Erich Fromm - Sevme Sanatı
SEVMEK BİR SANAT MIDIR?
Sevmek bir sanat mıdır? Öyleyse eğer, bilgi ve çabaya
gereksinimi vardır.
Yoksa / bir duygu mudur?
Sevimli olmak için yapılanların çoğu, başarılı olmak “dost
kazanmak ve başkalarını etkilemek” için yapılanlarla çakışır.
İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, fakat sevecek —ya da
sevilecek— doğru nesneyi bulmanın güç olduğunu düşünürler.
Tüm uygarlığımız, karşılıklı kâr sağlayan bir alış-veriş
düşüncesi, satınalma açlığı üzerinde yükselmekte (s. 12).
…ilk adım sevginin de, yaşamak gibi bir sanat olduğunun
farkına varmaktır.
…başarı, itibar, para, güç, hemen hemen tüm enerjimizi
bunları nasıl gerçekleştireceğimizi öğrenmeye harcarız. Sevmeyi öğrenmeye ise
verecek hiç bir şeyimiz kalmaz (s. 15).
SEVGİ KURAMI
İnsan ancak aklını geliştirerek / ilerleyebilir…
İnsanın sevgiyle bütünleşmeden ayrılığını farketmesi utancın
kaynağıdır. Bu, aynı zamanda suçluluğun ve huzursuzluğun da kaynağıdır.
Bebekte "BEN"lik henüz çok az gelişmiştir. O, hâlâ
kendisini annesiyle bütün hisseder. Anne varolduğu sürece ayrı olma duygusuna
kapılmaz.
(yalnızlıktan kurtulma) yollarından biri her tür dinsel
ayinlerle kendinden geçiş anıdır.
…dinsel ayinlerin yapılmadığı uygarlıklarda, bireyin seçtiği
çözümler alkolizm ve uyuşturucu madde alışkanlığıdır.
Bundan pek az değişik olanı, cinsel birleşmeyle kendinden
geçme, çözümüne başvurmaktır.
Gelişen uygarlıkla birlikte, topluluk da büyüdü. Bir şehir
devletinin yurttaşı, bir büyük devletin vatandaşı, bir kilisenin mensubu
olundu. Yoksul bir Romalı bile "civis romanus sum" diyebildiği için
gurur duyuyordu, Roma ve İmparatorluk onun ailesi, yuvası, dünyasıydı. Çağdaş
Batı toplumunda da, topluluk ile bütünleşme ayrı olmanın üstesinden gelmenin en
yaygın yoludur (s. 22).
Kapitalist toplumda eşitliğin anlamı değiştirilmiştir.
Eşitlikle kastedilen, bireyselliğini yitirmiş insanların, otomatların
eşitliğidir. Bugün eşitlik "birlik’den çok “aynılık” anlamına gelmektedir.
Bu farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelen eğilimin bir
parçasıdır. Eşitliğin değeri şu noktaya kadar düşünülmüştür: Kadınlar eşittir,
çünkü onlar artık erkeklerden farklı değillerdir.
Yitmekte olan cinsel kutuplaşmayla birlikte bu kutuplaşma
temeline oturan cinsel aşk da yitmektedir.
Çağdaş toplum, bireysel olmayan eşitlik fikrini öğütleyip
yaymakta. Çünkü sürtüşüp prüz çıkarmadan kalabalık topluluk içinde
çalışabilecek, birbirlerinin eşi, çekirdek insanlara gereksinim duyuyor toplum
(s. 24).
Okunacak kitaplar, kitap kulübünce seçilir. Filmler
filmcilerle sinema sahipleri tarafından verilen ilanlarla saptanır.
Böylesi bir düzenin ağına düşen kişi, insan olduğunu, tek
bir birey olduğunu nasıl hatırlar?
…çözüm, insanlar arası birlikteki başarıda, bir başka
insanla sevgi içinden kaynaşmada yatmaktadır.
Bu konuda başarısız olmak, çıldırmak ya da yokolmak —
kendini ya da başkalarını yok etmek — anlamına gelir.
Ortak yaşam birliği, gebe anayla karnında büyüyen bebek
arasındaki biyolojik ilişki modelinde olduğu gibidir. İki kişidirler ama
birdirler. "Birlikte" (ortak) yaşarlar, birbirlerini gereksinirler
(s. 27).
Ortak yaşam birliğinin edilgen biçimi, boyun eğiş, bilimsel
bir deyişle mazoşizmdir.
Ortak yaşama birliğinin etken (aktif) biçimi hükmetme, ya da
ruhbilimsel dilde mazoşizmin karşıtı olan sadizimdir. Sadist kişi, kendi
yalnızlık ve hapsolmuşluk duygularından bir başka kişiyi kendisinin parçası
yaparak kurtulmak ister.
Bunlar gerçekte, büyük farklılıklardır, fakat duygusal
açıdan ele alındığında fark pek o kadar büyük değildir. Her ikisi de aynı
konumdadır; bütünleşmeden birleşme.
…olgun sevgi kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini
koruyarak gerçekleştirdiği birliktir.
…sevginin bir faaliyet olduğunu söylersek / derin bir
yalnızlık ve güvensizlik duygusu içinde sürekli çalışmaya itilmiş birini
düşünün, ya da para tutkusuyla, ihtirasla çalışmaya sürüklenenleri ele alın. Bu
durumların hepsinde, kişi bir tutkunun esiri olmuştur ve faaliyeti gerçekte
"edilgenlik"tir.
Spinoza, tavırlar arasında,
etken ve edilgen olarak "eylemler" ve "tutkular" biçiminde
ayırım yapar. Etken tavır uygulamasında, kişi özgürdür. Kendi eyleminin
efendisidir.
Böylece Spinoza erdemle gücün bir ve aynı olduğu yargısına
varmıştır (s. 30).
En genel biçimiyle sevginin etken yapısı, sevmenin almak
değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir.
…sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Güçsüzlük, sevgi
üretememektir.
Eğer sevginiz sevgi doğurmuyorsa bu, sevginizin, sevgi
üretmediği anlamını taşır.
Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için
gösterdiğimiz etken ilgidir. Bu etken ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur
(s. 34).
Kişi, uğrunda emek harcadığı şeyleri sever ve kişi sevdiği
şeyler için emek harcar (s. 35).
(sorumluluk) Seven insan karşılığını verir.
(sorumluluk) saygıyı içermezse, kolayca kendine bağlamaya ve
zorbalığa dönüşebilir.
…sevgi özgürlüğün çocuğudur. O asla zorbalığın çocuğu
olamaz.
Bir insanı tanımadan (bilmeden) onu saymak olanaksızdır.
Çocuk herhangi bir şeyi ya da hayvanı bir köşeye çeker,
tanıyabilmek için onu kırar, sırrını zorla çözebilmek için kelebeğin
kanatlarını zalimce koparır.
…öğrenebilmenin bir diğer yolu sevgidir (s. 38).
Öbür el olmadan ses çıkmaz tek elden.
(Freud’un kuramları / s. 43-44)
Anne tarafından sevilme işlemi edilgendir. Sevilmek için
yapabileceğim hiçbir şey yoktur / anne sevgisi koşulsuzdur.
Sekizbuçuk-on yaşlarına kadar çocukların çoğunda, sorun
hemen hemen bütünüyle sevilmektir. —O olduğu için sevilmek. Bu yaşa dek
çocuklar henüz daha sevemezler, sevilmeyi minnetle, sevinçle karşılarlar.
Severek, narsizmin ve benmerkezciliğin yarattığı tutsaklığın
yalnızlık ve soyutlama hücrelerinden kurtulmaktadır.
Baba, çocuğun öğretmeni, yaşamdaki yol göstericisidir.
Baba sevgisi koşullu sevgidir. Kural: "Seni seviyorum
çünkü umutlarımı gerçekleştiriyorsun, çünkü beni seviyorsun."
Yetişkin insan dıştaki anne ve babadan kurtulmuş ama onları
içinde yeniden oluşturmuştur. Ne var ki, Freud'un süperego görüşünün aksine
anne ve babasını içinde birleştirerek oluşturmamış, kendi sevebilme yetisine
göre bir annelik güdüsü, akıl ve yargı güdüsüne göre de bir babalık güdüsü
oluşturmuştur (s. 50).
Ruhsal sağlığı ve olgunluğu başarmanın temelinde, ana -
yönelimli bağlılıktan baba yönelimli bağlılığa doğru gelişmenin sonundaki
sentez yatmaktadır. Bu gelişmenin başarısızlıkla sonuçlanması, nevrozların
temelini oluşturur.
Kardeşlik sevgisi eşitler arasındaki sevgidir.
…anne sevgisi ise çaresize karşı duyulan sevgi...
…cinsel sevgi / bir başka insanla tümüyle bir potada erime,
onunla tek vücut olmaya duyulan şiddetli istektir.
Cinsel isteğin amacı birleşmektir. Ve bu, hiç bir zaman
sadece bedensel bir açlığın, acı veren bir gerginliğin giderilmesi değildir.
Cinsel arzuyu sadece sevgi uyandırmaz. Yalnızlıktan doğan huzursuzluk,
hükmetmek ya da hükmedilmek isteği, kendini beğenmişlik, incitme, hatta yok
etme isteği de uyandırabilir.
Şefkat hiçbir zaman Freud'un inandığı gibi cinsel içgüdünün
yüceltilmesi değildir. Doğrudan doğruya kardeşlik sevgisinin sonucudur
Sevmek, temelinde kişinin yaşamını bütünüyle bir başkasıyla
birleştirme arzusu ve istemidir. Evliliklerin yıkılmazlığı düşüncesinin
ardındaki mantık budur.
…sevgi sadece bir duygu olsaydı, karşılıklı verilen sonsuza
kadar sevme sözlerinin hiçbir temeli kalmazdı. Duygu geldiği gibi gider.
Kendini sevme bencilikle eş tutulmuş…
Freud sevginin, libido'nun tezahüründen başka bir şey
olmadığını, bu tezahürünse ya başkalarına yönelik sevme, ya da kendine yönelik,
kendini sevme biçiminde olabileceğini kabul eder (s. 62).
…insanoğlunun gelişmesi, insanın doğadan, anneden, kanın ve
toprağın zincirlerinden kapmasıyla belirlenir. İnsanlık tarihinin başlarında,
insanoğlu, doğayla olan ilk birliğinden fırlatılıp atılmış olsa bile hâlâ bu
ilkel bağlara sıkıca tutunmaktadır. Bu ilkel bağlara geri dönerek, onlara
sarılarak kendini güvenli hisseder (s. 68).
Anaerkil evrede, en yüce varlık annedir. / Tüm insanlar
eşittir, Çünkü onlar Toprak Ananın çocuklarıdır.
Baba sevgisi, doğası gereği, isteklerde bulunur, kurallar ve
yasalar koyar ve çocuklarına karşı sevgisi bu kural ve yasalara olan itaatlerine
göre biçimlenir. / babaerkil toplum hiyerarşiktir,
İnsan biçimli Tanrıdan, bu soyut tek Tanrı ilkesine doğru
evrimin Tanrı sevgisinin yapısındaki farklılıkları doğurduğu oldukça açıktır.
…yaşamın, insanoğlunun ona verdiği anlamın dışında, bir
anlamı yoktur.
Paradoksal mantığın genel ilkeleri Lao-tse tarafından açık
bir şekilde anlatılmıştır: "Kesinlikle doğru olan sözler paradoksal
görünebilir.
Aristo mantığı ile paradoksal mantık arasındaki farkları
detayıyla anlatmak bu kitabın boyutlarını aşar…
Heraklitus, zıtlar arasındaki çelişkinin varoluşun temeli
olduğunu varsayıyor, "Kendi içinde çelişen tüm Bir'in kendinin özdeşi
olduğunu anlamıyorlar, tıpkı yayla lir arasındaki çelişik uyumda olduğu
gibi," diyordu (s. 76).
Taoist düşüncede, Hint ve Sokrat düşüncesinde olduğu gibi,
düşüncenin varacağı en yüksek nokta hiçbir şey bilmediğimizi bilmektir.
Yaşamın tümü, en küçük ayrıntısından en büyük olayına dek
Tanrı bilgisine adanmıştır. Bu bilgi doğru düşünceyle değil, doğru eylemle
kazanılacaktır.
Bilimsel düşüncede, doğru düşünce, aydın olma dürüstlüğü
gerektirdiği kadar bilimsel düşüncenin pratiğe uygulanmasını da —ki bu
tekniktir— gerektirmektedir.
SEVGİ VE ÇAĞDAŞ BATI TOPLUMUNDA SEVGİNİN YOZLAŞTIRILMASI
Kapitalist toplum bir yandan politik özgürlük ilkesi, diğer
yandan tüm ekonomik ve toplumsal ilişkileri pazarın düzenlediği bir temel
üzerinde yükselmektedir.
Çağdaş insan kendisinden, çevresindeki insanlardan ve
doğadan yabancılaştırılmıştır. İnsan bir meta haline dönüştürülmüş, yaşam
güçlerini var olan pazar koşulları altında kendisine en fazla kârı getirecek
alana yatırması sağlanmıştır (s. 87).
Uygarlığımız kişinin bu tek başınalığını bilince
çıkartmasını engelleyecek birçok oyalayıcı şeye sahiptir
"Birey hissederse toplum sendeler" / Huxley
Sevgiye ilişkin durum da zorunlu olarak çağdaş insanın bu
toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Otomatlar sevemezler.
Bu yabancılaşmış yapının en belirgin, özellikle evlilikte,
sevgi gösterme biçimi "çift" kavramıdır. Mutlu evlilik üzerine tüm
yazılanlar birbiriyle iyi geçinen bir çifti tanımlar.
Böylesi sevgi ve evlilik kavramında asıl önemli olan tek
başına olmanın dayanılmaz duygusundan kaçıp bir şeye sığınmaktır.
Sevgi yeterli cinsel doyumun sonucu değildir, tersine cinsel
mutluluk -hatta onca sözü edilen cinsel teknik sevginin sonucudur (s. 90).
(Freud’un mutluluğa cinsel arzu/tatmin temelli
açıklamaları)
…yaşamımızı Tanrının ilkelerine göre düzenlemek yerine,
insan biçimli bir Tanrıya çocuk gibi bağlanarak yaşadığımız için bizler
Ortaçağın dinsel kültüründen çok, puta tapan ilkel kabilelerin dinsel kültürüne
yatkınız.
SEVGİNİN UYGULANMASI
…bir sanatın uygulanmasında, disipline gereksinin duyulur.
Yoğunlaşma/odaklanma…
Sabır…
Tüm endüstrimiz bunun tersini körükler: tüm makinalar
çabukluk için düzenlenmiştir,
Eğer çırak için sanat en önemli şey değilse, onu öğrenmesi
hiçbir zaman mümkün değildir.
Yoğunlaşmayı öğrenmede atılacak en önemli adım, kişinin
okumadan, radyo dinlemeden, sigara ve içki içmeden yalnız kalabilmeyi
öğrenebilmesidir
Başkalarıyla olan ilişkide yoğunlaşma demek, dinlemeyi bilmek
demektir.
…sevginin kazanılması için en önemli koşul kişinin kendi
narsizmini yenmesidir.
(uluslararası ilişkiler) bu ilişkilerde nesnelliğe çok az
rastlandığını, buna karşı narsist çarpıtmanın bir kural olarak yerleştiğini
görür.
Kişinin kendine inancı, söz verebilme becerisinin bir
sonucudur ve dolayısıyla da Nietzsche'nin dediği gibi insan söz verebilme
yetisine göre tanımlanabilir, inanç insanın varoluşunun bir koşuludur.
Akla dayalı inancın temeli üretkenliktir, inançlı yaşamak
üretken yaşamak demektir. Buna göre güce inanma (egemen elma anlamında) ve
zorun kullanımına inanma inancın tersidir (s. 120).
İnançlı olabilmek cesur olmayı tehlikeye atılabilmeyi acı ve
düş kırıklığına hazırlıklı olmayı gerektirir. Emniyet ve güvenliği yaşamının
birinci koşulu sayanlar inançlı olamazlar.
İnanç ve cesaretin uygulanması günlük yaşamdaki ufak
detaylara başlar. İlk adım kişinin nerede ne zaman inancını yitirdiğini
farketmesi bu inanç yitirmesini doğrulamaya çalışan usa vurmaları gözden
geçirmesi ve yine kişinin ne zaman korkak davrandığını farketmesidir.
…etkinlik bir şey yapmak değil kişinin güçlerini verimli
kullanmasıdır.
…
Türkçeleştiren: Işıtan Gündüz
Say Yayınları
11. Basım, Mart 2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder