9 Eylül 2020 Çarşamba

Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları 1926

Ahmet Nedim - Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları 1926

 

Takdim

Bu rejimin temellerinde kan vardır, zulüm vardır, ihanet vardır. Dahası, edilen yeminleri verilen sözleri, inkâr vardır.

 

Halife’ye, içine düşülen çıkmazdan kurtuluş yolları önerenler, istedikleri maddî ve manevî desteği aldıktan sonra edilen bağlılık yeminlerini ve verilen şeref sözlerini unutmuşlar, şahsî diktatörlüklerini kurmak ve iktidarlarını pekiştirmek uğruna her türlü ihâneti ve namussuzluğu bir hak olarak kullanabilmişlerdir.

İşte istiklâl Mahkemeleri bu zulmün ve ihânetin en açık ve en acımasız ibret belgeleridir.

 

Cumhuriyet ve demokrasi yaftasına sığınarak 70 yıl boyunca bildiklerini okumuşlar ve okutmuşlardır.

 

Meclis’te ve insan Hakları Komisyonu’nda yapmaya çalıştığımız da bu hakikatin ve barışın önündeki engelleri kaldırmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Şayan-ı şükrandır ki; sesimiz duyulmaya ve yankısını bulmaya başladı. Dün adını anmanın bile yasak olduğu Said-i Nursi hazretlerine bugün iade-i itibar sağladık. Mazlum ve şehid İskilipli Atıf Hoca’nın dosyasını da meclisin gündemine getirdik. Daha sırada yüzlerce mazlum, binlerce dosya var. Sadece mazlumların ahını yerde bırakmamakla kalmayacak, zalimlerin zulmünün de hesabını soracağız!

Hasan Mezarcı

İstanbul Milletvekili

 

Ankara’daki meclis, her ne kadar Halife’ye bağlılık yeminleri etse de (…) İstanbul’da bir hükümet zâten vardı…

 

(İstiklal Mahkemelerinin faaliyetleri…)

 

1. Bölüm

Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları

 

Giresun sanıklarının muhakemeleri…

Babaeski Eski Müftüsü Ali Rıza Efendi’nin Muhâkemesi (s. 13 vd.)

 

Gostuvarlı Haşan Efendi ve Kardeşleri Abdullah, Abdulgafur Efendiler ile Sürmeneli Hamal Ali Rıza’nın Muhâkemeleri (s. 24 vd.)

 

Fatih Türbedârı Hacı Haşan Efendi’nin Muhâkemesi (s. 33 vd.)

 

Konyalı Hacı Tâhir Efendi’nin Muhakemesi (s. 40 vd.)

 

Dağıstanlı Fettah Efendi’nin Muhâkemesi (s. 49 vd.)

 

Eğinli Berber Mustafa’nın Muhâkemesi ve Hoca Ali Rıza ile Yüzleştirilmesi (s. 55 vd.)

 

Yağlıkçı Hüseyin Efendi ve Kardeşi Ispartalı Mustafa’nın Muhâkemesi (s. 59 vd.)

 

Hâfız Nâfiz Efendi’nin Muhâkemesi (s. 69 vd.)

 

Muharririnden Ömer Rıza Efendi’nin Muhakemesi (s. 75 vd.)

 

Dağıstanlı Seyyid Tâhir Efendi’nin Muhakemesi (s. 83 vd.)

 

Erzurumlu Hacı Süleyman Efendi’nin Muhâkemesi (s. 88 vd.)

 

Aziz Mahmud Efendi’nin Muhâkemesi (s. 94 vd.)

 

Makriköylü (Bakırköy) Haşan Efendi’nin Muhakemesi (s. 103 vd.)

 

İskilipli Âtıf Hoca’nın Muhakemesi (son kısım) / s. 109 vd.

Rizeli Âsim Efendi,

Bayezid dersiâmlarındandır ve kitap ticaretiyle meşgul olur bir adamdır. Bu adam, hatta Hind’e filan kitap gönderir. Kitabım basıldıktan sonra bir gün dükkânıma geldi. “Bundan bana bir miktar ver, Rize’ ye göndereceğim, ” dedi. 30 tane veresiye olarak verdim. Veresiye defterine tabii kaydettim. Bir hafta sonra parasını getirdi, mesele budur.

S: Resmî soruşturma evrâkına ve 16 Teşrîn-i sânî 341 (16 Kasım 1925) tarihinde yapılan bir faturaya göre paket eşyâ ile beraber Rize’ye gitmiş ve orada dağıtılmıştır (s. 109).

S: Bu kitaptan 3000 nüsha bastırdığını söylüyorsun. Şapka meselesi çıktıktan sonra sen Anadolu’ya gönderiyorsun yâni bu kitaplar 341 T.. ‘Kasım’ (M. 1925) de gitmiştir.

C: O vakit bende kitap yoktu. Yâni hükümet almıştı (s. 110).

 

Ali Bey: Bu 30 kitabı nasıl bulmuş?

- C: Kim ise karşıma gelsin. “Âtıf Efendi ’den 30 tane kitap aldım.” diyorsa cezâma râzıyım. Yüce Hakim Heyeti takdir buyururlar ki işin en mühim noktası burasıdır. Hakîkaten böyle bir şey çıkarsa cezama razıyım. Bendeniz 30 tane Âsim Efendi vâsıtasıyla gönderdim, başka göndermedim.

- S: Bu yön isyânla alâkadar olan en önemli yöndür. Ve isyânı ilgilendiren bölümdür. Sen de bunun için bu dâvâya dâhil edildin? / s. 111

 

S: Kırklareli’nde müftü efendiye 50 tane göndermişsin. Niçin müftü efendiye gönderdin?

C: Sattırmak için gönderdim. Arkadaşlarımdandır. Parasını göndermedi.

S: Samsun’da Salim Efendi ’ye göndermişsin, bu kimdir?

C: Kendisi Çorumlu’dur. Samsun’da ticaret yapar, kendisini tanıyorum.

S: Kastamonu’da makina tamircisi Necati Efendi, bu kimdir?

C: Kastamonuludur. Kaldırılan Meşihatız kâtip idi. Memlekete giderken 20-30 tane aldı. Fakat parasını göndermedi.

S: Tavukçuzâddnln hesâbı ne oldu?

C: Parayı göndermedi.

S: Biga’da tüccardan Evliyâzâde Hilmi Efendi, bu kimdir?

C: Bunu ticaret vâsıtasıyla tanıyorum. İstanbul’a tavşan derisi filan getirmişti. Ben orada aracı oldum. O sûretle dükkânıma geldi, kitap verdim. Satmış, parasını getirdi.

S: Ne vakit?

C: Zannedersem ekim, kasım olacak (s. 111).

 

S: …bu tarzda kitap satışı dünyanın hiç bir tarafında görülmemiştir. Kitap gönderdiğiniz adamların hemen hepsi kitap satacak adamlar değildir?

C: Gönderdiğim adamların hepsi memleketlerinde itibar sahibi olan adamlardır beyefendi.

S: Onlar kitap satmazlar.

C: Bendeniz kitapçıya sattıramazdım. İstanbul’da yeni her kimin kitabı çıkarsa çıksın en fazla yüz, iki yüz satılır, diğerleri kitapçılarda kalır. (…) Şehirinde itibarlı bir adama gönderilirse onun hatırı için herkes alır. Çünkü pahalı değildir. Tanesi on kuruştur.

S: Bu kabul edilebilir bir ifade değildir.

C: Hakikat böyledir (s. 113).

 

S: …Biz sizin işlerinize bakıyoruz. Sen merak etme. Sen en karanlık günlerde Teâlî-i îslâmcılık yap, Mustafa Sabri’nin yanında yer al da sonra karşımızda şöyle böyle söyle. Sözleriniz hiçbir gerçeğe uygun değildir.

C: Bu husus için size belge gösterdim.

S: Ne belge?

C: Mustafa Sabrı ile bu beyannâme meselesini görüşse idim, tekzib etmezdim.

S: Bilakis, bu sizin kasdınızın devamı için yapılmış bir tertib olur.

C: Niçin öyle olsun, ben de onlarla beraber olur, beyannameyi tasdik için ısrar ederdim ve imza ederdim. Hâlbuki açıkça muhâlefet etmişimdir. Resmî vesika gösteriyorum. Hakkımda olumlu kanaat sahibi olmak lâzım gelir ve gelmelidir. Tasdik etmiyelim diye en fazla ısrar eden oldum. Eğer Mustafa Sabri ile alâkam olsa idi ısrar etmezdim.

S: Belge göster?

C: Belgeyi arzediyorum: Vakit Gazetesinin 1034’üncü nüshasında tekzibnâmem duruyor. Şimdi bu durup dururken bendenize vesika sormak bilmem nasıl olur! / s. 114

 

Şeyh Ali Haydar’ın Muhâkemesi (s. 116 vd.)

 

Nuruosmaniye Câmii İmamı Hâfız Osman ve Gevelizâde Yahya Efendi’nin Muhâkemeleri (s. 119 vd.)

C: İstanbul'da iken bu şapka kitaplarından Hulûsî Efendi’ye gönderdim. Satılırsa daha göndereceğim, "dedi.

S: Bu Yahyâ Efendi vâsıtasıyla mı?

C: Evet / s. 120

 

Rize’den Gevelizâde Yahyâ’nın Muhâkemesi

S: Rize’de kimleriniz var?

C: Birâderim var. Kitapçıdır.

S: Bu Âtıf Efendi’nin kitaplarından sizin vâsıtanızla Rize’ye kaç defa gönderildi?

C: Kaç defa gönderildiğini bilmiyorum. Yalnız Mustafa Âsim Efendi Hulusi Efendi ’ye kitap gönderirdi. Lâkin ne kitap gönderdiğini bilmiyorum…

S: T. S. 1341 (M. 1925) tarihli faturada “Birâder bunun sandığında bir paket vardır. Hafız Hulûsi ’ ye verirsiniz (245) kuruş alırsınız." diyor. Bu paket nedir?

C: İbn-i Battuta isminde bir tarih kitabıdır (s. 121).

 

İhsan el-Mevlevî’nin Muhâkemesi (s. 124 vd.)

 

Makriköylü (Bakırköy) Hasan Efendi ile İskilipli Âtıf Hoca’nın Yüzleştirilmesi

S: Burada biz çok mahkeme yaptık. O zamanın siyâseti; doğru yolda görünüp hayır kurum lan kurmak, partiler kurmak, kendilerinden saf bir şekilde istifade edeceği düşünülen kimseleri toplamakdır. Ve siz tamamen bu siyâsete âlet olmuşsunuzdur. Sen yâhud senden başkaları o beyannâmeleri bastırıp ta Yunan uçaklarıyla millet arasına attıktan sonra artık susmamak, durmamak lâzımdır. Hata olduğunu itirâf etmelisin. Hâlbuki onu da demezsin, inadına söylersin.

C: Beyefendi bendeniz zât-i âlînize resmî belge sundum ve Ferid Paşa hükümetine karşı kalemimle mücadele ettiğimi açıkça isbat ettim.

S: Ne ile isbat ettin? Sıkılmıyor musun, bunu nasıl söylüyorsun. Biz senin söylediğin sözlere inandık mı? İnanmak mecburiyetinde miyiz?

C: Vakit gazetesinin 1134 üncü nüshasındaki tekzibi kim yazdı?

S: Ben de sana cevap verdim, bunu din perdesi altında kötülüklerinize daha fazla devam etmek için yaptınız (s. 133).

 

Yağlıkçı Hüseyin ve Birâderi Mustafa ile Âtıf Hoca’nın Yüzleştirilmeleri (s. 134 vd.)

 

Ayıntebizâde Sâlih, Seydişehirli Haşan ve İskilipli Âtıf Hoca’nın Yûzleştirilmeleri (s. 137 vd.)

 

Erzurum Dâvâsı Sanıklarının Muhâkemesi (s. 141 vd.)

 

Askerî Müteahhidlerden Battal Oğlu Hazer’in ve Oğlu Muhiddin’in Muhâkemeleri / s. 226 vd.

S: Potmiya kolundan kimi tanırsın?

C: Kanburoğlu Kadir Ağa’yı.

S: Gürgen muhtarı Yâkub Ağa’yı?

C: Tanımam beyefendi. Gürgen bize yedi sekiz saatlik yoldur.

S: Salih Ağa kolundan Topaloğlu Ali Ağayı?

C: Onu tanırım.

S: Görüşürsün değil mi?

C: O kadar münasebetim yoktur.

S: Şimdi bu isyân meselesi gerçekleşirken Ali Ağa kayınbiraderi Fındık Mehmedi sana gönderiyor. “Erzurum’a gidecek olan Hazer Efendi’ ye 1000 lira harcırah lâzımdır, gönderin" diyor ve "Erzurum üzerine gidip isyân edeceğiz" diyor?

C: Ben bunu kesinlikle kabul etmem, bu iftiradır, izah edeyim. 1336 (M. 1920) senesinde gerek Topaloğlu Ali ve gerek Kanburoğlu Ali Peçelioğlu Yâkub, Derviş Ali'nin oğlu Nûri bunlar, Rus memleketimizi istilâ ettikleri vakit de bana 'muhtaroldu’ diyorlardı.

S: Bu kelimeyi nereden öğrendin?

- C: Ruscadır, memleketten öğrendim. Şimdi bunlar birer muhtar olmuşlar. Ne vakit ki Rus çekiliyor, bunlar birer birer ağa oluyor. Bendeniz Şam cephesinden geliyorum. 1335’de (M. 1919) beni Of cephesine gönderiyorlar, 1336’da (M. 1920) da olabilir; Ramazan münasebetiyle beni memlekete gönderiyorlar. Evimde oturduğum bir gece birçok tüfenkler atıldı.

Dışarı çıkacaktım, oğlum bırakmadı. Sabahdan çıktım eşkiyâlar Harun nâmıyla birisini dağa kaldıracaklarmış, kaldıramamışlar. O zaman subay idim. Jandarmayı çağırdım, nedir dedim. O da “eşkiya otuzüç kişidir, bir şey yapamadım " dedi. Sonra İslam Paşa, Portakallı, Sultan Mahallesi vesâir mahalleler ahâlisini topladım. 32 silâhlı adam aldım. Oğlumu da onlarla beraber bıraktm, "bunları devriye gezdireceksin" dedim. Bıraktım, bu teşkilatı yaptım. Of’tan telgraf aldım. Bu teşkilatı yaptığımdan dolayı jandarma kumandanı mahallemize geldi, beni çağırdı: "Akşamdan sonra silâhlı gördüğünüzü vurunuz, sorumlusu benim" dedi. Ve bu vazifeyi yapınız diye emir verdi (s. 228).

S: Kim idi jandarma komutanı?

C: Behçet Bey nâmında bir binbaşıdır. Bunların hepsi işte bu yüzden bana düşman oldular. Bu dört mahalle Rize’nin en zengin mahalleleridir. Bu adamlar bu mahallelerden seksener lira alacaklardı. Ben bunlara mâni oldum.

S: Şimdi sen bu hikâyeyi o kadar uzatma. Geçmişimiz var demek istiyorsun. Bunlar hangi eşkiyâ imiş?

C: Deli Alinin Nûri vesâire otuz-kırk kişi kadar eşkiyâ var. Burada Müdâfaa-i Milliye’nin yeni kuruluşu zamanında işte bu Kanburoğlu, Topaloğlu, Peçelioğlu ve arkadaşları bu firârîleri kendi yanlarına topluyorları. Hattâ Rize şûbesi tek bir asker bile sevk edemedi. Bu firârîleri yakaladığımdan yalnız Of şûbesinden bir takdirnâme aldım ki hâlâ saklarım. Hattâ bunlar benim vurulmama bile çalıştılar.

S: Dinle beni Fındık Mehmed i tanıyor musun?

C: Tanımam (s. 229).

 

Uşak Dâvâsı Sanıklarının Muhakemeleri (s. 236 vd.)

III- İddiânâme ve Müdafaalar (s. 269 vd.)

 

IV- Karar (s. 287 vd.)

 

II. Bölüm

İstiklâl Mahkemesi Zabıtları İle İlgili Belgeler ve Ekler (s. 295 vd.)

 

Hıyânet-i Vataniye Kânunu

29 Nisan 1336/1920 Tarihli Hiyâneti Vataniye Kânununun Birinci Maddesinin Ta’dîli Hakkında Kânun

29 Nisan 1336/1920 Tarihli Hiyânet-i Vataniye Kânunu’nun Sekizinci Maddesini Muaddil Kânun

Hiyânet-i Vataniye Kânunu’nun Birinci Maddesinin Ta’dîli Hakkındaki 15 Nisan 1339 Tarihli Kânun’a Müzeyyel Kânun

Firârîler Hakkında Kânun

İstiklâl Mehâkimi Kânunu

Şer’iye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekâletlerinin İlgâsına Dâir Kânun

Tevhîd-i Tedrisât Kânunu

Hilâfetin İlgâsına ve Hanedânı Osmânînîn Türkiye Cumhûriyeti Memâliki Hâricine Çıkarılmasına Dâir Kânun

Takrîr-i Sükûn Kânunu

Şapka İktisâsı Hakkında Kânun

Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedârlıklar ile Birtakım Ünvanların Men ve İlgâsına Dâir Kânun

 

Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin Millete Beyannamesi

“Mahkememiz, Büyük Millet Meclisi’nin arzu ve irâdesiyle huzur ve istirahate muhtaç, refah ve saadete lâyık olan memleketimizde umumî sükûnun takarrür ve tesiri için kendisine tevdi edilen vazifeye başlamıştır. Millî mücadelâtımızda zafer ve muvaffakiyeti te’mine âmillerden biri olan İstiklâl Mahkemeleri milletimiz tarafından hürmet ve muhabbelle karşılanarak, nasıl hak ve adalet mefhumunu temsil eden müesseseler halinde ifa’yı vazife etmiş iseler mahkememizin de aynı esaslar dairesinde milletin hayat ve hürriyetini yıkmak ve mefkûresini sarsmak kasdında olan âsiler ve mürtecîlerle siyaseti bu caniyâne maksada âlet edenler için icraatı sarih ve kati’ bir divan-ı hak ve âdil olacağı muhakkakdır. Asırlardan beri memleketde ihdas ve tesis edilmiş olan esaret havasının millî cihad ile tasfiye ve refizalesinden sonra menfaat ve saltanatları tahrib edilenlerin tekrar icab ve selâmet-i millîyenin istilzam etdiği tarzda hareket eyliyecektir. Dini, şahsî ve siyasî menfaatlarına âlet edenler; efkâr-ı ammeyi tesmim ile idare-i hazıraya karşı nefret ve isyan hissi telkin edenler; memleketin asayiş ve emniyetini, aziz halkımızın huzur ve istirahatını ihlâl edenler; vazife-i askeriyeden firar veya firarı teşvik ve himaye suretiyle isyan ve irticaa müzaheret edenler; cumhuriyet halkının takriri sükûn arzusunu temsil eden mahkememizi derhal karşılarında bulacaklardır. Mahkememiz bütün vatandaşlara ilân eder ki vazifesini kânun dairesinde ifa’ eylerken rehberi vicdan sesi, hedefi selâmet-i vatan olacaktır.

12 Mart 1340/1925

Ankara İstiklâl

Mahkemesi Reîsi Ali (Afyon Mebûsu)

 

Tâhir’ül Mevlevî’nin hatırası,

 

Necip Fâzıl Kısakürek’in Kaleminden

 

14 Kasım’da Sivas’la, 22 Kasım’da Kayseri’de, 24 Kasım’da Erzurum’da, 25 Kasım’da Rize’de, 26 Kasım’da Maraş’ta ve 4 Aralık’ta Giresun’da “Şapka Kânunu” aleyhine protesto mitingleri, halk yürüyüşleri yapıldı.

 

Bütün bu hâdiselerin bir tanesinde bile, devlete karşı bir silâhlı mukavemet veya çatışma olmadığı gibi, tek bir devlet memuru ya da güvenlik görevlisinin burnu bile kanamadığı halde, nümâyişe katılan halka karşı silâh bile atılmaktan çekinilmedi (s. 347).

 

Rize Davası (s. 349 vd.)

Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin, Rize Dâvâsı ile ilgili muhâkemeleri 11 Aralık günü başladı ve üç gün sürdü. Bu üç gün içerisinde, 'halkı şapka ve hükümet aleyhine isyana teşvik suçundan' hemen tümü câmi imamı veya din adamı 143 sanık yargılandı.

İdâm kararları, hukukta yüzyıllardır süregelen teâmülün de hilâfına güpegündüz ve daha da ilginci kararların açıklanmasından yarım saat sonra, saat ikide, şehir meydanında infâz edildi.

 

(Mahkeme heyeti) 21 Aralık akşamı İstanbul’a vardı. Hemen bütün gazetelerin merkezi olan İstanbul’da, basma bir açıklama yapan İstiklâl Mahkemesi Heyeti reisi Ali (Çetinkaya) Bey, özellikle de Erzurum, Rize ve Giresun dâvâları ile ilgili açıklamalarda bulundu. Reis, bu dâvâlar ile ‘‘inkılâp düşmanlarına cumhuriyetin kahredici yumruğu ile ağır bir darbe indirildiğini" açıkladıktan sonra sözlerine, “yapılan muhakemeler ve tahkikat sonrasında, İskilipli Atıf Hoca da dâhil, bütün İstanbullu sanıkların mâsumiyelinin ortaya çıktığını" diye devam etti. Ali Bey, bütün İstanbul gazetelerinin yanında Hâkimiye-i Milliye’de de aynen ve manşetten yayınlanan demecini, “tutuklanan bu sanıkların bahsedilen isyân olayları ile hiç bir suçlarının olmadığını, yakında salınıverilecekleri" sözleriyle bitirdi (s. 351).

 

Mehmed Âtıf Efendi (İskilipli, Hoca, 1876-1926) / s. 353

 

9 Aralık 1925 günü akşamı Laleli’deki evinde yapılan arama sonrasında, hakkında 'tevkif müzekkeresi’ bile kesilmeksizin; İstanbul Polis Müdüriyetine götürülen Mehmed Âtıf Hoca, iki gün aralıksız devâm eden sorgusu sonrasında, 'Şapka isyânı âmillerinden’ sayılarak, Ankara İstiklâl Mahkemesi emri gereği, Galata limanından kelepçeli olarak bindirildiği bir kömür gemisi ile Giresun’a gönderildi. Giresun’da, İstiklâl Mahkemesi huzurunda, 16-18 Aralık 1925 günleri yapılan muhâkemesi ile suçsuzluğu ve mâsumluğu ortaya çıkan Mehmed Âtıf Hoca, Mahkeme Heyetinin de seyâhat ettiği Akdeniz yolcu gemisinin anbarında kelepçeli olarak İstanbul’a getirildi. Kâfile, 21 Aralık günü İstanbul’a ulaştığında tekrar Polis Müdüriyeti’ne sevkedilerek hücreye atılan Hoca, Mahkeme Reisi Ali Çetinkaya’nın bütün İstanbul gazetelerinde yayınlanan demecinde de açıkça " suçsuzluğu ortaya çıktığı" belirtildiğinden, serbest bırakılmasını beklerken; bu kez de, İstanbul’dan toparlanan 26 sanık ile birlikte, 24 Aralık günü bindirildikleri bir trenle Ankara’ya sevkedildi (s. 355).

 

Mehmed Atıf Hoca, 'Türkiye Cumhûriyeti’nin Şapka İnkılâbına, kitap yazarak muhalefet’ suçundan, 3/4 Şubat 1926 gecesi Ankara’da, Büyük Millet Meclisi önünde, asılarak idam edildi.

Cenazesi ailesine teslim edilmedi ve Cebeci civârındaki kimsesizler mezarlığına gömüldü.

 

III. Bölüm / Ankara İstiklâl Mahkemesi Zabıtları (Metin)

 

İşaret Yayınları, İstanbul, 1993

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder