1 Aralık 2022 Perşembe

Erich Fromm - Sevme Sanatı

Erich Fromm - Sevme Sanatı

 


SEVMEK BİR SANAT MIDIR?

Sevmek bir sanat mıdır? Öyleyse eğer, bilgi ve çabaya gereksinimi vardır.

Yoksa / bir duygu mudur?

 

Sevimli olmak için yapılanların çoğu, başarılı olmak “dost kazanmak ve başkalarını etkilemek” için yapılanlarla çakışır.

 

İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, fakat sevecek —ya da sevilecek— doğru nesneyi bulmanın güç olduğunu düşünürler.

 

Tüm uygarlığımız, karşılıklı kâr sağlayan bir alış-veriş düşüncesi, satınalma açlığı üzerinde yükselmekte (s. 12).

 

…ilk adım sevginin de, yaşamak gibi bir sanat olduğunun farkına varmaktır.

…başarı, itibar, para, güç, hemen hemen tüm enerjimizi bunları nasıl gerçekleştireceğimizi öğrenmeye harcarız. Sevmeyi öğrenmeye ise verecek hiç bir şeyimiz kalmaz (s. 15).

 

SEVGİ KURAMI

İnsan ancak aklını geliştirerek / ilerleyebilir…

 

İnsanın sevgiyle bütünleşmeden ayrılığını farketmesi utancın kaynağıdır. Bu, aynı zamanda suçluluğun ve huzursuzluğun da kaynağıdır.

 

Bebekte "BEN"lik henüz çok az gelişmiştir. O, hâlâ kendisini annesiyle bütün hisseder. Anne varolduğu sürece ayrı olma duygusuna kapılmaz.

 

(yalnızlıktan kurtulma) yollarından biri her tür dinsel ayinlerle kendinden geçiş anıdır.

…dinsel ayinlerin yapılmadığı uygarlıklarda, bireyin seçtiği çözümler alkolizm ve uyuşturucu madde alışkanlığıdır.

Bundan pek az değişik olanı, cinsel birleşmeyle kendinden geçme, çözümüne başvurmaktır.

 

Gelişen uygarlıkla birlikte, topluluk da büyüdü. Bir şehir devletinin yurttaşı, bir büyük devletin vatandaşı, bir kilisenin mensubu olundu. Yoksul bir Romalı bile "civis romanus sum" diyebildiği için gurur duyuyordu, Roma ve İmparatorluk onun ailesi, yuvası, dünyasıydı. Çağdaş Batı toplumunda da, topluluk ile bütünleşme ayrı olmanın üstesinden gelmenin en yaygın yoludur (s. 22).

 

Kapitalist toplumda eşitliğin anlamı değiştirilmiştir. Eşitlikle kastedilen, bireyselliğini yitirmiş insanların, otomatların eşitliğidir. Bugün eşitlik "birlik’den çok “aynılık” anlamına gelmektedir.

 

Bu farklılıkları ortadan kaldırmaya yönelen eğilimin bir parçasıdır. Eşitliğin değeri şu noktaya kadar düşünülmüştür: Kadınlar eşittir, çünkü onlar artık erkeklerden farklı değillerdir.

Yitmekte olan cinsel kutuplaşmayla birlikte bu kutuplaşma temeline oturan cinsel aşk da yitmektedir.

Çağdaş toplum, bireysel olmayan eşitlik fikrini öğütleyip yaymakta. Çünkü sürtüşüp prüz çıkarmadan kalabalık topluluk içinde çalışabilecek, birbirlerinin eşi, çekirdek insanlara gereksinim duyuyor toplum (s. 24).

 

Okunacak kitaplar, kitap kulübünce seçilir. Filmler filmcilerle sinema sahipleri tarafından verilen ilanlarla saptanır.

Böylesi bir düzenin ağına düşen kişi, insan olduğunu, tek bir birey olduğunu nasıl hatırlar?

 

…çözüm, insanlar arası birlikteki başarıda, bir başka insanla sevgi içinden kaynaşmada yatmaktadır.

Bu konuda başarısız olmak, çıldırmak ya da yokolmak — kendini ya da başkalarını yok etmek — anlamına gelir.

 

Ortak yaşam birliği, gebe anayla karnında büyüyen bebek arasındaki biyolojik ilişki modelinde olduğu gibidir. İki kişidirler ama birdirler. "Birlikte" (ortak) yaşarlar, birbirlerini gereksinirler (s. 27).

 

Ortak yaşam birliğinin edilgen biçimi, boyun eğiş, bilimsel bir deyişle mazoşizmdir.

 

Ortak yaşama birliğinin etken (aktif) biçimi hükmetme, ya da ruhbilimsel dilde mazoşizmin karşıtı olan sadizimdir. Sadist kişi, kendi yalnızlık ve hapsolmuşluk duygularından bir başka kişiyi kendisinin parçası yaparak kurtulmak ister.

 

Bunlar gerçekte, büyük farklılıklardır, fakat duygusal açıdan ele alındığında fark pek o kadar büyük değildir. Her ikisi de aynı konumdadır; bütünleşmeden birleşme.

 

…olgun sevgi kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği birliktir.

 

…sevginin bir faaliyet olduğunu söylersek / derin bir yalnızlık ve güvensizlik duygusu içinde sürekli çalışmaya itilmiş birini düşünün, ya da para tutkusuyla, ihtirasla çalışmaya sürüklenenleri ele alın. Bu durumların hepsinde, kişi bir tutkunun esiri olmuştur ve faaliyeti gerçekte "edilgenlik"tir.

 

Spinoza, tavırlar arasında, etken ve edilgen olarak "eylemler" ve "tutkular" biçiminde ayırım yapar. Etken tavır uygulamasında, kişi özgürdür. Kendi eyleminin efendisidir.

Böylece Spinoza erdemle gücün bir ve aynı olduğu yargısına varmıştır (s. 30).

 

En genel biçimiyle sevginin etken yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir.

…sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Güçsüzlük, sevgi üretememektir.

Eğer sevginiz sevgi doğurmuyorsa bu, sevginizin, sevgi üretmediği anlamını taşır.

 

Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken ilgidir. Bu etken ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur (s. 34).

 

Kişi, uğrunda emek harcadığı şeyleri sever ve kişi sevdiği şeyler için emek harcar (s. 35).

 

(sorumluluk) Seven insan karşılığını verir.

 

(sorumluluk) saygıyı içermezse, kolayca kendine bağlamaya ve zorbalığa dönüşebilir.

 

…sevgi özgürlüğün çocuğudur. O asla zorbalığın çocuğu olamaz.

Bir insanı tanımadan (bilmeden) onu saymak olanaksızdır.

 

Çocuk herhangi bir şeyi ya da hayvanı bir köşeye çeker, tanıyabilmek için onu kırar, sırrını zorla çözebilmek için kelebeğin kanatlarını zalimce koparır.

…öğrenebilmenin bir diğer yolu sevgidir (s. 38).

 

Öbür el olmadan ses çıkmaz tek elden.

 

(Freud’un kuramları / s. 43-44)

 

Anne tarafından sevilme işlemi edilgendir. Sevilmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktur / anne sevgisi koşulsuzdur.

Sekizbuçuk-on yaşlarına kadar çocukların çoğunda, sorun hemen hemen bütünüyle sevilmektir. —O olduğu için sevilmek. Bu yaşa dek çocuklar henüz daha sevemezler, sevilmeyi minnetle, sevinçle karşılarlar.

Severek, narsizmin ve benmerkezciliğin yarattığı tutsaklığın yalnızlık ve soyutlama hücrelerinden kurtulmaktadır.

 

Baba, çocuğun öğretmeni, yaşamdaki yol göstericisidir.

Baba sevgisi koşullu sevgidir. Kural: "Seni seviyorum çünkü umutlarımı gerçekleştiriyorsun, çünkü beni seviyorsun."

 

Yetişkin insan dıştaki anne ve babadan kurtulmuş ama onları içinde yeniden oluşturmuştur. Ne var ki, Freud'un süperego görüşünün aksine anne ve babasını içinde birleştirerek oluşturmamış, kendi sevebilme yetisine göre bir annelik güdüsü, akıl ve yargı güdüsüne göre de bir babalık güdüsü oluşturmuştur (s. 50).

 

Ruhsal sağlığı ve olgunluğu başarmanın temelinde, ana - yönelimli bağlılıktan baba yönelimli bağlılığa doğru gelişmenin sonundaki sentez yatmaktadır. Bu gelişmenin başarısızlıkla sonuçlanması, nevrozların temelini oluşturur.

Kardeşlik sevgisi eşitler arasındaki sevgidir.

…anne sevgisi ise çaresize karşı duyulan sevgi...

 

…cinsel sevgi / bir başka insanla tümüyle bir potada erime, onunla tek vücut olmaya duyulan şiddetli istektir.

 

Cinsel isteğin amacı birleşmektir. Ve bu, hiç bir zaman sadece bedensel bir açlığın, acı veren bir gerginliğin giderilmesi değildir. Cinsel arzuyu sadece sevgi uyandırmaz. Yalnızlıktan doğan huzursuzluk, hükmetmek ya da hükmedilmek isteği, kendini beğenmişlik, incitme, hatta yok etme isteği de uyandırabilir.

 

Şefkat hiçbir zaman Freud'un inandığı gibi cinsel içgüdünün yüceltilmesi değildir. Doğrudan doğruya kardeşlik sevgisinin sonucudur

 

Sevmek, temelinde kişinin yaşamını bütünüyle bir başkasıyla birleştirme arzusu ve istemidir. Evliliklerin yıkılmazlığı düşüncesinin ardındaki mantık budur.

 

…sevgi sadece bir duygu olsaydı, karşılıklı verilen sonsuza kadar sevme sözlerinin hiçbir temeli kalmazdı. Duygu geldiği gibi gider.

 

Kendini sevme bencilikle eş tutulmuş…

 

Freud sevginin, libido'nun tezahüründen başka bir şey olmadığını, bu tezahürünse ya başkalarına yönelik sevme, ya da kendine yönelik, kendini sevme biçiminde olabileceğini kabul eder (s. 62).

 

…insanoğlunun gelişmesi, insanın doğadan, anneden, kanın ve toprağın zincirlerinden kapmasıyla belirlenir. İnsanlık tarihinin başlarında, insanoğlu, doğayla olan ilk birliğinden fırlatılıp atılmış olsa bile hâlâ bu ilkel bağlara sıkıca tutunmaktadır. Bu ilkel bağlara geri dönerek, onlara sarılarak kendini güvenli hisseder (s. 68).

 

Anaerkil evrede, en yüce varlık annedir. / Tüm insanlar eşittir, Çünkü onlar Toprak Ananın çocuklarıdır.

Baba sevgisi, doğası gereği, isteklerde bulunur, kurallar ve yasalar koyar ve çocuklarına karşı sevgisi bu kural ve yasalara olan itaatlerine göre biçimlenir. / babaerkil toplum hiyerarşiktir,

 

İnsan biçimli Tanrıdan, bu soyut tek Tanrı ilkesine doğru evrimin Tanrı sevgisinin yapısındaki farklılıkları doğurduğu oldukça açıktır.

 

…yaşamın, insanoğlunun ona verdiği anlamın dışında, bir anlamı yoktur.

 

Paradoksal mantığın genel ilkeleri Lao-tse tarafından açık bir şekilde anlatılmıştır: "Kesinlikle doğru olan sözler paradoksal görünebilir.

Aristo mantığı ile paradoksal mantık arasındaki farkları detayıyla anlatmak bu kitabın boyutlarını aşar…

Heraklitus, zıtlar arasındaki çelişkinin varoluşun temeli olduğunu varsayıyor, "Kendi içinde çelişen tüm Bir'in kendinin özdeşi olduğunu anlamıyorlar, tıpkı yayla lir arasındaki çelişik uyumda olduğu gibi," diyordu (s. 76).

 

Taoist düşüncede, Hint ve Sokrat düşüncesinde olduğu gibi, düşüncenin varacağı en yüksek nokta hiçbir şey bilmediğimizi bilmektir.

 

Yaşamın tümü, en küçük ayrıntısından en büyük olayına dek Tanrı bilgisine adanmıştır. Bu bilgi doğru düşünceyle değil, doğru eylemle kazanılacaktır.

 

Bilimsel düşüncede, doğru düşünce, aydın olma dürüstlüğü gerektirdiği kadar bilimsel düşüncenin pratiğe uygulanmasını da —ki bu tekniktir— gerektirmektedir.

 

SEVGİ VE ÇAĞDAŞ BATI TOPLUMUNDA SEVGİNİN YOZLAŞTIRILMASI

Kapitalist toplum bir yandan politik özgürlük ilkesi, diğer yandan tüm ekonomik ve toplumsal ilişkileri pazarın düzenlediği bir temel üzerinde yükselmektedir.

 

Çağdaş insan kendisinden, çevresindeki insanlardan ve doğadan yabancılaştırılmıştır. İnsan bir meta haline dönüştürülmüş, yaşam güçlerini var olan pazar koşulları altında kendisine en fazla kârı getirecek alana yatırması sağlanmıştır (s. 87).

 

Uygarlığımız kişinin bu tek başınalığını bilince çıkartmasını engelleyecek birçok oyalayıcı şeye sahiptir

"Birey hissederse toplum sendeler" / Huxley

 

Sevgiye ilişkin durum da zorunlu olarak çağdaş insanın bu toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Otomatlar sevemezler.

Bu yabancılaşmış yapının en belirgin, özellikle evlilikte, sevgi gösterme biçimi "çift" kavramıdır. Mutlu evlilik üzerine tüm yazılanlar birbiriyle iyi geçinen bir çifti tanımlar.

Böylesi sevgi ve evlilik kavramında asıl önemli olan tek başına olmanın dayanılmaz duygusundan kaçıp bir şeye sığınmaktır.

 

Sevgi yeterli cinsel doyumun sonucu değildir, tersine cinsel mutluluk -hatta onca sözü edilen cinsel teknik sevginin sonucudur (s. 90).

 

(Freud’un mutluluğa cinsel arzu/tatmin temelli açıklamaları)

 

…yaşamımızı Tanrının ilkelerine göre düzenlemek yerine, insan biçimli bir Tanrıya çocuk gibi bağlanarak yaşadığımız için bizler Ortaçağın dinsel kültüründen çok, puta tapan ilkel kabilelerin dinsel kültürüne yatkınız.

 

SEVGİNİN UYGULANMASI

…bir sanatın uygulanmasında, disipline gereksinin duyulur.

Yoğunlaşma/odaklanma…

Sabır…

Tüm endüstrimiz bunun tersini körükler: tüm makinalar çabukluk için düzenlenmiştir,

 

Eğer çırak için sanat en önemli şey değilse, onu öğrenmesi hiçbir zaman mümkün değildir.

 

Yoğunlaşmayı öğrenmede atılacak en önemli adım, kişinin okumadan, radyo dinlemeden, sigara ve içki içmeden yalnız kalabilmeyi öğrenebilmesidir

 

Başkalarıyla olan ilişkide yoğunlaşma demek, dinlemeyi bilmek demektir.

 

…sevginin kazanılması için en önemli koşul kişinin kendi narsizmini yenmesidir.

 

(uluslararası ilişkiler) bu ilişkilerde nesnelliğe çok az rastlandığını, buna karşı narsist çarpıtmanın bir kural olarak yerleştiğini görür.

 

Kişinin kendine inancı, söz verebilme becerisinin bir sonucudur ve dolayısıyla da Nietzsche'nin dediği gibi insan söz verebilme yetisine göre tanımlanabilir, inanç insanın varoluşunun bir koşuludur.

 

Akla dayalı inancın temeli üretkenliktir, inançlı yaşamak üretken yaşamak demektir. Buna göre güce inanma (egemen elma anlamında) ve zorun kullanımına inanma inancın tersidir (s. 120).

 

İnançlı olabilmek cesur olmayı tehlikeye atılabilmeyi acı ve düş kırıklığına hazırlıklı olmayı gerektirir. Emniyet ve güvenliği yaşamının birinci koşulu sayanlar inançlı olamazlar.

 

İnanç ve cesaretin uygulanması günlük yaşamdaki ufak detaylara başlar. İlk adım kişinin nerede ne zaman inancını yitirdiğini farketmesi bu inanç yitirmesini doğrulamaya çalışan usa vurmaları gözden geçirmesi ve yine kişinin ne zaman korkak davrandığını farketmesidir.

 

…etkinlik bir şey yapmak değil kişinin güçlerini verimli kullanmasıdır.

 

Türkçeleştiren: Işıtan Gündüz

Say Yayınları

11. Basım, Mart 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder