Albert Camus – Defterler
3
Mart 1951 – Aralık 1959
1951: Başkaldıran İnsan yayımlanır.
1954: Yaz yayımlanır. Cezayir Savaşı başlar.
“Yüce olanı kavrayanın onu yaşatması gerekir.”
Nietzsche
O kadındaki mutluluk her şeyi buyuruyordu, öldürmeyi bile.
(s. 12)
Gerçeklik bir erdem değil tutkudur. Bu nedenle hiçbir zaman
merhametli değildir.
Öfkelendiren ölüm. İnsanların tarihi, onların bu gerçeği
keşfettikleri söylencelerin tarihidir. İki yüzyıldan beri, geleneksel
söylencelerin kayboluşu tarihi sarstı. Çünkü ölüm umutsuz bir hal aldı. Oysa,
sonunda umutsuz ölümün kabulü yoksa, insana özgü gerçeklik yoktur. Bu, denge
ile özdeşleşen her varlığın bir gerilim içinde, körü körüne boyun eğmeden,
sınırı kabul etmesi demektir. (s. 18)
İnsan onursuzluk bilincine sahip değilse asla sahip olmadığı
bir onuru yitiremez. (s. 27)
En kötü alınyazısı keyifsizliktir. Bunu deneyimle biliyorum.
(s. 29)
Labirent gibi karmaşık bir adam asla gerçeği değil hep ve
yalnızca Ariane’ı arar.
Deha bir esenlik, üstün bir biçem, bir keyiftir –ama büyük
acının doruğunda.
Kadın verdikçe alıyor – zenginleşme uğruna kendini harcama.
(s. 34)
Emerson’a göre Amerikalılar yalnızca olağanüstü makine
uzmanlarıdır, çünkü yorgunluk ve acıdan korkarlar: tembeldirler. (s. 36)
Sevdiğim insanların huzurunu bozmayacak sessiz bir ölüm. (s.
38)
Cehenneme girmek için Dionisos bizzat kürek çekmek zorunda.
(s. 44)
Ölüm özgürleşmedir. (s. 45)
Hiçbir şey vermeyenin, hiçbir şeyi olmaz. En büyük
mutsuzluk, sevilmemiş olmak değil, sevmemektir. (s. 47)
Aşırı kibarlığın altındaki alınganlığını kestirmek zor. Bunu
anlamak için zaman gerekiyor. Ve bütün bu zaman boyunca, onu incitme tehlikesi
var.
Duygular, onları hissetmeden önce yaşanmak isteniyor.
Duyguların var olduğunu biliyoruz. Gelenek ve çağdaşlarımız, bize duygular
hakkında ardı arkası kesilmeyen raporlar hazırlıyorlar, üstelik de yanlış
raporlar. Ama duygular vekâleten yaşanıyor. Ve duygular, hissedilmeden
yıpranıyor. (s. 55)
“İnsanlar tam anlamıyla erdemli olsalardı, hiç dostları
olmazdı.”
Montesquieu
Yalnızca sevilenlere
ihanet edilir. (s. 56)
(Unut ve bu dünyanın dayanılmaz ağırlığıyla olabildiğince
zevk almaya bak.)
İnsan hoşlanmadığı bir duruma, kendine rağmen katlandığı
zaman, en küçük sıkıntı artışı öfke yaratıyor. (s. 69)
Gerçek mutluluğun nerede olduğunu bilmeksizin dünyayı
değiştirmeye çalışan, cahil ve kibirli devrimcilerden nefret ediyordu. (s. 70)
Tiyatro kişilerdir, son sınırına götürülmüş karakterlerdir.
(s. 73)
(Tolstoy)
Günümüzün toplumunun duyguları üç şeye indirgenmiş: kibir,
şehvet ve yaşam bıkkınlığı. (s. 81)
Hegel: Ölçü, nitelik ve niceliğin bileşimidir.
Gelenek yoksa, sanatçı kendi kurallarını yarattığı
yanılsamasına kapılır. Tanrılaşır. (s. 83)
Gerçek korkunçtur.
Mutlu bir adam. Ama kimse ona katlanamıyor. (s. 106)
1956: Düşüş
1957: Nobel ödülü
Beni ürküten ölmek değil, ölümde yaşamaktır. (s. 120)
Yaşamında adaletin egemenliğini sağlayamamış biri adalet
konusunda nasıl konuşabilir. (s. 121)
Özgürlük ve çoğulculuk, Avrupa’nın iki belirleyici
özelliğidir. (s. 129)
Gideceğim yere varmak istiyorsam, bunu başarmalıyım. Salı
yola çıkacağım. (s. 142)
Ahlak. İnsan arzu etmediğini almamalı.
(Düşüş) …insan kendini bir gün arzu etmeden aldığı bir
durumda bulur. (s. 144)
Özel yaşamın bir yığın insana sergilendiği, açıklandığı
anlarda, özel yaşam genel yaşam olur, artık özel yaşam korunamaz. (s. 145)
Gerçekten söyleyecek bir şeyleri olanlar, bundan asla söz
etmezler. (s. 215)
Yaşamını başıboş bırakan ve yüklendiği birkaç görevin
ağırlığı altında ezilen kişi kimseye yardımcı olamaz. (s. 219)
Güzellik sularda uyuyor. (s. 229)
Doğrudan yana olan insan yaşlanmaz. Biraz daha gayret etse,
ölmez de. (s. 231)
Ahlaki bakış açısından vazgeçtim. Ahlak, soyutlamaya ve
adaletsizliğe yöneltiyor. Bağnazlık ve körlüğün anası. Erdemli olan kafaları
kesmeli. (s. 265)
Ben bir yazarım. Ben değil kalemim düşünür, anımsar ya da
keşfeder. (s. 271)
Türkçeleştiren: Ümit Moran Altan
İthaki Yayınları
2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder