25 Eylül 2012 Salı

Jose Saramago – Çatıdaki Pencere


Jose Saramago – Çatıdaki Pencere

…Zamanla sararıp yıpranmamışlardı da üstelik, belki de zaman 1953 yılında teslim edilen bu özgün metne insanlardan daha saygılı davrandığı içindir. (s. 9) 

Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir, ama hepimiz birbirimize saygı duymak zorundayız.
…yayınevine teslim edilen kitap, o taslak bir harf yığınından ötedir, içinde
…bir insan barındırır.

Ölmek, var olmuş olmak ve artık olmamaktır, (s. 10)

Çatıdaki Pencere,
Kırklı yılların Lizbon’unda geçer,
Salazar diktatörlüğü sürmektedir.
…görünüşlerin gerçeklerden daha güçlü olduğunu vurgulaması,
…kitabı oluşturan diğer her şey, kitabın basılmadan bir kenara itilmesine karar verilmesinde etkili olmuştur kuşkusuz. (s. 12)

Silvestre,
Kundura tamircisiydi,
Bedeninde Don Quijote’nin resimlerini andıran bir şey vardı. (s. 15)

Mariana, pantolonum nerede? (s. 16)

Karar vermeleri gereken, evin bir odasını kiralama meselesiydi. (s. 17)

Sözcükler söylendikleri anda ağzının içinde doğarlardı sanki: çıktıklarında çoktan anlam yüklü, duygulu ve el değmemiş olurlardı. Bu nedenle de hükmederler, ikna ederlerdi. (s. 22)

Zaman değişti anne,
Evet değişti ve bozuldu. (s. 27)

Zaman yavaşça akıyor, saatlerin tiktakları sessizliği itiyor, azimle onu uzaklaştırmakta ısrar ediyor ama sessizlik tüm sesleri boğan kalın, ağır kütlesiyle karşı koyuyordu. (s. 37)

Isaura’ya göre Adriana buz gibiydi ve günlük tutması yaşamında sırlar varmış gibi yapabilmek için uydurulmuş bir bahaneden ibaretti. (s. 48)

…hafif gece atıştırmasına ayrılan beş dakika onlarda özel bir duygu uyandırırdı, sanki bir anda yaşamlarının vasatlığından sıyrılırlar, insanların refah seviyelerini gösteren ölçeğe göre birkaç basamak yükseliverirlerdi. (s. 50)

İyi günler hanımefendi. Kiralık odanız varmış. Görebilir miyim? (s. 54)

Sevmek için fazlasıyla tanıyordu erkekleri. (s. 69)

(Carmen) İnanışına göre, evliliklerdeki tüm anlaşmazlıkların nedeni öteki kadınlardı… Erkekler horozlara benzerlerdi, bir kez tavuğun tepesine bindiler mi, çoktan ardından gelecek olanı da seçmişler demekti. (s. 86)

“Yaşamın gizli anlamı, yaşamın hiçbir gizli anlamı olmadığıdır.” (s. 204)

İnsanlığa susuzluk duyan hiç kimse susuzluğunu Fernando Pessoa’nın dizeleriyle gideremezdi, bu tuzlu su içmek gibi bir şey olurdu. Bunlara rağmen ne kadar hayranlık uyandıracak bir şiirdi, nasıl da muhteşemdi. Gereksiz, evet ama benim derinlerime iniyorsa ve ben de kendimi gereksiz ve yararsız buluyorsam bunun önemi var mı? (s. 205)

Yirmi iki yıl babamla yaşadıysanız ve başka erkek tanımadıysanız nasıl deneyimden söz edebilirsiniz?
Hepsi aynıdır kızım. Ha birini tanımışsın ha tümünü. (s. 252)

Hayat iki damla gözyaşından fazlasına değmezdi. (s. 262)

Görünmek ve olmak arasında her zaman bir kesişme noktası bulunur: olmak ve görünmek aynı yöne yönelen ve bir noktada birleşen iki farklı planmış gibi. Bir meyil ve bu meyilden kayma ihtimali vardır. Kayılırsa aynı anda hem olmakla hem de görünmekle temas edilen noktaya varılır. (s. 269)

…yaşamla temasınızı kaybetmişsiniz, kökleriniz kalmamış, bir savaşta olduğunuzu zannediyorsunuz… (s. 303)

Yaş önemlidir, beraberinde deneyimi getirir, evet, ama yorgunluğu da getirir. (s. 305)

Sevgi üzerine bir şeyler inşa edebilmenin mümkün olacağı gün henüz gelmedi. (s. 306)

Türkçeleştiren: Pınar Savaş
Kırmızı Kedi Yayınları
Eylül, 2012

24 Eylül 2012 Pazartesi

Jose Saramago – Bütün İsimler


Jose Saramago – Bütün İsimler      
     
Nüfus Kayıt Merkez Arşivi

Don Jose gibiler,
…yaşamlarından arttığına inandıkları zamanı,
…biriktirmekle harcarlar, bunu muhtemelen metafizik ıstırap diyebileceğimiz bir şeyden dolayı yaparlar (s. 19)

…iyi bilinir ki insan ruhu, çoğu kez, nedenini bilmediğini söylediği kararlar alır, (s. 20)

Bilge, onu donatan sağduyu kadar bilgedir denir, (s. 30)

…sağduyu yalnızca artık ilgilenilmeyen bir şeyi korumaya çalışırken işe yarar. (s. 31)

…insanlar, ne kadar belirsiz olsa da, kişilikleri ve ne kadar az da olsa, otoriteleri hakkında öylesine kıskançtırlar ki, son adımı atmadan önce uzun uzun düşündüklerini, lehte ve aleyhte olan yanları ölçüp biçtiklerini, olasılıkları ve alternatifleri tarttıklarını ve yoğun bir zihni çalışma sonucunda, nihayet bir karar aldıklarını ima etmeyi tercih ederler. Bu işlerin hiçbir zaman böyle olmadığını söylemek gerek. (s. 36)

Doğrusunu söylemek gerekirse, kararları biz almayız, bizi alanlar kararlardır. Kanıtı şu gerçekte bulabiliriz, yaşam bizi çeşitli eylemleri birbiri ardına yerine getirmeye itse de her birini bir süre düşünüp, değerlendirip hesaplar yaptıktan sonra yemeğe gidip gitmeyeceğimize, gazete alıp almayacağımıza ya da meçhul kadını arayıp aramayacağımıza karar vermeyiz.
Normal insanlar karar alırlar, kararları tarafından alınmazlar. (s. 37)

…benim gerçekliğime uymayan şey mevcut değildir, (s. 39)

Başka bir fiş seçip sonra o kişiyi aramaya koyulabilir, rastlantı seçmez, önerir, ona meçhul kadını getiren rastlantı oldu, o konuda söz sahibi olan yalnızca rastlantı oldu, (s. 42)

Mutlu adamsınız, sırlarınızı gizleyebiliyorsunuz, (s. 55)

…bulunacak her hangi bir şeye anlamını veren arayıştır ve yakındaki şeyi bulmak için çok yol kat etmek gerekir. (s. 63)

…unutulan hatalar en kötüleridir. (s. 72)

…bir kişinin resmini taşımak, onun ruhunun bir parçasını taşımak gibidir. (s. 109)

…özellikle tek bir anlamı varmış gibi görünen kelimeler, onlara çok dikkat etmek gerekir. Sanılanın aksine, duyu ve anlam asla aynı şey olmamıştır, anlam kendini hemen gösterir, doğrudandır, düzanlamlıdır, sarihtir, kendine dönüktür, tekanlamlıdır, diyelim, oysa duyu yerinde duramaz, ikinci, üçüncü ve dördüncü anlamları fokurdar, dallara ve kollara ayrılan ve tekrar bölünen farklı yönlere yayılan, ta ki gözden kaybolana kadar, her kelimenin duyusu, suları yükselterek şiddetle uzaya savuran bir yıldız, kozmik rüzgârlar, manyetik sapmalar, felaketler gibidir. (s. 123)

…büyük kederler, büyük ayartmalar ve büyük hatalar hep hayatta yalnız olmaktan, bir şey kafamızı her gün normalde olandan daha fazla karıştırdığında kendisine danışacağımız bir arkadaş olmamasından kaynaklanır, (s. 129)

Tavanla arasında geçen hayali ve metafizik diyalog, ruhunun tümden kaybolmuşluğunun, eğer meçhul kadını arayışı sona ererse ki böyle olduğundan kuşkulanmak için nedenleri vardı, hayatta yapacak başka hiçbir şeyinin olmadığı düşüncesinin üzerinde yarattığı panik duygusunun üstünü örtmeye yaramıştı. (s. 146)

Todos os Nomes
Türkçeleştiren: Nesrin Akyüz
Kırmızı Kedi Yayınevi
Şubat, 2012

23 Eylül 2012 Pazar

Pascal Bruckner – Aşk Paradoksu


Pascal Bruckner – Aşk Paradoksu

60’lı ve 70’li yıllar…
Kadın olsun erkek olsun herkes bir emir eri olmak, hiçbir şeye karşı çıkmamak, fantezilerinin sonuna kadar gitmek istiyordu.
Peki, ne bozdu rahatlığı? (s. 12)

…serbest aşk.
…aşk nasıl olur da ayıran özgürlükle bir arada olabilir?
…bir seçim yapmamız gerek; ya geri kafalı olacağız ya da modern,
Sanki aşk bir hastalıkmış da kendimizi ondan kurtarmamız gerekiyor, hatta her şeyden önemlisi, sevmek şeklimizden pişman olmalıyız. (s. 13)

Bu kitap, şantaja boyun eğmeyip, gerçekleşmiş değişiklikleri yadsımadan tutkuların eski sahnesinden inmek istemeyenler için yazılmıştır.
Günümüzün ortamında her şeyi aşktan bekliyoruz, hatta fazla şey bekliyoruz ondan. (s. 14)

Victor Hugo 1860’ta düşünme özgürlüğüyle sevme özgürlüğünü yepyeni bir biçimde bağdaştırır: “biri kalbe ilişkinken diğeri akla ilişkindir…”
“Kocanızdan başka bir adamı mı seviyorsunuz? Öyleyse ona gidin.” (s. 17)

“…Cinslerin birleşmesinde yasayı kalp yapar. Özgürce sevip düşünün. Kalanı Tanrıyı ilgilendirir.”
Aydınlanma Çağı aşk ile erdemin, bedenin zevki ile ruhun yükselişinin bağdaştırılabileceğine inandı: Sevmesini bilen kişi büyüklük konusunda da yetkin olur ve benzerlerine ilerleme yolunda öncülük eder. (s. 18)

Klasik Çağ aşkı yerden yere vurduktan sonra, 18. yüzyılda mahremiyet devrimi icat edilir.
Aile, duygu laboratuvarına dönüşür. (s. 19)

(Wilhelm Reich) …toplumsal devrim ile kişisel devrimi birbirinden ayırmayı reddederek, “cinsel yaşam özel bir mesele değildir” anlayışını savunarak, yaşamı boyunca insanı köleleştiren yapıdan kurtulmanın en iyi yolunu aradı.
“Halkın cinsel mutluluğu genel toplumsal güvenliğin en iyi güvencesidir.” (s. 21)

Aşk yoktur artık demişti Robert Musil, yalnızca cinsellik ve arkadaşlık vardır. Deleuze ve Guattari ise şu iğrenç sevilme arzusuna dikkat çekiyorlardı.
Seni seviyorum yerine tek gerçek kalıp olan seni istiyorum kalıbını getirmek gerekti. (s. 23)

Birlikte serbest diye ne güzel ifade etmiştir toplumbilimci François Singly modern evliliği: Yuvanın güvenliğine evet, ama yeter ki birlikteliğin her iki tarafının da kendini gerçekleştirme sürecinde hiçbir şeyi engellemesin.
Bundan böyle her iki taraf da kendi küçük şirketine dönüşmüştür. (s. 27)

Sigaradan bilgisayara kadar her şey, patolojik bir bağımlılık korkusunu göstermek için bir fırsattır. Hem zevk almayı hem de kuşku duymayı salık veren ve öteki ile ilişkiyi madde bağımlılığı modeline göre tasarlayan bir dönemin şizofren yapısı. (s. 28)

Bedenim bana ait
…bedenim yalnızca bana ait olursa, kimse istemezse onu, bu tapu neye yarar ki? (s. 30)

Aşktan konuşur dururuz, ama hep ne olması gerektiğinden bahseder, ne olduğunu yeterince konuşmayız. (s. 33)

…kentler şunu açıkça ortaya koyar: Her şey mümkündür. (s. 39)

Gözlemlemek değerlendirmek, dolayısıyla da reddetmektir.

Karşımdaki, kollarını açıp da kabul etmiyorsa beni, bunun benden başka sorumlusu olamaz. Arzudan gebersem de nafile; karşımdakinin buz gibi durmasına yol açan, varlığımın şu halidir. (s. 40)

Hazcılık norm olarak dayatılınca doyumsuzluk daha da artar. (s. 41)

Elinde bu (/bir) adres yoksa, kaçırılan fırsatların üzüntüsü ön plana çıkar.
Rahatsız etmeden nasıl dikkatini çekmeli? Böyle bir soru bütün bir yaşamı doldurabilir. (s. 45)

Ben kendimi severim, çünkü başkaları beni sever; benim kim olduğumu söylerler. (s. 65)

Kim ki narsisizmden nasibini almamıştır, demiştir Freud, iktidardan da nasibini almamış demektir ve güven telkin etmez. Öyleyse bizi başkalarının arkadaşı yaparak kendi arkadaşımız da yapma olanağı sağlayan bir iyi narsisiz vardır, bir de kendi değerimiz hakkında temel bir şüpheyi ortaya çıkartan bir narsisizm vardır… (s. 66)

Kendi kendiyle doluyken ötekilere bir yer ayıramaz insan.
Aşk, var olma günahımızdan bağışlatır bizi: başarısız olduğundaysa, bu yaşamın hafifliğiyle, nedensizliğiyle ezer bizi.
“Büyük, dinmek bilmeyen aşk tutkularının hepsi, bir varlığın en gizli kendi ben’ini, bir başkasının gözleri ardından kendini gözlerken gördüğünü düşlemesidir aslında” (R. Musil) (s. 67)

Aşk, dile yansıdı mı ticaret biçimine bürünür. (s. 70)

Aile içindeki sevgi geliştikçe, çatışmalar çoğalır ve duyulan nefret hissi de giderek yoğunlaşır. (s. 71)

Birini sevmek onu üzerindeki etkimizden serbest bırakmaktır,

“Sevilmek demek, geçip gitmek demektir, sevmekse, kalıp sürmek demek.” (R. M. Rilke) (s. 74)

“Bugün kız arkadaşımdan iki SMS aldım. İlki her şeyin bittiğini söylüyordu… İkincisi, önceki mesajı yanlış kişiye gönderdiğini.” (s. 79)

 İnsan yalnızca bir kez evlenir, çünkü dünya böyle ister, ama yaşam içinde yirmi kez sevebilirsin; çünkü doğa bizi böyle yarattı. (s. 80)

aşka inanıyorum dendiğini duyarız sık sık ama kişilere inanmak gerek. (s. 93)

İnsan yalnızca eksiklerini bildiği yakınlarını sırtından bıçaklar.
Güven, hainliği getirir; kalleş, kalleş olmadan önce daima kardeş, arkadaş olmuştur. (s. 103)

Sokakta sarmaş dolaş ya da lokantada masaya oturmuş iki kişi; her ikisi de cep telefonlarında bir üçüncü kişiyle sohbette. Aynı zamanda hem birlikte hem de ayrı olmanın verdiği büyük zevk.

Birbirinden uzaklaşmaya dayalı bir devamlılık, ayrılıkla yakalanan bir yakınlık; böylece aşıklar birbirlerini hep doruk noktasında tutarlar ama bunun bir de riski vardır: Her an düşebilirler oradan. (s. 128)

…karşı çıkarak zevk alır, onların yanında olarak değil.
…zevk, tanımı gereği bir şey öğretmez: İnsanı ne daha iyi yapar ne de eğitir; onu eğlendirir. (s. 140)

Thanatos, Eros’un parçasıdır; birbirlerine bütünüyle karşıt olmalarına rağmen, ikisi birlikte insanı –aynı zamanda yıkarak- kurarlar. (s. 151/152)

…partner seçiminde daha akıllıca davranılmasını sağlayan AIDS’tir. (s. 152)

Bu benim ruhum, demişlerdi Montaigne’den bu yana klasik yazarlar. Bu benim cinselliğim, diyorlar şimdi özkurmacanın bu çağdaş yandaşları. (s. 205)

Le Paradoxe Amoureux
Türkçeleştiren: Olcay Kunal
Yapı Kredi Yayınları
Temmuz, 2012

20 Eylül 2012 Perşembe

Machiavelli – Hükümdar


Machiavelli – Hükümdar

Niccolo Machiavelli, 3 mayıs 1469’da Floransa’da doğdu.
(1498) Machiavelli, ikinci şansölyelik sekreterliğine atandı; sorumlulukları, cumhuriyetin iç işlerini, dış ilişkilerini ve savunmasını kapsıyordu.
1500 yılında, ulusal milis gücü kurmaya yöneldi. (s. 21)

1512’de, Papa II. Giulio’nun yönetimindeki Kutsal Birlik, Fransızları İtalya’dan kovdu. Tarafsız kalmak gafletini gösteren Floransa, galiplerce cezalandırıldı. Machiavelli’nin sabır ve sebatla kurduğu milis gücü, Prato’da bozulup dağıldı. (s. 22)

Medicilerin güvenini kazanmak için gösterdiği bütün çabaya rağmen, Machiavelli’nin görevinde kalmasına izin verilmedi.
Medicilere karşı komploya bulaştırıldı (1513). Hapse atıldı, işkenceden geçirildi.
San Casciano’daki topraklarında sürgün yaşamak şartıyla serbest bırakıldı. (s. 23)

Hükümdar, 1532 yılında yayımlanmıştır.
Machiavelli, 22 haziran 1527’de öldü.
Machiavelli, Platon’un hayal ettiği ideal site ile ilgili görkemli inşalarını çürütür (Bkz. Bölüm XV).
(Makyavelcilik) …hile, yalan, düzenbazlık demektir. (s. 32)

Machiavelli, erkenden iki lanetle damgalandı; ateizm ve immoralizm. (s. 35)

Machiavelli, siyasette genellikle kabul edilen değerleri tersyüz etmez, sadece siyaseti bu değerlerin vesayetinden kurtarır. (s. 37)

Hükümdar’ın verdiği ders şudur; siyaset ve ahlak iki ayrı dünyadır. (s. 39)

Machiavelli, immoralist değildir.
Ama ne var ki, siyasette son hükmü veren daima kuvvettir; ahlaklılık ise, hemen her zaman aciz kalır. (s. 43)

-          Kitabın Kompozisyonu -
Devlet tiplerinin sınıflandırılmasının ardından yazar bunlardan her birini inceler. Bun inceleme, II ile XI. bölümleri kapsamaktadır.
XII – XIV. Bölümler, bizim bugün “askeri sorunlar” dediğimiz konulara ayrılmıştır. Machiavelli, bu bölümlerde, halk ordusundan yana tavır koyar.
XV - XXIII. Bölümlerde, bir hükümdarın tebaasına ve dostlarına karşı nasıl davranması gerektiği anlatılıyor. (s. 53)

HÜKÜMDAR

Halkların tabiatını iyi tanımak için, hükümdar; hükümdarları tanımak için de halk olmak gerekir. (s. 66)

 (Devletler) ya cumhuriyet ya da hükümdarlıktırlar. (s. 68)

İnsanlar kaderlerini düzeltmek umudu ile efendilerini değiştirmekten hoşlanırlar ve bu umutla mevcut hükümete karşı silaha sarılırlar; ne var ki, daha sonra, tecrübe onlara yanıldıklarını ve durumlarını büsbütün kötüleştirmekten başka bir şey yapmamış olduklarını gösterir.
Buna göre, yeni hükümdarın, tebaasına zulmetmemesi genellikle mümkün değildir.
…ne kadar güçlü bir orduya sahip olursa olsun, bir hükümdar bir ülkeye girebilmek için, o ülke halkının desteğinden yararlanmak ihtiyacındadır. (s. 72/73)

İnsanlar ya okşanmalı ya da ezilmelidirler: hafif yaraların intikamını alırlar; ama yaralar çok ağırsa, bunu yapamazlar… (s. 79)

…baş gösterebilecek düzensizlikler önceden görülebilirse, onlara çare bulmak çok daha kolay olur; ortaya çıksın diye bırakıldıkları takdirde ise iş işten geçmiş olur ve derdin tedavisi mümkün olmaz.
Bütün devlet işlerinde de bu böyledir: marazın gelişi önceden görüldüğü takdirde ki bu ancak çok derin görüşlü kişilere vergi bir haslettir, o kısa zamanda tedavi edilir; ama, ışık yokluğu yüzünden görülemeyecek olursa, herkesin gözüne çarpar hale geldiğinde ona çare bulmaya artık imkân kalmaz. (s. 83)

…başka bir hükümdarı güçlendiren bir hükümdar, kendi sonunu hazırlar, çünkü bu güç ya hile ile ya da zor kullanılarak meydana getirilmiştir; imdi, bu iki neden de, güçlendirilenin gözünde güçlendireni şüpheli kılar. (s. 91)

…özgür yaşamaya alışmış bir devleti fetheden kişi, onu yıkamadığı takdirde, onun tarafından yıkılmayı beklemelidir. (s. 99)

(dipnot) …tarih kendi başına oluşmaz: elverişli bir durum, eğer biri çıkıp bu durumdan yararlanmazsa, hiçbir sonuç vermez. (s. 105)

…çarçabuk oluşuvermiş devletler, doğada birdenbire doğup büyüyen bütün öteki şeyler gibi, ilk fırtınada devrilip gitmelerini önleyecek kadar derine kök salamazlar. (s. 111)

Zulüm, toptan bir defada ve kişinin kendi güvenliğini sağlamak ihtiyacıyla işlendiği, ısrarla sürdürülmediği ve elden geldiğince tebaanın yararı gözetilerek yapıldığı takdirde iyi kullanılmış demektir. (s. 132)

Acıları kısa sürüp, daha az duyulması için kötülükler toptan bir defada yapılmalı; iyilikler ise, aksine, daha uzun süre tadılabilmeleri için, birbirini ağır ağır izlemelidir. (s. 133)

Büyükler, halka karşı koyamayacaklarını gördükleri zaman aralarından birinin itibarına, nüfuzuna başvurup, onu hükümdar yaparlar; böylece, onun otoritesinin gölgesinde muhteris arzularını tatmin etmek imkânını bulurlar. (s. 135/136)

İnsanlar sadece kötülük bekledikleri bir kimseden iyilik gördüklerinde, ona çok daha fazla minnettar olurlar. (s. 139)

Hükümdar, eğer bir parçacık hikmet sahibi ise, öyle bir yönetim sistemi düşünmeli ve kurmalıdır ki, hangi zamanda ve hangi hal ve şartlar içinde olursa olsun yurttaşlar hep ona ihtiyaç duysunlar: işte o zaman hükümdar, onları daima kendine sadık bulacağından emin olabilir. (s. 142)

(dipnot)Bir ulusal dinamik ancak herkes yüksek bir menfaate katkıda bulunduğu duygusunu taşıdığı zaman ortaya çıkabilir. (s. 147)

…her devletin esas temeli iyi yasalar ve iyi ordulardır. Fakat iyi silahlı güçlerin bulunmadığı yerde iyi yasalar bulunamayacağı ve de tersine, ancak iyi silahlı güçlerin bulunduğu yerde iyi yasalar olabileceği için ben burada yalnızca silahlı güçlerden söz etmek istiyorum… (s. 153)

Hükümdar, ancak düşman saldırmadığı sürece ayakta kalır; barış zamanında bu birlikler tarafından, savaşta ise düşman tarafından soyulur. (s. 154)

…ücretli askerlerin çekinilmesi gereken yanı, korkaklıkları; yardımcı askerlerin ise, yiğitlikleridir. (s. 166)

başkasının silahları ya vücudumuza bol gelip iyi oturmaz, ya ağır gelip vücudumuzu yorar, ya da dar gelip onun hareketlerini kısıtlar. (s. 168)

Yaşanılan durumla, yaşanılması gerekli görülen durum birbirinden o kadar uzaktır ki, bu sonrakini incelemeden başka bir şey yapmayan bir kimse, varlığını muhafaza etmekten çok onu yok etmeyi öğrenmiş olur. Keza, her şeyde ve her yerde iyi insan olarak görünmek isteyen kimse de, bunca kötü insanın arasında yok olmaktan kurtulamaz.
…hükümdar, her zaman iyi olmamayı ve gerektiği zaman iyi, gerektiği zaman kötü olmayı öğrenmelidir. (s. 178)

Korkulmaktan çok sevilmek mi iyidir, yoksa sevilmekten çok korkulmak mı?
Korkulmak sevilmekten daha güvenlidir. (s. 187)

…korku, ceza tehdidinden doğar ve bu tehdit sürdüğü müddetçe asla kaybolmaz. (s. 188)

insanlar, babalarının ölümünü unuturlar da, mal varlıklarının kaybını kolay kolay unutamazlar. (s. 189)

…insanlar kötü olduklarına ve size verdikleri sözü kesinkes tutmayacaklarına göre, siz, kendi sözünüzü neden tutacaksınız? (s. 194)

Küçük azınlığın sözü, ancak büyük çoğunluk ne yanı tutacağını, ya da neye göre hüküm vereceğini bilmediği zaman dinlenir. (s. 197)

…mal ve mülke ve namusa saygı gösterildiği takdirde insanların büyük çoğunluğu mutlu olur. (s. 199)

İnsanlar zekâ bakımından üçe ayrılabilirler: kendi başlarına anlayanlar, başkaları anlattığı zaman anlayanlar ve nihayet ne kendi başlarına ne de başkalarının yardımıyla anlayanlar. (s. 235)

…insanlar üzerinde şimdinin etkisi, geçmişin etkisinden çok daha fazladır. İnsanlar eğer, şimdiki durumlarından memnun iseler, hiç başka bir şey düşünmeden bunun tadını çıkarmaya bakarlar. (s. 241)

…hükümdar için yegâne iyi, güvenli ve sürekli savunma, onun öz gücüne (Virtu) bağlı olan savunmadır. (s. 244)

Talih, gücünü, özellikle, kendisine karşı hiçbir direniş hazırlığı bulunmayan yerlerde gösterir ve azgınlığını, kendisini durdurabilecek hiçbir engelin bulunmadığını bildiği yerlere yöneltir. (s. 246)

…talih değişken, insanlarsa hep aynı şekilde davranmakta inatçı olduklarına göre, davranış tarzları talihle uyuştuğu sürece insanlar mutlu olurlar. (s. 251)

IL PRENCIPEDI (il Principe)
Sunum ve Açıklamalar: Patrick Dupouey
Türkçeleştiren: H. Kemal Karabulut
Sosyal Yayınlar, 5. Basım, Eylül 1998

Jamal Mahjoub – Cinlerle Yolculuk


Jamal Mahjoub – Cinlerle Yolculuk

Babamın işi golf sopalarını taşımak…
Ben göçebe kavmin, cahil yığınların bir üyesiyim,
İki pasaportum ve çeşitli kimlik belgelerim nerelerde bulunduğumu belirtir, ama kim olduğumu, nereye gideceğimi söylemezler. (s. 13)

Adı Leo,
İsimler kendi kararlarını verirler. (s. 15)

Genç bir anne baba ilk çocuklarının adını ne koyacakları konusunda anlaşamıyorlarsa, büyük ihtimalle bu (…) gizlenen başka bağdaşmazlıkların işaretidir.
Arabayla Almanya’dan geçerek güneye gidiyoruz.  (s. 16)

Peugeot 504

İki zıddın arasında bulunma fikri bana anlamlı geliyor. (s. 21)

Leo, neredeyse sekiz yaşında.
Hakkında kimsenin bir şey bilmediği bir yerde doğup büyümüşseniz, her soruya üç saat süren bir açıklamayla cevap vermek zorunda kalırsınız.
Bütün evlilikler sorunludur, ama çoğu insan bir şekilde uzlaşmanın yolunu bulur. (s. 39)

(Ellen) “Kocamın en iyi arkadaşımla bir aşk macerası yaşadığını epeydir biliyorum.”
Gece vakti ağlayan bir çocuktan daha acıklı bir şey olamaz.
(Simurg) … başından beri aradıkları şeyin kendileri olduğunu anlamışlar.
Okurken, öyküyü bildiğimi fark ettim. Uzaktaki bir şey yakınıma geldi; insanın hayatının iki yarısının birleştiği, her şeyin bir düzene oturduğu ve dünyanın anlam kazandığı o garip anlardan biriydi. (s. 53)

Sonuçta aşk dünyanın mantığıyla mücadele etmeye çalışan iki insan arasındaki gizli işbirliğidir. Kendimizi baştan yaratırız, çünkü aşk bizi başkasının gözündeki görüntümüze dönüşebileceğimize inandırır. Böylece bir başka insanın varoluşunun eksenine sıkıca tutunuruz. Gezegenleri yerinden oynatan, evrenin dağılmasını önleyen budur. Bir tür yerçekimi. Yok olduğunda, çekim gücünü kaybettiğinde bir an sersemleşir, ne tarafa döneceğimizi bilemez, öteden beri bizi çevreleyen dev, karanlık boşluğu ansızın fark edip korkarız. (s. 60)

Benim karanlık kıtam Avrupa, ben onun yüreğini arıyorum.
…ulaşamadığımız çeşitli şeylere özenerek büyüdük.
…uçak yapmak için bir tahta parçasına birkaç çivi çakmak, oyuncak fabrikasındaki zeki adamların yaptığı kalıba dökülmüş plastikten oyuncakların hepsinden çok daha tatmin edici. Mükemmeliyete yaklaştıkça hayal kırıklığına uğratma ihtimali de artıyor. (s. 85)

Derviş = / Kapı arayan

Gerçek tıpkı bumarenga benzer, ne kadar kuvvetle fırlatırsan, o kadar kuvvetle döner sana gelir ve mutlaka geri döner. (s. 98)

İnsanın hayatta ne yapmak istediğine karar vermesi yıllar sürer.
Zaman kimseyi beklemez… (s. 102)

Zaman hayatın gerçeklerini öyle bir evirip çeviriyor ki, sonunda insan ne başlangıç noktasını, ne de sebebini hatırlıyor. (s. 109)

İnsan nereye giderse gitsin, dertlerini de yanında götürür. Buna nişse denir, şeytana benzeyen küçük yaratık. (s. 190)

Rimbaud (s. 317)

…oyunu onların kurallarıyla oynuyorsun. Oyunu onlar yönetiyor. Kazanman imkânsız. (s. 347)

Türkçeleştiren: Roza Hakmen
Yapı Kredi Yayınları
Şubat, 2005

Fyodor Dostoyevski – Ölüler Evinden Notlar


Fyodor Dostoyevski – Ölüler Evinden Notlar

(Dostoyevski) Petraşevski gurubunun üyesi olmakla suçlanarak tutuklanmıştı; tutuklanmasının bir nedeni de bu toplantılarda Çernişevski’nin Gogol’e yazdığı ve onu duyarsızlıkla, dine sığınmakla suçladığı bir mektubu okumasıydı. (s. 14/15)

Sibirya genel olarak soğuk olsa da memurluk çok sıcaktır.
Genel olarak toprak cömerttir.
Aleksandr Petroviç Goryançikov
Burada anlatılan şeyler, dağınık bir şekilde de olsa, Aleksandr Petroviç’in yaşadığı on yıllık kürek mahkûmluğunun hikâyesiydi. (s. 24)

Kampımız kalenin kıyısındaydı, kale de tabyanın hemen yanında. Tahta çitin aralığından Tanrı’nın ışığına bakarsın: Görebilir misin herhangi bir şey?
…aynı tabya… …aynı nöbetçiler… …aynı küçük gök parçası…
İnsan her şeye alışan bir varlık ve bence onun için en iyi tanım bu. (s. 31)

On yıllık kürek cezam boyunca bir kez, bir dakika bile tek başıma kalamayışımda korkunç ve acı verici ne var? … Fakat buna da alışmak zorundaydım! (s. 33)

Tutuklu tutkuyla sever parayı ve ona her şeyden çok, neredeyse özgürlüğe eşdeğer önem verir. (s. 66)

Kampa girdikten üç gün sonra çalışmaya gitmem emredildi.
…insanın kendi acısını sevmeyi isteyerek, bütün mutsuzluk zirvelerinde aslında bir haz olduğunu bilerek, kendi yarasını kasten kurcalama ihtiyacı duymasına kadar varan o kötücül duyguya kapılmadan duramamıştım. (s. 103)

Bu yaşamla uzlaşmak olanaksızdı, ama onu gerçekleşmiş bir olgu olarak kabul etmenin vakti çoktan gelmişti. (s. 136)

Kamptaki hayatımın ilk gününden itibaren özgürlüğü hayal etmeye başladım.
Özgür insan elbette umut eder.
Kapatılmış insan için böyle olmaz. (s. 137)

Tanrı varsa para da vardır. (s. 161)

Kan içmeye susamış kaplan gibi insanlar vardır. Bu gücü, İsa’nın yasasına göre kardeş olarak yaratılmış olanların beden, kan ve ruh üzerindeki bu sınırsız egemenliğin gücünü bir kez tadan biri; üzerinde Tanrı suretini taşıyan bir başka varlığı en yüksek aşağılamayla alçaltma fırsatını ve iktidarını yaşayan biri artık kendi duyguların hâkim olmaktan ister istemez çıkar. Tiranlık alışkanlıktır; olgunlaşır, sonunda bir hastalık olur. (s. 256/257)

Kalbim özgürlüğün büyük sezgisi yüzünden boğuk ve güçlü şekilde atmaya başlamıştı. (s. 372)

Türkçeleştiren: Sabri Gürses
Can Yayınları, Ağustos 2012

Andre Gide – Theseus


Andre Gide – Theseus

İnsan öncelikle kim olduğunu anlamalıdır; daha sonra mirasının bilincine varıp ona sahip çıkması lazım gelir. (s. 11)

İnsanın kazanmak zorunda olduğu ilk ve en önemli zaferler, tanrılara karşı olmuştur. (s. 14)

(Kraliçe Pasiphae)
“Tanrılara dönelim,” diye devam etti. “Daima onlara dönmek gerekir…” (s. 31)

Sen ancak benim sayemde, benim aracılığımla, bende kendini bulacaksın. (s. 34)

(Daidalos)
Zamanında senin selefin Herakles’le epeyce görüşmüşlüğüm vardır. Salağın tekiydi, kahramanlıktan başka bir haltı yoktu. (s. 37)

Seni bir iple Ariadne’ye bağlayacağım.
Bu ip senin geçmişle olan bağındır. Ona dön. Kendine dön. Çünkü hiçbir şey yoktan var olamaz, gelecekte ne olacaksan, hepsi geçmişinden, şu anki halinden destek alacaktır. (s. 41)

(Ikaros)
İlk kim başladı…
İkilik kabul edilemez
Tanrısı olanın, savaşı da vardır. Tanrılar yoktur, tanrı vardır. Tanrının saltanatı barıştır. Her şey tek içinde erir ve kaynaşır.
İnsanoğlu tanrısal olana bir şekil vermek için onu belli bir yere yerleştirmeye, bir şeye indirgemeye mecburdur.
Tanrı sonsuzdur; tanrılar yereldir. (s. 43/44)

Senin yapman gereken şey Atina’yı kurmak, orada aklın egemenliğini sürdürmek. (s. 46)

(Minotauros’a karşı) İnsan ancak nefretin yardımıyla iyi dövüşebilir; ama ben ondan nefret edemiyordum. Hatta bir zaman onu seyre dalıp kaldım. (s. 51)

Sizi yiyip bitiren o lanet para hırsı size mutluluk getirmiyor, çünkü doğrusunu söylemek gerekirse o hırs doymak bilmez. (s. 61)

İnsanın özgür olmadığını, asla özgür olamayacağını ve özgür olmasının da iyi bir şey olmadığını düşünüyordum. (s. 64)

İnsanlar tanrılara seslenirken çoğu zaman kendilerini üzecek dileklerin yerine getirildiğini bilmezler. (s. 68)

Bu hissedilmez dünya (duyularımızla kavrayamadığımız demek istiyorum) gerçek olan tek dünyadır. Gerisi, bizi aldatan ve Tanrısal Olan’a bakışımızı çarpıtan bir yanılsamadır. (s. 70/71)

Ben Atina’yı karım ve oğlumdan daha çok sevdim. Onu kendi şehrim yaptım. Benden sonra benim düşüncelerim ölümsüzce orada yaşayacak. (s. 72)

Türkçeleştiren: Aysel Bora
Can Yayınları, Ağustos, 2012

19 Eylül 2012 Çarşamba

Andre Gide - Dar Kapı

Andre Gide - Dar Kapı


 



…bu hikâyeyi yaşarken çok emek harcadım ve bütün erdemimi tükettim.

 

Babamı kaybettiğimde on iki yaşında bile değildim.

Annem / Luxembourg yakınlarında Bayan Ashburton'un da bizimle beraber kalacağı küçük bir daire kiraladı.

 

Bir kitap aramak için salona girmiştim.

Yengem oradaydı.

"Neden bu kadar çabuk gidiyorsun? Jerome! Yoksa seni korkutuyor muyum?"

 

Alissa Bucolin çok güzeldi; ama henüz bunu fark edecek durumda değildim.

Ondaki her şey soru ve bekleyişti... Bu sorunun beni nasıl ele geçirdiğini ve hayatıma dönüştüğünü anlatacağım size.

 

Papaz Vautier o gün, hiç kuşku yok ki kasıtlı olarak vaaz konusu için Hazreti İsa'nın şu sözlerini seçmişti: "Dar kapıdan girmeye çabalayınız."

 

Vaazın sonlarına doğru öyle gergindim ki, biter bitmez dayımın kızını görmeye çalışmadan oradan kaçtım: Gururdan, kararlarımı sınamak isteyerek (çünkü karar almıştım) ve onu, ondan uzaklaşmak suretiyle hak edeceğimi düşünerek.

 

Mutluluktan çok, onu elde etmek için harcayacağım sonsuz çabanın peşindeydim; mutluluk ve erdemi birbirine karıştırıyordum.

Alissa'ya olan aşkım beni bu yöne gitmeye zorluyordu.

 

Alissa, İncil'in bana bahsettiği o çok değerli inciye benziyordu

 

Birbirimizi unutup Tanrı'ya dua ettiğimiz zamanlardan daha çok yaklaşmamız mümkün mü sanıyorsun birbirimize?

 

Anneciğim, biliyorsun ki Alissa ile evlenmek istiyorum.

Tanrı sizi korusun çocuklarım! Tanrı her ikinizi de korusun.

 

Onunla beraber yaşamak bana o kadar güzel görünüyor ki, buna cesaret edemiyorum...

 

Gün onunla bir kere bile yalnız başınayken karşılaşamadan geçip gidiyordu.

 

Dinle Jerome, bu akşam seninle konuşamayacağım... Son anlarımızı boşuna harcamayalım...

Beni itiyor, yavaşça kendinden ayırıyordu ve bu hareket son vedalaşmamız oldu.

 

Bir kadınla tartışmaya başladın mı kaybettin demektir...

 

Hava sonbahar ile doluydu.

 

Söz verdiğim gibi her pazar ona uzun bir mektup yazıyordum.

Diğer günler arkadaşlarımdan uzaklaşıp yalnızca Abel'le görüşüyor, Alissa'nın hayaliyle yaşıyordum.

 

Eve döndüğümde teyzem:

"Koca aptal!" diye bağırdı. "Hayatı böyle boşa harcamaya izin var mı sanıyorsun?

 

Akşam oluyordu, denizin sisi şehri saklıyordu. Ağaçlarda hiç yaprak yoktu, toprak ve gökyüzü son derece üzgün görünüyorlardı...

 

(Abel) "O seni seviyormuş meğer! Bunu bana söyleyemez miydin?"

 

İnsana güvenen insanın vay haline.

Desteğini insandan alan

İnsanın haline ne yazık!

 

"Büyük Şair" sıfatı hiçbir şey demek değildir, önemli olan sade bir şair olmak...

 

Gerçek ve sürekli zaferi dileyen kişi, geçici zaferi hesaba katmaz, geçici olanı yürekten hor görmeyen kişi tanrısal olanı gerçekten sevmediğini gösterir.

 

Kalbim neden bir türlü kendimi koruyamadığım, anlaşılmaz bir melankoliyle doluyor?

 

Lütfen özellikle benim seninle konuşmamı bekleme, geçmişi burada tamamladığımı hissediyorum, bunun ötesinde hiçbir şey görmüyorum, hayatım orada duruyor...

 

…seni uzaktayken daha çok seviyorum.

 

Biz mutluluk için doğmamışız.

Ruh mutluluk yerine neyi tercih edebilir ki!

 

Alissa! Alissa! Sevdiğim kişi sendin. Kendine ne yaptın? Ne hale geldin?

 

Bu inatçılıktı, sadakat olmaktan çıkmıştı artık. Neye sadakat: Bir hataya... En olgunca davranış, yanılmış olduğumu kendime itiraf etmem değil miydi?

 

''Alissa! Kiminle evlenebilirim ki? Senden başkasını sevemeyeceğimi biliyorsun."

 

Sevgili Jerome,

Sana çok üzücü bir haber vereceğim: Zavallı Alissa'mız artık yok...

 

Alissa'nın Günlüğü

Korkunç bir bencillikle mutluluğu benim fedakârlığımın dışında bir yerde bulmasına gücendiğimi fark ediyorum ve mutlu olmak için benim fedakârlığıma ihtiyacı olmadığını.

 

Üzüntü hiç tanımadığım, nefret ettiğim, ruhumu kurtarmak istediğim bir günah durumudur.

 

Oh Tanrım! Beni çok çabuk erişebileceğim bir mutluluktan koru!

 

Tanrım, sana kalbimi verebilmem için onu bana ver.

 

Bekleyiş beni ne kadar da yoruyor!

 

…temizlik, duvarları süslemeye yetiyor.

 

Tanrı olmayan hiçbir şey bekleyişimin yerini dolduramaz.

 

Türkçeleştiren: Buket Yılmaz

Timaş Yayınları, 2001

 

 

 

 

 

 

André Gide - Pastoral Senfoni

André Gide - Pastoral Senfoni

 


Üç günden beri durmadan yağan kar yolları kapadı.

Bu zorunlu tutukluluğun bana sağladığı boş zamanı, biraz geriye dönüp, Gertrude ile ilgilenmeye nasıl başladığımı anlatarak değerlendireceğim.

 

Bu kız bir aptal, konuşmaz; söylenen hiçbir şeyi anlamaz.

Yaşlı kadın sağır olduğu için hiç konuşmazmış bu kızla, o da kimseyle konuşmuyor.

On beşinde sanırım.

 

Çocukluktan beri yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapmaktan, sadece etrafımızdakiler “bu işi yapamaz” dediği için, kim bilir kaç kere vazgeçmişizdir...

 

Karım da çocuklarım da kızın kör olduğunu bilmedikleri için, onunla yürürken gösterdiğim aşırı dikkate bir anlam veremediler.

 

Kızın saçlarını keserken ne kadar iğrendiğini görünce elimden geldiğince yardım ettim karıma.

 

…ilk on günün sonunda iyice umutsuzluğa kapıldığımı itiraf etmeliyim. Öyle ki ilk günlerde duyduğum heyecanı düşündükçe pişman olacak, onu buraya getirmemiş olmayı isteyecek kadar ilgimi yitirmiştim.

 

Gertrude’un ilk gülümsemesi beni teselli etmeyi başardı, bütün çektiklerimi yüz kat fazlasıyla ödemiş gibi oldu.

 

Dünya gerçekten bu kuşların anlattığı kadar güzel mi? Peki neden kimse bundan hiç bahsetmiyor?

Evet, Gertrude’cuğum, görebilenler senin kadar iyi anlamazlar kuşları.

 

Gertrude’un iyi tarafı, anlamadığı zaman anlıyormuş gibi yapmamasıydı. Diğer insanlar bunu sık sık yaparak akıllarını yanlış ve belirsiz bilgilerle doldururlar, sonra da yanlış şekillerde akıl yürütürler.

 

Gözleri olan insanlar mutluluğun ne olduğunu bilmezler.

 

Ben güzel miyim?

Senfoni içinde çok çirkin bir ses olup olmadığımı bilmek isterdim.

 

“Görüyor musun! Bu defa ağlamadım.” dedim.

“Hayır, bu defa sıra bende.” dedi.

 

Babacığım / Gertrude’u seviyorum, ona saygı duyuyorum; onu sevdiğim kadar saygı duyduğumu tekrar ediyorum.

 

…kör bir kızla evlenilmez ki. Öyleyse neden birbirimizi sevmeyelim?

 

Gertrude’un bütün varlığından etrafa yayılan o eksiksiz ve mükemmel huzur, günahı hiç tanımıyor olmasından kaynaklanıyor. Onda açıklıktan, duruluktan ve aşktan başka bir şey yok.

 

Mutlu bir insandan yayılan aşk etrafa mutluluk saçar.

 

Gertrude’u tekrar gördüm ama onunla hiç konuşmadım. Akşam “tahıl ambarı”ndaki salonda kimse yoktu, ben de odasına çıktım. Yalnızdık. Sıkıca sarılarak uzun süre kollarımın arasında tuttum onu. Kendini geri çekmek için hiçbir şey yapmadı. Yüzünü bana doğru kaldırırken dudaklarımız birleşti...

 

Bahçıvan onun dere boyunca yürüdüğünü, sonra bahçedeki köprüyü geçtiğini, aşağı doğru sarktığını ve birden ortadan kaybolduğunu görmüş.

Gertrude derenin o taraflarında bolca yetişen unutmabeni çiçeklerinden toplamak istemiş,

 

'Eğer kör olsaydınız, hiç günahınız olmazdı.' Ama şimdi görebiliyorum...

 

'Ben, kanunların olmadığı zamanlarda gerçekten yaşıyordum, ama ne zamanki gökten emirler geldi, günah tekrar canlandı ve işte şimdi ben öldüm.'

 

Yazık! Onu bir daha ölü olarak görebilecekmişim meğer. Kâbuslar ve nöbetler içinde geçen bir geceden sonra, bu sabah gün doğarken ölmüş.

 

Ağlamak isterdim. Yazık ki kalbimi bir çölden daha çorak hissediyordum.

Türkçeleştiren: Buket Yılmaz

Timaş Yayınları, 1999

 

 

 

 

 

 

 

 

13 Eylül 2012 Perşembe

Julien Gracq – Sirte Kıyısı


Julien Gracq – Sirte Kıyısı

Notlar
Ailem, Orsenna’nın en köklü ailelerindir.
Orsenna Senyörlüğü, (…) çok yaşlı ve çok soylu bir insana benzer. (s. 7)

Birden, yolculuk yapma hevesine kapılarak uzak bir eyalette görev almak için senyörlüğe başvurdum. (s. 8)

…gençler, senyörlüğün ünlü “gözleri”dir. (s. 9)

…senyörlüğün Sirte Denizi’nde konuşlanmış hafif kuvvetlerinde görevlendirildiğim tarafıma bildirildi. (s. 10)

Bildik bir kentten sabahın erken bir saatinde, aşina olmadığınız bir yere doğru hareket etmenin büyülü bir yanı vardır.
Gitmekte olduğum cephede Orsenna savaş halindeydi. (s. 11)

…ülke o cephede üç yüz yıldan bu yana zaten savaştaydı. (s. 12)

(Aldo) …Aramızda bir sorun yok. Beni sinirli kılan, bu yalnızlık. (s. 35)

…Güney serabı. Gelir, geçer. Sirte’de imgelem aşırı çalışır. (s. 43)

(Marino) Biraz önce dengeden söz ettim. Dengenin güven verici yanı, dengeye getirilmiş olan şeylerin hiç kıpırdamamasıdır. (s. 44/45)

Bu dünyada her şey iki kez ölür, ilk kez kendi işlevi içinde, ikinci kez gösterge olarak; ilk kez nelere hizmet ediyorsa onların içinde, ikinci kez, bizden istemeyi sürdürdüğü şeylerin içinde. (s. 45)

(Aldo) Vanessa benim için, gözle görülmeyen bir kristalin derinliğini belirgin kılan o küçük çatlak olmuştu… (s. 51)

Maremma artık ölü bir kent, anılarının üzerin kapanmış yumuk bir eldi… (s. 78)

Sabah sislerinden kendini koru. (s. 82)

Ateş tek başına bir şey ifade etmez, bir göstergeden başka bir şey değildir. (…) …burada insanın başkalarına kendini anlatabilmesi zor. (…) …sizinle konuşmak, içinde yatan bir hasta odanın kapısını açmakla eşdeğer. (s. 87)

Ağzından çıkan her sözcük gerçeği tüketiyordu ama düşçünün anlatısında olduğu gibi, tükettiği kendi gerçeğiydi. (s. 95)

İnsanın kendini başkasına anlatması kolay değil Aldo.
Tanıdığın birini birkaç yıl sonra gördüğünde, yüzüne ölümün gölgesinin indiğini apaçık fark edersin… (s. 96)

Belli sınırlar içinde olmak kaydıyla herkesin konuşmaya hakkı vardır; bilmek ise bazı kişilere tanınmış bir haktır. (s. 129)

Vanessa ilk kez etten kemikten oluşan bir varlığa dönüşmüştü. (s. 132)

Vezzano küçücük bir adadan başka bir şey değildi. (s. 133)

…herkes gizli olana daha yakın durduğu düşünülen kişiye içgüdüsel olarak yaklaşmak istiyordu. (s. 143)

(yaşam) …gün ortasında unutulmuş bir karanlık parçası gibi havada çırpınıyordu. (s. 150)

Üst üste yığılmış yüzyıllar burada köşeleri tek tek aşındırmış, ışıkları süzmüş, her şeyi kemikleşmiş bir toz tabakasıyla örtüp dinginliğin ve uykunun başyapıtına dönüştürmüştü… (s. 151)

İçimde uyanan huzursuzluk beni odanın ortasında dimdik durmaya zorluyordu; eşyalarla aramda algılayamadığım fazladan bir mesafe oluşmuş, (s. 153)

Göz var ama bakış yok. Oysa ben o bakışa gerek duyuyordum. (…) …görmek için bakmak. (s. 157)

…umudumuzun güvencesi, kışın en şiddetli döneminde, zifiri karanlığın içinde ve kurtuluşumuzun çiçeğinin açtığı yer olan çölde verilmiştir bize. (s. 165)

Ne mutlu her şeyi ardında bırakana, ne mutlu kendini güvencesiz teslim edene ve ne mutlu bilinmezlik içindeki teslimiyetin çağırısını yüreğinin ve bağrının en derin yerinde duyumsayana, çünkü dünya onun bakışlarıyla kuruyacak, sonra yeniden doğacaktır. (s. 167)

Zeytinler büyümeden önce olmaz
…şimdiye kadar yaptıklarımı yeniden yapmam gerekiyor, ben artık bunu kaldıramam. (s. 177)

Eksik kalan şeyi artık tamamlayacaktım. (s. 185)

“Marino korkmaz” diye mırıldandı giderek sönen bir sesle. (s. 196)

Artık çok geçti. Yapılabilecek her şeyden daha geçti. (s. 201)

Bir peri masalında birlikte yol alıyorduk ve masalı bir an önce yaşamak için her şeyi başlatan ilk hareketten söz etmeyi daha başlangıçta bir kenara bırakmıştık. (s. 204)

…kalemin ucundan çıkan gıcırtı, iskele kurtların benzeyen hafif sesiyle ağır akan saatleri, art arda yırtıp attığım kâğıtların eşliğinde ilmek ilmek dokuyordu. (s. 208)

Sözcükleri anlamlı parmak hareketleriyle ölçüp biçmiş, sonra bana yönlendirmiş gibiydi; bana yine o anlamı belirsiz, eğlenen gözlerle baktı.
Zaman yüce gönüllüdür derler. Sirte Denizi engindir. (s. 210)

…üç yüz yıl geçtikten sonra yapılan bir ziyaretin pek de aşırılık sayılamayacağı ileri sürülebilir. (s. 214)

Sözcükler karşımdaki yabancının huzurunda birdenbire çok şey söylemeye hazır durumda, kaygan bir yokuşun başında duraksıyormuş gibiydi. (s. 217)

Trajik ölüm herkese nasip olmaz. (s. 219)

Vanessa’ya duyduğum müthiş gerekseme öylesine ikimizin arasında ve doğruyu yanlıştan ayıramaz bir hal almıştı ki ondan insanın adını en çok lekeleyen kuşkudan kendini arındırmasını isteyeceğim andaki duraksamamdan duyduğum sıkıntı, belki de onca şüpheli ve paylaşılmış gize biraz daha ekleyince onun için daha da önemli olacağını hissetmekten duyduğum sevincin verdiği sıkıntı kadar büyük değildi. (s. 221)

Söylenmesi zor bir şeyi anlatmak için sözcük arıyor olabilirdi. (s. 232)

Bir şey gerçekten dünyaya getirilmişse, bu şey rastlantısal olarak gelen bir şey gibi değildir artık; birden, görmek için kendisininkinden başka göz yokmuş gibi gelir insana ve öyle olmaması da söz konusu değildir artık: Her şey iyidir. (s. 235)

Uzak ve kuşkulu şeyler
Sonra? Hiçbir şey yok mu?
Sonra hiçbir şey yok (s. 246)

Var olmak; başka bir yerde olana, daha sonra olacak olana ciddi bir itirazdır. Burada, şu anda var olmak. (s. 247)

Kanda yaşıyorum
Kent, yaşamını halkın damarlarında dolaşan kanda sürdürüyor ya da koşullar zorlandığında soyun kurban edilmesi gerekiyor. (s. 251)

Orsenna, alıştığı düşünme tarzına çok aykırı düşen, elindeki verilerde bilinmeyenin ağır bastığı bir sorun karşısında, aşırı çökmüşlüğün verdiği inatçı bir dar görüşlülükle davranıyordu. (s. 268)

Vatanın bağrından gelen sese kim sırtını dönebilir? Vatanın çağrısına? İnsanların acil bir gereklilik olmadan kendilerini tehlikeye atmaları söz konusu olmadan vatan asla yüksek sesle konuşmaz.
Yönetme sanatının ABC’si, ölüleri ayırt edici biçimde, akla uygun olarak konuşturmaktır. (s. 291)

Yalnızlık
Orsenna kendi çevresinde çöller oluşturdu. Dünya onun için kendi görüntüsünü aradığı ve artık bulamadığı bir ayna. (s. 293)

Ölü olan kim, yaşayan kim? (s. 296)

Türkçeleştiren: Aykut Derman
Yapı Kredi Yayınları
Haziran 2012

Sanki şiir ya da Sirte Kıyısı
Ölüm gibi uykunun da ne zaman geleceği belli olmaz.

Roman, Orsenna adlı hayali şehirde gelişmeye başlıyor. Başka bir ülke ile üç yüz yıl sürmüş savaştan dolayı ülke güvenliği politik önceliğe sahip. Bu günkü Libya ile İtalya arasındaki denize hâkim bir ülkeye aittir hem Sirte hem de Orsenna şehirleri. Sakin, sessiz (hem de çok sessiz, gölgeler dile geliyor sanki) ve doğu yönünden tehlike geleceğine inanan insanların yaşadığı bir ülkedir bu. Romanın ana karakteri ve anlatıcısı Aldo, sarayda görevli soylu biridir. Yaşadığı hayatın rutininden sıkılıp Sirte’ye gider. Sirte’deki görevi sınır birliklerini ve limandaki kuvvetleri denetlemektir. Sirte’de karşılaştığı kişiler arasında en fazla öne çıkan kişi Vanessa adlı kadındır (Vanessa’nın gerçekliği hayaletlerden öteye geçmez, ancak Vanessa figürü bu belirsiz durumuna rağmen Aldo’yu adeta büyüler). Aldo ile Vanessa’nın yaşadığı ilişki romanın içinde, tutku’nun hayatın olağan akışını altüst etmesine dair bir deneme olarak da takip edilebilir.

Sirte Kıyısı tek kelimeyle özetlenebilir mi… “Sanki” bu soruya karşılık olarak söylenebilir. Roman boyunca tedirgin bekleyiş hep canlı kalır (Romanın çok katmanlı dokusu kimi yerde Dino Buzatti’nin Tatar Çölü’nü anımsatıyor, özellikle bekleyiş teması bu benzerlikte öne çıkan başlık olarak takip edilebilir). Neden dolayı endişelidir romanın içeriği, sanki bir düşmandan korkuyor Sirte limanındakiler, ama bu düşman somutlaşamıyor. Romandaki hemen her şey belirsizliğin içerisinde bırakılıyor. Romanın karakterleri de somutlaşmıyor, yazarın benzersiz tasvirleri anlatılan sahneyi çok defa sınırlarının dışına taşırıyor, kişiler ve nesneler belli bir nitelikte sabitlenemiyor, sanki her şey sayısız hayaletiyle birlikte anlatılıyor. Anlatımın bu özel durumu romanı tarifi zor derinliklere ulaştırıyor. Romandaki düşsel dünya ve süre içerisinde kaybolan zaman (olay örgüsünün geri planda kaldığı eserde bu yolla ardışık zaman dizin oluşturulamıyor, böylece zaman değil, Sirte Limanı ülkenin diğer şehirlerinde hissedilen kaygıların varlığı, henüz olmamış olan, buna rağmen sanki kadermişçesine beklenilen endişeyi zaman kavramının yerini tutan izlek haline getiriyor, bu nedenle zaman değil süre daha baskın hale getirilmiş oluyor) Sirte Kıyısı’nın özel nitelikleri olarak sıralanabilir. Zaman ve mekânın sanki gölgeler içerisinde bulanıklaştığı romanda karakterlerde adeta düşten çıkmış gibidirler.

Sirte Kıyısı’nın kendi iç gerçekliğinden söz edilebilir ancak bu durum, gerçeklik sorusu,  romanın belli yerlerinde edebi dilin imkânlarını düşsel bir atmosferde sanki iç içe geçmiş düş kırıntılarını yoğuran ve bunlarla görkemli bir eser ortaya koyan yazarın eserindeki ihtişam karşısında eriyip kayboluyor.