13 Ağustos 2018 Pazartesi

Batılı Seyyah ve Araştırmacılara Göre 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Karadeniz Bölgesi


Ayşegül Kuş - Batılı Seyyah ve Araştırmacılara Göre 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Karadeniz Bölgesi

…oryantalizm, Amerikalı ve Avrupalıların Doğu araştırmalarını tanımlamak için kullanılan bir tabir olmuştur. Said’e göre, batı bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle kendini tanımlamak, sömürgeci amaçlarını haklı göstermek ve bunu gerçekleştirmek adına hayali bir doğu kurgulamıştır.

Batıda 19. yüzyılın sonlarında oryantalizm çalışmalarının yoğunluk kazanmasıyla birlikte, bölgenin tarihi ve bu havzada yaşayan halkların etnik ve dini kökenleriyle ilgili çeşitli iddialar ortaya atılmıştır (s. 4).

Sonuç olarak, bölgenin ve bölgedeki uygarlığın tarihini Grek kökenli kolonicilerle başlatmak, bölgeye ait kimi tarihsel gerçeklerin görülmesini engelleyici bir yapıya dönüşmüştür. Böylece meseleyi, Doğu Meselesi doğrultusunda değerlendirme eğilimi ortaya çıkmıştır. Bu yapılırken özellikle Yunanlıların koloni kurmalarından çok önce bölgede yaşayan otokton halklar, ya yok farz edilmiş yahut yaban, ilkel, barbar olarak nitelendirilerek önemsiz olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Doğu Sorunu ya da Şark Meselesi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını ve paylaşılmasını amaçlayan bir anlayışı temsil eder.

14. yüzyılın sonlarına doğru Yıldırım Beyazid döneminde ise orduya esir olarak düşen Alman asıllı seyyah Johannes Schilterberger, Müslüman Samsun’un 1398 tarihinde nasıl ele geçirildiğini gezi notlarında nakleder (J. Schilterberger, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427)).
1404 yılında gemi ile bölgede seyahat eden Clavijo, okuyucuya uzaktan gördüğü Samsun ile ilgili oldukça kısa bilgiler verir. Timur’a elçi olarak giden Clavijo Trabzon’da da bulunur. O, Trabzon’a dair okuyucuya daha ayrıntılı bilgiler sunar.
15. yüzyılın sonlarına doğru Rus asıllı Athanese Nikitin Hindistan’a giderken bölgeden geçmiştir. 1474 yılında ise Joseph Barbaro Venedik tarafından Akkoyunlu hükümdarına elçi olarak gönderildiğinde Trabzon’da bulunur. Yine İtalyan asıllı olan ve 1501 yılında yapılan savaşta Osmanlılara savaş esiri olarak düşen Giovanantonio Menavino, Çaldıran Savaşından sonra kaçarak Trabzon üzerinden Balkanlara oradan da ülkesine dönmüştür.
1539 yılında Venedik tarafından Osmanlılara karşı ittifak yapmak amacıyla İran’a gönderilen Michel Membre, eserinde bir süre kaldığı Samsun kentine dair bazı bilgiler verir (s. 6).

1571 yılında Osmanlılara karşı İran Şahı ile ittifak arayışları için gönderilen diğer İtalyan asıllı seyyah Vincenzo degli Alessandri olmuştur. O, Akkerman’dan gemi ile önce Sinop arkasından Samsun’a gelmiş ve buradan da seyahatine kara yolu ile devam ederek Tebriz’e geçmiştir.
1580’de Osmanlı topraklarında bulunan Katolik kiliselerin durumu hakkında bir inceleme yapmak üzere İstanbul’a gönderilen din adamı Pietro Ceduluni bu seyahati kapsamında Trabzon’da da bulundu.
18. yüzyılın başında bölgeye geldiği bilinen diğer bir batılı seyyah ise Joseph de Tournefort’tur. Seyyah, ilk olarak Sinop’a uğrar. Akabinde ise Samsun ve Giresun sahil şeridini takip ederek Trabzon’a gelir.

18. yüzyılın sonlarında imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra bölgeye çok sayıda batılı casus, tüccar ve seyyah gelme imkânı buldu.

Anthony Bryer ve David Winfield tarafından kaleme alınan The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos” adlı iki ciltten oluşan çalışmada kronolojik olarak bölgeye gelen seyyahların yer aldığı bibliyografya bu konuda başvurulabilecek en detaylı çalışmalardan biridir. Ayrıca Kudret Emiroğlu, büyük ölçüde adı geçen eserdeki bibliyografya çalışmasına bağlı kalarak ancak bu eserde yer almayan bazı gezi notlarını da eklediği, Trabzon Seyahatnameleri Bibliyografyası adında bir çalışma yaparak bunu araştırmacıların hizmetine sunmuştur.

19. yüzyılda bölgeye gelen seyyahların ekseriyetinin İngilizler ağırlıkta olmak üzere Fransızlar ve Almanlar olduğu dikkat çekmektedir (s. 10).

…kente (Trabzon) 19. yüzyılın ikinci yarısında gelen ilk seyyah, Frederick Walpole’dur (1850).
Cevizlik ve Trabzon arasında bulunan mesafe at sırtında 6 saat…
Cevizlik, içinde birkaç hanın, nalbanttın ve birkaç dükkânın olduğu küçük bir kasabadır.

Walpole birtakım gözlemlerde bulunmak için gittiği Trabzon-Erzurum yol yapım çalışmasında 4000 kadar işçinin çalıştığını, fakat bu rakamın abartılı olduğunu 2000 rakamının daha makul olduğunu söyler ve yol yapımında genelde mültecilerin ve yabancıların çalıştığını, yüksek kademelerde ise Alman mühendislerin yer aldığını belirtir (s. 20).

Yol yapımında çalışan işçilerin, çalışırken iş yüklerini hafifletmek için müzik dinlediklerini, devletin sağladığı çadırlarda kaldıklarını, onların sağlık sorunları ile ilgilenecek bir doktor ekibinin bulunduğunu, fakat işçilerin oldukça dikkatsiz çalıştıklarını ve bunun yaralanmalara yol açtığını söyler (s. 21).

Seyyah, kentte mevsimlerin geriden geldiğini, kış olmasına karşın pazarların başta incir olmak üzere meyvelerle dolu olduğunun altını çizer.
19. yüzyılda (…) Trabzon’a gelen seyyahların önemli bir bölümü gezi notlarında kentin antik dönem geçmişi hakkında bilgi vermeyi daha önemli bulur (s. 22).

Kırım Savaşı esnasında Kars’ta sıhhiye görevlisi olarak bulunan Humphry Sandwith (Trabzon’u) ziyaret eder.
İçinde Trabzon’un da bulunduğu kıyı kentlerinin limanlarının fiziki durumlarının karaya çıkmaya pek müsait olmaması, Samsun örneğinde de tartışıldığı gibi, büyük bir sorun teşkil etmekte ve bu konu seyyahlarca sıkça yinelenmektedir (s. 23).

Gümüşhane / Sandwith, burasının Tanrı tarafından kendisine bahşedilmiş doğal bir güzelliğe sahip bir yer olduğunu belirtir. Aynı zamanda büyük baş hayvanları ve mısırı da oldukça bol bir yerdir. Ayrıca (…)  kereste açısından zengin ağaçlarla dolu bir yerdir (s. 24).

1855 yılında kente, askeri görevli olarak İstanbul’dan bir Avusturya buharlısına binerek Trabzon üzerinden İran’a gitmek üzere R. Macdonald gelir. …kendisinin belirttiğine göre, romatizma hastalığının nüksetmesi üzerine bir süreliğine şehirde kalmak zorunda kalır.
…her gün yürüyüşe çıkarak şehri keşfetmeye çalışır. Bu gezintileri esnasında kentin evlerine ve sokaklarına dair izlenimlerini aktaran seyyah, Trabzon’un tıpkı diğer Türk şehirleri gibi dar ve pis sokakları olduğunu, evlerin çamurdan yapıldığını ve genelde tek katlı ve çatılarının ise düz olduğu bilgisini verir.
…daha erken olabilecek bir tarihte Trabzon’da bulunmuş olan Alman seyyah Karl Koch, gezdiği sokaklar hakkında bunun tam tersi şeyler söyler (s. 25).

Vambery, 1862 yılında İstanbul’dan bindiği gemi ile Trabzon’a yeni vali olarak atanan Emir Muhlis Paşa ile birlikte gelir.
…kentin bir Pers asilzadesi tarafından kurulan Pontus Devleti’nin başkenti olduğuna dair bilgi verir.

1869 yılının şubat ayının sonlarında Trabzon’a Fransa hükümeti tarafından doğu illerinde araştırma yapmak üzere gönderilen doğa bilimci Teophilé Deyrolle’ gelmiştir.
…sahilin sığ olması nedeniyle büyük vapurların açıkta demirlediğini, vapur geldiği zaman sürü ile üşüşen kayıklarla karaya çıkıldığını (…) yolcuların hamalların sırtında karaya ayak basabildiklerini söyler.
…limandan çok uzak olmayan Gâvur Meydanı hakkında bilgi verir (s. 28).

…çarşıda bulabilecekleri eşyaların adeta bir listesini verir:
İran’ın Horasanın ve İzmir’in en güzel halılarından, Halep’in, Diyarbakır’ın ve Bursa’nın en güzel kumaşlarından en ince ve nefis telkâri işlere, çok pahalı kıymeti taşlara, antika silahlara, edvarı kadimeden kalmış paralara varıncaya kadar, ne istenirse bu çarşıda vardır. Fakat şehri gezen bir kişi bitpazarının küçük loş dükkânlarını ve dar sokaklarını aramasını bilmelidir (s. 29).

Trabzon’dan kalkan bir kervanın ilk duraklarından olan Cevizlik kasabasında, hanlar ve kervanların ihtiyaçlarını giderecek çok sayıda dükkân olduğunu söyler (s. 30).

Trabzon’a 1876 yılının ağustos ayında James Bryce gelmiştir.
Bryce şehrin adının, pek çok seyyahın kentin adının kökeni konusunda yineledikleri gibi, Yunanca masa anlamına gelen kelimeden geldiğini belirtir (s. 34).

Bryce’ı müteakip Trabzon’a Alman asıllı olan Amand von Schewiger-Lerchenfeld gelir.

…şehrin I. Alexius tarafından kurulan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun başkenti olduğunu söyler. Ona göre, bu devletin siyasi nüfuzu Sinop’a kadar olan küçük bir hâkimiyet sahası ile sınırlıdır. Bu nedenle, imparatorluk sıfatı ile adlandırılmayı hak etmez (s. 36).

16 Ağustos 1893 tarihinde, Trabzon’a (…) H.F.B Lynch gelir.
17. yüzyılın ortalarındaki kayıtlarda şehirde 30.000 den fazla bahçe ve Boz Tepe civarının ise tamamen üzümlerle dolup taştığı yazılıdır (s. 47).

…seyyah, tarih boyunca şehri ele geçirmek için yapılan saldırıların hep güney cephesinden gerçekleştiğinin altını çizer (s. 48).

Seyyah, Trabzon’un eski kiliselerinin bazılarının camiye bazılarının ise hamama çevrildiğini ve bu binaların kentin sahip olduğu en dikkat çekici yapıları olduğunu söyledikten sonra, eskiden katedral olan fakat sonra camiye çevrilen Orta Hisar Camisini ziyaret eder (s. 50).

Batılı Seyyah ve Araştırmacılara Göre Samsun ve Çevresi
Samsun şehri 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek çok batılı seyyahın da ilgisini çeken bir bölge olmuştur.

19. yüzyılın ikinci yarısında 1850 yılında Samsun ve çevresine, anlaşıldığı kadarıyla, ilk gelen Frederick Walpole adında batılı bir seyyahtır.
Samsun ağaçlarla kaplı tepelerin eteğinde kurulmuş sevimli bir yerdir. Fakat kentin kuzey doğusuna doğru uzun bataklıklardan oluşan vahşi bir ormanlık alan bulunmaktadır. Muhtemelen burayı esir eden salgın hastalıklar, bu noktadan şehre yayılmaktadır. Bu durum Samsun’un yaşamak için uygun bir yer olmasını engellemektedir.

Walpole daha sonra Müslüman halkın Gâvur Samsun olarak adlandırdığı Eski Samsun’a bir keşif gezisi yapar. O, Eski Samsun’a dair ise şunları söyler: Burası şimdilerde mısır ve tütün yetiştirilen Eski Amisos’un bir zamanlar kurulu olduğu batıya doğru uzanan bir yerdir. Şimdiki kentin kuzey-kuzey-batı istikametinde bir burun üzerinde yer alır (s. 60).

Samsun’a dair yazılan ilk yabancı eseri kaleme alan Vadala, Amisos isminin halis yerli ve Asyalı, Amisos’u kuranların ise Asyalılar ve büyük bir olasılıkla Karyalılar olduğunu, asla Miletli ya da Yunanlılar olmadığını söyler ve Yunan perisi olan Amisos’un şehre adını verdiği yönündeki görüşleri ise bütünüyle reddeder.

Alman asıllı Anderas David Mordtman, 1850’de Samsun’a gelmiş…
Çakallı'ya geldiğinde, Selçuklular dönemine tarihlendirilen Çakallı Han’a dair bilgiler vererek, bu hanın gelişmiş Türk kentlerinde bulunan büyük taş binalara benzediğini, çevrede bulunan diğer ahşaptan yapılmış olan derme çatma hanlardan bu anlamda farklılaştığını belirtir.

1850’den sonra bölgeye gelen Franz Von Werner’dir. O, Kırım savaşında Osmanlı’ya sığınarak Murat Efendi adını alır. 1854 yılında görevli olarak gittiği Ünye’de Haznedaroğlu ailesiyle tanışır.

Murat Efendi, Yunanlıların sevimsiz deniz diye niteledikleri Karadeniz’in kıyısında kurulmuş olan Ünye’yi, tarihsel olarak Argonautlar zamanına kadar geriye götürür.
Ne muhteşem binalar ne aç insanlar, ne fabrikalar ne de fabrika işçileri vardı. Yine kentte misyonerler, günahkârlar, avukatlar ve onları gerektirecek olaylar da yoktu. Son olarak, “küçük haberler” ve “dedikodular” veren bir gazete de bulunmuyordu. Kaldı ki, gazete sütunlarını arsızca kaplayacak intihar ve skandal haberler de yoktu.

(verdiği bilgilerden) Rum evlerinin sahilin taşlık tarafında olduğu, kısmen denize doğru uzandığı, fakat kasabaya hâkim olan hoş kokulu yeşilliklerin burada görülmediği, evlerin birbirine bitişik olduğu, hastalıklı ve dermansız bir görünüm arz ettiği, boz renkli bir fon üstüne grinin koyu tonlarını içeren renkler taşıdığı anlaşılmaktadır (s. 63-64).

Murat Efendi, Osmanlı çeşme yaptırma geleneğinin devletin ileri gelenleri arasında oldukça yaygın bir gelenek olduğunu, bunun nedeninin ise temiz suyun Osmanlı yaşam tarzında temel bir unsur olarak görülmesi olduğunu ve dolayısıyla bu tarz yapıların bu coğrafyada sıkça görülmesinin şaşırtıcı olmadığını söylemektedir (s. 65).

Ona göre, Osmanlı’da yapılan yeni tarz binalar batılı tarzdan iki bakımdan farklılık gösterir. İlk olarak, bu evlerin çok fazla pencereleri vardır ve bu pencereler çıtalarla yapılmış, dışarıdan sıvanarak kireçle boyanmış duvarların sanki basit birer pencere çerçevesi gibi görünmesine neden olmaktadır. İkinci olarak ise evlerin mahrem bölümünü dış gözlerden koruyan kafesler (muşabbak) barındırmasıdır (s. 66).

1864 / Amerikalı misyoner Henry John Van Lennep
Samsun’da modern bir limanın olmayışı, ticareti ve dolayısıyla tüccarları oldukça derinden etkilemiştir. Bu durum, yerli ve yabancı gemilerin açıkta demirlemesine, yolcu ve yüklerin ise mavnalarla kıyıya taşınması gibi ikinci bir işleme yol açmaktaydı.
Evler birkaç büyük taşın yere yatırılarak ana kalasların bu taşlar üzerine konulması ile inşa edilmiştir. Bunun nedeni ahşabın çabuk çürümesinin önüne geçilmesidir.
Çatı için ise yine ahşap tahtalar kullanılır, çivi piyasada çok bol olmadığı için, tahtalar çatıya yerinden çıkmasınlar diye ağır çakıl taşları kullanılarak döşenir. İç kesimlerde ise evler genellikle birbiri üzerine yatay olarak konulan ağaç kütüklerden inşa edilmektedir. Aralarda oluşan boşluklar ise çamur ile doldurulmaktadır (s. 68).

Lennep, Çakallı Han’ın yanı sıra bölgede bulunan diğer yeni yapım hanların, taş yerine bölgede bol miktarda bulunan ahşaptan yapıldığını söyler. Bunun nedeninin ise bölgede hâkim olan toprak yapısının killi toprak olmasından ötürü taşın kolaylıkla elde edilemediğine ve bundan ötürü Samsun’da dâhil olmak üzere ev ve hatta çatı yapımında ahşap materyalin yaygın olarak kullanıldığını belirtir (s. 71).

Batılı Seyyah ve Araştırmacılara Göre Artvin ve Çevresi
…yapılan bilimsel çalışmalarda, tespit edebildiğimiz kadarıyla, yeterince ele alınıp değerlendirilmemesiyle dikkat çeken şehre, 19. yüzyılın ikinci yarısında gelen tek seyyahın Alman asıllı olan Petersen olduğu görülmektedir. Seyyahın 1882 yılının Ağustos ayında Artvin’ de bulunduğu esnada şehir artık bir Osmanlı toprağı değildir ve Rusya’nın hâkimiyeti altındadır (s. 80).

Petersen uzaktan gördüğü yeşillikler içinde ve bir dağ yamacında kurulmuş olan şehrin beyaz evleri ile hoş bir manzara sergilediğini söyler.

Şehir hoş bir köy görünümünde ve birkaç mil boyunca dağın eteklerine doğru yükselmekte, karşı dağlardan bakıldığında dışı beyaz ve çatıları kırmızı kiremitli evler İsviçre’de olan evleri anımsatmakta ve yükselen minareler dışında hiçbir şey size doğuda olduğunuz hissini vermemektedir.

Seyyah ayrıca yol üzerinde kentin Çoruh’a bakan kısmında yüksekçe bir kaya üzerinde ise Tamara dönemine ait kaya harabelerinin olduğunu da söyler (s. 81).

Seyyah şehrin sokaklarının ise kurulmuş olduğu coğrafi konum gereği oldukça dar ve dik olduğunun ve sokaklarda neredeyse kimsenin dolaşmadığının altını çizer.
…kentin en işlek yerinin ise merkezde bulunan camiye yakın yerde olan çarşısı olduğunu, burada Batum’dan gelen İngiliz ve Fransız ürünlerini bulmanın mümkün olduğunu da belirtir.
…ziyaretlerinin birini Ardanuç’a yapan gezgin buranın bir dağın eteklerinde kurulu olduğunu ve bitki örtüsünün diğer yerlere nazaran çok zengin olmadığını söyler.
Şavşat’da eve benzeyen yapıların olmadığını sadece merkezinde birkaç tahta barakadan oluşan kulübeler olduğunu söyler.
Murgul’un doğal manzara itibarıyla Trans Kafkasya’nın en güzel noktalarından birini teşkil ettiğini söyler. Ona göre, zengin bir bitki örtüsüne ve mutedil bir iklime sahip olan Murgul’da yol güzergâhı boyunca elma, erik, armut ve ceviz olmak üzere çok sayıda meyve bahçesi görmek mümkündür ve bu meyvelerin hepsi kendiliğinden doğal olarak yetişmektedir (s. 82).

DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNİN SOSYO-KÜLTÜREL YAPISI
Modern anlamda Osmanlı Devleti, ilk nüfus sayımının yapımına 1831 ve 1844 yıllarında olmak üzere iki kez girişmiş, fakat bu ilk iki sayımda tamamlanamamış ve yarım kalmıştır.

Hanefi Bostan, Mehmet Öz ve Bahaeddin Yedi yıldız gibi tarih araştırmacılarının tahrir defterleri üzerine yaptıkları çalışmalarla bölgenin demografik yapısı büyük ölçüde tespit edilmiştir (s. 84-85).

…Bostan, Trabzon kazasının nüfusunu, 1515 yılında 29.375, 1554’ de 37.571 ve 1583’de ise 42.027 olarak belirtir.

17. yüzyıldan itibaren tımar sistemin bozulması ile birlikte 17. ve 18. yüzyıllara ait güvenilir ve sağlam bilgi bulunmamakta…

Bunun yanı sıra, devletin girdiği savaşlar nedeniyle konulan ağır vergiler ve devletin otoritesinin sarsılmasının neticesinde ortaya çıkan eşkıyalık olayları halkın bölgeden göç etmesine neden olmuştur (s. 86).

1485 yılında Samsun’un Müslüman nüfusu 276 neferden oluşmakta idi ve bunlar 9 mahallede yaşıyorlardı. Öz, daha ayrıntıya girerek 1485 yılında şehrin nüfusunu kalenin mülazımları dışında yaklaşık olarak 2.410 kişi olduğunu, bunlardan 1.555’nin Müslüman, 855’nin ise gayrimüslim olduğunu belirtir (s. 87).

1810-1920 Yılları Arasında Trabzon ve Samsun’un Tahmini Nüfusları (s. 95)

Trabzon
Samsun
1810
11300
2700
1820
17500
2900
1830
21250
3000
1840
30000
3100
1850
32500
3500
1860
33750
4000
1870
35000
7000
1880
36250
9000
1890
38000
11000
1900
37500
17000
1910
38000
40000
1920
32500
33000

Cuinet’in çalışmasında Canik, Lazistan ve Gümüşhane sancaklarını içine alan Trabzon Vilayetinin toplam nüfusu 1.047.700 olarak verilmekte ve bu nüfusun 806.700’ü Müslüman, 193.000’ü Rum, 47.200’i Ermeni, 800’ü ise diğerleri olarak verilmektedir (s. 96).

Trabzon kentinin nüfusu, 19. yüzyılın ikinci yarısında farklı bir dönemece girmiş, dönemin siyasi ve ekonomik koşullarına bağlı olarak nüfus artışı Kırım Savaşı esnasında bir takım sosyal, siyasi ve ekonomik nedenlerle 70.000’e kadar çıkmış, ancak 1860’lı yıllardan itibaren ise düşüş eğilimi içine girmiştir. Kentin nüfusuna dair yerli ve yabancı kaynaklarda verilen farklı bilgiler değerlendirildiğinde, kentin nüfusunun 19. yüzyılın sonunda yaklaşık olarak 30.000-35.000 civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Doğu Karadeniz Bölgesinin diğer önemli liman kentlerinden biri olan Samsun ise 19. yüzyılın ortalarından itibaren, yeniden gelişmeye başlayan bir kent görünümündedir (s. 98).

Bryer ayrıca Samsun’un nüfusunun 1850’li yıllara kadar büyük oranda Türklerden oluştuğunu ve kentin bundan ötürü bir Türk şehri olduğunu, ancak yüzyılın ikinci yarısında bu durumun değiştiğini, kentin nüfusunda meydana gelen artışlarla Trabzon’da olduğu gibi Samsun’da da Rumların nüfus olarak güçlendiklerinin altını çizer. O, Samsun şehrinde Rumların %38,7, Türklerin %43,2, Ermenilerin %10,8 ve diğerlerinin oranını ise %7,3 olarak belirtir (s. 101).

Petersen, Artvin’in 1882 yılına ait toplam nüfusunun 5.328 kişi olduğunu belirtir. Seyyah bölgede, eskiden olduğu gibi, Ermenilerin nüfusun büyük kısmını oluşturduğunun altını çizer (s. 102).

1878 yılına ait salnamede kazanın toplam erkek nüfusu 18.371 olarak verilmektedir. Bu nüfusun 16.283’ünü Müslümanlar, 1643’ünü Katolik Ermeniler, 445’ini ise Gregoryen Ermeniler oluşturmaktadır (s. 103).

Salgın hastalıklar toplumların demografik yapısında büyük tahribatlara yol açarak sosyal ve siyasal yapıda sistem değişikliklerinin vuku bulmasına sebebiyet vermiştir.
Bölgede Trabzon’un ithalat ve ihracat limanı konumunda olması, Kerç, Şekvetil, Faş, Sohum, Batum, Hopa ve Trabzon liman ve iskeleleri arasında yapılan deniz ticareti ve aynı zamanda Trabzon Vilayeti dâhilindeki diğer limanların Anadolu’nun iç kesimlerine sevkiyat limanı olması bu hastalıkların ortaya çıkmasını ve hızlı bir şekilde diğer yerlere yayılmasını kolaylaştırmaktaydı.

18. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve İmparatorluğun genelinde etkisini hissettiren veba salgını 19. yüzyılın başlarından itibaren kontrol altına alınmış ve tehdit olmaktan çıkmıştır.
…kolera ise 1830’lu yıllardan başlayarak etkisini göstermeye başladı. Bunda, 19. yüzyılın ortalarından itibaren buharlı gemilerin ve demiryollarının devreye girmesi (…) önemli bir rol oynamıştır.
…kolera salgınları 19. yüzyılda vebadan daha fazla tahribata yol açan bir hastalık olmuştur (s. 105).

Walpole kentin kuzey-doğu kısmında bataklıklı bir ormanın uzunca bir şeridinin humma ve sıtmaya sebebiyet verdiğini belirtikten sonra, bu durumun kentte uzun süreli ikametin cazibesini azalttığını vurgular.

1864 yılı Ocak ayında Trabzon’da günde 20-40 arası göçmen hayatını kaybetmekteydi.

1863-1864 kışından itibaren göç hareketi bir çığ gibi büyüdü. Rus hükümeti tarafından 40 ile 50 bin arası olacağı belirtilen göçmen sayısı, özellikle 1864 baharında 400.000’e çıkmıştı.

1877-78 Osmanlı-Rus Harbi'nin hemen öncesinde ve savaşın sürdüğü müddetçe Rusya’dan on binlerce Müslüman Osmanlı topraklarına geçti.

1864 yılının sonlarında kitlesel bir boyut alan göçler neticesinde Osmanlı Devleti’ne sadece Doğu Çerkezistan’dan gelen muhacir sayısı tahmini olarak 522.000 kadardır.

1866 yılında tahminen 1 milyon Çerkez başarılı bir şekilde Osmanlı Devleti topraklarına yerleştirilmiştir.

Bölgenin Etnik ve Dini Yapısı
Osmanlı toplumu değişik milletlerin bir arada bulunduğu ve toplum yapısının İslam dini esaslarına göre düzenlendiği bir şekilde idare olunmaktaydı. II. Mehmet zamanından beri devam eden bu düzen 19. yüzyılda gayrimüslimlere tanınan yeni haklarla birlikte değişikliklere uğramasına rağmen varlığını İmparatorluğun sonuna kadar devam ettirdi.
19. yüzyılda devletin sosyal yapısında kendisini belirgin olarak gösteren birtakım değişiklikler yaşanmıştır. Özellikle büyük devletlerin, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü bozma yönünde yaptıkları siyasi faaliyetler neticesinde sosyal yapı üzerinde bazı değişiklikler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Selçuklular II. Kılıç Arslan döneminde bu şehrin yakınında Müslüman Samsunu kurmuşlardır. Müslüman Samsun, Osmanlılara I. Beyazid devrinde katılmıştır. Kâfir Samsun denilen Amisos ise Osmanlı topraklarına I. Mehmet devrinde 1419 yılında katılmıştır.

…seyyahların genel olarak Müslümanlardan ziyade ilgilerini gayrimüslimlere yoğunlaştırdıkları dikkati çekmektedir.
Bölgenin uygarlık tarihinin Greklere bağlanmasının temel nedeninin, batı-merkezci bakış açısı olduğu söylenebilir. Batı-merkezci bu bakış açısı, 19. yüzyılda Yunanistan’ın bağımsız bir devlet yapılmasında ve Osmanlı Devleti’nin parçalanmasında da bir propaganda aracı olarak etkin bir biçimde kullanılmıştır.

Murat Efendi, Müslümanlar arasında Kürtleri ve Lazları, sahip oldukları genel karakter özellikleri nedeniyle Türklerden ayrı tutmak gerektiğini söyler. Ona göre, eskilerin Gordonyalı olarak adlandırdıkları Kürtler, Küçük Asya’nın içlerinden gelirler ve deve kılından yapılmış çadırlarını şehrin dışında kurarlar. Eğer Van ve Kerkük gibi şehirlere yerleşmemişlerse hayvancılıkla ama daha çok soygunculukla uğraşırlar (s. 125-126).

Laz lehçesinin İber dil ailesinin bir kolu olduğunu ve bunun da onların İmeretiya, Mingrelya ve Gürcü halklarla akrabalığını ortaya koyduğunu belirtir (s. 127).

Rum Cemaati
Rumlar, bölgenin Müslümanlardan sonra en kalabalık dini topluluğunu teşkil etmektedir.
Trabzon Rum cemaatini etkileyen ilk olay 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı olmuştur.

Yerasimos’un kentte bulunan bir Fransız Konsolosundan aktardığı bilgilere göre;
Rumlar kendi içlerine kapalı ve birbirlerine de pek fazla değer vermiyorlar… …onlar kendini beğenmiş, açgözlü, kötü niyetli ve korkak…  

Trabzon’daki bir Rum okulun öğretmeni tarafından Pontus ve Trabzon tarihi üzerine kaleme alınan ve 1870’de yayınlanan kitaba göre; Rumlar genel olarak ticari bir kafaya sahiptirler. Ancak içe kapanıktırlar ve az ziyaret edilmektedirler (…) misafirperver de değillerdir, Helen kültürünün belirgin özelliklerinden olan iyi huyluluk ve güler yüzlülük bu bölgede yaşayan Rumlarda görülmemektedir.

Bıjışkyan da Rumların bazılarının evlerinde özel şapeller bulunduğunu söyler. Ona göre, bazı Rum ileri gelenleri birbirleri ile konuşmadıkları zaman kiliseye gitmemek için evlerinde şapeller inşa etmekte ve kiliseye gitmemektedir. O, Rumlar arasında dargınlıkların hiç eksik olmadığını belirtir (s. 131).

Deyrolle, Rum cemaatinin Rusya’ya karşı olan temayülleri hakkında şunları söyler:
Trabzon Rumları ki, Ermeniler gibi devletin reaya dediği tebaalarıdır. Bab-ı Ali’den ziyade Rusya’ya karşı bir bağlılık, muhabbet göstermektedirler. Onları bu tercihe sevk eden mantığı anlamak kolay değildir. Bence efendinin değişmesi zararlarına olacaktır.

Ermeni Cemaati
Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olmasının ardından Osmanlı Devleti daha önce başkentte ve taşrada önemli mevkileri elinde bulunduran Rumların yerine Millet-i Sadıka olarak nitelendirdiği Ermenilere görev vermeye başlamıştı.
Ermeni cemaati ticari ve ekonomik yaşam içindeki önemli faaliyetlerinin yanı sıra yönetim kademlerinde de önemli görevlere getirilmişlerdir (s. 133).

19. yüzyılın başlarında Protestan misyonerler, Osmanlı topraklarına geldiklerinde zaten hali hazırda Gregoryen ve Katolik olarak ikiye bölünmüş bir yapıyla karşılaşmışlardır. Trabzon’da da durum bundan çok farklı değildi. Fransa’nın gayretleri neticesinde Gregoryen Ermenilerin bir kısmı Katolik, Amerikalı misyonerlerin çalışmaları sonucu ise Protestan mezhebine dâhil olmuşlardır.

1871’de kentte bulunan Cunynghame, Ermenilerin 19. yüzyılın ikinci yarısında kentin (Trabzon) ticari ve ekonomik hayatında oynadığı role dair bazı ipuçları vermektedir. Ona göre, kentte bulunan işyerlerinin ekseriyeti Ermenilerin elindedir ve diğer cemaatlerin, özellikle de Müslümanların elinden aldıkları birtakım imtiyaz ve kapitülasyonlarla, zorla ele geçirdikleri bu ekonomik ve ticari fırsatların tadını çıkarmaktadırlar (s. 134).

1882 yılında Artvin’de bulunan Petersen / Yahudilerle mukayese edildiğinde hayatlarını idame ettirme konusunda Ermenilerin daha becerikli olduklarını, bir Ermeni ve Yahudi’nin asla aynı yerde olmalarının mümkün olmadığını söyler (s. 135).

1854 yılında Ünye’de kalan Murat Efendi / Ona göre, pırlantalar ve şal kumaşlar Osmanlı kadının vazgeçilmez birer parçasıdır…
…yalnızca kış mevsiminde dışarı çıkarken kısa yün çoraplar giydiklerini söyler. Ona göre, kadınlar bu çorapların üzerine sarı renkte keçi derisinden mest giymekte, yaz aylarında giyilen terliklerin yerini bir çeşit tahta terlikleri (nalın) almakta ve bu terliklerin ön ve arka kısmında yüksek topuklar bulunmakta, bunların üzerinde yürümek ise özel bir maharet gerektirmektedir.
…çarşıda kadınların kıyafetlerinde kullandıkları ipekli ve perkal kumaşlar ile (…) beyaz ve mavi kareli çarşaflar satılmaktadır.
…mest hem kadın hem de erkekler tarafından giyilirdi.
19. yüzyılda mestin üzerine pabuç veya kundura giyilirdi.
Türkler tarafından giyilen çoraplar genellikle el örgüsü türündendi (s. 137).

1864 göçü esnasında Samsun’da bulunan Lennep / Müslüman kadınların kırmızı ve beyaz çizgili büyük bir örtü taktıklarını, Rum kadınların ise koyu mavi renkte bir örtü taktıklarını söyler…
19. yüzyılda, diğer seyyahların da belirttiği gibi, gerek Müslüman gerekse gayrimüslim kadınlar benzer şekilde örtünmektedirler. Sadece örtünme amaçlı kullandıkları kumaşın renkleri farklılık göstermektedir (s. 138).

Murat Efendi / Türk ailesinin sadece evlilik ve sünnet gibi iki olayı düğünle kutladığını söyler.
…yıldönümü ve anma günleri kutlanmamakta, doğum günleri yalnızca anneler tarafından hatırlanmakta, batıda olduğu gibi isim günü kutlamaları ise hiç bilinmemektedir.
…düğünde yer alan eğlenceler hakkında da bilgi verir. O, avluda hokkabaz ve cambazların, ateş yutanların, bıçak oyuncusu İranlıların ve ayı oynatıcısı Kürtlerin her türlü hünerlerini göstererek seyircilerini eğlendirdiklerini söyler.
…at yarışları ve ulusal eğlence olarak nitelendirdiği güreşler olduğunu, güreşlerin önemli şenliklerin doruk noktasını oluşturduğunu belirtir.
Karagöz gösteresinin Türklerin geleneksel kukla oyunu olduğunu…
…kuklacının aynı zamanda karakterleri seslendirdiğini ve müstehcen sözlere yer verdiğini, Osmanlıların katı utanma duygularının bu müstehcen sözlerden incinmediğini söyler (s. 140-141).

Karadeniz Bölgesinde misafirin geldiğini haber vermede ve karşılamada, kınaya ve düğüne gelen davetlilerin silah atarak gelmeleri, kısacası her vesile için silah atılması önemli ve yorumlanmaya değer bir seremoni veya adettir (s. 141).

Murat Efendi (Ünye) / yemeğe geçilmeden önce hizmetkârlar tarafından üzerinde yemek yenilecek olan pirinçten yapılmış büyük yuvarlak bir sininin getirildiğini ve bu sininin ayakkabı yüksekliğinde olan sehpaların üzerine yerleştirildiğini söyler. Akabinde sinilerde konuk sayısından çok daha fazla ekmek dilimi olduğunu ve herkes için biri boynuzdan ve diğeri abanoz ağacından yapılmış olan iki kaşık konulduğunu, bunlardan birincisinin şerbet ve sulu tatlılar için diğerinin ise elle yenemeyen tüm yiyecekler için kullanıldığını belirtir (s. 142).

Petersen (Artvin) / odanın ortasına büyük bir örtünün (peşkir) serildiğini ve büyükçe bir sininin konulduğunu, konukların sırayla sininin etrafına oturduklarını, yemeğe başlamadan önce ibrik ve tasın getirildiğini ve herkesin ellerini yıkadığını, elleri kurulamak üzere verilen havluluların oldukça temiz ve nakışlarla işli olduğunu söyler. Seyyah akabinde yemeklerin teker teker bakır kaplar içinde getirildiğini, çatal ve bıçak kullanmadan herkesin bir ekmek parçası kopararak ortadan yemeye başladığını belirtir (s. 143).

…eğlence olarak Ünye’de av ve özellikle Yason Burnu'na at yahut kayıklarla yapılan gezintiler oldukça revaçtadır.
…avın bir eğlence olduğu ve yine, av için iyi ve nitelikli atların gerekli olduğu anlaşılmaktadır (s. 144).

19. yüzyılın ikinci yarısının başlarında Ünye’de bulunan Murat Efendi, sabah saatlerinde satıcıların alıcılarını beklediği dükkânların yanı sıra, aynı zamanda kahvehane olarak da çalışan berber dükkânlarının pirinçten yapılmış leğenler, kahve ocakları ve nargilelerle canlı bir hareketliliğe girdiklerini söyler (s. 148).

…diğer bir toplumsal mekân ise hamamlardır.

19. yüzyılın ikinci yarısında gelen seyyahlar arasında Türk hamamlarına dair en detaylı bilgi R. Macdonald tarafından verilmektedir.
Türk hamamına sadece iki ya da üç kez gittiğini ve akabinde hastalığı üzerinde iyileştirici bir etki yaptığını ve bunun bizzat kendisi tarafından test edildiğini belirtir.
…sonrasında hamamın yorgunluğunu atmak için kahve ve nargile içerek küçük bir odada dinlendiğini ve bunun kendisine oldukça iyi geldiğini belirtir (s. 151).

---
Kuş, Ayşegül. (2016), Batılı Seyyah ve Araştırmacılara Göre 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Doğu Karadeniz Bölgesi, Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder