Erich
Fromm - Özgürlükten Kaçış
Toplumsal sürecin temel nesnesi bireydir, onun arzuları ve
korkuları, tutkuları ve düşünceleri, iyilikte ve kötülükte bulunma
istekleridir.
Özgürlük, ona bağımsızlık ve ussallık getirmiş olmasına
karşın, onu soyutlanmış ve dolayısıyla kaygılı ve güçsüz kılmıştır.
1. Bölüm
Özgürlük - Bir Ruhbilimsel Sorun Mu?
Çoğu kişi, Birinci Dünya Savaşı'na son savaş, sonucunaysa
özgürlüğün kesin zaferi gözüyle bakmıştı. Mevcut demokrasiler daha da güçlenmiş
göründü, eski krallıkların yerini yeni demokrasiler aldı. Ne var ki,
insanoğlunun, yüzyıllar süren savaşımı sonucu kazandığını sandığı her şeyi
yokumsayan yeni sistemlerin ortaya çıkması için yalnızca birkaç yılın geçmesi
gerekiyordu.
(Almanya’da / milyonların) özgürlük istemek yerine, ondan
kaçmanın yollarını aradıklarını gördük
Freud, insan doğasının kötülüğünü savunan geleneksel
öğretiden başka, insanla toplum arasında bir temel karşıtlık olduğu yönündeki
geleneksel inancı da kabul etmiştir. Ona göre insan, temelde toplum karşıtıdır.
…toplumun asıl görevi, insanın temel tepilerini arıtmak, ve
bunları ustaca denetlemektir. Toplumun doğal tepileri bu şekilde baskı altına
almasının sonucu olarak mucizevi bir durum ortaya çıkar: baskı altına alınan
itkiler, kültürel açıdan değer taşıyan ve gerçekleştirilmesi şiddetle arzulanan
özlemlere dönüşür ve insanın kültür temeli haline gelir.
(Fromm’a göre) insanın kişiliğindeki farklılıkları oluşturan
itkilerin hepsi de, toplumsal sürecin ürünleridir.
uyarlanma kavramı
"Durağan" uyarlanmayla, "devingen"
uyarlanmayı birbirinden ayırmak yararlı olacak. Durağan uyarlanma dediğimizde,
bütün kişilik yapısının değişmezliğini koruyan ve yalnızca yeni bir alışkanlığa
uyarlanmayı dile getiren bir "kalıplara uyarlanma"dan söz ediyoruz.
Devingen uyarlanma derken, örneğin, bir çocuğun —tersini
yapamayacak ölçüde korktuğundan— katı ve tehditkâr babasının buyruklarına
uyarak "uslu" çocuk haline gelmesiyle gerçekleşen uyarlanmadan söz
ediyoruz.
…insanoğlu, yemek, içmek, uyumak, kendisini düşmanlara karşı
korumak gibi zorunluluklar içindedir. Bütün bunları yapmak için çalışmak ve
üretmek zorundadır.
…kaçınılmaz bir gereksinim olan kendini koruma isteği,
bireyi, içinde yaşamak durumunda olduğu koşulları kabul etmek zorunda bırakır.
(Balzac) …insanoğlunun ilk düşüncesi, kendi yazgısını
paylaşan bir arkadaşının olmasıdır. Yaşamın ta kendisi olan bu itkiyi doyurmak
için, bütün gücünü, bütün kuvvetini yaşamının bütün enerjisini ortaya koyar. Bu
çok güçlü istek olmasaydı Şeytan kendine arkadaş bulabilir miydi?
…insanoğlunun, kendisini doğadan ve diğer insanlardan farklı
bir bireysel varlık olarak görmesini, kendisinin farkına varmasını sağlayan
düşünme yetisi yani öznel özbilinçlilik…
2. Bölüm
Bireyin Ortaya Çıkış ve Özgürlük Kavramı
Birey, kendisini dış dünyaya bağlayan —simgesel— göbek
bağından ne ölçüde kurtulmuşsa, o ölçüde özgürdür; ya da kurtulmadığı ölçüde
özgürlükten yoksundur
İlk bağlar, kişinin dışındaki dünyayla temel birliğini ve
güvenlik duygusunu verir. Çocuk bu dünyadan ne ölçüde sıyrılıp çıkarsa, o ölçüde
yalnız olduğunun ve başkalarından ayrı bir varlık olduğunun bilincine varır.
İnsanoğlu doğumunda hayvanların en çaresizidir. Onun doğaya
uyarlanması, temelde içgüdüsel saptamaya değil, öğrenme sürecine dayanır,
…insanın biyolojik zayıflığı, insan kültürünün koşuludur.
Söylence, insan tarihinin başlangıcını, bir seçme edimiyle
özdeşleştirmekte, ama bu ilk özgürlük ediminin günah işlemek olduğunu ve bunun
sonucunda çekilen acıyı ön plâna çıkarmaktadır.
…insan açısından, bu, insanoğlunun özgürlüğünün başlangıcıdır.
Tanrının buyruklarına karşı hareket etmek, kendini baskıdan
kurtarmak, insan-öncesi yaşamın bilinçsiz var oluşundan sıyrılıp insan düzeyine
çıkmaktır. Yetkenin buyruğuna karşı davranışta bulunmak, bir günah işlemek,
insan açısından olumlu yönüyle, ilk özgürlük hareketi, yani, ilk insansal
harekettir.
Tanrı kadınla erkek arasında, ve doğayla da insan arasında
savaş ilân etmiştir, insan doğadan ayrılmış, bir "birey" haline
gelmekle insan olma yolunda ilk adım atılmıştır, insan, ilk özgürlük edimini
gerçekleştirmiştir (bu suçu işlemiştir). Söylencede, bu edimin sonucu olan acı
vurgulanmaktadır.
Bireyleşmenin gelişmesi yönünde atılan her adım, insanların
karşısına yeni güvensizlikler çıkarır. Sakatlanmış olan ilk bağlar, onarılamaz,
cennet bir kez yitirildi mi, insan ona dönemez.
3. Bölüm
Reform Çağında Özgürlük
1. Ortaçağ Geçmişi ve Rönesans
Çağdaş usçuluk, ortaçağı, temelde karanlık bir dönem olarak
görmektedir.
…gerici düşünürlerce zaman zaman da çağdaş kapitalizmin
ilerici eleştirmenlerince idealize edilmiştir.
Ortaçağ toplumunu çağdaş toplumdan ayıran özellik, ortaçağ
toplumunda bireysel özgürlüğün bulunmayışıdır.
Kişi, toplumdaki rolüyle özdeşti; hasbelkader şu ya da bu
mesleği edinmiş bir birey değil, bir köylü, bir zanaatçı, bir şövalyeydi.
…yeni bir paralı sınıf ortaya çıktı.
İtalya'da ilk kez feodal toplumdan birey ortaya çıkmış ve
kendisine güvenlik veren ve de aynı zamanda sınırlarını daraltan bağlan
koparmıştır.
Yeni bireycilikle yan yana yeni bir buyurganlık gelişti.
Özgürlük ve buyurganlık, bireysellik ve kargaşa aşılmaz bir şekilde birbirine
dolaşmıştı.
Düşmansı bir dünyada soyutlanmış bir bireyin konumundan
kaynaklanan ve içten içe yaşayan güvensizlik duygusu, / kökleri, kişideki tutkulu ve şiddetli üne
kavuşma isteğinde yatmaktadır.
…kişinin kuşkularını susturmanın araçlarından biri üne
kavuşmaktır.
Ortaçağ ticareti, çok sayıda çok küçük işadamı tarafından
yürütülüyordu.
(loncalar tekelleşmeye başladı)
Küçük tacirlerin tekellere karşı duyduğu öfke…
Kapitalizmdeki ekonomik gelişme, psikolojik ortamda gözle
görülür değişiklikleri birlikte getirdi. Ortaçağın sonlarına doğru, bir
huzursuzluk havası esmeye başladı. Çağdaş anlamda zaman kavram gelişmeye
başladı. Dakikalar değerli hale geldi…
Para insanları eşitleştiren bir öğeydi şimdi, ve doğuştan da
kasttan da daha güçlü olduğunu göstermişti.
Birey, ekonomik ve siyasal bağların boyunduruğundan
kurtulmuştur.
Ama aynı anda, kendisine eskiden güvenlik ve ait olma
duygusu veren bağlar da çözülmüştür.
…insan, yaşamının anlamı sorusuna vermeye alıştığı yanıtı da
yitirir; bunun sonucu olarak, kendisi ve yaşamdaki amacı konusunda kuşku
düşmüştür içine. Kişiliğini aşan çok büyük güçler tarafından, sermaye ve pazar
tarafından tehdit edilmektedir. Herkes bir potansiyel rakip olduğundan, çevresindeki
insanlarla olan ilişkisi, düşmansı ve yabancı bir ilişkidir artık…
Cennet, bir daha bulunmamak üzere yitirilmiştir,
2. Reformasyon Dönemi
Bazı çıkarlar hakikatin bulunmasıyla, bazılarıysa onun yok
edilmesiyle gelişir.
Bir öğreti ya da fikrin etkisi, hedef aldığı kişilerin
kişilik yapısındaki ruhbilimsel gereksinimlere ne ölçüde yanıt verdiğine
bağlıdır.
Fikirlerin çözümlenmesinde karşımıza iki temel görev çıkar:
biri bir fikrin, bir ideolojik dizgenin bütünü içinde ta bir fikrin, bir
ideolojik dizgenin bütünü içinde taşıdığı belli ağırlığı saptamak; ikincisiyse,
düşüncelerin gerçek anlamından farklı bir ussallaştırmayla karşı karşıya olup
olmadığımızın saptanmasıdır.
Duns Scotus, iradenin rolünü vurgulamıştır,
Ockam, insan doğasının, aslında günahla yozlaşmadığı
görüşündedir,
Ortaçağ Kilisesi, insan onurunu, iradesinin özgürlüğünü ve
çabalarının yararsız olmadığını vurgulamıştır
(Luther) Kendisini Tanrının korumasına bırakmış bir insanın
'özgür iradesi' yoktur, o ya Tanrı iradesinin ya da Şeytan iradesinin tutsağı,
kölesi ve de uşağıdır ."
…orta sınıf, feodal düzenin çökmesinden ve kapitalizmin
yükselmesinden faydadan çok zarar görüyordu.
Luther'in insan tablosu, bu ikilemi aynen yansıtıyordu.
İnsan, kendisini tinsel yetkililere bağlayan bütün bağlardan kurtulmuş, bağlı
olmama özgürlüğüne kavuşmuştu ama onu yapayalnız ve kaygılı hale sokan,
yüreğini, bireysel önemsizlik ye güçsüzlük duygusuyla "sarsan bu
özgürlüğün ta kendisiydi. Bu özgür, soyutlanmış birey, bireysel önemsizliği
içinde un ufak olmuştu.
Luther'in "inancı" teslim olmak koşuluyla sevilmek
konusunda ikna olmaktı,
Luther'in öğretileri gibi kişiliği de yetkeye karşı kararsız
bir tutum içindedir. Bir yandan yetkeden —dünyasal yetkeden de buyurgan
Tanrının yetkesinden de— müthiş korkar, öte yanda, yetkeye karşı —kilisenin
yetkesine karşı— isyan eder. Kitlelere karşı tutumunda da aynı ikilik vardır.
Kendi koyduğu sınırların içinde isyan ettikleri sürece onların yanındadır. Ama
onayladığı yetkelere saldırdıklarında kitlelere karşı yoğun bir kin ve
aşağılama duygusu öne çıkıverir.
Calvin, Tanrının bazı kişilere lütuf sunmakla kalmadığı,
bazı kişilerin yazgısını da ezeli lanetleme şeklinde belirlediği yorumunu
getirir.
Bu, insanların temelde eşit olmadığı ilkesidir.
…insanı felce uğratan önemsizlik duygusundan kaçmanın bir
olası yolu,
Telaşlı bir etkinliğin ve bir şeyler yapma isteğinin
gelişmesi.
…birey kuşku ve güçsüzlük duygusunu yenmek için etkin olmak
durumundadır.
…kaygıdan umarsızca kaçış
Düşmanlık…
Calvin servet sahiplerine kuşkuyla bakıyor ama bu arada
yoksullara da pek acımıyordu.
Luther'in de, Calvin'in de, insanın sefaletini nasıl
hararetle vurguladığını ve bütün erdemlerin temeli olarak kendini aşağılama ve
küçümsemeyi öğütlediklerini görmüştük.
Ancak ruhbilimde kendini suçlama ve kendini aşağılama
mekanizmalarının nasıl işlediğini bilen herkes, bu türden
"alçakgönüllülüğün" şu ya da bu nedenle dış dünyaya yöneltilmesi
engellenmiş ve kişinin kendisine karşı işleyen şiddetli bir kinden
kaynaklandığını bilir.
Gerçek alçakgönüllülük ve kişinin başkalarına karşı
beslediği gerçek görev duygusu, buna neden olamazdı; ama kendini aşağılama ve
kendini olumsuzlayan "vicdan", düşmanlığın yalnızca bir yüzüdür,
diğer yüzünde başkalarına karşı kin ve onları küçük görme duygusu vardır.
Protestanlık, önemsizlik ve öfke duygularını dile getirme
olanağı verdi: insanların Tanrının kayıtsız şartsız sevgisine olan güvenlerini
yok etti; onlara kendisini ve başkalarını küçük görmeyi, onlara —ve kendisine—
güvenmemeyi öğretti; onu bir amaç yerine bir araç haline getirdi
4. Bölüm
Çağdaş İnsan Açısından Özgürlüğün İki Yönü
Protestanlık öğretileri insanları çağdaş sınai dizge
içersinde oynayacakları role ruhbilimsel olarak hazırlamışlardı.
Bireyi ortaya çıkardı ama onu daha da umarsız duruma soktu;
özgürlüğü arttırdı ama yeni türden bağımlılıklar yarattı.
Protestanlığın, insan ruhunu kurtarma yolunda yapmaya
başladıklarını, kapitalizm, zihinsel, toplumsal ve siyasal açıdan yapmayı
sürdürmüştür.
…çağdaş demokratik devlet, siyasal alanda özgürlük evriminin
doruğunu oluşturdu.
…kapitalist ekonomi, bireyi yalnız ve yalnız kendi ayaklan
üzerinde durmak durumunda bıraktı.
Ortaçağ dizgesinde, sermaye, insanın hizmetindeydi, çağdaş
dizgedeyse, onun efendisi oldu. Ortaçağ dünyasında ekonomik etkinlikler, belli bir
ereğe yönelik araçlar durumundaydı…
Kapitalizmde ekonomik etkinlik, başarı, maddi kazanç birer
amaç haline gelirler.
Kişi, kâr sağlamak için çalışır, ama sağladığı kâr,
harcanmayacak, yeni sermaye olarak yatırıma dönüşecektir; bu artan sermaye gene
yatırıma dönüşerek yeni kârlar getirir, bu döngü böyle gider.
Sermayeyi tüketim amacıyla kullanmak yerine biriktirme
ilkesi, çağdaş sanayi dizgemizin büyük başarılarının önkoşuludur.
Bencillik, kendini sevmeyle değ ğ il, tam tersiyle aynı ı
anlama gelir. Bencillik, oburluğun bir türüdür. Bütün oburluklar gibi bu da
doymakbilmezlik niteliği içerir, bunun sonucu olarak da hiçbir zaman gerçek bir
doyuma ulaşmak söz konusu olmaz.
"işveren" (employer =kullanan)
…insan yalnızca meta satmaz, kendisini de satar ve kendisini
bir meta olarak görür.
…insansal niteliklerin değerini biçen, hatta ve hatta, var
olup olmadıklarını saptayan pazarın ta kendisidir.
Aranıyorsa, bir kimsedir; başkaları ondan hoşlanmıyorsa, hiç
kimse değildir.
Birey daha yalnız, daha soyutlanmış hale geldi, kendi
dışındaki ezici büyük güçlerin elinde bir araç haline geldi
Kant ve Hegel, sistemlerini bireyin özerkliği ve özgürlüğü
ilkesine dayandırmıştı ama bu dizgelerde bile birey bütün güçleri elinde tutan
bir devletin amaçlarından daha önemli değildi.
Ekonomik alanda geçerli olanlar, siyasal alanda da
geçerlidir.
Reklamın müşteri üzerindeki etkisi gibi, siyasal propaganda
yöntemleri de, seçmen bireyinin önemsizlik duygusunu arttırma eğilimindedirler.
Sloganların tekrarlanması ve asıl önemli konuyla uzak yakın ilişkisi bulunmayan
etmenlerin vurgulanması, bireydeki eleştiri yetilerini köreltir.
Amerika'da ortalama bireyin bu korku ve önemsizlik
duygusuyla ne ölçüde doldurulmuş olduğu, en çarpıcı anlatımını, Mickey Mouse
filmlerinin herkes tarafından sevildiği olgusunda bulmaktadır. Bu filmlerde
—pek çok çeşitlemeyle— şu tema işleniyor: küçük bir şey kendisini öldürme ya da
yutmakla tehdit eden, yenilmez ölçüde güçlü bir şey tarafından kovalanıyor.
Küçük şey kaçıyor ve sonunda düşmanına zarar vermeyi bile başararak kurtuluyor.
Kendi coşkusal yaşamlarında buna çok yakın bir şeye dokunmasaydı, insanlar, bu
tek temanın binbir çeşitlemesini sürekli olarak izlemeye hazır olamazlardı.
…bireysel soyutlanmışlık ve güçsüzlük duygusu, ortalama
normal insanın farkında olduğu bir şey değildir.
…çeşitli oyalanmalarla, "hoşça vakit geçirmek",
"ilişkiler kurmak", "sağa sola gitmek" gibi etkinlikler
sayesinde gizlenmiştir bu duygu. Ama karanlıkta ıslık çalmak ortalığı
aydınlatmaz. Yalnızlık, korku ve ürküntü olduğu yerde kalır; insanlar buna
sonsuza dek dayanamazlar. "Olumsuz özgürlüğün" yükünü sürekli
taşıyamazlar; olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe doğru bir gelişme
göstermedikleri sürece, özgürlük denen şeyi tümüyle feda etmek ve ondan kaçmaya
çalışmak zorunda kalırlar.
5. Bölüm
Kaçış Mekanizmaları
İnsanların kendilerini harekete geçirdiğini sandığı
güçlerin, onları gerçekleştirdikleri edimlerde bulunmaya, hissetmeye ve düşünmeye
iten nedenlerin ya da güçlerin ta kendisi olduğu fikrinden vazgeçersek,
çözülmez gibi görünen birçok sorun, bir anda ortadan kalkacaktır.
Toplumsal-ruhbilimsel görüngünün çözümü, ayrıntılı bir birey
davranışı incelemesine dayandırılmamışsa, deneysel nitelikten, dolayısıyla da
geçerlilikten yoksun demektir.
Bireye güvenlik veren temel bağlar koparıldıktan, birey
kendisi dışındaki dünyayı tümüyle ayrı bir varlık olarak görmeye başladıktan
sonra, dayanılmaz güçsüzlük ve yalnızlık durumunu yenmek zorunda olan bireyin
önünde iki yol vardır. Birinci yolda ilerlerse, "olumlu özgürlük"
dediğimiz gelişme gerçekleşir; birey, sevgi ve çalışma ile, coşkusal, duygusal
ve zihinsel yetilerinin içten anlatımıyla, dünyayla kendiliğinden bir ilişki
kurabilir; böylece bireysel benliği kurabilir; böylece bireysel benliğinin bağımsızlığından
ve bütünselliğinden vazgeçmeksizin, bir kez daha, insanla, doğayla ve
kendisiyle bir bütün haline gelir. Önünde uzanan ikinci yol, geride kalmak,
özgürlüğünü feda etmek ve bireysel beniyle dünya arasında oluşan boşluğu
ortadan kaldırarak yalnızlığını yenmeye çalışmaktır.
Yetkecilik
Bu mekanizmanın daha belirgin biçimleri, boyun eğ ğ me ve
egemenlik kurma isteğinde, ya da daha doğrusu, normal ve nevrotik kişilerde
değişik ölçülerde var olan mazoşist ve sadist isteklerde görülmektedir.
Mazoşist eğilimlerin ortaya çıktığı en yaygın biçimler,
aşağılık duygusu, güçsüzlük ve bireysel önemsizlik duygularıdır.
…bu kişiler kendilerini küçültme, zayıflatma ve olaylara
egemen olmama eğilimindedirler.
Çoğu kez, "Ben isterim", ya da "Ben
varım," duygusunu yaşama yetisinden yoksundurlar.
Bu tür insanlar, kendilerine en çok zarar verecek şekilde
davranmalarını öğütleyen birinin önerilerini izliyor gibidirler.
Bu tür kişiliklerde, mazoşist eğilimlerden başka, bunun tam
tersi yani sadist eğilimler de görülür.
…sadist kişinin, sadizminin nesnesine bağımlılığı.
Sadist, yönettiği kişiye gereksinim duyar, ona ölesiye
gereksinim duyar çünkü kendi güçlülük duygusu bir başka kişinin efendisi olduğu
olgusundan kaynaklanmaktadır.
…acı çekme ve zayıflığın, insan çabasının amacı
olabileceğini kanıtlayan bir görüngü var: Mazoşist sapkınlık.
Çeşitli şekillerde görülen mazoşist isteklerin tek bir amacı
vardır: bireysel benden kurtulmak, kendini kaybetmek; başka deyişle, özgürlük
yükünden kurtulmak. Bu amaç, bireyin ezici ölçüde güçlü olduğunu sandığı bir
kişi ya da güce boyun eğme arayışı içinde bulunduğu mazoşist isteklerde çok
açık görülür.
Diğer mazoşist istek biçimlerinde de amaç aynıdır. Küçüklük
duygusu şeklindeki mazoşist duyguda, başlangıçtaki önemsizlik duygusunu artırmaya
yarayan bir eğilim görürüz.
Ben, bağımsız ve güçlü olma isteklerimle önemsizlik ya da
güçsüzlük duygularım arasında bocaladığım sürece, işkenceden farksız bir
çelişki içine düşerim. Eğer bireysel benimi hiçe indirgemekte başarıya
ulaşırsam, bir birey olarak ayrı olduğum bilincini yenebilirim, kendimi bu
çelişkiden kurtarabilirim. Onulmaz ölçüde küçük ve çaresiz hissetmek, bu amaca
giden yollardan biridir; bir başka yolsa, acı içinde kıvranmaktır; bir
diğeriyse, sarhoşluğun etkileri altında silinmektir. Canına kıyma düşlemi,
bütün diğer araçların yalnızlık yükünden kurtarmaması halinde başvurulacak son
umuttur.
Eğer birey, bu mazoşist isteklerini doyuracak (faşist
ideolojide, "lider"e boyun eğmek gibi ) kültürel kalıplar
bulabilirse, kendisini, bu duyguları paylaşan milyonlarla birleşmiş görerek bir
ölçüde güvenlik kazanacaktır.
Ancak, ahlaksal mazoşizmde olduğu gibi, mazoşist sapkınlıkta
da gerçek amaç acı çekmek değildir; her iki durumda da acı çekmek, amaca, yani
kendini unutma sonucuna ulaşma aracıdır.
…kendisinden daha büyük ve daha güçlü bir bütünün parçası
haline gelmesi, onun içinde erimesi ve ona katılması girişimi…
Bu güç, bir kişi olabilir, bir kurum, Tanrı, ulus, bilinç ya
da ruhsal bir zorlanım olabilir. Sarsılmaz şekilde güçlü, sonsuz ve görkemli
olduğu sanılan bir gücün parçası haline gelmekle kişi onun gücüne ve görkemine
katılmış olur. Kişi kendi benliğini bütüne teslim eder, benliğinin bütün
güçlerini ve onurunu reddeder, bir birey olarak bütünselliğini yitirir ve
özgürlüğünden vazgeçer; ama içine karıştığı güce katkıda bulunmakla yeni bir
güvenlik ve yeni bir gurur kazanmış olur.
Sadist dürtülerin özü nedir? Burada da, başkalarına acı
vermek dürtünün özünü oluşturmamaktadır. Gözlemleyebildiğimiz çeşitli sadizm
biçimlerinin hepsi de tek bir temel dürtüden kaynaklanır. Bu, bir başka kişi
üzerinde eksiksiz bir egemenlik kurmak, onu kendi iradesinin çaresiz bir
nesnesi haline getirmek, mutlak yöneticisi olmak, tanrısı haline gelmek ve onu
istediği şekilde kullanmak dürtüsüdür. Onu aşağılamak, esir almak, bu amaca
ulaştıran yolları oluşturur, en köklü amaçsa ona acı ı çektirmektir, çünkü, bir
başka insana acı vermekten, onu kendisini koruma yetisinden yoksun bir halde acıya
katlanmak zorunda bırakmaktan daha büyük bir güç yoktur.
…yetke tutkusu, güçlülükten değil, zayıflıktan kaynaklanır.
Bireysel benliğin tek başına ayakta kalma ve yaşamını sürdürme yetisinden
yoksun olduğunun anlatımıdır.
…sado-mazoşist kişi / Yetkeye hayrandır ve ona boyun eğme
eğilimindedir, ama aynı zamanda kendisi de bir yetke olmak ister…
Tırmanan orta sınıfın siyasal utkularıyla dışsal yetke
saygınlığını yitirmiş ve insanın kendi bilinci, eskiden dışsal yetkenin aldığı
yeri almıştır. Bu değişiklik pek çok kişiye özgürlüğün zaferi gibi görünmüştür.
Açık yetke yerine "adsız" yetke hüküm sürüyor. Ve
bu, sağduyu, bilim, ruh sağlığı, normallik ve kamuoyu kılıklarında karşımıza
çıkıyor.
Adsız yetke açık yetkeden çok daha etkilidir, çünkü
etkilenen, izlemesi beklenen bir buyruğun var olabileceğini aklına bile
getirmez. Dışsal yetkede, bir buyruğun var olduğu ve bunu veren kişi ya da
kurum açıkça bellidir / adsız yetkede, hem buyruk hem de buyuran görünmez
olmuşlardır.
Yetkeci kişilik, insan özgürlüğünü sınırlayan koşullara
bayılır, yazgıya boyun eğmeyi sever.
Yetkeci kişilik geçmişe tapar.
Yıkıcılık
Robot Uyumluluğu
…birey, kendi dışındaki dünyanın ezici gücü karşısındaki
önemsizlik duygusunu ya kendi bireysel bütünlüğünü yadsıyarak, ya da dünyanın
tehdit oluşturmasını durdurmak üzere başkalarını yok ederek yenmektedir.
Özgün düşünme, duyma ve arzulama edimlerinin yerine yapay ya
da sahtelerini koymak, giderek özgün benliğin yerini yapay benliğe bırakmasına
yol açar.
6. Bölüm
Nazizm Psikolojisi
Nazizm bir ruhbilimsel sorundur,
Hitler'in kişiliği / '"yetkeci" diye adlandırdığımız
kişilik yapısının aşırı bir biçimi
Zayıfa egemen olmak yerine güçlüye boyun eğen... kadınlar
gibi, kitleler yalvaranı değil, yöneteni severler
(Goebbels) İnsanlar, bizim gücümüzün çeşmeleridirler.
Hitler, Weimar Cumhuriyetinden nefret etti çünkü cumhuriyet
çok zayıftı, sınai ve askeri liderlere hayrandı, çünkü onlar güçlüydü. Asla
mevcut güçlü iktidarlara karşı değil, temelde güçsüz olduklarını sandığı
gruplara karşı savaştı. Hitler'in -hatta, Mussolini'nin- "devrimi"
mevcut iktidarın koruması altında gerçekleşti, ikisinin de en gözde nesneleri
ya da uyrukları, kendilerini savunamayanlardı.
(Goebbels) sosyalizm, bireyi bütüne feda etmektir.
7. Bölüm
Özgürlük ve Demokrasi
…düşüncelerimizi ifade etme hakkı, ancak ve ancak, kendimize
ait düşüncelere sahip olabilmemiz halinde bir anlam taşır…
Yüzlerce dağınık ve birbirinden kopuk olgu, öğrencilerin
kafasına tıkılmaktadır / böylece de
düşünmeye pek az enerji kalmaktadır.
Ben kimim? / Pirandello'nun yanıtı, / Ben, "olmamı
istediğiniz şeyim."
Özgürlük ve Kendiliğindenlik
…benlik etkin olduğu ölçüde güçlüdür.
…yalnızca kendiliğinden etkinliğimizin sonucu olan
nitelikler benliğe güç verir
Sözcükler, hakikati gizlemede hiçbir zaman bugünkü kadar
yanlış kullanılmadı.
Ek
Kişilik ve Toplumsal Süreç
Toplumsal kişilik kavramı, toplumsal sürecin anlaşılmasında
bir anahtar kavramdır.
…ideolojilerle kültürün, genel olarak toplumsal kişilikten
kaynaklandığı; toplumsal kişiliğin, belli bir toplumdaki varoluş biçimi
tarafından şekillendirildiği; ve buna karşılık egemen kişilik özelliklerinin,
toplumsal süreci biçimlendiren üretken güçler haline geldiği noktalarından
hareket ettik.
…
Escape From Freedom
Türkçeleştiren: Şemsa Yeğin
Payel Yayınları, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder