Ayşegül Kuş - Batılı
Seyyah ve Araştırmacılara Göre 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Karadeniz
Bölgesi
…oryantalizm, Amerikalı ve Avrupalıların
Doğu araştırmalarını tanımlamak için kullanılan bir tabir olmuştur. Said’e
göre, batı bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle kendini tanımlamak, sömürgeci
amaçlarını haklı göstermek ve bunu gerçekleştirmek adına hayali bir doğu
kurgulamıştır.
Batıda 19. yüzyılın sonlarında oryantalizm
çalışmalarının yoğunluk kazanmasıyla birlikte, bölgenin tarihi ve bu havzada
yaşayan halkların etnik ve dini kökenleriyle ilgili çeşitli iddialar ortaya
atılmıştır (s. 4).
Sonuç
olarak, bölgenin ve bölgedeki uygarlığın tarihini Grek kökenli kolonicilerle
başlatmak, bölgeye ait kimi tarihsel gerçeklerin görülmesini engelleyici bir
yapıya dönüşmüştür. Böylece meseleyi, Doğu Meselesi
doğrultusunda değerlendirme eğilimi ortaya çıkmıştır. Bu yapılırken özellikle
Yunanlıların koloni kurmalarından çok önce bölgede yaşayan otokton halklar, ya
yok farz edilmiş yahut yaban, ilkel, barbar olarak nitelendirilerek önemsiz
olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Doğu
Sorunu ya da Şark Meselesi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve paylaşılmasını amaçlayan
bir anlayışı temsil eder.
14.
yüzyılın sonlarına doğru Yıldırım Beyazid döneminde ise orduya esir olarak
düşen Alman asıllı seyyah Johannes Schilterberger, Müslüman Samsun’un 1398 tarihinde
nasıl ele geçirildiğini gezi notlarında nakleder (J. Schilterberger, Türkler ve
Tatarlar Arasında (1394-1427)).
1404
yılında gemi ile bölgede seyahat eden Clavijo, okuyucuya uzaktan gördüğü Samsun
ile ilgili oldukça kısa bilgiler verir. Timur’a elçi olarak giden Clavijo Trabzon’da
da bulunur. O, Trabzon’a dair okuyucuya daha ayrıntılı bilgiler sunar.
15.
yüzyılın sonlarına doğru Rus asıllı Athanese Nikitin Hindistan’a giderken
bölgeden geçmiştir. 1474 yılında ise Joseph Barbaro Venedik tarafından
Akkoyunlu hükümdarına elçi olarak gönderildiğinde Trabzon’da bulunur. Yine
İtalyan asıllı olan ve 1501 yılında yapılan savaşta Osmanlılara savaş esiri
olarak düşen Giovanantonio Menavino, Çaldıran Savaşından sonra kaçarak Trabzon
üzerinden Balkanlara oradan da ülkesine dönmüştür.
1539
yılında Venedik tarafından Osmanlılara karşı ittifak yapmak amacıyla İran’a
gönderilen Michel Membre, eserinde bir süre kaldığı Samsun kentine dair bazı
bilgiler verir (s. 6).
1571
yılında Osmanlılara karşı İran Şahı ile ittifak arayışları için gönderilen
diğer İtalyan asıllı seyyah Vincenzo degli Alessandri olmuştur. O, Akkerman’dan
gemi ile önce Sinop arkasından Samsun’a gelmiş ve buradan da seyahatine kara
yolu ile devam ederek Tebriz’e geçmiştir.
1580’de
Osmanlı topraklarında bulunan Katolik kiliselerin durumu hakkında bir inceleme
yapmak üzere İstanbul’a gönderilen din adamı Pietro Ceduluni bu seyahati
kapsamında Trabzon’da da bulundu.
18.
yüzyılın başında bölgeye geldiği bilinen diğer bir batılı seyyah ise Joseph de Tournefort’tur.
Seyyah, ilk olarak Sinop’a uğrar. Akabinde ise Samsun ve Giresun sahil şeridini
takip ederek Trabzon’a gelir.
18. yüzyılın sonlarında
imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra bölgeye çok sayıda batılı
casus, tüccar ve seyyah gelme imkânı buldu.
Anthony
Bryer ve David Winfield tarafından kaleme alınan The Byzantine Monuments and
Topography of the Pontos” adlı iki ciltten oluşan çalışmada kronolojik olarak
bölgeye gelen seyyahların yer aldığı bibliyografya bu konuda başvurulabilecek
en detaylı çalışmalardan biridir. Ayrıca Kudret Emiroğlu, büyük ölçüde adı
geçen eserdeki bibliyografya çalışmasına bağlı kalarak ancak bu eserde yer
almayan bazı gezi notlarını da eklediği, Trabzon Seyahatnameleri Bibliyografyası
adında bir çalışma yaparak bunu araştırmacıların hizmetine sunmuştur.
19.
yüzyılda bölgeye gelen seyyahların ekseriyetinin İngilizler ağırlıkta olmak
üzere Fransızlar ve Almanlar olduğu dikkat çekmektedir (s. 10).
…kente
(Trabzon) 19. yüzyılın ikinci yarısında gelen ilk seyyah, Frederick Walpole’dur
(1850).
Cevizlik
ve Trabzon arasında bulunan mesafe at sırtında 6 saat…
Cevizlik,
içinde birkaç hanın, nalbanttın ve birkaç dükkânın olduğu küçük bir kasabadır.
Walpole
birtakım gözlemlerde bulunmak için gittiği Trabzon-Erzurum yol yapım çalışmasında
4000 kadar işçinin çalıştığını, fakat bu rakamın abartılı olduğunu 2000 rakamının
daha makul olduğunu söyler ve yol yapımında genelde mültecilerin ve
yabancıların çalıştığını, yüksek kademelerde ise Alman mühendislerin yer
aldığını belirtir (s. 20).
Yol
yapımında çalışan işçilerin, çalışırken iş yüklerini hafifletmek için müzik dinlediklerini,
devletin sağladığı çadırlarda kaldıklarını, onların sağlık sorunları ile
ilgilenecek bir doktor ekibinin bulunduğunu, fakat işçilerin oldukça dikkatsiz
çalıştıklarını ve bunun yaralanmalara yol açtığını söyler (s. 21).
Seyyah,
kentte mevsimlerin geriden geldiğini, kış olmasına karşın pazarların başta incir
olmak üzere meyvelerle dolu olduğunun altını çizer.
19.
yüzyılda (…) Trabzon’a gelen seyyahların önemli bir bölümü gezi notlarında
kentin antik dönem geçmişi hakkında bilgi vermeyi daha önemli bulur (s. 22).
Kırım
Savaşı esnasında Kars’ta sıhhiye görevlisi olarak bulunan Humphry Sandwith (Trabzon’u)
ziyaret eder.
İçinde
Trabzon’un da bulunduğu kıyı kentlerinin limanlarının fiziki durumlarının
karaya çıkmaya pek müsait olmaması, Samsun örneğinde de tartışıldığı gibi,
büyük bir sorun teşkil etmekte ve bu konu seyyahlarca sıkça yinelenmektedir (s.
23).
Gümüşhane
/ Sandwith, burasının Tanrı tarafından kendisine bahşedilmiş doğal bir
güzelliğe sahip bir yer olduğunu belirtir. Aynı zamanda büyük baş hayvanları ve
mısırı da oldukça bol bir yerdir. Ayrıca (…) kereste açısından zengin ağaçlarla dolu bir
yerdir (s. 24).
1855
yılında kente, askeri görevli olarak İstanbul’dan bir Avusturya buharlısına
binerek Trabzon üzerinden İran’a gitmek üzere R. Macdonald gelir. …kendisinin
belirttiğine göre, romatizma hastalığının nüksetmesi üzerine bir süreliğine
şehirde kalmak zorunda kalır.
…her
gün yürüyüşe çıkarak şehri keşfetmeye çalışır. Bu gezintileri esnasında kentin
evlerine ve sokaklarına dair izlenimlerini aktaran seyyah, Trabzon’un tıpkı
diğer Türk şehirleri gibi dar ve pis sokakları olduğunu, evlerin çamurdan
yapıldığını ve genelde tek katlı ve çatılarının ise düz olduğu bilgisini verir.
…daha
erken olabilecek bir tarihte Trabzon’da bulunmuş olan Alman seyyah Karl Koch,
gezdiği sokaklar hakkında bunun tam tersi şeyler söyler (s. 25).
Vambery,
1862 yılında İstanbul’dan bindiği gemi ile Trabzon’a yeni vali olarak atanan Emir
Muhlis Paşa ile birlikte gelir.
…kentin
bir Pers asilzadesi tarafından kurulan Pontus Devleti’nin başkenti olduğuna
dair bilgi verir.
1869
yılının şubat ayının sonlarında Trabzon’a Fransa hükümeti tarafından doğu illerinde
araştırma yapmak üzere gönderilen doğa bilimci Teophilé Deyrolle’ gelmiştir.
…sahilin
sığ olması nedeniyle büyük vapurların açıkta demirlediğini, vapur geldiği zaman
sürü ile üşüşen kayıklarla karaya çıkıldığını (…) yolcuların hamalların
sırtında karaya ayak basabildiklerini söyler.
…limandan
çok uzak olmayan Gâvur Meydanı hakkında bilgi verir (s. 28).
…çarşıda
bulabilecekleri eşyaların adeta bir listesini verir:
İran’ın
Horasanın ve İzmir’in en güzel halılarından, Halep’in, Diyarbakır’ın ve Bursa’nın
en güzel kumaşlarından en ince ve nefis telkâri işlere, çok pahalı kıymeti
taşlara, antika silahlara, edvarı kadimeden kalmış paralara varıncaya kadar, ne
istenirse bu çarşıda vardır. Fakat şehri gezen bir kişi bitpazarının küçük loş
dükkânlarını ve dar sokaklarını aramasını bilmelidir (s. 29).
Trabzon’dan
kalkan bir kervanın ilk duraklarından olan Cevizlik kasabasında, hanlar ve
kervanların ihtiyaçlarını giderecek çok sayıda dükkân olduğunu söyler (s. 30).
Trabzon’a
1876 yılının ağustos ayında James Bryce gelmiştir.
Bryce
şehrin adının, pek çok seyyahın kentin adının kökeni konusunda yineledikleri
gibi, Yunanca masa anlamına gelen kelimeden geldiğini belirtir (s. 34).
Bryce’ı
müteakip Trabzon’a Alman asıllı olan Amand von Schewiger-Lerchenfeld gelir.
…şehrin
I. Alexius tarafından kurulan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun başkenti olduğunu
söyler. Ona göre, bu devletin siyasi nüfuzu Sinop’a kadar olan küçük bir
hâkimiyet sahası ile sınırlıdır. Bu nedenle, imparatorluk sıfatı ile
adlandırılmayı hak etmez (s. 36).
16
Ağustos 1893 tarihinde, Trabzon’a (…) H.F.B Lynch gelir.
17.
yüzyılın ortalarındaki kayıtlarda şehirde 30.000 den fazla bahçe ve Boz Tepe civarının
ise tamamen üzümlerle dolup taştığı yazılıdır (s. 47).
…seyyah,
tarih boyunca şehri ele geçirmek için yapılan saldırıların hep güney
cephesinden gerçekleştiğinin altını çizer (s. 48).
Seyyah,
Trabzon’un eski kiliselerinin bazılarının camiye bazılarının ise hamama çevrildiğini
ve bu binaların kentin sahip olduğu en dikkat çekici yapıları olduğunu
söyledikten sonra, eskiden katedral olan fakat sonra camiye çevrilen Orta Hisar
Camisini ziyaret eder (s. 50).
Batılı Seyyah ve
Araştırmacılara Göre Samsun ve Çevresi
Samsun
şehri 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek çok batılı seyyahın da ilgisini
çeken bir bölge olmuştur.
19.
yüzyılın ikinci yarısında 1850 yılında Samsun ve çevresine, anlaşıldığı
kadarıyla, ilk gelen Frederick Walpole adında batılı bir seyyahtır.
Samsun
ağaçlarla kaplı tepelerin eteğinde kurulmuş sevimli bir yerdir. Fakat kentin
kuzey doğusuna doğru uzun bataklıklardan oluşan vahşi bir ormanlık alan bulunmaktadır.
Muhtemelen burayı esir eden salgın hastalıklar, bu noktadan şehre
yayılmaktadır. Bu durum Samsun’un yaşamak için uygun bir yer olmasını engellemektedir.
Walpole
daha sonra Müslüman halkın Gâvur Samsun olarak adlandırdığı Eski Samsun’a bir
keşif gezisi yapar. O, Eski Samsun’a dair ise şunları söyler: Burası şimdilerde
mısır ve tütün yetiştirilen Eski Amisos’un bir zamanlar kurulu olduğu batıya
doğru uzanan bir yerdir. Şimdiki kentin kuzey-kuzey-batı istikametinde bir
burun üzerinde yer alır (s. 60).
Samsun’a
dair yazılan ilk yabancı eseri kaleme alan Vadala, Amisos isminin halis yerli
ve Asyalı, Amisos’u kuranların ise Asyalılar ve büyük bir olasılıkla Karyalılar
olduğunu, asla Miletli ya da Yunanlılar olmadığını söyler ve Yunan perisi olan
Amisos’un şehre adını verdiği yönündeki görüşleri ise bütünüyle reddeder.
Alman
asıllı Anderas David Mordtman, 1850’de Samsun’a gelmiş…
Çakallı'ya
geldiğinde, Selçuklular dönemine tarihlendirilen Çakallı Han’a dair bilgiler
vererek, bu hanın gelişmiş Türk kentlerinde bulunan büyük taş binalara
benzediğini, çevrede bulunan diğer ahşaptan yapılmış olan derme çatma hanlardan
bu anlamda farklılaştığını belirtir.
1850’den
sonra bölgeye gelen Franz Von Werner’dir. O, Kırım savaşında Osmanlı’ya
sığınarak Murat Efendi adını alır. 1854 yılında görevli olarak gittiği Ünye’de Haznedaroğlu
ailesiyle tanışır.
Murat
Efendi, Yunanlıların sevimsiz deniz diye niteledikleri Karadeniz’in kıyısında
kurulmuş olan Ünye’yi, tarihsel olarak Argonautlar zamanına kadar geriye
götürür.
Ne
muhteşem binalar ne aç insanlar, ne fabrikalar ne de fabrika işçileri vardı. Yine
kentte misyonerler, günahkârlar, avukatlar ve onları gerektirecek olaylar da yoktu.
Son olarak, “küçük haberler” ve “dedikodular” veren bir gazete de bulunmuyordu.
Kaldı ki, gazete sütunlarını arsızca kaplayacak intihar ve skandal haberler de
yoktu.
(verdiği
bilgilerden) Rum evlerinin sahilin taşlık tarafında olduğu, kısmen denize doğru
uzandığı, fakat kasabaya hâkim olan hoş kokulu yeşilliklerin burada
görülmediği, evlerin birbirine bitişik olduğu, hastalıklı ve dermansız bir
görünüm arz ettiği, boz renkli bir fon üstüne grinin koyu tonlarını içeren
renkler taşıdığı anlaşılmaktadır (s. 63-64).
Murat
Efendi, Osmanlı çeşme yaptırma geleneğinin devletin ileri gelenleri arasında oldukça
yaygın bir gelenek olduğunu, bunun nedeninin ise temiz suyun Osmanlı yaşam tarzında
temel bir unsur olarak görülmesi olduğunu ve dolayısıyla bu tarz yapıların bu coğrafyada
sıkça görülmesinin şaşırtıcı olmadığını söylemektedir (s. 65).
Ona
göre, Osmanlı’da yapılan yeni tarz binalar batılı tarzdan iki bakımdan
farklılık gösterir. İlk olarak, bu evlerin çok fazla pencereleri vardır ve bu
pencereler çıtalarla yapılmış, dışarıdan sıvanarak kireçle boyanmış duvarların
sanki basit birer pencere çerçevesi gibi görünmesine neden olmaktadır. İkinci
olarak ise evlerin mahrem bölümünü dış gözlerden koruyan kafesler (muşabbak)
barındırmasıdır (s. 66).
1864
/ Amerikalı misyoner Henry John Van Lennep
Samsun’da
modern bir limanın olmayışı, ticareti ve dolayısıyla tüccarları oldukça derinden
etkilemiştir. Bu durum, yerli ve yabancı gemilerin açıkta demirlemesine, yolcu
ve yüklerin ise mavnalarla kıyıya taşınması gibi ikinci bir işleme yol
açmaktaydı.
Evler
birkaç büyük taşın yere yatırılarak ana kalasların bu taşlar üzerine konulması ile
inşa edilmiştir. Bunun nedeni ahşabın çabuk çürümesinin önüne geçilmesidir.
Çatı
için ise yine ahşap tahtalar kullanılır, çivi piyasada çok bol olmadığı için,
tahtalar çatıya yerinden çıkmasınlar diye ağır çakıl taşları kullanılarak
döşenir. İç kesimlerde ise evler genellikle birbiri üzerine yatay olarak
konulan ağaç kütüklerden inşa edilmektedir. Aralarda oluşan boşluklar ise çamur
ile doldurulmaktadır (s. 68).
Lennep,
Çakallı Han’ın yanı sıra bölgede bulunan diğer yeni yapım hanların, taş yerine
bölgede bol miktarda bulunan ahşaptan yapıldığını söyler. Bunun nedeninin ise
bölgede hâkim olan toprak yapısının killi toprak olmasından ötürü taşın
kolaylıkla elde edilemediğine ve bundan ötürü Samsun’da dâhil olmak üzere ev ve
hatta çatı yapımında ahşap materyalin yaygın olarak kullanıldığını belirtir (s.
71).
Batılı Seyyah ve
Araştırmacılara Göre Artvin ve Çevresi
…yapılan
bilimsel çalışmalarda, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yeterince ele alınıp
değerlendirilmemesiyle dikkat çeken şehre, 19. yüzyılın ikinci yarısında gelen
tek seyyahın Alman asıllı olan Petersen olduğu görülmektedir. Seyyahın 1882
yılının Ağustos ayında Artvin’ de bulunduğu esnada şehir artık bir Osmanlı toprağı
değildir ve Rusya’nın hâkimiyeti altındadır (s. 80).
Petersen
uzaktan gördüğü yeşillikler içinde ve bir dağ yamacında kurulmuş olan şehrin beyaz
evleri ile hoş bir manzara sergilediğini söyler.
Şehir
hoş bir köy görünümünde ve birkaç mil boyunca dağın eteklerine doğru yükselmekte,
karşı dağlardan bakıldığında dışı beyaz ve çatıları kırmızı kiremitli evler İsviçre’de
olan evleri anımsatmakta ve yükselen minareler dışında hiçbir şey size doğuda olduğunuz
hissini vermemektedir.
Seyyah
ayrıca yol üzerinde kentin Çoruh’a bakan kısmında yüksekçe bir kaya üzerinde
ise Tamara dönemine ait kaya harabelerinin olduğunu da söyler (s. 81).
Seyyah
şehrin sokaklarının ise kurulmuş olduğu coğrafi konum gereği oldukça dar ve dik
olduğunun ve sokaklarda neredeyse kimsenin dolaşmadığının altını çizer.
…kentin
en işlek yerinin ise merkezde bulunan camiye yakın yerde olan çarşısı olduğunu,
burada Batum’dan gelen İngiliz ve Fransız ürünlerini bulmanın mümkün olduğunu
da belirtir.
…ziyaretlerinin
birini Ardanuç’a yapan gezgin buranın bir dağın eteklerinde kurulu olduğunu ve
bitki örtüsünün diğer yerlere nazaran çok zengin olmadığını söyler.
Şavşat’da
eve benzeyen yapıların olmadığını sadece merkezinde birkaç tahta barakadan oluşan
kulübeler olduğunu söyler.
Murgul’un
doğal manzara itibarıyla Trans Kafkasya’nın en güzel noktalarından birini
teşkil ettiğini söyler. Ona göre, zengin bir bitki örtüsüne ve mutedil bir
iklime sahip olan Murgul’da yol güzergâhı boyunca elma, erik, armut ve ceviz
olmak üzere çok sayıda meyve bahçesi görmek mümkündür ve bu meyvelerin hepsi
kendiliğinden doğal olarak yetişmektedir (s. 82).
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN
SOSYO-KÜLTÜREL YAPISI
Modern
anlamda Osmanlı Devleti, ilk nüfus sayımının yapımına 1831 ve 1844 yıllarında
olmak üzere iki kez girişmiş, fakat bu ilk iki sayımda tamamlanamamış ve yarım kalmıştır.
Hanefi
Bostan, Mehmet Öz ve Bahaeddin Yedi yıldız gibi tarih araştırmacılarının tahrir
defterleri üzerine yaptıkları çalışmalarla bölgenin demografik yapısı büyük
ölçüde tespit edilmiştir (s. 84-85).
…Bostan,
Trabzon kazasının nüfusunu, 1515 yılında 29.375, 1554’ de 37.571 ve 1583’de ise
42.027 olarak belirtir.
17.
yüzyıldan itibaren tımar sistemin bozulması ile birlikte 17. ve 18. yüzyıllara ait
güvenilir ve sağlam bilgi bulunmamakta…
Bunun
yanı sıra, devletin girdiği savaşlar nedeniyle konulan ağır vergiler ve
devletin otoritesinin sarsılmasının neticesinde ortaya çıkan eşkıyalık olayları
halkın bölgeden göç etmesine neden olmuştur (s. 86).
1485
yılında Samsun’un Müslüman nüfusu 276 neferden oluşmakta idi ve bunlar 9 mahallede
yaşıyorlardı. Öz, daha ayrıntıya girerek 1485 yılında şehrin nüfusunu kalenin mülazımları
dışında yaklaşık olarak 2.410 kişi olduğunu, bunlardan 1.555’nin Müslüman, 855’nin
ise gayrimüslim olduğunu belirtir (s. 87).
1810-1920 Yılları Arasında
Trabzon ve Samsun’un Tahmini Nüfusları (s. 95)
|
Trabzon
|
Samsun
|
1810
|
11300
|
2700
|
1820
|
17500
|
2900
|
1830
|
21250
|
3000
|
1840
|
30000
|
3100
|
1850
|
32500
|
3500
|
1860
|
33750
|
4000
|
1870
|
35000
|
7000
|
1880
|
36250
|
9000
|
1890
|
38000
|
11000
|
1900
|
37500
|
17000
|
1910
|
38000
|
40000
|
1920
|
32500
|
33000
|
Cuinet’in
çalışmasında Canik, Lazistan ve Gümüşhane sancaklarını içine alan Trabzon
Vilayetinin toplam nüfusu 1.047.700 olarak verilmekte ve bu nüfusun 806.700’ü Müslüman,
193.000’ü Rum, 47.200’i Ermeni, 800’ü ise diğerleri olarak verilmektedir (s.
96).
Trabzon
kentinin nüfusu, 19. yüzyılın ikinci yarısında farklı bir dönemece girmiş,
dönemin siyasi ve ekonomik koşullarına bağlı olarak nüfus artışı Kırım Savaşı
esnasında bir takım sosyal, siyasi ve ekonomik nedenlerle 70.000’e kadar
çıkmış, ancak 1860’lı yıllardan itibaren ise düşüş eğilimi içine girmiştir.
Kentin nüfusuna dair yerli ve yabancı kaynaklarda verilen farklı bilgiler
değerlendirildiğinde, kentin nüfusunun 19. yüzyılın sonunda yaklaşık olarak
30.000-35.000 civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Doğu
Karadeniz Bölgesinin diğer önemli liman kentlerinden biri olan Samsun ise 19. yüzyılın
ortalarından itibaren, yeniden gelişmeye başlayan bir kent görünümündedir (s.
98).
Bryer
ayrıca Samsun’un nüfusunun 1850’li yıllara kadar büyük oranda Türklerden
oluştuğunu ve kentin bundan ötürü bir Türk şehri olduğunu, ancak yüzyılın
ikinci yarısında bu durumun değiştiğini, kentin nüfusunda meydana gelen artışlarla
Trabzon’da olduğu gibi Samsun’da da Rumların nüfus olarak güçlendiklerinin
altını çizer. O, Samsun şehrinde Rumların %38,7, Türklerin %43,2, Ermenilerin
%10,8 ve diğerlerinin oranını ise %7,3 olarak belirtir (s. 101).
Petersen,
Artvin’in 1882 yılına ait toplam nüfusunun 5.328
kişi olduğunu belirtir. Seyyah bölgede, eskiden olduğu gibi, Ermenilerin
nüfusun büyük kısmını oluşturduğunun altını çizer (s. 102).
1878
yılına ait salnamede kazanın toplam erkek nüfusu 18.371 olarak verilmektedir.
Bu nüfusun 16.283’ünü Müslümanlar, 1643’ünü Katolik Ermeniler, 445’ini ise
Gregoryen Ermeniler oluşturmaktadır (s. 103).
Salgın
hastalıklar toplumların demografik yapısında büyük tahribatlara yol açarak
sosyal ve siyasal yapıda sistem değişikliklerinin vuku bulmasına sebebiyet
vermiştir.
Bölgede
Trabzon’un ithalat ve ihracat limanı konumunda olması, Kerç, Şekvetil, Faş,
Sohum, Batum, Hopa ve Trabzon liman ve iskeleleri arasında yapılan deniz
ticareti ve aynı zamanda Trabzon Vilayeti dâhilindeki diğer limanların Anadolu’nun
iç kesimlerine sevkiyat limanı olması bu hastalıkların ortaya çıkmasını ve
hızlı bir şekilde diğer yerlere yayılmasını kolaylaştırmaktaydı.
18. yüzyılın son çeyreğinde
ortaya çıkan ve İmparatorluğun genelinde etkisini hissettiren veba salgını 19. yüzyılın
başlarından itibaren kontrol altına alınmış ve tehdit olmaktan çıkmıştır.
…kolera
ise 1830’lu yıllardan başlayarak etkisini göstermeye başladı. Bunda, 19.
yüzyılın ortalarından itibaren buharlı gemilerin ve demiryollarının devreye
girmesi (…) önemli bir rol oynamıştır.
…kolera
salgınları 19. yüzyılda vebadan daha fazla tahribata yol açan bir hastalık
olmuştur (s. 105).
Walpole
kentin kuzey-doğu kısmında bataklıklı bir ormanın uzunca bir şeridinin humma ve
sıtmaya sebebiyet verdiğini belirtikten sonra, bu durumun kentte uzun süreli
ikametin cazibesini azalttığını vurgular.
1864
yılı Ocak ayında Trabzon’da günde 20-40 arası göçmen hayatını kaybetmekteydi.
1863-1864
kışından itibaren göç hareketi bir çığ gibi büyüdü. Rus hükümeti tarafından 40
ile 50 bin arası olacağı belirtilen göçmen sayısı, özellikle 1864 baharında
400.000’e çıkmıştı.
1877-78
Osmanlı-Rus Harbi'nin hemen öncesinde ve savaşın sürdüğü müddetçe Rusya’dan on
binlerce Müslüman Osmanlı topraklarına geçti.
1864
yılının sonlarında kitlesel bir boyut alan göçler neticesinde Osmanlı
Devleti’ne sadece Doğu Çerkezistan’dan gelen muhacir sayısı tahmini olarak
522.000 kadardır.
1866
yılında tahminen 1 milyon Çerkez başarılı bir şekilde Osmanlı Devleti
topraklarına yerleştirilmiştir.
Bölgenin Etnik ve Dini Yapısı
Osmanlı
toplumu değişik milletlerin bir arada bulunduğu ve toplum yapısının İslam dini
esaslarına göre düzenlendiği bir şekilde idare olunmaktaydı. II. Mehmet zamanından
beri devam eden bu düzen 19. yüzyılda gayrimüslimlere tanınan yeni haklarla birlikte
değişikliklere uğramasına rağmen varlığını İmparatorluğun sonuna kadar devam ettirdi.
19.
yüzyılda devletin sosyal yapısında kendisini belirgin olarak gösteren birtakım
değişiklikler yaşanmıştır. Özellikle büyük devletlerin, Osmanlı Devleti’nin
bütünlüğünü bozma yönünde yaptıkları siyasi faaliyetler neticesinde sosyal yapı
üzerinde bazı değişiklikler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Selçuklular
II. Kılıç Arslan döneminde bu şehrin yakınında Müslüman Samsunu kurmuşlardır. Müslüman
Samsun, Osmanlılara I. Beyazid devrinde katılmıştır. Kâfir Samsun denilen
Amisos ise Osmanlı topraklarına I. Mehmet devrinde 1419 yılında katılmıştır.
…seyyahların
genel olarak Müslümanlardan ziyade ilgilerini gayrimüslimlere
yoğunlaştırdıkları dikkati çekmektedir.
Bölgenin
uygarlık tarihinin Greklere bağlanmasının temel nedeninin, batı-merkezci bakış
açısı olduğu söylenebilir. Batı-merkezci bu bakış açısı, 19. yüzyılda
Yunanistan’ın bağımsız bir devlet yapılmasında ve Osmanlı Devleti’nin parçalanmasında
da bir propaganda aracı olarak etkin bir biçimde kullanılmıştır.
Murat
Efendi, Müslümanlar arasında Kürtleri ve Lazları, sahip oldukları genel
karakter özellikleri nedeniyle Türklerden ayrı tutmak gerektiğini söyler. Ona
göre, eskilerin Gordonyalı olarak adlandırdıkları Kürtler, Küçük Asya’nın
içlerinden gelirler ve deve kılından yapılmış çadırlarını şehrin dışında
kurarlar. Eğer Van ve Kerkük gibi şehirlere yerleşmemişlerse
hayvancılıkla ama daha çok soygunculukla uğraşırlar (s. 125-126).
Laz
lehçesinin İber dil ailesinin bir kolu olduğunu ve bunun da onların İmeretiya,
Mingrelya ve Gürcü halklarla akrabalığını ortaya koyduğunu belirtir (s. 127).
Rum Cemaati
Rumlar,
bölgenin Müslümanlardan sonra en kalabalık dini topluluğunu teşkil etmektedir.
Trabzon
Rum cemaatini etkileyen ilk olay 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı olmuştur.
Yerasimos’un
kentte bulunan bir Fransız Konsolosundan aktardığı bilgilere göre;
Rumlar
kendi içlerine kapalı ve birbirlerine de pek fazla değer vermiyorlar… …onlar
kendini beğenmiş, açgözlü, kötü niyetli ve korkak…
Trabzon’daki
bir Rum okulun öğretmeni tarafından Pontus ve Trabzon tarihi üzerine kaleme
alınan ve 1870’de yayınlanan kitaba göre; Rumlar genel olarak ticari bir kafaya
sahiptirler. Ancak içe kapanıktırlar ve az ziyaret edilmektedirler (…) misafirperver
de değillerdir, Helen kültürünün belirgin özelliklerinden olan iyi huyluluk ve
güler yüzlülük bu bölgede yaşayan Rumlarda görülmemektedir.
Bıjışkyan
da Rumların bazılarının evlerinde özel şapeller bulunduğunu söyler. Ona göre,
bazı Rum ileri gelenleri birbirleri ile konuşmadıkları zaman kiliseye gitmemek
için evlerinde şapeller inşa etmekte ve kiliseye gitmemektedir. O, Rumlar
arasında dargınlıkların hiç eksik olmadığını belirtir (s. 131).
Deyrolle,
Rum cemaatinin Rusya’ya karşı olan temayülleri hakkında şunları söyler:
Trabzon
Rumları ki, Ermeniler gibi devletin reaya dediği tebaalarıdır. Bab-ı Ali’den
ziyade Rusya’ya karşı bir bağlılık, muhabbet göstermektedirler. Onları bu
tercihe sevk eden mantığı anlamak kolay değildir. Bence efendinin değişmesi zararlarına
olacaktır.
Ermeni Cemaati
Yunanistan’ın
bağımsız bir devlet olmasının ardından Osmanlı Devleti daha önce başkentte ve
taşrada önemli mevkileri elinde bulunduran Rumların yerine Millet-i Sadıka
olarak nitelendirdiği Ermenilere görev vermeye başlamıştı.
Ermeni
cemaati ticari ve ekonomik yaşam içindeki önemli faaliyetlerinin yanı sıra
yönetim kademlerinde de önemli görevlere getirilmişlerdir (s. 133).
19.
yüzyılın başlarında Protestan misyonerler, Osmanlı topraklarına geldiklerinde zaten
hali hazırda Gregoryen ve Katolik olarak ikiye bölünmüş bir yapıyla
karşılaşmışlardır. Trabzon’da da durum bundan çok farklı değildi. Fransa’nın
gayretleri neticesinde Gregoryen Ermenilerin bir kısmı Katolik, Amerikalı
misyonerlerin çalışmaları sonucu ise Protestan mezhebine dâhil olmuşlardır.
1871’de
kentte bulunan Cunynghame, Ermenilerin 19. yüzyılın ikinci yarısında kentin
(Trabzon) ticari ve ekonomik hayatında oynadığı role dair bazı ipuçları
vermektedir. Ona göre, kentte bulunan işyerlerinin ekseriyeti Ermenilerin
elindedir ve diğer cemaatlerin, özellikle de Müslümanların elinden aldıkları
birtakım imtiyaz ve kapitülasyonlarla, zorla ele geçirdikleri bu ekonomik ve
ticari fırsatların tadını çıkarmaktadırlar (s. 134).
1882
yılında Artvin’de bulunan Petersen / Yahudilerle mukayese edildiğinde hayatlarını
idame ettirme konusunda Ermenilerin daha becerikli olduklarını, bir Ermeni ve Yahudi’nin
asla aynı yerde olmalarının mümkün olmadığını söyler (s. 135).
1854
yılında Ünye’de kalan Murat Efendi / Ona göre, pırlantalar ve şal kumaşlar
Osmanlı kadının vazgeçilmez birer parçasıdır…
…yalnızca
kış mevsiminde dışarı çıkarken kısa yün çoraplar giydiklerini söyler. Ona göre,
kadınlar bu çorapların üzerine sarı renkte keçi derisinden mest giymekte, yaz
aylarında giyilen terliklerin yerini bir çeşit tahta terlikleri (nalın) almakta
ve bu terliklerin ön ve arka kısmında yüksek topuklar bulunmakta, bunların
üzerinde yürümek ise özel bir maharet gerektirmektedir.
…çarşıda
kadınların kıyafetlerinde kullandıkları ipekli ve perkal kumaşlar ile (…) beyaz
ve mavi kareli çarşaflar satılmaktadır.
…mest
hem kadın hem de erkekler tarafından giyilirdi.
19.
yüzyılda mestin üzerine pabuç veya kundura giyilirdi.
Türkler
tarafından giyilen çoraplar genellikle el örgüsü türündendi (s. 137).
1864
göçü esnasında Samsun’da bulunan Lennep / Müslüman kadınların kırmızı ve beyaz
çizgili büyük bir örtü taktıklarını, Rum kadınların ise koyu mavi renkte bir
örtü taktıklarını söyler…
19.
yüzyılda, diğer seyyahların da belirttiği gibi, gerek Müslüman gerekse gayrimüslim
kadınlar benzer şekilde örtünmektedirler. Sadece örtünme amaçlı kullandıkları kumaşın
renkleri farklılık göstermektedir (s. 138).
Murat
Efendi / Türk ailesinin sadece evlilik ve sünnet gibi iki olayı düğünle
kutladığını söyler.
…yıldönümü
ve anma günleri kutlanmamakta, doğum günleri yalnızca anneler tarafından
hatırlanmakta, batıda olduğu gibi isim günü kutlamaları ise hiç bilinmemektedir.
…düğünde
yer alan eğlenceler hakkında da bilgi verir. O, avluda hokkabaz ve cambazların,
ateş yutanların, bıçak oyuncusu İranlıların ve ayı oynatıcısı Kürtlerin her
türlü hünerlerini göstererek seyircilerini eğlendirdiklerini söyler.
…at
yarışları ve ulusal eğlence olarak nitelendirdiği güreşler olduğunu, güreşlerin
önemli şenliklerin doruk noktasını oluşturduğunu belirtir.
Karagöz
gösteresinin Türklerin geleneksel kukla oyunu olduğunu…
…kuklacının
aynı zamanda karakterleri seslendirdiğini ve müstehcen sözlere yer verdiğini,
Osmanlıların katı utanma duygularının bu müstehcen sözlerden incinmediğini söyler
(s. 140-141).
Karadeniz
Bölgesinde misafirin geldiğini haber vermede ve karşılamada, kınaya ve düğüne
gelen davetlilerin silah atarak gelmeleri, kısacası her vesile için silah
atılması önemli ve yorumlanmaya değer bir seremoni veya adettir (s. 141).
Murat
Efendi (Ünye) / yemeğe geçilmeden önce
hizmetkârlar tarafından üzerinde yemek yenilecek olan pirinçten yapılmış büyük
yuvarlak bir sininin getirildiğini ve bu sininin ayakkabı yüksekliğinde olan
sehpaların üzerine yerleştirildiğini söyler. Akabinde sinilerde konuk
sayısından çok daha fazla ekmek dilimi olduğunu ve herkes için biri boynuzdan
ve diğeri abanoz ağacından yapılmış olan iki kaşık konulduğunu, bunlardan
birincisinin şerbet ve sulu tatlılar için diğerinin ise elle yenemeyen tüm yiyecekler
için kullanıldığını belirtir (s. 142).
Petersen
(Artvin) / odanın ortasına büyük bir örtünün
(peşkir) serildiğini ve büyükçe bir sininin konulduğunu, konukların sırayla
sininin etrafına oturduklarını, yemeğe başlamadan önce ibrik ve tasın getirildiğini
ve herkesin ellerini yıkadığını, elleri kurulamak üzere verilen havluluların
oldukça temiz ve nakışlarla işli olduğunu söyler. Seyyah akabinde yemeklerin teker
teker bakır kaplar içinde getirildiğini, çatal ve bıçak kullanmadan herkesin
bir ekmek parçası kopararak ortadan yemeye başladığını belirtir (s. 143).
…eğlence
olarak Ünye’de av ve özellikle Yason Burnu'na at yahut kayıklarla yapılan
gezintiler oldukça revaçtadır.
…avın
bir eğlence olduğu ve yine, av için iyi ve nitelikli atların gerekli olduğu anlaşılmaktadır
(s. 144).
19.
yüzyılın ikinci yarısının başlarında Ünye’de bulunan Murat Efendi, sabah saatlerinde
satıcıların alıcılarını beklediği dükkânların yanı sıra, aynı zamanda kahvehane
olarak da çalışan berber dükkânlarının pirinçten yapılmış leğenler, kahve
ocakları ve nargilelerle canlı bir hareketliliğe girdiklerini söyler (s. 148).
…diğer
bir toplumsal mekân ise hamamlardır.
19.
yüzyılın ikinci yarısında gelen seyyahlar arasında Türk hamamlarına dair en
detaylı bilgi R. Macdonald tarafından verilmektedir.
Türk
hamamına sadece iki ya da üç kez gittiğini ve akabinde hastalığı üzerinde
iyileştirici bir etki yaptığını ve bunun bizzat kendisi tarafından test
edildiğini belirtir.
…sonrasında
hamamın yorgunluğunu atmak için kahve ve nargile içerek küçük bir odada
dinlendiğini ve bunun kendisine oldukça iyi geldiğini belirtir (s. 151).
---
Kuş,
Ayşegül. (2016), Batılı Seyyah ve
Araştırmacılara Göre 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Karadeniz Bölgesi,
Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder