Emmanuel Levinas - Husserl
Fenomenolojisinde Görü Teorisi
Bu kitap Levinas’ın doktora tezidir.
1928-1929 Fribourg’a giderek Husserl’in
derslerini takip eder. Bu dönemde Heidegger’le tanışır.
Husserl felsefesini Heidegger üzerinden
yorumlamaya karar verir. 1930 yılında Strasbourg Üniversitesinde tezini
savunur.
Giriş
…varlığın anlamını önceden haber verecek bir
bakışa sahip olmak gerekir.
(Zaman gelecekten doğar, bu ifade,
korelasyon için gerekli bir kılavuz önerme olarak okunabilir, Varlık bize
anlamını -bir gelecekle birlikte- önceden haber vermeli… Bunun yeri/imkânı
bilinçte aranıyor)
Transandantal fenomenolojinin merkezi sorunu
(dünyanın kuruluşu sorunudur), varlık üstüne yapılan çalışmalara tam anlamıyla
felsefi bir boyut katar ve ancak bu sayede gerçeğin nihai anlamı bize kendini
açar.
(1. Bilinç / 1.1 transandantal bilinç / 1.2.
psikolojik bilinç
Psikolojik bilinçten transandantal bilice
ulaşırım / zaman algısında olduğu gibi, şu an bana ancak gelecek sayesinde
zamansal bilinci verir /
Transandantal bilinç ile birlikte tüm kurgu
yerli yerine oturur)
(Varlık düşüncesi: Descartes / Hegel
Descartes ile birlikte varlık hakkındaki
düşüncenin merkezi figürü artık soyut/bilinemez bir metafizik değil, düşünen
“ben” oluverdi, bu sayede aşkın varlık / Tanrı düşüncesine nazaran nesne olarak
düşünülebilen “ben” artık sadece “özne” olarak düşünülmeye başlandı.
Kant ve sonrasında Hegel’de bilgi sorusu bu
nedenle insanmerkezli olarak temellendirilir)
Öncelikle Husserl’in psikolojizmden ve
doğalcılıktan ne anladığını serimleyerek başlayacağız.
Doğalcı felsefenin Husserl tarafından nasıl
aşıldığını göreceğiz ve akabinde de yeni bir varlık kavrayışına ulaşacağız.
Bilincin teorik bir eylemi olarak görü… (…)
hakikatin te kendisini mümkün kılan ilksel fenomen olduğunu kavramamızı
sağlayacak. (s. 22-23)
Doğalcılık
Genel bir felsefedir, bir varlık teorisidir.
Varlık, bilimlerin nesnesidir.
Husserl’in ontoloji kavrayışında özel olan,
varlığın ontolojiyi ilgilendiren yapısının her yerde aynı olmamasıdır; farklı
varlık bölgeleri farklı kuruluşa sahiptir.
Ontolojik, kategoriler, varlık alanlarına
göre değişiklik gösterir.
Varoluş her yerde aynı anlama gelmez.
Doğa kendini, bir belirişler serisi ya da
değişen ve çoğalan öznel fenomenler serisi ya da değişen ve çoğalan öznel
fenomenler serisi içinde gösterir.
Şey (…) birbirlerinin içinde dönüşerek akan
algılar çokluğunun sürekli ve kurallı akışı içinde, bir ve özdeş olarak bilince
verilen bir nesnedir.
Masanın, bizim bakışımızın altına düşen
veçhesi, zamanda ve mekânda kıpırtısız duran nesnel masaya dair öznel bir
bakıştan başka bir şey değilse, şu halde bu, asla bir bilinç içeriği değil,
bilincin nesnesidir.
(Nesne aynı fakat algılar çeşitli, farklı
algılar/sözler bir ve aynı şeyi işaret eder…)
Doğalcılığın gerçek kaynağı: doğalcılık, bir
bütün halinde varlığın varoluşunu, maddi bir şey imgesi üstünden düşünür.
…bilinç ve fizik dünya doğada bulunur, özdeş
bir kipte ortaya çıkar ve varolurlar.
Bilincin varoluşu farklı bir şekilde
kavranmadığı sürece, fikirlerin doğallaştırılması, yani psikolojizm kaçınılmaz
olacaktır. İşte bu nedenle, öz ile özü kavrayan psikolojik edimi birbirinden
ayırmakla başlayan Logische Untersuchungen’in ilk cildindeki psikolojizm
eleştirisi, zorunlu olarak bilincin özü ve daha sonra ele alacağımız bilincin
varoluş kipi sorularını sormaya kadar uzanacaktır. (s. 35-36)
Nesnenin öznel fenomenleri, bilincin kurucu
unsurlarından, yani bilinç içeriklerinden başka bir şey değildir.
Bilinç (…) ideal veya genel olan her şeyi doğalaştırmaya mecburdur.
…ideal nesne dış doğada mevcut değildir (…) bu nesne bilinçte
bulunmalıdır.
Varolmak, doğa tarzında varolmak anlamına
gelirse (…) doğal bir şeye indirgenmiş olur.
Algılanmamış maddi şeyin var oluşu, ancak
kendi algılanabilirliğinde bulunabilir. Bu algılanabilirlik (…) bilincin özüne
içkin pozitif bir imkândır.
Şey (…) bilince göredir (şeyin varolduğunu
söylemek, onun bilinçle karşılaştığını söylemektir) ve diğer yandan da öznel
fenomenler serisi asla bitmez.
Maddi şeyin varoluşu kendinde bir yokluk,
bir olmama imkânı taşır.
(Doğalcılık kaçınılmaz biçimde varlıkla
yokluğu bir arada düşünmelidir)
Bu fenomenler dünyasının ta kendisi bizim
somut yaşamımızın varlığını oluşturur.
Bir bilgi teorisi aslında birbiriyle ilişki
kurması gereken bir nesnenin ve öznenin varoluşunu öngörür.
Şeyin beliriş kipleri onun varoluşunun ta
kendisidir.
Husserl felsefesine ait temel görü, bir
yandan, somut bilinç yaşamına mutlak varoluş atfetmekten ibaretken, diğer
yandan da, bilinç yaşamı mefhumunun ta kendisini dönüştürmekten ibarettir.
Bilincin özünü belirlemek için Husserl,
Descartesçi cogitoyu kuşatan bir fenomenler bütününden yola çıkar.
Bilinç kendinde özgün bir varlıktır.
Bilinç olarak varlık ile şey olarak varlık
(…) bilinç ile gerçeklik arasındaki ilkesel varoluş kipi farkı…
Bilinç algısı veya refleksiyonda (Husserl’e
göre) ifşa olan şeyle kendini aşkın, dış algıda ilan eden şey arasında bir
ikilik yoktur.
Psişik alanda belirmek ile var olmak arasında bir fark yoktur…
Husserl’deki bilincin mutlaklığı (…)
bilincin varoluşunun bir karakteridir.
Refleksiyon ancak bilincin varoluşuyla
mümkündür.
Bilinç / mutlak varoluş alanı
Varoluş / bilincin devamlı varolmasıdır.
Refleksiyon imkânının ta kendisi bilincin
varlığında temellenmiştir.
Varoluş, bilincin gerisinde bir yerlerde
aranmamalıdır, varlık bilincin ta kendisidir.
Yalnızca bilinç, dünyanın varlığının
anlamını bizim için anlaşılır kılabilir ki bu anlam da bilinçle karşılaşmanın,
bilinçte belirmenin belli bir kipidir.
…bilinç zamanda bir akıştır. Bilinç yaşamı,
kozmik zamandan, doğanın zamanından bütünüyle farklı olan içkin zamanda cereyan
eder.
(bilinç nesneyle bağ kurar (bilincin
yönelimselliği) ve bize kendini bildirir)
Erlebnisten anladığımız bilinç akışında
bulunan her şeydir.
Erlebnis / Eylem
Yönelimsellik, öznenin yanında bulunan bir
nesneyle temas kurmak için ihtiyaç duyduğu bir araç değildir. Yönelimsellik,
öznenin özneliğinin ta kendisini oluşturur.
Bilincin yönelimselliği Hussel’in
Brentano’dan devraldığı bir tezdir.
Brentano da bu tezi skolastik felsefeden
almıştır.
Skolastikler (…) bilinç içindeki bu nesneye,
zihinsel nesne, yönelimsel nesne diyorlardı.
Eylemek, eylenene doğrudur.
Yönelimsellik, bilincin özünün ta kendisi
olarak bulunur.
Yönelimsellik kavramı, fenomenolojinin
başlangıcı için bir ilk ve temel kavramdır.
(Psikolojik bilincin neneye
yönelmesiyle/yönelimsellikle, özen varolur/varoluşunun farkına varır,
yönelimsellik olmadan özneden söz edemeyiz)
Ideen, hületik veriler ve bunları
canlandıran edimleri bir yana, bilincin bilincinde olduğu şeyi ise öbür yana
koyarak bunları bilinçte birbirinden ayırır. Yönelimselliğin öznel yanına,
hületik verileri canlandıran kavrayışlara Husserl Noesis der. Bunları, korelatiflerine
karşıt olarak koyar, yani bilincin bilincinde olduğu şeyin, noemanın karşıtı
olarak. (s. 83)
(Bilincin bilincinde olduğu edimler/şeyler
kendiliğinden bilince ulaşmaz, bilinç ancak yönelimsellik ile bir şeyin
bilincine varabilir/ulaşabilir. Yönelimsellik fiziksel bir eylem değil, mesela
dua dahi bir çeşit yönelimselliktir. Şimdi, hületik ne demek, bilincin henüz
bilincinde olmadığı ama var olan bir şey. Bir şey ancak bilince konu olursa
vardır. Nedir o halde hületik, hületik veriler için deniyor ki Antik düşüncede
bahsi geçen Noesistir o. Noesis nedir, Nous/noesis, demek ki akılla ilgili, Bir
imkân olarak varolan her şeyin kendisinden mümkün olduğu bir yokluk alanı
olarak tasavvur ediyorum noesisi. Hületik demekle de bilincin, (soyut ya da
somut herhangi bir şey) hakkında düşündüğünde elde ettiği verilerin tümünün
kaynağı olarak kabul ediyorum bu sözcüğün işaret ettiği anlam alanını)
Fenomenolojik tavırda merkezi hale gelen
fikir şudur; varlık yaşantıdır ve bu varlığın kendinde gerçekliği,
modifikasyonlarının tüm zenginliğiyle daima yaşam için olduğu şey olmaktır.
Kendisi aracılığıyla varlıkla iletişim
kurduğumuz bilinç ya da temsil kipi belirli bir edimdir (…) bu görüdür.
İfade, bir şeyin düşüncesidir ve böylelikle
nesneye bağlanır.
Bilgi basit bir anlamın doymamış yöneliminin
hedeflediği şeyin, bir görü edimi tarafından, onaylanmasından ibarettir.
Husserl görü edimleri başlığı altında bir
yana algıyı diğer yana da imgelemi ve hafızayı koyuyor. (s. 99-100)
…anlam verici edimlerin kendisi yalnızca
nitelik ve maddeden oluşmaz. Bir anlam ancak bir görünün yeni bir görüsel öz
kuşanmasıyla mümkündür.
Böylece örneğin bir konuşma sırasında çıkan
sözün algısı kelimenin anlamına bir görü bağı katar.
…anlamın meydana gelmesi için bir görü
gereklidir.
…-dır- koşacı nesnenin gerçek bir yüklemi
değildir. Varlık nesnede değildir, yani ne onun bir parçasıdır, ne ona dahil
bir unsurdur, ne onun bir niteliği, ne yoğunluğudur (…) nesnenin herhangi
kurucu bir göstergesi de değildir.
Kavramların gerçekleştirilmesini sağlayan
soyutlamanın zeminini nesne olarak kabul edilen bu edimlerde değil, bu
edimlerin nesnelerinde buluruz.
Kategorik biçim (…) nesnenin ideal bir
yapısıdır.
Yalnızca nesnelerin biçimlerine dayanan
hakikatlere Husserl analitik der, bunların karşısına da temellerini üst
cinslerde bulan maddi sentetik hakikatleri koyar…
Parmenides’ten beri Antik gelenek bize
hakikatin düşünce ile şeyler arasındaki upuygunluktan ibaret olduğu fikrini
aşıladı.
Aristoteles’ten beri de doğru ile yanlış
yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul
edildi (evet cümle çok kötü).
(Yukarıda "çok kötü" nitelemesine konu olan cümle, çevirmeni tarafından tashih edildi. Doğrusu şöyledir: "Aristoteles’ten beri de doğru ve yanlış; yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi.")
(Yukarıda "çok kötü" nitelemesine konu olan cümle, çevirmeni tarafından tashih edildi. Doğrusu şöyledir: "Aristoteles’ten beri de doğru ve yanlış; yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi.")
Zihin ile şeyler arasındaki upuygunluk ne
ifade eder?
…düşünce ile şeyin birbirine tekabül
ettiğinden nasıl emin olunur?
Logos’un kendini belli bir yasaya göre
oluşturması gerekir.
Özneyi, yükleme bağlamamızı sağlayacak
mantık yasası gerçekliğin ta kendisinin yasası olacaktır (Hegel’in Mantık
Bilimi).
Husserl hakikatin ve aklın ilk fenomenini
aradı ve bunu, varlığa erişen yönelimsellik olarak kabul edilen görüde buldu,
makul her önermenin son kaynağı olan görmede buldu.
Görme, doğrulama işlevine sahiptir, çünkü
görme nesnesini doğrudan verir ve görme nesnesini gerçekleştirdiği müddetçe
akıldır.
Fenomenolojik indirgeme, somut yaşamın,
kendi varoluşu üstüne yapılmış her tür doğalcı yorumdan arındırılması olmakla
kalmaz, bu indirgeme aynı zamanda varlığın kökeninin bilincin somut yaşamında
olduğunun bilincine varılmasıdır.
Husserl’de varlık, teorik görü yaşamının,
nesneleştiren bir edimin apaçıklığının korelatifi olarak sunulur.
Değer, kullanım vs. karakterler yalnızca
temsilin korelatifi olan varlığın varoluşuna eklenerek bir varoluşa sahip
olabileceklerdir.
Mantık yasaları / değer kendinden menkuldür.
Öz bireysel bir nesneden farklı bir şekilde vardır. Özün mekânda
bağı yoktur. Zamanda bireyselleşmemiştir, öyle ki ne doğar ne de yok olur.
Mantık genel olarak nesnenin biçiminin
bilimidir.
(Bilincin nesnelerinin matematiksel upuygunluğu,
neye uygun, kurgunun tamamı içinde her şeyin yerli yerinde olduğu düşüncesini
işaret eden uygunluk…)
…öz nesnenin ilkesiyse, burada ilke,
kendisinden mantıksal olarak nesnenin olumsal iyeliklerinin çekilip
çıkarılabileceği bir üst öncülü ifade etmez. İlke burada nesnenin varoluşunu
mümkün kılan şeyi ifade eder.
…kategori kavramı Kant’taki gibi yargıdan
gelmez, kategoriler bilginin değil varlığın yapılarıdır.
Husserl kategoriler tablosunu doğrulamak
için (…) varlığın farklı bölgelerinin ta kendisine başvurur.
Her bölgenin mümkün kıldığı a priori
bilgiler topluluğu Husserl’in bölgesel ontolojiler dediği şeyi kurar.
Söz konusu görü (felsefi görü), Husserl’in
doğal, ya da daha genel olarak dogmatik dediği tavırda uygulanan bir edimdir.
Dünyanın varoluşu doğal tavrın genel
tezidir.
Aşkınlığı anlamak, bu aşkınlığı kuran
edimlerin yönelimlerini analiz etmektir. Bilincin kendini aşarak hedeflediği şeyi
görmektir.
...nesnenin bilinç tarafından kuruluşu…
Algı korelatifi algılanmış olarak algılanan
olmadan düşünülemez; arzu, arzulanana nesne olmadan bir hiçtir.
Cogito, cogitatumla karşılıklı bağı içinde
ele alınmalıdır, başka türlü değil.
…bilgi teorisi Husserl’de fenomenoloji
haline gelir ve bilişsel yaşamın ta kendisinin bilincine varma biçiminde ortaya
çıkar.
Varoluş yalnızca bilincin nesnesiyle karşılaşma kipidir.
Zira varlık kaynağını yaşamda bulur.
Hakikat (…) düşünce ile mevcut nesneyi bizzat
kendi somut gerçekliğinde kavrayan görüde verili nesnenin ta kendisi arasındaki
upuygunluktur.
Bilinç, var olduğu ve sürdüğü sürece ne
başlayabilir ne de bitebilir.
Zamanın her anının içinde yiteceği bir
geçmişe ve kendisinden doğacağı bir geleceğe ihtiyacı var.
(Zaman gelecekte(n) doğar)
Fenomenoloji, bilincin eidetik, betimleyici
bilimidir.
Cogitonun mutlak bilinci, psikolojik
bilinçle özdeş değildir. Bu mutlak bilince Husserl saf bilinç ya da
transandantal bilinç der.
Psikolojik bilinç olarak fark edilen mutlak
bilinç, elbette kendi doğasından hiçbir şey kaybetmez, kendi beliriş kipi de
değişmez, fakat bilinç aynı değildir. Bilinç kendinde olduğu gibi kalır; mutlak
olarak.
Ancak bu bilinç bu (mutlak) oluşta
kavranamaz… bir şey olarak kurulur.
Transandantal bilinç bize psikolojik
bilinçten daha uzak değildir; daha yakındır, çünkü transandantal bilinç, bir
şey olarak bilincin karşıtı, hakiki bilinçtir.
Görü bizi varlıkla temasa geçirmeyi talep
eden edimdir ve hakikatin yeri yalnızca görüdür.
(görü özneye burada olmayan özünü bulma
imkânını işaret eder/etmelidir.
Ölüme doğru varlık / psikolojik bilincin varacağı
mutlak bilgi, buradan (ölüm) öteye gidemez)
---
la theorie de l'intuition dans la phénoménologie husserl
Türkçeleştiren: Yağmur Ceylan Uslu
İthaki Yayınları
2016
Merhaba,
YanıtlaSilÖncelikle blogunuzda Husserl fenomenolojisine giriş için önemli bir kaynak olan bu kitaba yer verdiğiniz için teşekkürler.
Kitabın çevirmeni olarak ufak bir düzeltme yapmak için size yazmak istedim. "Aristoteles’ten beri de doğru ile yanlış yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi (evet cümle çok kötü)". Haklısınız bu haliyle cümle anlaşılırlıktan oldukça uzak. Sanıyorum redaksiyon aşamasında orijinal çeviride yer alan bir noktalı virgül silinmiş, " [...] doğru ve yanlış" ise "[...] doğru ile yanlış" olarak değiştirilmiş. Orijinal çeviri şöyle : "Aristoteles’ten beri de doğru ve yanlış; yargıya, önermeye, özne ile yüklem arasındaki bağa ait bir imtiyaz olarak kabul edildi." Kitabın ikinci baskı yapması halinde bu hatalar mutlaka düzeltilecektir.
Saygılarımla,
Y.C.Uslu
teşekkür ederim
YanıtlaSil