlarının ve ilişkilerinin daha yoğun olduğu bağlamlarda göçmenlerin siyasi katılımının da daha yüksek olduğu gözlemlenmektedir.

ULUS-ÖTESİ TOPLUMSAL HAREKETLER
Küreselleşme farklı birimler ve düzeylerde incelenebilecek çok boyutlu bir olgudur. Neoliberal ideoloji ile beslenen yukarıdan küreselleşme, emek piyasasını yeniden ve küresel ölçekte oluşturarak nüfuz ve etki alanını genişletmektedir. Aşağıdan küreselleşme ise, ekonomik küreselleşme ve onun beraberinde getirdiği ya da derinleştirdiği eşitsizliklere direnen insanların, örgütlerin, oluşumların ve hareketlerin ilişkileri, etkileşimleri ve mücadeleleri bütünüdür.
“Siyasal alan”ın sınırlarının yeniden tanımlandığı bu süreçte ulus-ötesi toplumsal hareketler dünya siyasetinde yeni normların ve yönetişim şekillerinin oluşması için mücadele vermektedirler.
Ulus-ötesi toplumsal hareketler kendilerini oluşturan aktör ve gruplar açısından bakıldığında daha heterojen, çoklu-kimlikli ve çok daha akışkan bir yapı ortaya koymaktadır.
Ulus-ötesi bağların oluşmasında etkin olan göçmenlerin eyleyiciliğinin en temel özelliği düzenli olmasıdır. Göçmenlerin ulus-ötesi alana ve hareketlere katılımını üç açıdan ele almak mümkündür. “Doğrusal ulus-ötesilik” para gönderme, göçmen ağ ve dernekleri kurma gibi ulus-ötesi pratikler ve katılım aracılığıyla göçmenleri göç gönderen bağlama bağlar. “Kaynaklara bağımlı ulus-ötesilik” göçmenlerin sahip oldukları ve göç sürecinde edindikleri kaynaklar ölçüsünde ulus-ötesi faaliyetlere katılmaları ve göç gönderen bağlamla bağlantı kurmaları durumudur. “Tepkisel ulus-ötesilik” ise göçmenlerin göç alan ülkede yaşadıkları dışlayıcı ve olumsuz deneyimler sonucunda bu ülke toplumuna tepki duyması ve göç gönderen ülkeye yönelmeleri durumudur.

ULUSLARARASI GÖÇE DAYALI TOPLUMSAL HAREKETLER
“Bizsiz Bir Gün” eylemi: 1 Mart 2011 tarihinde Avrupa’nın farklı şehirlerinde göçmenlerin Avrupa’ya yaptığı katkıyı görünür kılmak adına “Bizsiz 24 Saat” eylemi yapılmıştır. Bu bir gün süresince eyleme katılan göçmen ve STK’lar herkesi çalışmamaya ve tüketimini durdurmaya davet etmekte, böylece göçmenlerin toplumların sürekliliği ve refahına yaptığı önemli katkıyı vurgulamayı amaçlamaktadır.
Göçmen hakları ve göç yasası protestosu için yürüyüş: ABD’nin Latin Amerika’ya yaptığı ekonomik ve siyasi müdahaleler ABD’ye göçü tetikleyici yönde bir rol oynamıştır. Latin Amerikalı göçmenler ağırlıklı olarak Kaliforniya, Teksas, Arizona ve New Mexico eyaletlerinde yerleşmiş ve buralarda yoğun göçmen dayanışma ağlarının kurulmasına öncülük etmişlerdir.
Göçün kadınlaşmasına karşı kampanya ve protestolar: Singapur’da sınırlı göçmen aktivizmi sendikaları, dinî kurumları ve yabancı devlet temsilciliklerini göçmen haklarının korunması için daha yoğun bir çaba içine girmeye itmiştir. 2001 yılında 19 yaşındaki Endonezyalı bir göçmen kadın işçinin işvereni tarafından dövülerek öldürülmesi Singapur basınında geniş yer bulmuş ve göçmen kadın emekçilerin haklarının korunması için kampanyalar yürüten Çalışma Komitesi isimli hareketin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Göçmen ayaklanmaları: 2000 yılında 19 yaşındaki Cezayir kökenli Ryad Hamlaoui’nin bir polis tarafından öldürülmesi, iki gün süren göçmen ayaklanmalarına yol açmıştır.
Göçmenlerin açlık grevi: Yunanistan’da oturma izni için mücadele veren çoğunluğu Kuzey Afrikalı olan 300 göçmen, 25 Ocak 2011 tarihinde başladıkları ve 6 hafta süren açlık grevlerini Yunan hükümeti ile yaptıkları anlaşma ile sona erdirmişlerdir. Grev sonucunda geçici oturma izni almayı başarmışlardır.
Türkiye’den göçmenlerle dayanışmaya bir örnek: 2010 yılında kurulan Göçmen Dayanışma Ağı Türkiye’de göç olgusuna ilişkin farkındalık yaratılması için faaliyetlerini sürdürmektedir.
Ulus-ötesi göçten ulus-ötesi toplumsal hareket: Avrupa’ya Alevi göçü, 1960’lı yıllarda Türkiye’nin Almanya’yla ve diğer Batı Avrupa ülkeleriyle yaptığı ikili anlaşmalar aracılığıyla başlamıştır. 90’lı yıllarda Türkiye’de meydana gelen Sivas ve Gazi olayları da Alevileri Almanya’da Alevi kimliği etrafında örgütlenmeye itmiştir.

GÖÇE DAYALI TOPLUMSAL HAREKETLERLE İLGİLİ ARAŞTIRMALARDA YENİ YÖNELİMLER
Ulus-ötesi göçmen siyasetinin de yerel liderleri erkeklerdir.

Bunun nedenlerinin farklı çalışmalarla ortaya konmasına ihtiyaç vardır.
---
Yeni Toplumsal Hareketler
Editör: Prof. Dr. Bilhan Kartal & Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2345
Eylül, 2011 Eskişehir