27 Ekim 2013 Pazar

Şiir / Yahya Kemal

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

11 Ekim 2013 Cuma

Tom Robbins – Dur Bir Mola Ver

Tom Robbins – Dur Bir Mola Ver


Ziller’dan başka kim ağaç kurbağası derisinden yapılma binici donu giyerdi ki?

“Hayatta sevdiğim üç şey” diye ansızın bağırdı Amanda, ilk uzun transından uyanınca. “Kelebek, kaktüs ve Sonsuz Yanılgı.”

“Sanatçının işlevi” diye cevapladı Navaho yerlisi, “hayatın sunmadıklarını sunmaktır.” (s. 16)

Mantık insana ancak ihtiyacı olan şeyi verir.
Oysa büyü, insan neyi isterse onu verir.

Peki, neye inanırsın sen?
(Amanda) Doğuma, çiftleşmeye ve ölüme inanırım ben

Amanda’nın yürekten inandığı en az iki şey daha vardı: Büyü ve özgürlük. (s. 19)

Amanda tarot kartlarına bakarak geleceği okuyordu.

Hayattaki en önemli şey üslup. Yani temelde, neticede önemli olan, kişinin varoluş üslubu, kişinin eylemlerinde görülen karakteristik tarz. İnsan kendini eylemleriyle tanımlamaktaysa eğer, o zaman üslup iki kat daha belirleyicidir; çünkü eylemi betimleyen üsluptur.

Boşluğu dolduran şey içerik.
İçeriğe, bizleri etkileme, harekete geçirme becerisini veren şey üslup.

Yaklaşık on üç ay önce John Paul Ziller, hamile bir Çingene ile evlendi, iki zehirsiz yılanla bir çeçesineği aldı ve Seattle – Vancouver çevreyolu üzerinde, yolun kenarında bir hayvanat bahçesi açtı. (s. 23)

Havadaki ozon yoğunluğu artınca insanlar daha çok, daha renkli rüyalar görürler.

…bilim adamları elektriğin, yerçekiminin ve manyetizmanın bağlı olduğu “kanunlar” keşfedip bunları kayıtlara geçirmişlerdir; ancak bu güçlerin ne olduklarını ve neden var oldukları hakkında en ufak bir fikirleri yoktur. (s. 35)

Amanda’yı Leonard Bernstein edasıyla yanağından öptü.

…motosiklet kullananların, gerek sürücü gerekse yolcuların kask takmalarını şart koşan bir yasanın yürürlüğe girdiğini açıkladı.
“Ne boktan iş” diye patladı Nükleer Phyllis,
İnsanın kafasının artık kendine ait olmaması yetmiyormuş gibi –polisler adamın kafasının içine girenle o kafanın üstüne takılanı denetlemek istiyorlar. (s. 47)

Amerikan ve Rus devletleri birbirinin aynı: Ekonomik totalitarizm. Diğer bir deyişle, tüm soruların cevabı, tüm meselelerin çözümü insanları bedenen ve ruhen en mutlu ve sağlıklı kılacak şeyler tarafından değil, ekonomi tarafından belirlenmekte. (s. 48)

Amerikan reklam dünyası için sonsuzluk bile harcanacak bir şey. (s. 61)

Bir insanın suçlu mu yoksa devlet memuru mu olduğu tamamıyla meseleye nasıl baktığına bağlıdır. (s. 72)

Kendimizi ne kadar topraktan uzaklaştırırsak o kadar kendi kendimizden uzaklaşmış oluruz. Yabancılaşma toprağa bulaşmamış insanlara özgü bir hastalık. (s. 86)

Medeniyet duyularımı köreltiyor. (s. 88)

Sanat ölümsüz değildir. Ölümsüz olan sadece enerjidir. (s. 112)

Hiçbir yaratık yeryüzünde hamamböceğinden daha uzun yaşamamıştır. (s. 127)

Bay Harikulade bir şey kaybetmiş ve bizim onu bulup bulamadığımızdan emin olmak istiyor. (s. 171)

Kilise’nin nefret ettiğim yanı, toplumun nefret ettiğim yanıydı. Yani otoriter kişiler. İktidar manyakları. Katı dogmacılar. O her şeyi yönetmek isteyen, açgözlü, sevgi ve cinsellik açısından zayıf salaklar. Bizler yaşamakla meşgulken –tat almakla, denemekle, kucaklaşmakla, öpüşmekle, hata yapmakla, büyümekle meşgulken- onlar dizginleri ele geçirmekle meşgul. (s. 186-187)

Bana yeterli uzunlukta bir kaldıraçla bir dayanak noktası verin o dini yere devireyim. (s. 199)

Hıristiyanlık yüzyıllar içerisinde zamanla manevi enerjisini yitirmiş, onun yerini siyasi ve ekonomik enerji almıştı. Bu dengesizlik, dini yapıyı çarpıtmış, onun fiziksel gücünü artırmış olmakla birlikte manevi potansiyelini tüketmişti. (s. 205)

Yıldızlar insan ruhunun izdüşümleridir –bilincin sivilceleridir- yalnızca, ama aynı zamanda son derece gerçektirler. (s. 206)

İçerik, biz onun bilinçli olarak farkına varmadan önce bile mevcuttu. Üzerinde çalışmamız gereken tek şey içerik; bu da üslubun sadece içeriğin bir ifadesi olduğu anlamına gelir. (s. 207)

John Paul, dürüstlük ve nezaket çerçevesinde olduğu sürece başka adamlarla yatmama aldırış etmez. Ya da başka kızlarla, bazen böyle bir merakım da oluyor.
O zaman ne bok yemeye evlendin?
Evliliğin bununla ne alakası var?
…tek eşlilik, ideal aşkla eş anlamlı olmadığı gibi evlilik de tek eşlilikle eş anlamlı değil. (s. 210)

Batı medeniyetinin geleceği İsa’nın vücudunun bulunmasına gösterecekleri tepkiye bağlı. (s. 239)

Eğer demokratik bir toplumda yaşamayı sürdürmek ve anarşi çıkmasını engellemek istiyorsak,
Yasaların ve cezalandırma sisteminin olması şart. (s. 247)

Yasalar ahlaklı sanat türlerinin, diğer insanlara karşı edepli davranmanın sembolü. Yasaların ahlaki içeriği yok, onlar sadece böyle bir içeriğe sahip olan davranışın sembolü. Bu sembol keşleri, nasıl yasalara saygılı olmamız gerektiği konusunda bağırıp çağırırlar hep ama, içlerinden birinin de çıkıp insan kardeşlerimize saygılı olmak konusunda bir laf ettiğini duymazsın. Birbirimize saygı duyarsak ve toprağa saygı duyarsak o zaman yasalardan kurtulabilir, ahlak aracılarını kaldırabiliriz. (s. 250)

Maddi dünyayla bağlantım dans eden bir kişinin partneriyle olan bağı gibiydi. (s. 259)

İnsanoğlunun kader midir: Hakikate en çok yaklaştığı anları bir yalan özlemiyle geçirmek. (s. 264)

Tartışmalarımız hatalı bir saat takip ediyordu. Porto Riko aksanıyla tik tak ötüyordu. (s. 275)

İstikrar doğal değil. Yegâne istikrarlı toplum polis devletidir. Bir toplum ya özgürdür ya da istikrarlı. Aynı anda ikisi birden olamaz. Seçimini yap. Ben şahsen, katı, yapay bir toplumdansa her zaman özgür, organik bir toplumu tercih ederim. Eğer insanlar, korku ve ölümden kurtulmak için illaki Cennet değneğini kullanacak denli zayıfsa belki de ihtiyaçları olan şey, korku ve ölümdür. (s. 284)

Müminlerin zekâsını sınamak isteyen bir adam,
Adam çileciliğin vecibelerini yerine getirmeye ve sahte derin düşünceler telaffuz etmeye başlamış. Kısa bir zaman sonra, uydurma öğretilerini vaaz ettiği binlerce mürit toplamış etrafında. Onu aziz ilan etmişler. Derken bir gün, kendisine inananlara nasıl kolayca aldandıklarını göstermek için kendilerine öğrettiği her şeyin zırva olduğunu açıklamış. İnançları olmadan yaşayamayacakları için onu taşlayarak öldürmüşler ve öğretilerine inanmaya devam etmişler. (s. 288)

Buruş buruş, kasvetli bir gündü. Edgar Allan Poe’nun pijamasını andırıyordu. (s. 300)

Ölüm korkusu köleliğin başlangıcıdır. (s. 312)

Toplumumuz ekonomiyi sağlıktan, sevgiden, hakikatten, güzellikten, seksten ve kurtuluştan üstün tutuyor; hayatın kendisinden daha üstün tutuyor. Her neye hayattan ziyade öncelik tanınırsa o şey hayattan önce gelecek ve neticede hayatı yok edecektir. Ekonomi, en soyut düzeyde, milletimizin dini olduğuna göre, ekonomiyle ilgili olmayan hiçbir şey, İsa’nın İkinci Gelişi gibi muhteşem bir şey bile, halkımızın ruhlarında köklü bir değişim yaratamaz. (s. 316)

Another Roadside Attraction
Türkçeleştiren: Fatma Taşkent
Ayrıntı Yayınları

6. Baskı, 2012

Donald Woods Winnicott – Oyun ve Gerçeklik

Donald Woods Winnicott – Oyun ve Gerçeklik

“Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları”

Dikkatler,
Ruhsal gerçeklik
Üzerinde odaklanırken, bu bireysel gelişme ve deneyim alanı ihmal edilmiş gibi görünüyor. (s. 15)

Çalışmanın bu bölümünde sözünü ettiğim şeyin bebeğin kullandığı bez parçası ya da oyuncak ayı olmadığının, kullanılan nesneden çok nesnenin kullanılış tarzı olduğunun sanırım artık herkes farkında. (s. 16)

Yeni doğmuş bebeğin yumruğunu ağzına sokmasıyla başlayıp sonunda bir oyuncak ayıya, bir oyuncak bebeğe, yumuşak ya da sert bir oyuncağa bağlanmaya varan olaylar silsilesinde bir çeşitlilik görülür.
Nesnenin doğası, bebeğin nesneyi ben olmayan olarak tanıma kapasitesi, bebeğin bir düşünme, yaratma, üretme kapasitesi, duygulanımsal türden bir nesne ilişkisinin başlaması. (s. 20)

Benim burada özellikle ilgilendiğim nesne ilişkilerinin ilk nesnesi değil, bebeğin sahip olduğu ilk şey ve öznel olan ile nesnel olarak algılanan şey arasındaki bölge.
Bu nesneler bir ölçüde memenin yerini tutarlar. (s. 21)

Genelde, başparmak emme gibi bebeğin kendine dönük erotik deneyimini karmaşıklaştıran şu tür durumlar ortaya çıkar:
Mırıldanmalar, agucuklar, anal sesler, ile ilk müzik notaları…
Düşünmenin ya da fantezi kurmanın bu işlevsel deneyimlerle bağlantılı olduğu varsayılabilir. (s. 22)

İlk yıllarda ortaya çıkan, belli bir nesneye ya da davranış kalıbına duyulan bu ihtiyaç sonraki yaşlarda çocuk yoksunluk tehdidiyle karşıya kaldığında yeniden ortaya çıkabilir.

Nesne hem şefkatle kucaklanır hem de coşkuyla sevilir ve paralanır. (s. 23)

…burada önemli olan, nesnenin simgesel değerinden çok fiili varlığıdır. Gerçek olmasına rağmen meme (ya da anne) olmaması, memenin (ya da annenin) yerine geçmesi kadar önemlidir. (s. 24)

X hiçbir zaman parmak emmemişti, memeden kesildiğinde de “sığınabileceği hiçbir şey yok”tu. Hiç biberon ya da yalancı meme kullanmamış, herhangi başka biçimde de beslenmemişti. Çok erken bir dönemde annesinin kendisine, bir kişi olarak annesine çok güçlü bir biçimde bağlanmıştı ve asıl ihtiyaç duyduğu şey annesinin fiili varlığıydı. (s. 25)

Bu adam hiç evlenmemişti. (s. 26)

Geçiş nesneleri memenin ya da ilk ilişkinin nesnesinin yerine geçer. (s. 28)

Ortada yeterince iyi bir anne olmadığı sürece, bebeğin haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçmesi ya da birincil özdeşleşmeyi gerçekleştirip onu aşması hiçbir biçimde mümkün değildir.
İyi anne
Bebeğin ihtiyaçlarına aktif olarak uyum gösteren kişidir. (s. 29)

Geçiş olguları yanılsama kullanımının ilk evrelerini temsil eder; bunlar olmadan, insanın, başkaları tarafından o varlığa bir şey olarak algılanan bir nesneyle ilişki kurma fikrine herhangi bir anlam vermesi beklenemez. (s. 30)

Gerçekliği kabul etme işi hiçbir zaman tamamlanmaz, hiçbir insan iç ve dış gerçekliği birbiriyle ilişkilendirme geriliminden kurtulmuş değildir ve bu gerilimden kurtulma imkânını sağlayan, sorgulanmayan bir ara deneyim bölgesidir (sanat, din vs.). (s. 32)

…bebeğin geçiş nesnesine yaptığı yatırım, özellikle de kültürel ilgilerin gelişmesiyle birlikte yavaş yavaş geri çekilir. (s. 33)

Geçişsel olan tabii ki nesne değildir. Nesne, bebeğin anneyle kaynaşmış olma durumundan, kendisinin dışında ve kendisinden ayrı bir şey olarak anneyle ilişki kurma durumuna geçişini temsil eder.

Eğer anne
Uzakta kalırsa, o zaman anısı ya da içsel temsili solup gider. Bu arada geçiş olguları yavaş yavaş anlamsızlaşır ve bebek onları yaşayamayacak hale gelir. (s. 34)

Geçmişe özlem, kişinin kaybedilmiş bir nesnenin içsel temsiline kararsız bir biçimde tutunmasıyla ilgilidir.. (s. 42)

Fantezi kurma kendi başına bir olgu olarak kalır; enerjiyi masseder ama ne rüya görmeye ne de yaşamaya katkıda bulunur. (s. 46)

Burada sözünü ettiğim kadın kendini sanatsal olarak ifade etme konusunda sıradışı yeteneklere ya da potansiyele sahipti; ayrıca hayat, yaşamak ve kendi potansiyeli hakkında, hayat açısından bakıldığında gemiyi kaçırdığını, aslında gemiyi hep (en azından ömrünün neredeyse en başından beri) kaçırmakta olduğunu anlayacak kadar şey biliyordu.

İnsanlar kendisi hakkında umutlar beslediklerinde onların kendisinden bir şey bekledikleri hissine kapılıyor. Bütün bunlar hastada yoğun bir keder ve hınç yaratıyordu. (s. 48)

Psikoterapi iki oyun alanının, hastanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü yerde gerçekleşir. Psikoterapi, birlikte oynayan iki kişiyle ilgilidir. Bunun mantıksal sonucu da, oyun oynamanın mümkün olmadığı yerde terapistin yaptığı işin hastayı oyun oynayamayacak durumdan oyun oynayabilecek duruma getirmeye yönelik olmasıdır.

Bu tür bir “ben” kullanımının savunmaya yönelik bir gerileme olmakla kalmayıp dünyayla kurulan yaratıcı ilişkinin tekrar eden asli bir evresi de olduğunu fark edince… (Milner, 1952)

Milner “özneyle nesnenin mantık öncesi birleşmesi”nden söz ediyordu. Bense bu birleşme ile öznel nesne ve nesnel olarak algılanan nesne arasındaki birleşme ya da dağılma arasında bir ayrım yapmaya çalışıyorum.

…oynamanın, içgüdünün yüceltilmesi kavramını tamamlayacak biçimde başlı başına ayrı bir konu olarak incelenmesi gerekir. (s. 58/59)

Oyun Kuramı
A. Bebek ve nesne birbirleriyle iç içe geçmişlerdir. Bebeğin nesne hakkındaki görüşü özneldir ve anne bebeğin bulmaya hazır olduğu şeyi gerçek kılmaya çalışır.

B. Nesne reddedilir, yeniden kabul edilir ve nesnel olarak algılanır. Bu karmaşık süreç büyük ölçüde, ortada sürece katılmaya ve dışarı atılan şeyi geri vermeye hazır bir anne ya da anne figürü olmasına bağlıdır. (s. 67)

Oyun alanı anneyle bebek arasında yer alan ya da anneyle bebeği birleştiren potansiyel bir mekândır. (s. 68)

Oyun oynama fikrini kavrayabilmek için… …takıntıyı ele almak yararlı olacaktır.
Oynayan çocuk, kolayca terk edilemeyen, dışarıdan müdahalelere de pek açık olmayan bir alanda ikamet eder.

Çocuk bu oyun alanına dış gerçeklikten nesneler ya da olgular taşır ve bunları içsel ya da kişisel gerçeklikten gelen bir örneğe hizmet edecek şekilde kullanır.

Oyun oynama güveni içerir (anne ile olan ilişkisinin yansımasıyla vakumladığı bir alandır/mekândır oyun).

Erojen bölgelerdeki bedensel uyarım oyunu sürekli tehdit eder, dolayısıyla da çocuğun bir kişi olarak var olma duygusunu tehdit eder. İçgüdüler “ben”e olduğu kadar oyuna da yönelik başlıca tehditlerdir. (s. 72-73)

Oyuna ve kültürel deneyime bir yer vermemiz ancak anne ile bebek arasındaki potansiyel mekân kavramını kullandığımızda mümkün olabilmektedir. (s. 74)

Oyun oynamanın bu kadar temel bir önem taşımasının nedeni, hastanın ancak oynarken yaratıcılaşmasıdır.

Bir çocuk ya da yetişkin ancak oynarken ve sadece oynarken yaratıcı olabilir ve bütün kişiliğini kullanabilir; birey de kendini ancak yaratıcı olduğunda keşfedebilecektir. (s. 75)

Nasıl düzenlenmiş bir kaos kaosun inkârı demekse düzenlenmiş anlamsızlık da çoktan bir savunmaya dönüşmüş demektir. Bu iletiyi alamayan terapist anlamsızlıkta bir düzen bulma yolunda boş bir çabaya girer; bunun sonucunda da hasta anlamsızlığı iletememenin çaresizliğiyle anlamsızlık alanını terk eder. (s. 77)

Sadece on dakikanın bütün bir hayatıma mal olmuş olabileceğini düşünüyorum durmadan. (s. 81)

Yaratıcı olarak tanımladığımız şey ancak burada, kişiliğin bu, bütünleşmemiş durumunda ortaya çıkabilir. Bu, kişiye geri yansıtıldığı takdirde, ama ancak geri yansıtıldığı takdirde bireyin örgütlü kişiliğinin bir parçası haline gelir; nihayet bu da bireyin var olmasını, bulunmasını sağlar, kişinin bir kendisi olduğunu varsaymasına imkân tanır. (s. 86)

İnsanın deneyimsel varoluşunun tamamı oyun oynama temeli üzerinde inşa edilir.
Hayatı geçiş olguları alanında, öznellik ile nesnel gözlemin kesiştiği heyecan verici noktada, bireyin iç gerçekliği ile bireylerin dışında kalan ortak gerçeklik arasındaki ara bölgede yaşarız. (s. 87)

Breasted Musa’ya “insanlık tarihindeki ilk birey” der. Kendilerini toplulukla, doğayla, güneşin doğuşu ve batışı, yıldırım ve deprem gibi açıklanamayan olgularla özdeşleştiren eski zamanların kadın ve erkekleriyle kolay kolay özdeşlik kuramayız. Kadın ve erkeklerin zaman ve mekân açısından bütünleşmiş, yaratıcı hayatlar sürebilen ve birey olarak var olabilen birimler haline gelebilmeleri için bir bilgi birikimine ihtiyaç vardı. Tektanrıcılık, insan zihninin işleyişinde bu aşamanın ortaya çıkmasına denk düşer. (s. 93)

Yaratıcılık erkeklerle kadınların ortak paydalarından biridir. Ama bir başka dilde yaratıcılık kadınların ayrıcalığıdır. (s. 96)

…nesnelerle ilgili itkiler bence eril öğeyle bağlantılıdır; nesne ilişkisi bağlamında dişil öğenin özelliğinin ise özdeşlik olduğu, bunun da çocuğa önce bir var olma temeli, daha sonra da kendilik duygusu için bir temel sunduğu kanısındayım. (s. 109)

Çalma, oğlan ve kızlardaki eril öğeden kaynaklanır.
Oğlan ve kızlardaki dişil öğe açısından buna tekabül eden nedir?
Birey, annesinden baştan çıkarıcılığı çalmış olur. (s. 110)

Cevaplar hastadadır ve sadece hastadadır. Biz hastaya bilineni kuşatma ya da bilinenin farkına varıp bunu kabul etme imkânını ya verebiliyoruzdur ya da veremiyoruzdur. (s. 112)

İlişki kurmayla kullanma arasındaki bu şey…
…öznenin nesneyi yansıtma ürünü bir varlık olarak değil dışsal bir olgu olarak, daha doğrusu kendi başına bir varlık olarak algılamasıdır.

Bu değişim… …öznenin nesneyi yok ettiği anlamına gelir.

Seni bir yandan severken bir yandan da (bilinçdışı) fantezimde durmadan yok ediyorum. Burada birey için fantezi başlar. Özne hayatta kalmış olan nesneyi artık kullanabilmektedir. Şuna dikkat çekmek gerekir ki öznenin nesneyi yok etmesinin nedeni sadece nesnenin tümgüçlü denetim alanının dışına yerleştirilmiş olması değildir. Bunu tersinden söylemek, yani nesneyi öznenin tümgüçlü denetim alanının dışına yerleştiren şeyin nesnenin yok edilmesi olduğunu belirtmek de aynı ölçüde önemlidir. Nesne bu yollarla özerkleşip kendi hayatına sahip olmaya başlar ve (eğer hayatta kalırsa) sahip olduğu özelliklere göre özneye katkılarda bulunur. (s. 115)

Kültürel deneyimlere oyun, henüz kurallı oyunlardan söz edildiğini duymamışların oyunu arasında dolaysız bir bağlantı olduğunu varsayıyorum.

Kültürel deneyim, ilk olarak oyunda tezahür eden yaratıcı yaşamla başlar. (s. 126)

Bebek ile anne, çocuk ile aile, birey ile toplum ya da dünya arasındaki potansiyel mekân, güvene yol açan deneyime bağlıdır. Birey yaratıcı yaşamayı burada deneyimlediği için bu potansiyel mekânın birey için kutsal olduğu söylenebilir.

Öte yandan bu alanın sömürülmesi, bireyin kendisini hiçbir biçim de kurtaramadığı zulmedici unsurlar arasında sıkışıp kaldığı patolojik bir duruma yol açar. (s. 130)

…bebek bir noktada etrafına şöyle bir bakar. Gerçi meme emen bebek memeye bakmayabilir. Yüze bakması daha büyük olasılıktır. (s. 139)

Bebek tahminde bulunmayı çabucak öğrenir.

Bunun patolojiye doğru bir adım ilerisinde, tahmin edilebilirlik vardır ki bu tehlikeli bir şeydir, bebeğin olaylara razı olma kapasitesinin sınırlarını zorlar. Bu da bir kaos tehdidi getirir; bebek bu durumda bir savunma olarak geri çekilir ya da algılamak dışında bir amaçla bakmamaya başlar. Bu tür bir muamele gören bebek aynalar ve aynanın sunduğu şey karşısında kafası karışık olarak büyüyecektir. (s. 140)

Kaskatı bir şey oldu, hiç serbest değil, açılmıyor.
Bu sensin değil mi?
Evet, biraz utangacım da.

Devamlı insanları etkilemeye çalışıyorum çünkü kendimden yeterince emin değilim. (s. 150)

(Büyüme süreci)
Bireyin duygusal gelişimi
Annenin ve ebeveynin rolü
Doğal bir ihtiyaç olarak aile
Okul ve diğer sosyal çevreler
Ergenin olgunlaşmamışlığı
Ergenin olgunluğa ulaşması
Bireyin kendinden uzaklaşmadan topluma entegre olması
Kültürel / soyut kimlikler

Kusursuzluk makinelere ait bir şeydir. (s. 168/169)

(olgunlaşmamış olanlar)
Psikopat
…güvenebilecekleri tatmin edici bir yapıdan mahrum olduklarını topluma kabul ettirmeleri gereken kişiler.
Nevrotik
Bilinçdışı güdülenmelerin ve çiftdeğerliliğin eziyet ettiği kişiler.
Ruhsal istikrarsızlığı olanlar
En yüksek başarı ile intihar arasında gidip gelenler.
Şizoid
Hayatı boyunca bir kimlik ve gerçek olma duygusu peşinde çabalayanlar.
Şizofren
Vekâleten yaşayarak bir şeyler elde edebilenler.

…psikiyatri etiketlerinin hiçbiri eldeki vakalara tam olarak uymaz; en az uyanı da “normal” ya da “sağlıklı” etiketidir. (s. 170)

Bireyler tarafından yaratılan, korunan ve sürekli olarak yeniden inşa edilen bir yapı olmayan hiçbir toplum olmadığına göre, toplum olmadan kişinin kendini gerçekleştirmesi, onu oluşturan bireylere kolektif büyüme süreçleri olmadan da toplum söz konusu olamaz. (s. 171)

…bebeğin nasıl kucaklandığı, ona nasıl muamele edildiği önemlidir, bebeğe bakanın kim, anne mi başka biri mi olduğu önemlidir.

Biz, mutluluğun zenginliğiyle ilgileniriz. (s. 172)

Bugün yaşanan sorunların bazılarının modern çocuk yetiştirme anlayışındaki ve bireyin haklarına yönelik modern tutumlardaki pozitif unsurlardan kaynaklandığını gördüğümüzü belirtmek istiyorum. (s. 173)

Ergen bireyin psikolojisinde
Ölümün ve kişisel zafer kazanmanın, olgunlaşma sürecinin ve yetişkin statüsüne ulaşmanın tabiatında bulunan bir şey olduğu görülecektir.

Bir çocuğun aniden belki de ebeveynlerden birinin ölümü ya da ailenin dağılması yüzünden sorumlu biri olması gerekebilir. Bu çocuğun vaktinden önce yaşlanması ve kendiliğindenliğini, oyun oynama hevesini ve kaygısız yaratıcı itkisini yitirmesi gerekir. (s. 176/177)

Olgunlaşmamışlığın tek tedavisi vardır o da zamandır, zamanla büyüyerek olgunlaşmaktır. (s. 177)

Günümüzdeki öğrenci huzursuzluğunun ve bu huzursuzluğun açık ifadelerinin kısmen, bebek ve çocuk bakımı konusunda ulaşmış olmaktan gurur duyduğumuz tavrın bir ürünü olduğunu hatırlatmakta yarar var. (s. 181)

Playing and Reality, 1971
Türkçeleştiren: Tuncay Birkan
Metis Yayınları

Mayıs, 1998

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Wilhelm Dilthey – Hermeneutiğin Doğuşu


İnsan mutluluğunun büyük kısmı, yabancıların (diğer kişilerin) psişik hallerine katılmaktan, bu psişik halleri kendimizde hissedip yaşamaktan kaynaklanır.

Şüphesiz tin bilimleri tüm doğa bilimleri karşısında önceliğe sahiptirler…

…kendi tekilliğimi, ancak başkalarıyla karşılaştığım zaman deneyimliyorum.

Dıştan duyusal olarak verili olan işaretler aracılığıyla içsel olanı tanıdığımız sürece anlama diyoruz.

Anlama çeşitli dereceler gösterir.
İlgi sınırlı ise anlama da sınırlıdır.

…anlama sanatı, merkez noktasını, insan varoluşunun yazıya geçmiş terekesinin/kalıtının açımlanması veya yorumlanmasında bulur.

Şairlerin eserlerinin ustalıklı şekilde açımlanması sanatı (Auslegungskunst, hermenia, ερμηνεια), Grek ülkesinde, öğretim ihtiyacından doğmuştur.

Bir eserin bütününün anlaşılması tekil sözcüklerin ve bunlar arasındaki bağıntıların ve tersine tekilin tam olarak anlaşılması eserin bütününün anlaşılmasını gerektirir.

Hermeneutik yöntemin son amacı, yazarı, onun kendisini anladığından daha iyi anlamaktır.

Biz anlamayı, psişik yaşamın duyusal olarak verili işaretlerinden/tezahürlerinden bu psişik yaşamın bilgisine ulaşma süreci olarak adlandırıyoruz.

Yazıya geçip sabitleşmiş yaşam tezahürlerinin ustalıklı anlaşılmasına açımlama, interpretasyon diyoruz.

…her insani sanat, sanatçının yaşam birikiminin herhangi bir form içinde
…kendini kendi uygulamaları içinde arıtır ve yükseltir.



Türkçeleştiren: Doğan Özlem

Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Paradigma Yayınları, 1999

Richard E. Palmer – Hermenötik

Richard E. Palmer – Hermenötik

Heidegger’e göre felsefe hermenötüksel dildir veya öyle olmalıdır.


Anlama,
Hem epistemolojik ve hem de ontolojik yönü olan bir fenomendir.

…edebi eseri anlamak, varoluştan düşünceler dünyasına kayan bilimsel bilgi türü değildir; O bu dünyada oluşla ilgili kişisel tecrübeyi ön plana çıkaran tarihi bir yüzleşmedir.

Hermenötik kavramı Yunanca bir fiil olan ve genellikle “yorumlamak” olarak tercüme edilen hermeneuein’den ve isim olarak da “yorum” anlamındaki hermenia’dan gelmektedir.

Hermes’in insan anlayışının haricinde olan bir şeyi insan zekâsının kavrayabileceği şekle sokma fonksiyonu ile alakalı olarak zikredilmesi manidardır.

Hermeneuein’in temel anlamının ilk yönü “ifade etmek” ileri sürmek veya “söylemek”tir. Bu yön Hermes’in “duyurma” fonksiyonu ile ilgilidir.

Homer, Tanrıların yorumlayıcısı
O’nun mesajlarını, yollarını insanlara uyarlayan kişi…

Dili yazıya dökmek,
Aktif gücünden ayrılarak dilin yabancılaşması –Selbstent fremdung-
Der sprache, konuşmaktan kendisini uzaklaştırması demektir.
Sprache, dilin en temel şekli olan konuşma diline işaret etmektedir. (s. 43)

Aklın temel işlevleri (Aristoteles)
1)        Basit nesneleri anlamak
2)        Birleştirip ayırma işlevleri
3)        Bilinmeyen şeylerden bilinenlere ilerleme işlevi

Yorumcunun metni sunabilmesi için onu anlaması gerekir. Konuyu ve ortamı onun mana boyutuna geçmeden önce ön anlamadan geçmelidir.
Ne zamanki yorumcu onun büyülü ufuk dairesine adım atarsa, o zaman metnin manasını anlayabilir. Metnin anlamının onsuz elde edilemeyeceği gizemli hermenötüksel döngü budur.

Yaşam standartlarının mekanizasyonunun Homer vb. anlamaya engel olan bir neden olduğu incelemeye değer.

Aklın birinci işlevi gereği bir engel söz konusu.

Hatta Tanrının ölümü sonrasındaki Batı uygarlığında Antik Yunan ve onun ürünleri nasıl anlaşılabilir?

Teolojik ve edebi yorum bugün ya insanlar için anlamlı ya da değersiz olacaktır.


Hermenutiğin altı modern tanımı
a)        Kutsal metin tefsirinin teorisi
b)        Genel filolojik metodoloji
c)         Linguistik anlama bilimlerinin hepsi
d)        Geisteswissenschaften’in motedolojik temeli
e)         Varoluş ve varoluşsal sembollerin fenomenolojisi
f)         İnsanların mit ve sembollerin arkasındaki manalara ulaşmak amacıyla kullandıkları hatırlanabilir ve kültür karşıtı olan yorumlama sistemleri.


Gadamer Felsefesinin İlmiliği Üzerine
Felsefesiz / metafiziksiz bir millet Tanrısız bir mabet gibidir. (Hegel)

Sadakat, dürüstlük ve felsefe

Türkçeleştiren: İbrahim Görener
Ağaç Kitabevi

3. Baskı, 2008

Hans Georg Gadamer - Felsefe ve Edebiyat

Hans Georg Gadamer - Felsefe ve Edebiyat

11 Şubat 1900’de Marburg’da doğdu.

102 yaşında Heidelberg’de öldü.

Yazı, kendisine yardım edememek suretiyle “söz”den ayrılır.

…şiirde anlam ve ses birliği açık olarak o kadar iç içe geçmiştir ki, başka bir dilde sadece dolaylı benzerlikleri bulunabilir veya orijinal şiir yerine yeni bir şiir konulması gerekir.

Şiirde birbirine sıkıca bağlı ses ve anlam birliği…

Felsefe ve şiir arasında bir iç akrabalık vardır. Felsefe dili devamlı kendi kendini geçmektedir. Şiir dili (gerçek şiir dili) geçilmez ve tektir.

Düşünmek ruhun kendi kendisine konuşmasıdır.

Edebiyat Nedir?
Friedrich Wilhelm Nietzsche, Hans Georg Gadamer, Helmut Kuhn
Babil Yayınları
Türkçeleştiren: Ahmet Sarı, Şahbender Çoraklı
Erzurum, 2002












9 Ekim 2013 Çarşamba

Mitoloji

Jean Pierre Vernant – Evren Tanrılar İnsanlar
Vernant Yunan Mitlerini Anlatıyor


Henüz hiçbir şey yokken ne vardı? Bu soruya Yunanlılar anlatılarla, mitlerle yanıt verdiler.
En başta, ilk başta varolan şey Boşluk’tu; Yunanlılar buna Khaos derler.
Derken Toprak belirdi. Yunanlılar Gaia dediler ona.
Khaos’un karmaşıklığının, karanlık belirsizliğinin karşısında Gaia’nın açıklığı, sağlamlığı, kesinliği vardı. (s. 17)

Khaos dendi mi Yunanlılar bütün sınırların karıştığı bulanık bir sis düşünürler.

Khaos ile Toprak’tan üçüncü olarak Yunanlıların Eros dedikleri varlık doğar. (s. 18)

Bu ilk Eros sonradan, erkeklerle kadınların varoluşlarıyla birlikte ortaya çıkacak Eros değildir.

Toprak ilk önce
Uranos, Gök,
Sonra Pontos’u, yani suyu
Doğurur. (s. 19)

İlk baştaki Uranos’un cinsel etkinlikten başka bir işi yoktur. Gaia’yı istediği kadar sarıp sarmalar.
…boy boy çocuklar türer.
Gök Toprak’tan asla ayrılmadığı için aralarında bu çocuklara, Devlere
Yer kalmaz.

Gaia ile Uranos’un çocukları
İlkinin adı Okeanos idi. Evreni çevreleyen, daire çizerek akan sıvı bir kemerdi bu, (s. 20)
Kozmik bir nehir kendi üstüne kapalı bir daire biçiminde akıyordu.
En gencinin adı Kronos idi.
Erkek ile dişi Devlerden başka iki üçlü doğdu. İlk üçlü Tepegözlerdi: Brontes, Steropes, Arges.
İkinci üçlüye Yüzkollular denirdi: Kottos, Briareus, Gyes.

Henüz tam anlamıyla ışık yoktur, çünkü Uranos Gaia’nın üstüne uzanıp yatarak sürekli gece olmasına neden olur.

Kronos, Gaia’ya yardım etmeyi, babasıyla kapışmayı kabul eder. (s. 21)

Kronos, Uranos Gaia’ya abandığı zaman babasının cinsel organını keser. Sonra yaptığı işten içi yanmasın diye hiç arkasına dönmez.
Hayaları kesilen Uranos Gaia’dan uzaklaşır.

Khaos soyuna bakalım.
Boşluktan iki varlık çıkar, birinin adı Erebos’tur, diğerininki Nyks, (s. 22)

Erebos mutlak karanlıktır,
Bir başına çocuklar doğurur:
Aither, Esir, esirli ışık,
Hemera, Gün, gün ışığı… (s. 23)

Uranos Gaia’dan ayrılırken oğulları için
Beddua eder; “adınız dev olacak, çünkü boyunuzdan büyük işlere kalkıştınız, babanıza el kaldırmış olmanın bedelini ağır ödeyeceksiniz.”
Titaino = uzatmak, yayılmak anlamına gelir

(Uranos’un) kesik cinsel organından yere düşen kan damlalarından Erinysler doğar.
Öç tanrıçalarıdır onlar.
Kronos’un denize, Pontos’a attığı hayalara ne olur peki?
…muhteşem bir yaratık doğar: Aphrodite, deniz ile köpükten doğmuş tanrıça. (s. 24)

Aphrodite’nin peşinden,
Eros ile Himeros, Aşk ile Arzu çıkagelir. (s. 25)

Kronos, kendisine karşı bir tertip kurarlar diye
Üç Tepegözle üç Yüzkolluyu bağlayıp yeraltı dünyasına yollar.

Rhea’yla birleşecektir.
Rhea ile Gaia birbirine yakın iki kökensel güçtür. (s. 28)

Kronos çocuklarına güvenemez.

Bir çocuğu olur olmaz onu ağzına atar, yutar.

Rhea, Kronos’un bu rezil davranışına bir çare bulmaya karar verir.

Son çocuk, Zeus, en küçükleri
Doğmak üzereyken Rhea, Girit’e gidip burada gizlice doğum yapar. Bebeği
Naiaslara emanet eder.

Kronos hiçbir şeyden kuşku duymaz.
Rhea’nun hamile olduğunu bildiği için, çocuğu görmek ister. Rhea ona bir taş verir. (s. 29)

Zeus büyüyüp gürbüzleşir.
Kronos’tan Uranos’un hesabını sormaya karar verir.
Amacına yine kurnazlıkla ulaşacaktır. Yunanlılar bu kurnazlığa Metis derler, yani insanın karşısındaki kişiyi aldatmak için her türlü düzeni kurmasını sağlayan kıvrak zekâ. Zeus’un kurnazlığı, Kronos’a bir pharmakon, bir ilaç vermekten ibarettir.
Kusturucu bir ilaç.

Zeus’un çevresinde bir tanrılarla tanrıçalar meclisi oluşmuştur. Tanrılar savaşı diyebileceğimiz savaş da böyle başlar. (s. 30)

…varlıklardaki bakış gözden çıkan ışıktır.

Bu savaşta Zeus’un yıldırımını fırlattığı anda, dünya yine kaos durumuna döner.
Gök yeryüzüne düşer, Khaos durumuna geri dönülür. (s. 32)

Devler yere inerler.
Yüzkollular üstlerine koca koca kayaları yığarlar, Devler altta kalır, hiç kımıldayamazlar.

Yüzkollular, Kottos, Briareus, Gyes, onları ellerine geçirip yeraltı dünyasına götürürler. Devler öldürülemez, çünkü ölümsüzdürler.
Yerin dibindeki uçuruma, sisli Tartaros’a tıkılırlar. Yeryüzüne çıkmasınlar diye de Poseidon Tartaros’a açılan bu dar geçit üstünde kale surlarına benzer bir yapı kurmakla görevlendirilir.
Burada Poseidon üç kat tunçtan bir duvar örer. (s. 33)

Styks’in suları öyle güçlüdür ki içmek isteyen her ölümlü anında çarpılır, yok olur gider. Savaş sırasında Styks,
Zeus’un tarafına geçmeye karar verir.
Yanında iki çocuğunu da getirir. Kratos ve Bie
Kratos düşmanını alt eden gücün temsilcisidir.
Bie, kurnazlığın aksine, kaba kuvveti temsil eder.

Zeus nereye giderse gitsin Kratos ile Bie hep yanındadır. Biri sağında diğeri solunda durur. (s. 34)

Kronos ilk politikacıdır.
Zeus, savaşa girmemiş olan tanrıça Hekate’nin bütün ayrıcalıklarını korumuş hatta genişletmiştir.

Haketa
Tanrılar dünyasında keyfiliği temsil eder. (s. 35)

Zeus’un ilk eşinin adı Metis’tir.
Metis, Athena’ya hamile kalır.
Zeua’un korkusu bir erkek çocuğun
Onu tahttan indirip yerine geçmesidir. (s. 36)

Zeus ile karısı Metis arasında kurnazlıklar düellosu başlar.

Zeua Metis’e sorar:
Gerçekten her kılığa girebilir misin?
Peki bir damla su olabilir misin?
Metis damlaya dönüşür dönüşmez Zeus onu yutar.
Athena’ya hamile Metis, Zeus’un karnındadır.
Zeus acıyla bağırır. Prometheus ile Hephaistos birer baltayla çıkagelirler. Zeus’un kafasına okkalı bir darbe indirirler; Athena büyük bir çığlıkla tanrının başından çıkar, genç kız tepeden tırnağa silahlı doğar. (s. 37)

Gaia yeniden, daha genç bir yaratık çıkarır ortaya, ona kimi kez Typheus kimi kez Typhon denir.
Gaia bu yaratığı Tartaros’tan peydahlamıştır. (s. 38)

Olympos’un tanrısal düzenine musallat olacak bu varlık: Khthon
Zifiri karanlık toprağın adıdır. (s. 39)

Typhon Zeus’a saldırır.
Kazanan Zeus olur. (s. 40)

Devler genç savaşçılardır. Evrende Zeus kraliyet düzenini, onlar da buna karşılık askeri düzeni simgelerler.
Devler neden iktidarı kendi ellerine almadıklarını sorarlar. Devler savaşı bu yüzden çıkar. (s. 43)

Devler gücün sürekli yenilendiği bir yaşın, askerlik çağına gelmiş gençliğin kuvvetine sahiptirler.
Devler
Ölümlülük ile ölümsüzlük arasında dururlar.

Olymposlular işi bitirmek için Heraakles’in yardımına başvururlar.
Herakles
Zeus ile bir ölümlü olan Alkmene’nin oğludur.
Gaia
Ölümsüzlük otunu aramaya koyulur.
Bu otu koparıp ölümsüz olsunlar diye Devlere vermeyi amaçlar.
Zeus ondan önce davranır.
Otu koparır. (s. 44)

Dünyanın dibinde gece vardır, karanlıklar vardır, Hades ya da Tartaros’tur burası
Buradaki tanrılar yenilmişlerdir. (s. 45)

Eros ile Himeros, Arzu ve şefkatli aşk
Bu evren sürekli olarak karşıtlıklardan doğar.

Altın Aphrodite karşısında kara Aphrodite vardır. (s. 47)

Rüzgârlarla fırtınalar Typhon’un cesedinden çıkar. (s. 48)

Korinthos yakınında
Mekone ovasında tanrılarla insanlar bir arada, karışık yaşarlar.
Kavganın başlamasından önceki zamana da Altın Çağ denildiği olurdu. (s. 50)

Kadınlar henüz yaratılmamışlardı. (s. 51)

Tanrılar ile insanlar arasında yerler nasıl dağıtılmalı?
Prometheus, aslında Kronosoğlu İapetos’un oğludur. (s. 53)

Prometheus’un asi, kurnaz, başıbozuk bir kişiliği vardır. Her şeyi eleştirir.
Zeus ile Prometheus’un zekâ, akıl bakımından ortak yanları vardır. (s. 54)

Prometheus besili bir boğa getirtir. Hayvanı üçe değil de ikiye ayırır. Prometheus’un hazırladığı bu iki ayrı parça tanrılar ile insanlar arasındaki konum farklılığını belirleyecektir.
Prometheus hayvanın bütün ak kemiklerini bir araya toplar. Bunu bir pay olarak ayırır, üstünü iştah açıcı bir yağla kaplar. İşte ilk pay.
Sonra ikinci pay ı hazırlar. Prometheus bunun için, bütün krea’yı, etleri, yenebilen bütün kısımları ayırır. Bu kısımları hayvanın derisine sarar.
Prometheus bu iki parçayı getirip masaya, Zeus’un önüne koyar. Zeus hileyi önceden sezmiştir ama oyunu kabul eder. (s. 55)

Üstü beyaz yağla kaplı, iştah kabartan kısmı alır.
Paketi açar, çırılçıplak kemikleri görür. İşte o zamandan sonradır ki Zeus onu aldatmak isteyen kişiye, Prometheus’a korkunç bir kin beslemiştir.

Paylaşımında hile yapar, çünkü görünüş aldatıcıdır. İyi, çirkinde gizlidir, kötü de güzelin kılığına bürünür. (s. 56)

Prometheus’un hilesi yoluyla tanrılara sunulan şey aslında hayvanın yaşam kaynağıdır, oysa insanların aldıkları ettir.
Onları belirleyen ölümlülük niteliği bu paylaşımla sabitlenir. İnsanlar artık ölümlü olmayan tanrıların aksine ölümlüdürler, gelip geçicidirler. (s. 57)

O günden sonra Zeus insanlardan hem ateşi hem de buğdayı gizler.
Ateşsiz kalmak insanlar için bir felakettir. Zeus içten içe sevinir. O zaman Prometheus da bir hile bulur. Hiçbir şey olmamış gibi göğe çıkar elinde bastonuyla.
Prometheus Zeus’un ateşinden bir tohumu, sperma puros’u çalıp kamışın içine yerleştirir. (s. 58)

Zeus ateşle birlikte insanlardan bios’u, yaşamı da saklamıştı.
Kronos zamanında
Toprağı işlemek gerekmiyordu.
Eskiden kendi başına çıkan şeyler Zeus’un isteği gereği artık zor, zahmetli hale gelmiştir. (s. 59)

Zeus ile Prometheus arasındaki kurnazlık yarışı henüz bitmemiştir.

Hephasitos’a balçığa su katmasını,
Genç bir kız biçimine getirmesini ister.
Tauma idesthai

İşte ilk kadın (s. 61)

Söz kadına gerçeği söylesin, duyguları dile getirsin diye değil, yalan söylesin, hislerini saklasın diye verilmiştir.

Pandora işte böyledir.

Pro-metheus / her şeyi önceden anlayan, öngören demektir.
Epi-metheus / her şeyi epi, sonradan anlayan çok geç görendir.

Tanrılar en çekici varlığı ona gönderirler.
Pandora onun önündedir.
Epimetheus kapıyı açar,
Ertesi gün evlenirler. (s. 62)

Pandora tıpkı ondan çıkma bütün kadın genos’u, soyu gibi hiçbir zaman tatmin olmaz, hep fazlasını ister, azla yetinmesini bilmez. (s. 63)

Epimetheus’un evinde dizi dizi küp vardır.

Bir tanesine hiç kimse dokunmamalıdır.
Pandora araya gizlenmiş küpün kapağını açar, bütün kötülükler dışarı çıkar, evrene dolar. Pandora kapağı kapattığında içeride bir tek elpis, umut, olması istenen şey kalır. Elpis dışarı çıkmaya vakit bulamamıştır. (s. 66)

Troya Savaşı
Her şey Pelion dağında, Phthia kralı Peleus ile Nereus kızı Thetis’in düğünleri sırasında başlar.

Thetis dönüşebilme, kılıktan kılığa girme yeteneğiyle göz alıcı, baş döndürücü bir tanrıçadır. İki büyük tanrı âşıktır ona: Zeus ile Poseidon. (s. 70)

Eğer Zeus isteğine kavuşursa, eğer Thetis ile birleşirse, bir gün onun çocuğu da Zeus’un Kronos’a, Kronos’un da Uranos’a yaptığının aynısını yapacaktır.

Thetis ile Peleus’un oğlu Akhiellus. Başlangıcı bu olaya bağlı Troya Savaşı’nın en büyük kahramanlarından biri de o olacaktır. (s. 71)

Peleus deniz kıyısına gelir. Thetis ortaya çıkar, Peleus ona seslenir, kollarından yakalar kendine doğru çeker.
Tanrıça girebileceği kılıkların hepsine girip çıkar, yenildiğini anlayıp pes eder.
Thetis’in girdiği en son kılık mürekkep balığıdır.
Balık kendi yarattığı karanlığın içinde kaybolur, yok olur gider. Thetis’in son çaresidir bu.
Kapkara mürekkep içinde Peleus iyi direnir, elindekini bırakmaz. (s. 72)

Pelion’a davetsiz bir misafir gelir. Düzensizlik, kıskançlık tanrıçası Eris.
Elinde olağanüstü bir hediyeyle, düğünün orta yerinde çıkagelir.
Bu hediye sevilen kişiye duyulan tutkuyu belirten altın bir elmadır.
Ancak meyvenin üstünde bir şey yazmaktadır: “en güzele”
Peki, kim alacaktır elmayı?
Troya Savaşı da bu yüzden çıkacaktır. (s. 73)

Paris,
Hekabe’nin en genç oğludur.
Hekabe onu doğurmadan hemen önce düşünde bir çocuk değil bir meşale doğurduğunu, meşalenin de Troya’yı ateşe verdiğini görür. (s. 75)

Onu, ana-babasının doğduktan sonra verdikleri isimle, yani Paris’le değil Aleksandros’la çağırırlar. (s. 76)

Hermes,
Üç tanrıçadan hangisini daha güzel bulduğunu bildirmesini ister.
Athena ne sunabilir? Şöyle der: Eğer beni seçersen savaşta zaferler elde edeceksin, bilgeliğini herkes kıskanacak.
Hera şunu söyler: Beni seçersen kraliyeti alacaksın, bütün Asya’nın hâkimi olacaksın.
Aphrodite ise: Eğer beni seçersen tam bir baştan çıkarıcı olacaksın, nerede bir dişi varsa elde edeceksin, ayrıca güzelliği dillere destan Helene’yi alacaksın. (s. 77)

Paris, Helene’yi seçer.

Kimdir Helene?
Ölümlü olan annesi Leda, Kalydon kralı Thestios’un kızıdır.
Tyndareos
Leda’ya vurulur.
Zeus da göz koymuştur ona.
Düğün gecesi tam Tyndareos ile Leda gerdeğe girecekken Zeus oraya gelir, bir kuğu kılığına girip Leda’yla birleşir.
Leda hem Tyndareos hem de Zeus’un döllerini taşır. Dört çocuk olur. İki oğlan Kastor ile Polluks; iki kız Helene ile Klytaimnestra. (s. 78/79)

Helene evlenme çağına geldiğinde Yunanistan’da ne kadar bekâr yiğit, prens, kral varsa hepsini evine çağırır. Eş seçimini Helene yapacaktır.
Helene, Menelos’u seçer.
Paris, Menelos’a misafir olur. Menelos bir cenaze için evden uzaklaşır. Paris, Helene’yi yanına alıp Troya’ya gider. (s. 80)

Troya nihayet düşmüştür.

Odysseus
On iki gemiyle birlikye Odysseus İthake’ye doğru yol almaya karar verir.

Agamemnon’un gemileriyle Odysseus’unkiler fırtına yüzünden birbirini kaybeder. (s. 86)

Hiç tanımadıkları bir yere yanaşırlar.
Bu ülkedekilere Lotophagoi denir, yani Lotosyiyenler.

Nefis bir bitki olan lotos yemektedirler. Eğer bir insan bunu yerse her şeyi unutur; artık geçmişini hatırlamaz.

Lotosyiyenler ülkesinden ayrılırlar.
Gemilerinin üstü sisle kaplanır, göz gözü görmez olur.
Gemileri karaya oturur. (s. 88)

Tepegöz Odysseus’a okkalı bir beddua savurur. Gemi Polyphemos’un adasından uzaklaşıp Aiolos adasına varır.
Aiolos ona bir tulum verir.
İçinde bütün rüzgârların kaynağı, bütün fırtınaların tohumu vardır.

Odysseus ile arkadaşları denizde yol alırlarken başka bir yere, Lestrygonlar adasına varırlar.
Odysseus adamlarından birkaçını kentte kimlerin oturduklarını öğrenmeleri için gönderir.

Lestrygon kralının huzuruna çıkarlar, kral onları görür görmez birini yakalayıp yutar.
Odysseus gemisinde kalan adamlarıyla yola çıkar.
Aiaie adasına çıkar. (s.94)

Odysseus ile Kirke bir aşk macerası yaşarlar.

…dönüş yolculuğunun rahat geçmesini sağlayacak bütün bilgileri verir (Kirke).

Çukurun önündedir.
Nihayet Teiresias belirir.

Akhilleus’un itiraflarını dinledikten sonra yola koyulur. Yeniden Kirke adasına döner.
Odysseus şarkı söyleyen Sirenlerin yaşadıkları adanın açıklarına ulaşır. (s. 98)

Sonra başka bir adaya, güneş adası olan Triklaria’ya varırlar.
Adada ölümsüz hayvanlar bulunmaktadır.

Dalgalar onları çil yavrusu gibi dağıtır. T
Bir tahta parçasına tutunan Odysseus dokuz gün suda yüzer. Sonunda Kalypso adasına ulaşır.
Dünyanın ucundaki bir adadır bu. Denizlerin bittiği yerden bile uzaktır. Hiçbir yerde değildir.
Odysseus mekân ile zamanın dışına atılmıştır. (s. 102)

Kahraman on yıldır adada saklanmaktadır. Nympha ile birlikte yaşar.
Kalypso Odysseus’a tam bir tanrı olmayı önerir; hep genç kalacak, ölümsüz olacaktır.
Odysseus Kalypso’da kalırsa Odysseia olmayacak, Odysseus hiç var olmayacaktır. İşte bu açmazla karşı karşıyayız.
Evine dönmeyi seçer.
Odysseus salla yol alır. (s. 107)

Bir kez daha çıldırmış dalgalarla boğuşur.
Tanrıça İno Leukothea onu fark eder.
Ona tanrısal bir yaşmak ile bir kemer uzatır. Bunu tak ölmeyeceksin. Ama karaya çıkmadan önce çıkar at.

Phaiakların adası
Yamyamlarla tanrıçaların bir arada bulundukları dünyanın tam ortasındadır. Phaiakların işi de adam kaçırmaktır.
Odysseus yaprakların altına gizlenmiş uyumaktadır. Kralın bir kızı vardır.
Nausikaa
Phaiak gemisi Odysseus’u İthake’ye götğrmektedir. (s. 111)

Phaiaklar Odysseus’u uyur halde sahile, zeytin ağacının altına bırakıp geri dönerler.

Penelopeia odasında her gün kumaş dokumakta ama gece olunca dokuduklarını sökmektedir.
Athena
Odysseus’un gözüne görünüp durumu açıklar. Talipler var, onları öldürmelisin,
Oğlun Telemakhos’un domuz çobanı Eumaios’un, öküz çobanı Philoitios’un desteğini almalısın, böylece onları belki yenebilirsin. …önce seni tamamen değiştireceğim. (s. 112)

Odysseus desteklerini almak için bazı kişilere kimliğini açıklar.

Penelopeia
İçinizden hanginiz kocamın yayını kurup salona koyulacak hedefleri vurursa, benim kocam olacak. (s. 117)

Odysseus kimse dışarı çıkmasın diye büyük salonun kapılarını kapattırır.
Hepsi yayı kurmayı dener ama hiçbiri başaramaz.

Odysseus yayı alır. Kurar
Bütün talipler öldürülür. Salon yıkanıp temizlenir. (s. 118)

O yatak yerinden oynatılamaz.

Karı koca yatağının sabit ayağı her ikisinin paylaştığı sırrın, kadının erdeminin, kocanın kimliğinin sabitliğinin ifadesidir. (s. 120)

Dionysos
Dionysos hiçbir yere ait değildir, her yerdedir.
Başkası figürünü, farklı, ayrıksı, rahatsız edici, normal olmayanı temsil eder.
Salgına yol açan bir tanrıdır. (s. 123)

Kadmos da bir yabancıdır, uzaklardan gelen bir Asyalı, bir Fenikelidir. Tyr ya da Sidon kralı Agenor ile Telephassa’nın oğludur.

Europe göz kamaştırıcı genç bir bakiredir. Tyr sahillerinde Zeus’un dikkatini çeker.
Zeus dev gibi beyaz bir boğaya dönüşür. (s. 124)

Kız boğanın sırtına biner.
Zeus ile Europa Asya’dan Girit’e geçerler. Orada Zeus Europe’yle birleşir, çocukları olur, Rhyadamantys, Minos; onlar ileride Girit’in kralları olacaklardır. Zeus adanın hâkimlerine bir hediye bırakır. Talos, tunçtan bir dev; işi Girit’i korumak.

Kadmos
Delphoi’ye gider, Kâhin şöyle der,
…Tyr’li yiğit, bir ineğin peşine takılacaksın,
O yürüdükçe sen de yürü, nerede yatar da bir daha kalkmazsa orada bir kent kuracaksın, oraya kök salacaksın.
Kadmos hayvanı izler
İnek bir çimlikte durur, işte burası gelecekte Thebai kenti olacak yerdir, Boiotia’dır.

Athena’ya kurban sunmak ister. Kurban sunmak için su gereklidir.
Suyun başını bir ejderha tutmuştur.
Kadmos ejderhayı öldürür.
Ovaya gidip ejderhanın dişlerini eker.
Her birinden yetişmiş bir savaşçı çıkar.
Birbirlerine meydan okumaya başlarlar. Kadmos kendisine karşı birleşebileceklerini anlar. Bir taş alıp savaşçıların ortasına doğru fırlatır. Askerler kavgaya tutuşur. Sadece beşi sağ kalır. Bu savaşçılara Spartoi, yani Spartalılar denir, anlamı da ekilmişlerdir.
Khthonios, Oudaios, Peloros, Hyperenor, Ekhion, yani azman, topraksı, gece gibi, karanlık, savaşçı… (s. 126-127)

Zeus gerçek suretini gizleyerek Semele’yle birleşir.
Ondan, kendini göstermesini ister. Zeus, kıza görünür, kız yanıp kül olur. Karnında Zeus’un çocuğunu taşıdığı için, yanmakta olan bedenden çocuğu çıkarır. Baldırına bir yarık açar ve burasını ana rahmine dönüştürür. Henüz altı aylık olan bebeği oraya yerleştirir. Böylece Dionysos iki kez doğacaktır. Zeus iki kez aynı çocuğun babası olacaktır. (s. 128)

Semele’nin kız kardeşi Agave’nin oğlu Pentheus Thebai’nin kralıdır.
Ageve “Ekilmişler”den Ekhion ile evlenmiş, bir oğul dünyaya getirdikten sonra ölmüştür. Bu çocuk, dedesi Kadmos olduğu için kral unvanını alır.
Dionysos
Thebai kentine kılık değiştirerek gelir. (s. 129)

Dionysos bütün Thebaili anaları delirtmiştir.
Özellikle de Agave’yi hiç affedemez.
Çünkü onlar bu çocuğun Zeus’tan olamayacağını yaymışlardır. İşte bu yüzden Dionysos, Thebaili kadınları çıldırtır.
Kadınlar çocuklarını terk ederler, ev işlerini bırakırlar, kocalarından ayrılırlar.
Pentheus’a haber verilir. (s. 130)

Pentheus, Dionysos’un yakalanmasını emreder.
Dionysos hiç direnmez,
Söyleneni yapar
Onu kraliyet ahırına kapatırlar.
Askerler tarlalara, ormanlara dağılırlar, kadınları kuşatırlar.
Derken kraliyet sarayı yanmaya başlar.
Askerler, kan revan içinde geri gelirler.
Askerler ortaya çıkıp da kadınlara zor kullanmaya başlayınca bu melek gibi kadınlar ölüm meleklerine dönüşürler. (s. 131/132)

Pentheus gezgin bir Dionysos rahibi gibi giyinir, kadın kılığına girer, saçlarını uzatır, kadınsılaşır, tıpkı bir Asyalıya benzer.
Dionysos, Pentheus’un elinden tutup onu kadınların bulunduğu Kithairon’a kadar götürür.
Rahip, Pentheus’a yüksekçe bir çam ağacını gösterir, ağaca çıkıp, dalların arasında saklanmasını söyler. (s. 133)

Pentheus daha iyi görmek için aşağıya doğru eğilince kadınlar onu fark eder ve çılgına dönerler.
Ağacı devirmeyi başarırlar.
Pentheus yere düşer. Üstüne atılırlar, paramparça ederler onu.
Annesi oğlunun başını alıp bir asanın ucuna yerleştirir. Elinde bu başla birlikte çılgınca gülerek dolaşır. (s. 134)

Orada Agave’nin babası, Kadmos ile yaşlılığın iğreti, törensi bilgeliğini temsil eden kâhin Teiresias da vardır. Agave Kadmos’u tanır.
Kadmos kadının aklını başına getirir. (s. 135)

Thebaili kadınlar Gorgo Medusalara dönüşürler: bakışlarıyla ölüm saçarlar.
Bir insan topluluğu başkasını yadsıyıp ona yer vermezse, kendi kendine başkalaşır, canavarlaşır. (s. 136)

Pentheus’un acınası ölümünden sonra taht,
Kadmos’un diğer oğlunun, Polydoros’un hakkıydı. (s. 137)

Polydoros çok kısa süre tahtta kalacaktır, yerini karısı Nykteis’ten olma oğlu topal Labdakos’a bırakacaktır.
Labdakos öldüğünde oğlu Laios bir yaşındadır.
Tahta Nykteus ile Lykos çıkarlar.

Lykos ile Nykteus Thebaili olmayan Amphion ile Zethos tarafından bertaraf edileceklerdir.
Laios’u sürgüne göndereceklerdir.

Laios,
Korinthos kralı Pelops’un oğlu Khrysippos’a âşık olur. (s. 138)

Laios, cazibeyle, ayartarak yapamadığı şeyi şiddet yoluyla elde etmeye çalışır.
Khrisippos’un bundan utanç duyup kahrolarak intihar ettiğini anlatırlar.
Pelops, Laios’u lanetlemiş, Labdakos soyunun kurumasını, yok olmasını dilemiştir.
Labdakos adının anlamı topaldır.
Laios Thebai’ye döner.
İokaste ile evlenir.
Çocukları olmaz.
Delphoi’ye gidip kâhine danışır.
Kâhin şöyle der: “Bir oğlun olacak, seni öldürecek, anasıyla yatacak” (s. 139)

İokaste bir erkek çocuk doğurur.
Çocuğu öldürmeye karar verirler.
Çobanlardan birini çağırırlar.
Çocuğu dağa bırakmasını emrederler.
Çoban bebeği alır, topuğuna bir delik açarak buradan bir kayış bağlayıp av hayvanı gibi sırtına vurup yola koyulur.
Çoban duraksar,
Korinthoslu bir çoban görür. Bebeği almasını ister.
Çoban bebeği alıp kral Polybos ile Periborea’ya götürür.
Çocukları olmayan kral ve kraliçe bebeği kendi çocuklarıymış gibi büyütürler. (s. 140)

Oidipus, Delphoi’ye gidip kâhine doğumu hakkında sorular sorar.
Kâhin: “Babanı öldüreceksin, annenle yatacaksın” der.
Yapması gereken şey, ana-babası olarak gördüğü kişilerden bir an önce uzaklaşmak, kaçmaktır.

Oidipus, Dionysos gibi gezgin olup yollara düşer.

O sırada Thebai’de korkunç bir veba vardır. Kral Laios da kâhine danışmak üzere Delphoi’ye gitmek istemektedir.
Yanına bir asker alıp yola çıkar.
Baba-oğul,
Üç yolun kesiştiği bir kavşakta karşılaşırlar;
Laios,
“Çekil yoldan, önce biz geçeceğiz” diye bağırır, arabacı kırbacını savurur,
Oidipus, kırbaç darbesi yüzünden öfkelenir, sopasıyla arabacıya vurur, arabacı oracıkta ölür, sonra da Laios’a saldırır, o da ölür. Kralın yanındaki asker korkup kaçar. (s. 141)

Aradan yıllar geçer, Oidipus Thebai’ye varır.
Kentte bir canavar halka kan ağlatmaktadır.
Bu Sphinks’tir.
Yüksek bir kayanın üstüne çıkarak kentin delikanlılarına bilmeceler sormaktadır.
Bilemezlerse onları öldürür.
Laios’un yerine geçen İokaste’nin kardeşi Kreon
Oidipus’a eğer canavarı yenerse kraliçeyle evlenebileceğini söyler.
Oidipus Sphinks’le karşı karşıya gelir.
Sphinks şu bilmeceyi sorar:
“Yeryüzünde, sularda, havada yaşayan canlılar arasında bir tanesi var ki bir tek sesi, bir tek konuşma tarzı, bir tek huyu olur ama bir zaman iki, bir zaman üç, bir zaman da dört ayaklı olur, kimdir bu canlı?”
Oi-dipus, “iki ayaklı” demektir.
Şöyle der: “bu canlı insandır”
Yenildiğini anlayan Sphinks kendini kayalardan aşağı atar, ölüp gider.
Thebai kendi sevince boğulur.
Ona İokaste’yi takdim ederler.
Yıllar boyunca her şey yolunda gider. Kralla kraliçenin dört çocukları olur: İki oğlan Polyneikes ile Eteokles, iki de kız İsmene ile Antigone.
Thebai’de korkunç bir veba başlar.
Kadınlar ucube ya da ölü çocuklar doğurmaya, çocuk düşürmeye başlarlar.
Thebai korku içindedir. (s. 143)

Kâhin, Laios’un katilinin cezasını çekmeden bu hastalıkların bitmeyeceğini söylemiştir.
Oidipus bunu duyunca herkesin önünde yemin eder: “Suçluyu arayıp bulacağım.”

Kreon halka Thebai’de kuş falına bakan uzman bir kâhin olduğunu, tanrısal esin yoluyla gerçeği öğrenebileceğini açıklar. Bu kâhin Teiresias’tır.
Oidipus soru sorar ama Teiresias cevap vermez.
Teiresias Oidipus’un karşısında duvar gibi sessiz durmaktadır. (s. 144)

Oidipus öfkeden kudurmaktadır.
Herşey açığa çıkar.
İokaste kendini kemeriyle tavana asmıştır.
Oidipus elbisesinin tokalarını gözlerine sokar, göz çukurlarını kan içinde bırakır. (s. 147)

Oidipus doğmaması gerektiği halde dünyaya gelen kişidir.
Sphinks’in bulmacada sözünü ettiği o hem iki, hem üç hem de dört ayaklı ucube bizzat Oidipus’tur. (s. 149)

Oidipus kör olur. İki oğlu ona öyle kötü davranmışlardır ki o da kendi çocuklarını lanetlemiştir. (s. 150)

Antigone’yi yanına katıp yaşamını Kolonos’ta tamamlar.
Theseus çıkagelir.
Oidipus, başından geçenleri anlatır.
Theseus onu konuk eder. (s. 151)

Argos’ta Akrisios adlı bir kral vardı.
İkizinin adı Proitos’tu. Daha doğmadan anneleri Aglaia’nın karnında kavga ederlerdi.
Akrisios Delphoi’ye gider. Kâhin, “Torunun, kızının oğlu öldürecek seni” der.
Kızının adı Danae’dir. (s. 153)

Zeus, Danae’yi görmüş ona âşık olmuştur.
Kızın babası onu tunçtan hapishaneye kapatır. Zeus, yaldızlı bir yağmur damlası biçiminde aşağıya iner, Danae’yle birleşir. Perseus adlı çocuk doğar.

Akrisios, kızıyla torununu bir sandığa koyup denize bırakır.
Sandık Seriphos adasına yanaşır. Balıkçı Diktys sandığı bulur. Genç kadınla çocuğu evine götürür. Onlara ailesiymiş gibi davranır.

Seriphos’un hâkimi Diktys’in kardeşi Polydektes’tir.
Danae’nin güzelliği dillere destandır.
Polydektes, Danae’yi elde etmek için planlar yapar.
Büyük bir şölen düzenleyip yörenin bütün gençlerini davet eder.

Gelen herkesten hediyeler kabul eder.
Perseus kralın gözüne girmek için ne yapar? Hediye olarak Gorgonun başını getirebileceğini söyler. (s. 155)

Gorgolara ulaşmak için önce nerede olduklarını bilmek gerekir.
Bunlar, birlikte yaşayan korkunç öldürücü üç kız kardeştir; ikisi ölümsüzdür, adı Medusa olan ise ölümlüdür, tabii öldürebilene. (s. 156)

Hermes ve Athena’nın yardımını alan Perseus türlü badireler atlatıp Medusa’yı bulur ve başını keser.
Havada uçarken bir kayaya zincirle bağlanmış bir kız görür, adı Andromeda’dır.
Perseus, Andromeda’nın bağlı olduğu kayalığa gelir. Canavar ona doğru gelir. Canavarı öldürür. Andromeda’yı kurtarır. (s. 160)

L'univers, les dieux, les hommes: récits grecs des origines
Türkçeleştiren: Mehmet Emin Özcan
Dost Kitabevi

Şubat, 2001, Ankara