Evren Altınkaş - Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
Cumhuriyeti kuran kuşakların ve bu dönemin aydınlarının
eğitim süreçlerinde ve buna bağlı olarak dünyaya bakışlarında en etkili olan
düşünce, kuşkusuz pozitivizmdi.
Pozitivizmin en önemli unsuru değişim…
Yeni rejim, halkın genel eğilimi sonucu değil, devrimci bir
kadronun gayretleriyle gerçekleşmişti. Toplum, Cumhuriyetin getirdiği ulusal
egemenlik düşüncesinin çok uzağındaydı.
Atatürk ilke ve inkılâpları çerçevesinde çizilen toplumsal
proje / Kemalist düşünürler tarafından Aydınlanmanın kendisi olarak sunuldu…
Cumhuriyet aydınları neredeyse tümü Osmanlı’nın dağıldığı
dönemde yetişmiş (başka türlü olabilir miydi)…
Osmanlı’nın son döneminde aydınlar arasında yaygınlaşan seçkincilik…
Cumhuriyet dönemi aydınlarına da aynı şekilde intikal etmiş…
Cumhuriyet aydını, ulemanın kültürü Batı’ya karşı koruma
çabasının tam aksine, kültürü ve toplumu Batılılaştırmaya yönelik bir çaba sarf
etmiştir.
Cumhuriyet döneminde siyasi ve sosyal alanı belirlemede de
etkili olan merkez siyasi/askeri yapıdır.
Cumhuriyet modernleşmesi Avrupa karşısında güçlü ve batılı
bir toplum görüntüsüyle ayakta durabilmek için, farklılık arz edecek kesimleri
de (asker, memur, esnaf, öğretmen) aynı Batılılaşma programı çerçevesinde
toplamaya çalışmıştır.
Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nde Batılılaşma,
ülkeyi çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak gibi bir dinamik ideal
haline getirilmiştir.
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in Batılılaşma fikri
çerçevesinde en çok önem verdiği aydın Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp
1922’de Yeni Gün gazetesindeki makalelerinde: “Garp Medeniyetine hâkim olmak
yahut garp devletlerine mahkûm olmak, bu iki şıktan birini kabul
mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu hakikat anlaşılmıştır: Avrupa’ya karsı
hürriyetimizi ve istiklalimizi müdafaa edebilmek için Avrupa Medeniyetini
iğtinam etmemiz lazımdır. Avrupa medeniyeti müspet ilimlerden ve sınaî
tekniklerden, içtimaî teşkilatlardan ibarettir.”
Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’nin önündeki tek yolun
sadece ve sadece Batılılaşma olduğunu da çeşitli defalar dile getirmiştir.
Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in ilanından 7 ay önce
Konya’daki Türk Ocağı’nda yaptığı bir konuşması: “sınıf-ı münevver telkinle,
irşatla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaya muvaffak olamayınca,
başka vasıtalara tevessül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre başlar, halkı
istibdatta bulundurmaya kalkar”
Yunus Nadi, 1924’te yayınlamaya başladığı Cumhuriyet
gazetesinin ideoloji yayma işlevini göstermesi açısından önemlidir. Gazetenin
ilk sayısında Yunus Nadi: “Cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz
onun temsilcileri ve koruyucusuyuz.”
Falih Rıfkı Atay 1923 yılında Yeni Mecmua’yı yeniden
yayınlamaya başladı. Milliyet ve Ulus gibi pek çok gazetede başyazarlık yaptı.
Ona göre Türkiye’ye özgü bir ideoloji olan Kemalizm, ülkenin
koşulları gereği faydacı olmak durumunda kalmıştır.
Atay’da da komünizm ve faşizm gibi totaliter rejimlerin bazı
uygulamalarından etkilenme emareleri görülmektedir.
Mahmut Esat Bozkurt hukukçu kimliğiyle 1924-1930 arası Türk
Hukuk Devrimi’ni gerçekleştiren kişidir.
Bozkurt’a göre, devletçilik devlet sosyalizmi demekti.
Bozkurt, bu sistemi şöyle tanımlar: “Bu sistem özel mülkiyeti tanıyan, fakat
insanın insan tarafından sömürülmesini önlemek ve milli kalkınmayı başarmak
için devlete ekonomik işlerde kontrol ve teşebbüs hak ve yetkilerini kabul eden
bir sistemdir.”
Afet İnan Cumhuriyet’in misyoner sosyal bilimcilerinin tipik
örneğidir. Medeni Bilgiler’de en çok önem verdiği kavram devlettir. İnan’a göre
genel irade toplumdaki tek tek bireylerin toplamından daha başka ve yüksek bir
kavramdır.
Necmettin Sadık Sadak, sosyoloji alanındaki çalışmalarının
neredeyse tümünde Kemalist doktrini pekiştirici ifadeler kullanmıştır.
Radikal-pozitivist ve anti Osmanlıcı Halil Nimetullah Öztürk
“İnkılâbın Felsefesi” adlı eserinde Türk inkılâbının Osmanlılıktan tamamen
sıyrılması gerektiğini savunmuştur. …yeni devletin siyasal ve toplumsal
yapısının Gökalp’ın dediği gibi “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” değil
fakat “Türkleşmek, Laikleşmek, Çağdaşlaşmak” olduğunu savunur.
Hasan Ali Yücel (…) temel hedefin Türkiye Cumhuriyeti’nin
Batılı kimliğinin Batı tarafından anlaşılabilmesi olduğunu söylemiş
Reşat Nuri Güntekin’in neredeyse tüm romanları, Kemalist
reformların ve özellikle de laikliğin savunusunu yapan eserlerdir.
Kemalizm’in bir ideoloji olarak topluma yayılması için…
Halkevleri…
Halkevleri, Kemalist doktrinin işlendiği bir eğitim merkezi olarak
da değerlendirilebilir.
Halkevleri kamusal alan oluşturma ve bu kamuya hitap etme
işlevlerini yerine getirir.
1933 yılında Ülkü Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştır. Derginin
amacını ve içeriğini anlatan “Ülkü Neden Çıkıyor?” başlıklı yazısında Recep
Peker şöyle der: “...cemiyetin kanındaki inkılap unsurlarını ısıtmak, ileri
adımlarını sıklaştırmak için… Milli dile, milli tarihe, milli sanatlara ve
kültüre hizmet için… çıkıyor”.
Adnan Adıvar, muhalif bir tutum takınmış olmasına rağmen, Temelde,
ülkedeki değişim eğilimine ve değişikliklerin yapılış biçimine karşı çıkmıştır.
Türkiye’nin sosyal ve kültürel sorunlarının liberal yoldan
halledilebileceğine inanmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet sonrası devleti,
devrimlerin bilincine varan aydın grubunun yönetmesi gerektiğini savunur.
Şevket Süreyya Aydemir, Kadro Dergisi’nin neredeyse baş
ideologu
İnkılâp, kaçınılmaz olarak, öncelikle sayıları az olan bir
azınlık grubu tarafından benimsenecek ve yaşanacaktır.
Derginin (Kadro) hedeflerinden birisi de, 1929 yılından
itibaren, Dünya Ekonomik Buhranı’nın da etkisiyle ekonomik anlamda devletçi
politikalar izlemeye başlayan Cumhuriyet’in bu yeni ekonomi politikalarını
savunmaktır.
Ekonomik gücü kim elinde tutarsa politik gelişmelere de o
yön verir iddiasından yola çıkan Kadrocular, özel sektörün sanayileşmedeki
rolünün azaltılmasını, hatta devlet tarafından kontrol edilmesi gerektiğini
savunmaktaydılar.
Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu 1934 yılında yayınlamaya başladığı
Yeni Adam dergisi ile, “cumhuriyetçi muhafazakarların” sesini duyurmuştur.
Gökalp’in yazdıklarını sert bir şekilde eleştiren bu grup, toplumu etkileyen
makro yapılardansa gelenek görenekler gibi mikro yapıların üzerinde durulması
gerektiğini savunmuşlardır.
Ahmet Ağaoğlu Kurtuluş Savaşı sırasında Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi’nin başyazarı oldu. Ona göre Milli Mücadelenin ideolojik temelinde
milliyetçi, halkçı ve köylücü bir anlayış vardı.
1926 yılında Atatürk’e sunduğu bir raporda, CHP’yi ve parti
yönetimini devrimleri uygulayamamakla ve ataletle suçlaması, özellikle İnönü ve
ekibi tarafından hiç hoş karşılanmamış ve “makbul” aydın olarak görülmemeye
başlanmıştır.
1934 yılında yayımladığı Serbest Fırka isimli eserinde: “Bizde
Cumhuriyetten en uzak bir alamet bile yoktur. Bizdeki rejim tam manasıyla ve en
şiddetli bir diktatörlüktür ve bunu hepsi, herkes biliyor!” demiştir.
Ağaoğlu’na göre rejimin bu niteliği almasının sorumlusu aydınlardır ve aydınlar
rejimin oturması için çalışmak yerine, kendi kişisel çıkarlarının peşinde
koşmuşlardır.
…
Hacettepe Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları
Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 14, (114-132), 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder