16 Kasım 2016 Çarşamba

Emmanuel Levinas - Husserl Fenomenolojisinde Görü Teorisi - özet, yorum vs.

Emmanuel Levinas - Husserl Fenomenolojisinde Görü Teorisi

Bu kitap Levinas’ın doktora tezidir.


1928-1929 Fribourg’a giderek Husserl’in derslerini takip eder. Bu dönemde Heidegger’le tanışır.
Husserl felsefesini Heidegger üzerinden yorumlamaya karar verir. 1930 yılında Strasbourg Üniversitesinde tezini savunur.

Giriş
…varlığın anlamını önceden haber verecek bir bakışa sahip olmak gerekir.

(Zaman gelecekten doğar, bu ifade, korelasyon için gerekli bir kılavuz önerme olarak okunabilir, Varlık bize anlamını -bir gelecekle birlikte- önceden haber vermeli… Bunun yeri/imkânı bilinçte aranıyor)

Transandantal fenomenolojinin merkezi sorunu (dünyanın kuruluşu sorunudur), varlık üstüne yapılan çalışmalara tam anlamıyla felsefi bir boyut katar ve ancak bu sayede gerçeğin nihai anlamı bize kendini açar.

(1. Bilinç / 1.1 transandantal bilinç / 1.2. psikolojik bilinç
Psikolojik bilinçten transandantal bilice ulaşırım / zaman algısında olduğu gibi, şu an bana ancak gelecek sayesinde zamansal bilinci verir /
Transandantal bilinç ile birlikte tüm kurgu yerli yerine oturur)

(Varlık düşüncesi: Descartes / Hegel
Descartes ile birlikte varlık hakkındaki düşüncenin merkezi figürü artık soyut/bilinemez bir metafizik değil, düşünen “ben” oluverdi, bu sayede aşkın varlık / Tanrı düşüncesine nazaran nesne olarak düşünülebilen “ben” artık sadece “özne” olarak düşünülmeye başlandı.
Kant ve sonrasında Hegel’de bilgi sorusu bu nedenle insanmerkezli olarak temellendirilir)

Öncelikle Husserl’in psikolojizmden ve doğalcılıktan ne anladığını serimleyerek başlayacağız.

Doğalcı felsefenin Husserl tarafından nasıl aşıldığını göreceğiz ve akabinde de yeni bir varlık kavrayışına ulaşacağız.
Bilincin teorik bir eylemi olarak görü… (…) hakikatin te kendisini mümkün kılan ilksel fenomen olduğunu kavramamızı sağlayacak. (s. 22-23)

Doğalcılık
Genel bir felsefedir, bir varlık teorisidir.

Varlık, bilimlerin nesnesidir.

Husserl’in ontoloji kavrayışında özel olan, varlığın ontolojiyi ilgilendiren yapısının her yerde aynı olmamasıdır; farklı varlık bölgeleri farklı kuruluşa sahiptir.

Ontolojik, kategoriler, varlık alanlarına göre değişiklik gösterir.

Varoluş her yerde aynı anlama gelmez.

Doğa kendini, bir belirişler serisi ya da değişen ve çoğalan öznel fenomenler serisi ya da değişen ve çoğalan öznel fenomenler serisi içinde gösterir.
Şey (…) birbirlerinin içinde dönüşerek akan algılar çokluğunun sürekli ve kurallı akışı içinde, bir ve özdeş olarak bilince verilen bir nesnedir.

Masanın, bizim bakışımızın altına düşen veçhesi, zamanda ve mekânda kıpırtısız duran nesnel masaya dair öznel bir bakıştan başka bir şey değilse, şu halde bu, asla bir bilinç içeriği değil, bilincin nesnesidir.

(Nesne aynı fakat algılar çeşitli, farklı algılar/sözler bir ve aynı şeyi işaret eder…)

Doğalcılığın gerçek kaynağı: doğalcılık, bir bütün halinde varlığın varoluşunu, maddi bir şey imgesi üstünden düşünür.


…bilinç ve fizik dünya doğada bulunur, özdeş bir kipte ortaya çıkar ve varolurlar.
Bilincin varoluşu farklı bir şekilde kavranmadığı sürece, fikirlerin doğallaştırılması, yani psikolojizm kaçınılmaz olacaktır. İşte bu nedenle, öz ile özü kavrayan psikolojik edimi birbirinden ayırmakla başlayan Logische Untersuchungen’in ilk cildindeki psikolojizm eleştirisi, zorunlu olarak bilincin özü ve daha sonra ele alacağımız bilincin varoluş kipi sorularını sormaya kadar uzanacaktır. (s. 35-36)

Nesnenin öznel fenomenleri, bilincin kurucu unsurlarından, yani bilinç içeriklerinden başka bir şey değildir.

Bilinç (…) ideal veya genel olan her şeyi doğalaştırmaya mecburdur.
…ideal nesne dış doğada mevcut değildir (…) bu nesne bilinçte bulunmalıdır.

Varolmak, doğa tarzında varolmak anlamına gelirse (…) doğal bir şeye indirgenmiş olur.

Algılanmamış maddi şeyin var oluşu, ancak kendi algılanabilirliğinde bulunabilir. Bu algılanabilirlik (…) bilincin özüne içkin pozitif bir imkândır.
Şey (…) bilince göredir (şeyin varolduğunu söylemek, onun bilinçle karşılaştığını söylemektir) ve diğer yandan da öznel fenomenler serisi asla bitmez.

Maddi şeyin varoluşu kendinde bir yokluk, bir olmama imkânı taşır.

(Doğalcılık kaçınılmaz biçimde varlıkla yokluğu bir arada düşünmelidir)

Bu fenomenler dünyasının ta kendisi bizim somut yaşamımızın varlığını oluşturur.
Bir bilgi teorisi aslında birbiriyle ilişki kurması gereken bir nesnenin ve öznenin varoluşunu öngörür.
Şeyin beliriş kipleri onun varoluşunun ta kendisidir.
Husserl felsefesine ait temel görü, bir yandan, somut bilinç yaşamına mutlak varoluş atfetmekten ibaretken, diğer yandan da, bilinç yaşamı mefhumunun ta kendisini dönüştürmekten ibarettir.
Bilincin özünü belirlemek için Husserl, Descartesçi cogitoyu kuşatan bir fenomenler bütününden yola çıkar.

Bilinç kendinde özgün bir varlıktır.

Bilinç olarak varlık ile şey olarak varlık (…) bilinç ile gerçeklik arasındaki ilkesel varoluş kipi farkı…

Bilinç algısı veya refleksiyonda (Husserl’e göre) ifşa olan şeyle kendini aşkın, dış algıda ilan eden şey arasında bir ikilik yoktur.

Psişik alanda belirmek ile var olmak arasında bir fark yoktur…

Husserl’deki bilincin mutlaklığı (…) bilincin varoluşunun bir karakteridir.

Refleksiyon ancak bilincin varoluşuyla mümkündür.

Bilinç / mutlak varoluş alanı
Varoluş / bilincin devamlı varolmasıdır.

Refleksiyon imkânının ta kendisi bilincin varlığında temellenmiştir.
Varoluş, bilincin gerisinde bir yerlerde aranmamalıdır, varlık bilincin ta kendisidir.

Yalnızca bilinç, dünyanın varlığının anlamını bizim için anlaşılır kılabilir ki bu anlam da bilinçle karşılaşmanın, bilinçte belirmenin belli bir kipidir.

…bilinç zamanda bir akıştır. Bilinç yaşamı, kozmik zamandan, doğanın zamanından bütünüyle farklı olan içkin zamanda cereyan eder.

(bilinç nesneyle bağ kurar (bilincin yönelimselliği) ve bize kendini bildirir)

Erlebnisten anladığımız bilinç akışında bulunan her şeydir.
Erlebnis / Eylem

Yönelimsellik, öznenin yanında bulunan bir nesneyle temas kurmak için ihtiyaç duyduğu bir araç değildir. Yönelimsellik, öznenin özneliğinin ta kendisini oluşturur.

Bilincin yönelimselliği Hussel’in Brentano’dan devraldığı bir tezdir.
Brentano da bu tezi skolastik felsefeden almıştır.
Skolastikler (…) bilinç içindeki bu nesneye, zihinsel nesne, yönelimsel nesne diyorlardı.

Eylemek, eylenene doğrudur.

Yönelimsellik, bilincin özünün ta kendisi olarak bulunur.
Yönelimsellik kavramı, fenomenolojinin başlangıcı için bir ilk ve temel kavramdır.

(Psikolojik bilincin neneye yönelmesiyle/yönelimsellikle, özen varolur/varoluşunun farkına varır, yönelimsellik olmadan özneden söz edemeyiz)

Ideen, hületik veriler ve bunları canlandıran edimleri bir yana, bilincin bilincinde olduğu şeyi ise öbür yana koyarak bunları bilinçte birbirinden ayırır. Yönelimselliğin öznel yanına, hületik verileri canlandıran kavrayışlara Husserl Noesis der. Bunları, korelatiflerine karşıt olarak koyar, yani bilincin bilincinde olduğu şeyin, noemanın karşıtı olarak. (s. 83)

(Bilincin bilincinde olduğu edimler/şeyler kendiliğinden bilince ulaşmaz, bilinç ancak yönelimsellik ile bir şeyin bilincine varabilir/ulaşabilir. Yönelimsellik fiziksel bir eylem değil, mesela dua dahi bir çeşit yönelimselliktir. Şimdi, hületik ne demek, bilincin henüz bilincinde olmadığı ama var olan bir şey. Bir şey ancak bilince konu olursa vardır. Nedir o halde hületik, hületik veriler için deniyor ki Antik düşüncede bahsi geçen Noesistir o. Noesis nedir, Nous/noesis, demek ki akılla ilgili, Bir imkân olarak varolan her şeyin kendisinden mümkün olduğu bir yokluk alanı olarak tasavvur ediyorum noesisi. Hületik demekle de bilincin, (soyut ya da somut herhangi bir şey) hakkında düşündüğünde elde ettiği verilerin tümünün kaynağı olarak kabul ediyorum bu sözcüğün işaret ettiği anlam alanını)

Fenomenolojik tavırda merkezi hale gelen fikir şudur; varlık yaşantıdır ve bu varlığın kendinde gerçekliği, modifikasyonlarının tüm zenginliğiyle daima yaşam için olduğu şey olmaktır.

Kendisi aracılığıyla varlıkla iletişim kurduğumuz bilinç ya da temsil kipi belirli bir edimdir (…) bu görüdür.

İfade, bir şeyin düşüncesidir ve böylelikle nesneye bağlanır.

Bilgi basit bir anlamın doymamış yöneliminin hedeflediği şeyin, bir görü edimi tarafından, onaylanmasından ibarettir.
Husserl görü edimleri başlığı altında bir yana algıyı diğer yana da imgelemi ve hafızayı koyuyor. (s. 99-100)

…anlam verici edimlerin kendisi yalnızca nitelik ve maddeden oluşmaz. Bir anlam ancak bir görünün yeni bir görüsel öz kuşanmasıyla mümkündür.

Böylece örneğin bir konuşma sırasında çıkan sözün algısı kelimenin anlamına bir görü bağı katar.
…anlamın meydana gelmesi için bir görü gereklidir.

…-dır- koşacı nesnenin gerçek bir yüklemi değildir. Varlık nesnede değildir, yani ne onun bir parçasıdır, ne ona dahil bir unsurdur, ne onun bir niteliği, ne yoğunluğudur (…) nesnenin herhangi kurucu bir göstergesi de değildir.

Kavramların gerçekleştirilmesini sağlayan soyutlamanın zeminini nesne olarak kabul edilen bu edimlerde değil, bu edimlerin nesnelerinde buluruz.
Kategorik biçim (…) nesnenin ideal bir yapısıdır.

Yalnızca nesnelerin biçimlerine dayanan hakikatlere Husserl analitik der, bunların karşısına da temellerini üst cinslerde bulan maddi sentetik hakikatleri koyar…

Parmenides’ten beri Antik gelenek bize hakikatin düşünce ile şeyler arasındaki upuygunluktan ibaret olduğu fikrini aşıladı.
Aristoteles’ten beri de doğru ile yanlış yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi (evet cümle çok kötü).
(Yukarıda "çok kötü" nitelemesine konu olan cümle, çevirmeni tarafından tashih edildi. Doğrusu şöyledir: "Aristoteles’ten beri de doğru ve yanlış; yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi.")

Zihin ile şeyler arasındaki upuygunluk ne ifade eder?
…düşünce ile şeyin birbirine tekabül ettiğinden nasıl emin olunur?
Logos’un kendini belli bir yasaya göre oluşturması gerekir.
Özneyi, yükleme bağlamamızı sağlayacak mantık yasası gerçekliğin ta kendisinin yasası olacaktır (Hegel’in Mantık Bilimi).

Husserl hakikatin ve aklın ilk fenomenini aradı ve bunu, varlığa erişen yönelimsellik olarak kabul edilen görüde buldu, makul her önermenin son kaynağı olan görmede buldu.
Görme, doğrulama işlevine sahiptir, çünkü görme nesnesini doğrudan verir ve görme nesnesini gerçekleştirdiği müddetçe akıldır.

Fenomenolojik indirgeme, somut yaşamın, kendi varoluşu üstüne yapılmış her tür doğalcı yorumdan arındırılması olmakla kalmaz, bu indirgeme aynı zamanda varlığın kökeninin bilincin somut yaşamında olduğunun bilincine varılmasıdır.

Husserl’de varlık, teorik görü yaşamının, nesneleştiren bir edimin apaçıklığının korelatifi olarak sunulur.
Değer, kullanım vs. karakterler yalnızca temsilin korelatifi olan varlığın varoluşuna eklenerek bir varoluşa sahip olabileceklerdir.

Mantık yasaları / değer kendinden menkuldür.

Öz bireysel bir nesneden farklı bir şekilde vardır. Özün mekânda bağı yoktur. Zamanda bireyselleşmemiştir, öyle ki ne doğar ne de yok olur.

Mantık genel olarak nesnenin biçiminin bilimidir.
(Bilincin nesnelerinin matematiksel upuygunluğu, neye uygun, kurgunun tamamı içinde her şeyin yerli yerinde olduğu düşüncesini işaret eden uygunluk…)

…öz nesnenin ilkesiyse, burada ilke, kendisinden mantıksal olarak nesnenin olumsal iyeliklerinin çekilip çıkarılabileceği bir üst öncülü ifade etmez. İlke burada nesnenin varoluşunu mümkün kılan şeyi ifade eder.

…kategori kavramı Kant’taki gibi yargıdan gelmez, kategoriler bilginin değil varlığın yapılarıdır.
Husserl kategoriler tablosunu doğrulamak için (…) varlığın farklı bölgelerinin ta kendisine başvurur.

Her bölgenin mümkün kıldığı a priori bilgiler topluluğu Husserl’in bölgesel ontolojiler dediği şeyi kurar.

Söz konusu görü (felsefi görü), Husserl’in doğal, ya da daha genel olarak dogmatik dediği tavırda uygulanan bir edimdir.

Dünyanın varoluşu doğal tavrın genel tezidir.

Aşkınlığı anlamak, bu aşkınlığı kuran edimlerin yönelimlerini analiz etmektir. Bilincin kendini aşarak hedeflediği şeyi görmektir.
...nesnenin bilinç tarafından kuruluşu…


Algı korelatifi algılanmış olarak algılanan olmadan düşünülemez; arzu, arzulanana nesne olmadan bir hiçtir.
Cogito, cogitatumla karşılıklı bağı içinde ele alınmalıdır, başka türlü değil.

…bilgi teorisi Husserl’de fenomenoloji haline gelir ve bilişsel yaşamın ta kendisinin bilincine varma biçiminde ortaya çıkar.

Varoluş yalnızca bilincin nesnesiyle karşılaşma kipidir.
Zira varlık kaynağını yaşamda bulur.

Hakikat (…) düşünce ile mevcut nesneyi bizzat kendi somut gerçekliğinde kavrayan görüde verili nesnenin ta kendisi arasındaki upuygunluktur.

Bilinç, var olduğu ve sürdüğü sürece ne başlayabilir ne de bitebilir.
Zamanın her anının içinde yiteceği bir geçmişe ve kendisinden doğacağı bir geleceğe ihtiyacı var.

(Zaman gelecekte(n) doğar)

Fenomenoloji, bilincin eidetik, betimleyici bilimidir.

Cogitonun mutlak bilinci, psikolojik bilinçle özdeş değildir. Bu mutlak bilince Husserl saf bilinç ya da transandantal bilinç der.

Psikolojik bilinç olarak fark edilen mutlak bilinç, elbette kendi doğasından hiçbir şey kaybetmez, kendi beliriş kipi de değişmez, fakat bilinç aynı değildir. Bilinç kendinde olduğu gibi kalır; mutlak olarak.
Ancak bu bilinç bu (mutlak) oluşta kavranamaz… bir şey olarak kurulur.

Transandantal bilinç bize psikolojik bilinçten daha uzak değildir; daha yakındır, çünkü transandantal bilinç, bir şey olarak bilincin karşıtı, hakiki bilinçtir.

Görü bizi varlıkla temasa geçirmeyi talep eden edimdir ve hakikatin yeri yalnızca görüdür.

(görü özneye burada olmayan özünü bulma imkânını işaret eder/etmelidir.
Ölüme doğru varlık / psikolojik bilincin varacağı mutlak bilgi, buradan (ölüm) öteye gidemez)

---
la theorie de l'intuition dans la phénoménologie husserl
Türkçeleştiren: Yağmur Ceylan Uslu
İthaki Yayınları

2016

2 yorum:

  1. Merhaba,

    Öncelikle blogunuzda Husserl fenomenolojisine giriş için önemli bir kaynak olan bu kitaba yer verdiğiniz için teşekkürler.

    Kitabın çevirmeni olarak ufak bir düzeltme yapmak için size yazmak istedim. "Aristoteles’ten beri de doğru ile yanlış yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi (evet cümle çok kötü)". Haklısınız bu haliyle cümle anlaşılırlıktan oldukça uzak. Sanıyorum redaksiyon aşamasında orijinal çeviride yer alan bir noktalı virgül silinmiş, " [...] doğru ve yanlış" ise "[...] doğru ile yanlış" olarak değiştirilmiş. Orijinal çeviri şöyle : "Aristoteles’ten beri de doğru ve yanlış; yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi." Kitabın ikinci baskı yapması halinde bu hatalar mutlaka düzeltilecektir.
    Saygılarımla,
    Y.C.Uslu


    YanıtlaSil