Theodor Roszak – Çorak Ülkenin Bittiği Yer
Post-endüstriyel Toplumda Politika ve Aşknılık
Gerçekte bana pek mümkün görünüyor ki, bindokuzyüz altmışlar insanın söndürülmeden önceki son patlayışını temsil ediyordu. …bundan sonra sadece, ortalıkta dolaşan, hiçbir şey hissetmeyen, hiçbir şey düşünmeyen bütün bu robotlar varolacaktır. …ve çok geçmeden hiçkimse bu gezegende hayatın mevcut olduğunu gerşekten hatırlamayacaktır. My Dinner with Andre (1981)
Ulusun liderlerine olan güvenini sarsmak ve kollektif kimlik hissinin altını oymak… (s. 9)
Kitabın hemen başında bu konuya işaret ediyor Loszak. İnsanı potansiyelinden uzaklaştırmak ve hemen başta yer alan pasajda sözü edildiği gibi yaşadığının bile farkında olmayan robota dönüştürmek için gerekli argümanlardan biri olarak kollektif kimliğin ortadan kaldırılmasının yapılan önemli bir çalışma olduğuna dikkat çekiyor. Bunu yaparken politize olmamaya dikkat ediyor. Kitap boyunca endüstriyel kültürün doğruluğu ve rasyonelliği gürültülü bir şekilde sorgulanıyor.
Eliot’ın şiirinde ağıt yaktığı ruh kuruması endüstriyel süreç içinde ve bu sürecin ardındaki gücü sağlayan bilimsel dünya görüşü içinde derinlerde yatan yabancılaşma kuvvetlerinden doğmuştu. (s. 10)
Doların gücü kanunlarla zaptedilemez. (s. 11)
Gezegen süratle tek bir endüstriyel artefakt haline geliyor; zihin ve hayat çılgınca kompüterize ediliyor.
İnsanlar muhakkak olanı görme duyarlığını kaybetmiş görünüyorlar.
Bizim kültürümüz insan ve tabiat üzerinde iktidar için Faustyen bir anlaşma yaptı ve bundan kolay kolay vazgeçmeyecek.Güvenlik, rtefah, kurtuluş için o hâlâ makinalarına, bilime, büyük ekonomik sistemlerine bel bağlıyor. (s. 14)
Vahiy kitabı bildirmişti: termonükleer Armageddon, denizlerin ölümü, kaybolan atmosfer, masumların topyekün katli, gelecek evrensel kıtlık…
Onlar günümüzün haberleri…
Ye’cüc-Me’cüc’ün kollarına kazara düşmedik biz; oraya terakki ettik. (s. 17)
Bu kitap politik hayatın dini boyutuna dairdir. Bir kıyamet çağında politikadan başka nasıl bahsedilebilir ki?
Kültürümüzde geçen birkaç asır boyunca dini duyarlıkların bastırılması, herhangi bir sınıfın ezilmesi veya fiziksel sömürü eylemi kadar sosyal ve ekonomik zaruretle alakalıydı; şehirsel-endüstriyel gelişme için, sermaye birikimi veya çalışan milyonlara fabrika disiplininin aşılanması kadar zorunlu idi bu. (s. 18/19)
İçimizdeki ruh sararıp solmuşsa, çevremizde inşa ettiğimiz tüm dünya da solacaktır. (s. 20)
Kültürümüzün biçimlendirmekte olduğu zihin alanı modern bilimin eseridir. Bilim de batının Yahudi-Hıristiyan geleneğinden tevarüs ettiği belirli bilinç süreklilikleri üzerine yükselir. (s. 21)
Aşkın enerjiler heder edildiğinde, o zaman kişi pörsür. Onları kaybetmenin acısı mahremiyet içinde ve şaşkın bir sükunetle yaşanır. (s. 24)
Tabiatı fethediyoruz, kendi kudret ve servetimizi arttırıyoruz, dikkatimizi şu veya bu yöne dağıtmanın araçlarını çoğaltıyoruz… ama ümitsizlik daha derinlere yuva yapıyor ve artıyor.
Ümitsizlik içindeki bir insanlık sadece mutsuz bir insanlık değildir; çirkin bir insanlıktır.
Çirkin güzelden nefret eder, hayattan nefret eder.
İşte lanetlenmenin de nihai ölçümü budur: iyiden tam da iyi olduğunu bildiğimiz için, onun güzelliğinin bizim tüm varlığımızı sorguladığını bildiğimiz için nefret etmek… (s. 25)
Bir ölümle zor bir doğum arasındayız. (Samuel Beckett) (s. 30)
Düşünmemiştim ölümün nicesini böyle mahvettiğini. (Eliot) (s. 33)
Bizim zamanımızla çok yakın geçmiş arasındaki teknolojik mesafe o kadar büyüktür ki…
Her ne kadar eldeğmemiş asude doğal alanlardaki neşeli ve erdemli vahşiler şeklindeki imajlar edebiyat ve felsefemizde az çok ortaya çıkıyorsa da tarihsel kayıtlar Batılı toplumun ilkel insanlara karşı hakim tavrının ne olduğunu açık seçik göstermektedir. (s. 36)
İlk satırda sözü edilen teknoloji çılgınlığının mümkün olabilmesi için bunun aksinin ortadan kaldırılması gerekir. Batılı toplumun Amerika topraklarına yerleşebilmesi ve orada modern ekonomiyi tesis edebilmesi için orada yaşayan insanların ivedilikle ortadan kaldırılması nasıl zorunlu idiyse.
İnsanlar icad ederler, tasarlar ve hayal gücüyle süslerler ve sonuç kültürdür. (s. 37)
Unutuyoruz ki tabiat bizim de ayrılmaz bir şekilde dahil olduğumuz evrensel süreğendir ancak o bizim varlığımıza kaynaklık eden bizden sonra da yaşayacak olandır. (s. 38)
İngiliz sanayi şehirlerinde 19. Asrın ilerilerine kadar domuzlar asıl sokak temizlikçileri olmayı sürdürdüler. (s. 39)
Şehirleşme dünyanın modernleşmesi dediğimiz şeyde endüstrileşme ile birlikte, ondan ayrı ve paralel bir kuvvet olarak görülmelidir.
Sunilikte en ileri olanı ancak süperşehir garanti edebilir.
Ne kadar sunilik, o kadar ilerleme; ne kadar ilerleme, o kadar güvenlik… (s. 41)
Tabiatla olan lişkilerimizde iflah olmaz bir şekilde aptallaşıyoruz. (s. 42)
Tanrının eserini aynen kopya edemeyiz ama ona çok yaklaşabiliriz. (Newsweek, 24 Nisan 1967) (s. 43)
Hubris, yani mahvı kaçınılmaz olanların kendinden emin kibri… (s. 48)
Megapolis, yabanıl alanların ve kırsal toplumun olduğu kadar şehirlerin de tahripçisidir.
Geçen bir kaç kuşağın zamanına değin, Batı toplumunda evcilleştirilmemiş tabiata karşı hakim popüler tavır korkuya dayanan çatışmacı güvensizlikti. (s. 52)
Bir hastane yatağında sırtüstü uzanmakta olan can çekişen hastanın da, şayet o bügün ölüme dün olduğundan daha uzaksa, ilerleme gösterdiği söylenebilir. Lakin o sağlıklı bir kişi olmaya hiç de yakın değildir. (s. 59)
Eşyanın tabiatı hakkında… bugün artık bu konuda konuşma ehliyeti sadece bilim adamlarındadır. Onların bilgisi ise sadece tecrübe ettikleriyle sınırlıdır. Bununla beraber eşyanın tabiatı hakkında söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur.
Uzman olmayan kişinin hâlâ bildiğini söyleyebileceğimiz ne kalmıştır? Adını verin ve muhakkak o çok geçmeden kendi jargon ve metodolojisine, kendi dergilerine ve akademik bölümlerine sahip yeni bir profesyonel inceleme alanı olarak vaftiz edilecektir. (s. 62)
Şehirsel-endüstriyel toplumu istila eden salgın hastalıklar özünde teknik kaynaklı değil; onlar bilimsel uzmanlığın henüz eksik veya kötü koordine edilmiş uygulamalarının sonucudur. (s. 64)
Verimlilik, olguları önceden tasarlanmış düşüncelerin önüne koymaktır. (Jean Meynaud) (s. 67)
Rigor mortis (ölümden önce vücudun katılaşması) hemen önce gelecektir! (s. 87)
Bilimin ölçebileceği insanın bilebileceğinin ancak bir cüzüdür. Bilişimiz kutsalı kucaklamak üzere dışa doğru uzanır, onun yolunu kapayan şey bize hakimiyet vadetmesine rağmen, bizi ampirik yalanın tutsağı olmaya mahkum eder.
Bizim politikamız şairin politikası olmalıdır…
Bacon, Locke ve Newton’ı Albion’un örtüsünden savurmak… (Blake) (s. 93)
Neden sadece hareketsizlik ve gevşeyip istirahat etme bizi dinlendirmeye yetmiyor? Neden bu radikal bilinç değişimi? (s. 99)
Uyanık zihin tarafından en ehemmiyetle bastırılan şey düşlemenin kendisidir. (s. 105)
Yaşantımızın keyfiyeti itibariyledir ki biz putperest bir kültür olduk… ve gerçekte insanlık tarihindeki yegâne putperest kültür. (s. 125)
Düşünüyorum ki, belki de lanetlenmenin anlamı budur; kişinin günlerini bu putperest alemde, Pascal’ın “ancak küçük bir hapishane hücresi” olarak yaşantılayabildiği sonsuz evrende tutsak olarak geçirmesi. Fakat biz büyük bir keşifte bulunduk. Yani ki, cehennem ilginç bir yer olabilir! (s. 146)
Putperestlik batının anayol dini hayatı içinde değil, yepyeni ve mütehakkim bir kültürel girişime ait pisişik uslûp olarak kendini buldu, Francis Bacon’ın onyedinci asır bilimini adlandırışıyla bir “Yeni Felsefe” olarak.
Batı dünyasının dini ile bilimi arasındaki gizli bağ buradadır. (s. 153)
Devrimin en devrimci tarafı, Hıristiyan dini psikolojisi ile değil fakat onun üzerindeki tevarüs edilmiş Aristocu kavramlarla olan mücadelesi idi.
…onun tabiatı incelemesi, zayıf bir kalıntı da olsa, kadim irfandan çok şey muhafaza etmekteydi. (s. 154)
(Bacon) “çalışıyorsa doğrudur”. Doğruluk ve yararlılığın burada bir ve aynı şey olduğunda ısrar eder. (s. 159)
Galileo’nun tüm başarısı matematik fenomenin kendisidir. (s. 161)
Kültür tam bir dünya ve insan telakkisine sahip olmamızı gerektirir. Mutlak teorik sağlamlığın sone erdiği yerde, bilim gibi durmak düşmez kültüre. Hayat, bilimler evreni bilimsel olarak açıklayana kadar bekleyemez. Hazır olana kadar yaşamayı ertreleyemeyiz. (Ortega Gasset) (s. 217)
Democritus’un atomları
Ve Newton’ın ışık partikülleri
İsrail çadırının ışıl ışıl parladığı
Kızıldeniz kıyısındaki kum taneleridir. (Blake) (s. 283)
Goethe’nin modern bilinç bunalımına ilişkin kaygısına eş bir kaygı romantikler arasında sadece Blake’de vardır. Her ikisi de Newton’ı esas düşman olarak seçtiler. (s. 310)
Goethe tabiat araştırmalarında mikroskop ve prizma kullandı ama hep gönülsüzce. Bu aletlerle çalışmaktan rahatsızlık duyuyordu, onlar fenomenleri çarpıtır, doğanın doğrudan gerçekliğini ihlal eder.
Aletler Goethe için insanın tabiata karşı gittikçe yabancılaşan duruşunun ve bunun neticesi olan saldırganlığının alameti idi. (s. 311)
(Goethe) Onun duyu verileri, yapılan ölçümler değil, tadına varılan niteliklerdi. (s. 314)
Rigor mortis
Naim Öztürk, İnsan, 1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder