Notlar
Ailem, Orsenna’nın en köklü ailelerindir.
Orsenna Senyörlüğü, (…) çok yaşlı ve çok soylu bir insana
benzer. (s. 7)
Birden, yolculuk yapma hevesine kapılarak uzak bir eyalette
görev almak için senyörlüğe başvurdum. (s. 8)
…gençler, senyörlüğün ünlü “gözleri”dir. (s. 9)
…senyörlüğün Sirte Denizi’nde konuşlanmış hafif
kuvvetlerinde görevlendirildiğim tarafıma bildirildi. (s. 10)
Bildik bir kentten sabahın erken bir saatinde, aşina
olmadığınız bir yere doğru hareket etmenin büyülü bir yanı vardır.
Gitmekte olduğum cephede Orsenna savaş halindeydi. (s. 11)
…ülke o cephede üç yüz yıldan bu yana zaten savaştaydı. (s.
12)
(Aldo) …Aramızda bir sorun yok. Beni sinirli kılan, bu
yalnızlık. (s. 35)
…Güney serabı. Gelir, geçer. Sirte’de imgelem aşırı çalışır.
(s. 43)
(Marino) Biraz önce dengeden söz ettim. Dengenin güven
verici yanı, dengeye getirilmiş olan şeylerin hiç kıpırdamamasıdır. (s. 44/45)
Bu dünyada her şey iki kez ölür, ilk kez kendi işlevi
içinde, ikinci kez gösterge olarak; ilk kez nelere hizmet ediyorsa onların
içinde, ikinci kez, bizden istemeyi sürdürdüğü şeylerin içinde. (s. 45)
(Aldo) Vanessa benim için, gözle görülmeyen bir kristalin
derinliğini belirgin kılan o küçük çatlak olmuştu… (s. 51)
Maremma artık ölü bir kent, anılarının üzerin kapanmış yumuk
bir eldi… (s. 78)
Sabah sislerinden kendini koru. (s. 82)
Ateş tek başına bir şey ifade etmez, bir göstergeden başka
bir şey değildir. (…) …burada insanın başkalarına kendini anlatabilmesi zor.
(…) …sizinle konuşmak, içinde yatan bir hasta odanın kapısını açmakla eşdeğer.
(s. 87)
Ağzından çıkan her sözcük gerçeği tüketiyordu ama düşçünün
anlatısında olduğu gibi, tükettiği kendi gerçeğiydi. (s. 95)
İnsanın kendini başkasına anlatması kolay değil Aldo.
Tanıdığın birini birkaç yıl sonra gördüğünde, yüzüne ölümün
gölgesinin indiğini apaçık fark edersin… (s. 96)
Belli sınırlar içinde olmak kaydıyla herkesin konuşmaya
hakkı vardır; bilmek ise bazı kişilere tanınmış bir haktır. (s. 129)
Vanessa ilk kez etten kemikten oluşan bir varlığa
dönüşmüştü. (s. 132)
Vezzano küçücük bir adadan başka bir şey değildi. (s. 133)
…herkes gizli olana daha yakın durduğu düşünülen kişiye
içgüdüsel olarak yaklaşmak istiyordu. (s. 143)
(yaşam) …gün ortasında unutulmuş bir karanlık parçası gibi
havada çırpınıyordu. (s. 150)
Üst üste yığılmış yüzyıllar burada köşeleri tek tek
aşındırmış, ışıkları süzmüş, her şeyi kemikleşmiş bir toz tabakasıyla örtüp
dinginliğin ve uykunun başyapıtına dönüştürmüştü… (s. 151)
İçimde uyanan huzursuzluk beni odanın ortasında dimdik
durmaya zorluyordu; eşyalarla aramda algılayamadığım fazladan bir mesafe
oluşmuş, (s. 153)
Göz var ama bakış yok. Oysa ben o bakışa gerek duyuyordum.
(…) …görmek için bakmak. (s. 157)
…umudumuzun güvencesi, kışın en şiddetli döneminde, zifiri
karanlığın içinde ve kurtuluşumuzun çiçeğinin açtığı yer olan çölde verilmiştir
bize. (s. 165)
Ne mutlu her şeyi ardında bırakana, ne mutlu kendini
güvencesiz teslim edene ve ne mutlu bilinmezlik içindeki teslimiyetin
çağırısını yüreğinin ve bağrının en derin yerinde duyumsayana, çünkü dünya onun
bakışlarıyla kuruyacak, sonra yeniden doğacaktır. (s. 167)
Zeytinler büyümeden önce olmaz
…şimdiye kadar yaptıklarımı yeniden yapmam gerekiyor, ben
artık bunu kaldıramam. (s. 177)
Eksik kalan şeyi artık tamamlayacaktım. (s. 185)
“Marino korkmaz” diye mırıldandı giderek sönen bir sesle.
(s. 196)
Artık çok geçti. Yapılabilecek her şeyden daha geçti. (s.
201)
Bir peri masalında birlikte yol alıyorduk ve masalı bir an
önce yaşamak için her şeyi başlatan ilk hareketten söz etmeyi daha başlangıçta
bir kenara bırakmıştık. (s. 204)
…kalemin ucundan çıkan gıcırtı, iskele kurtların benzeyen
hafif sesiyle ağır akan saatleri, art arda yırtıp attığım kâğıtların eşliğinde
ilmek ilmek dokuyordu. (s. 208)
Sözcükleri anlamlı parmak hareketleriyle ölçüp biçmiş, sonra
bana yönlendirmiş gibiydi; bana yine o anlamı belirsiz, eğlenen gözlerle baktı.
Zaman yüce gönüllüdür derler. Sirte Denizi engindir. (s.
210)
…üç yüz yıl geçtikten sonra yapılan bir ziyaretin pek de
aşırılık sayılamayacağı ileri sürülebilir. (s. 214)
Sözcükler karşımdaki yabancının huzurunda birdenbire çok şey
söylemeye hazır durumda, kaygan bir yokuşun başında duraksıyormuş gibiydi. (s.
217)
Trajik ölüm herkese nasip olmaz. (s. 219)
Vanessa’ya duyduğum müthiş gerekseme öylesine ikimizin
arasında ve doğruyu yanlıştan ayıramaz bir hal almıştı ki ondan insanın adını
en çok lekeleyen kuşkudan kendini arındırmasını isteyeceğim andaki
duraksamamdan duyduğum sıkıntı, belki de onca şüpheli ve paylaşılmış gize biraz
daha ekleyince onun için daha da önemli olacağını hissetmekten duyduğum
sevincin verdiği sıkıntı kadar büyük değildi. (s. 221)
Söylenmesi zor bir şeyi anlatmak için sözcük arıyor
olabilirdi. (s. 232)
Bir şey gerçekten dünyaya getirilmişse, bu şey rastlantısal
olarak gelen bir şey gibi değildir artık; birden, görmek için kendisininkinden
başka göz yokmuş gibi gelir insana ve öyle olmaması da söz konusu değildir
artık: Her şey iyidir. (s. 235)
Uzak ve kuşkulu şeyler
Sonra? Hiçbir şey yok mu?
Sonra hiçbir şey yok (s. 246)
Var olmak; başka bir yerde olana, daha sonra olacak olana
ciddi bir itirazdır. Burada, şu anda var olmak. (s. 247)
Kanda yaşıyorum
Kent, yaşamını halkın damarlarında dolaşan kanda sürdürüyor
ya da koşullar zorlandığında soyun kurban edilmesi gerekiyor. (s. 251)
Orsenna, alıştığı düşünme tarzına çok aykırı düşen, elindeki
verilerde bilinmeyenin ağır bastığı bir sorun karşısında, aşırı çökmüşlüğün
verdiği inatçı bir dar görüşlülükle davranıyordu. (s. 268)
Vatanın bağrından gelen sese kim sırtını dönebilir? Vatanın
çağrısına? İnsanların acil bir gereklilik olmadan kendilerini tehlikeye
atmaları söz konusu olmadan vatan asla yüksek sesle konuşmaz.
Yönetme sanatının ABC’si, ölüleri ayırt edici biçimde, akla
uygun olarak konuşturmaktır. (s. 291)
Yalnızlık
Orsenna kendi çevresinde çöller oluşturdu. Dünya onun için
kendi görüntüsünü aradığı ve artık bulamadığı bir ayna. (s. 293)
Ölü olan kim, yaşayan kim? (s. 296)
Türkçeleştiren: Aykut Derman
Yapı Kredi Yayınları
Haziran 2012
Sanki şiir ya da Sirte Kıyısı
Ölüm gibi uykunun da
ne zaman geleceği belli olmaz.
Roman, Orsenna adlı hayali şehirde gelişmeye başlıyor. Başka bir ülke ile üç yüz yıl sürmüş savaştan dolayı ülke güvenliği politik önceliğe sahip. Bu günkü Libya ile İtalya arasındaki denize hâkim bir ülkeye aittir hem Sirte hem de Orsenna şehirleri. Sakin, sessiz (hem de çok sessiz, gölgeler dile geliyor sanki) ve doğu yönünden tehlike geleceğine inanan insanların yaşadığı bir ülkedir bu. Romanın ana karakteri ve anlatıcısı Aldo, sarayda görevli soylu biridir. Yaşadığı hayatın rutininden sıkılıp Sirte’ye gider. Sirte’deki görevi sınır birliklerini ve limandaki kuvvetleri denetlemektir. Sirte’de karşılaştığı kişiler arasında en fazla öne çıkan kişi Vanessa adlı kadındır (Vanessa’nın gerçekliği hayaletlerden öteye geçmez, ancak Vanessa figürü bu belirsiz durumuna rağmen Aldo’yu adeta büyüler). Aldo ile Vanessa’nın yaşadığı ilişki romanın içinde, tutku’nun hayatın olağan akışını altüst etmesine dair bir deneme olarak da takip edilebilir.
Sirte Kıyısı tek kelimeyle özetlenebilir mi… “Sanki” bu soruya karşılık olarak söylenebilir. Roman boyunca tedirgin bekleyiş hep canlı kalır (Romanın çok katmanlı dokusu kimi yerde Dino Buzatti’nin Tatar Çölü’nü anımsatıyor, özellikle bekleyiş teması bu benzerlikte öne çıkan başlık olarak takip edilebilir). Neden dolayı endişelidir romanın içeriği, sanki bir düşmandan korkuyor Sirte limanındakiler, ama bu düşman somutlaşamıyor. Romandaki hemen her şey belirsizliğin içerisinde bırakılıyor. Romanın karakterleri de somutlaşmıyor, yazarın benzersiz tasvirleri anlatılan sahneyi çok defa sınırlarının dışına taşırıyor, kişiler ve nesneler belli bir nitelikte sabitlenemiyor, sanki her şey sayısız hayaletiyle birlikte anlatılıyor. Anlatımın bu özel durumu romanı tarifi zor derinliklere ulaştırıyor. Romandaki düşsel dünya ve süre içerisinde kaybolan zaman (olay örgüsünün geri planda kaldığı eserde bu yolla ardışık zaman dizin oluşturulamıyor, böylece zaman değil, Sirte Limanı ülkenin diğer şehirlerinde hissedilen kaygıların varlığı, henüz olmamış olan, buna rağmen sanki kadermişçesine beklenilen endişeyi zaman kavramının yerini tutan izlek haline getiriyor, bu nedenle zaman değil süre daha baskın hale getirilmiş oluyor) Sirte Kıyısı’nın özel nitelikleri olarak sıralanabilir. Zaman ve mekânın sanki gölgeler içerisinde bulanıklaştığı romanda karakterlerde adeta düşten çıkmış gibidirler.
Sirte Kıyısı’nın kendi iç gerçekliğinden söz edilebilir ancak bu durum, gerçeklik sorusu, romanın belli yerlerinde edebi dilin imkânlarını düşsel bir atmosferde sanki iç içe geçmiş düş kırıntılarını yoğuran ve bunlarla görkemli bir eser ortaya koyan yazarın eserindeki ihtişam karşısında eriyip kayboluyor.
Sirte Kıyısı tek kelimeyle özetlenebilir mi… “Sanki” bu soruya karşılık olarak söylenebilir. Roman boyunca tedirgin bekleyiş hep canlı kalır (Romanın çok katmanlı dokusu kimi yerde Dino Buzatti’nin Tatar Çölü’nü anımsatıyor, özellikle bekleyiş teması bu benzerlikte öne çıkan başlık olarak takip edilebilir). Neden dolayı endişelidir romanın içeriği, sanki bir düşmandan korkuyor Sirte limanındakiler, ama bu düşman somutlaşamıyor. Romandaki hemen her şey belirsizliğin içerisinde bırakılıyor. Romanın karakterleri de somutlaşmıyor, yazarın benzersiz tasvirleri anlatılan sahneyi çok defa sınırlarının dışına taşırıyor, kişiler ve nesneler belli bir nitelikte sabitlenemiyor, sanki her şey sayısız hayaletiyle birlikte anlatılıyor. Anlatımın bu özel durumu romanı tarifi zor derinliklere ulaştırıyor. Romandaki düşsel dünya ve süre içerisinde kaybolan zaman (olay örgüsünün geri planda kaldığı eserde bu yolla ardışık zaman dizin oluşturulamıyor, böylece zaman değil, Sirte Limanı ülkenin diğer şehirlerinde hissedilen kaygıların varlığı, henüz olmamış olan, buna rağmen sanki kadermişçesine beklenilen endişeyi zaman kavramının yerini tutan izlek haline getiriyor, bu nedenle zaman değil süre daha baskın hale getirilmiş oluyor) Sirte Kıyısı’nın özel nitelikleri olarak sıralanabilir. Zaman ve mekânın sanki gölgeler içerisinde bulanıklaştığı romanda karakterlerde adeta düşten çıkmış gibidirler.
Sirte Kıyısı’nın kendi iç gerçekliğinden söz edilebilir ancak bu durum, gerçeklik sorusu, romanın belli yerlerinde edebi dilin imkânlarını düşsel bir atmosferde sanki iç içe geçmiş düş kırıntılarını yoğuran ve bunlarla görkemli bir eser ortaya koyan yazarın eserindeki ihtişam karşısında eriyip kayboluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder