Georg
Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)
Stuttgart’ta doğdu. Babası bir devlet
memuruydu. 1778’de Tübingen Üniversitesinde
ilahiyat eğitimine başladı. 1801 yılında Fichte’nin desteğiyle Jena
Üniversitesine atandı. Fichte ve Schelling’in Felsefi Sistemleri Arasındaki Ayrım
adlı kitabı bu dönemde yayınlandı. Bu yapıtında Schelling’in düşüncelerini
savunur.
1807’de Tinin Fenomenolojisi’ni (Phenomenologie des
Geistes) yayımladı.
1812’de Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik) yayımladı.
1816’da Heidelberg üniversitesinde göreve
başladı. Bu dönemde Özet Olarak Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’ni yayımlamıştır.
Bu yapıtta felsefi sisteminin üç ana bölümünü oluşturan Mantık Bilimi, Doğa
Felsefesi ve Tin Felsefesi başlıklı bölümleri özetlemiştir.
1821’de Ana Çizgileriyle Hukuk Felsefesi, 1827 ve 1830’da Ansiklopedi’nin
yeni düzenlemeleri yayımlanmıştır.
Ona göre felsefe söz konusu olduğunda,
gizemli-mistik sezgilere ve duygulara başvurmak kesinlikle onaylanacak bir yol
değildir. Felsefede biçim ve içeriğin birliğine inanıyordu, felsefe ancak
kavramsal dokusu açık, net ve bağlantılı bir sistem bütünlüğü içinde
varolabilirdi.
Hegel’in Nesnel İdealizmi
Mutlak’a Giden Yol
Kant, fenomen ve deneyim dünyasının
arkasında, algılanamayan bir dünyanın varolduğunu söyledi. Noumenal dünya
dediği bu dünya, kendinde nesnenin dünyasıdır. Kant’a göre bu dünyanın
bilgisini elde etmek mümkün değildir. Kant’ın takipçileri bu olanaksızlığı
aşmaya çalıştılar. Kant’a karşı şu tezi öne sürdüler: “Varolan her ne varsa
bilinebilir.” Bunun sonucunda da Kant’ın eleştirel felsefesi metafizik
idealizme dönüştü.
“Her
gerçeklik ussaldır, ussal olan gerçektir”
Hegel
Bilinemeyen hiçbir şey olmayacağına göre,
mutlak gerçekliğin en içsel dokularına dek inen bir bilgi sistemi oluşturulabilir.
Bu gerçeklik, ussallığın bir formu olmalıdır.
Bilginin tüm nesneleri ve bundan dolayı tüm
nesneler ve böylece tüm evren, mutlak bir öznenin, bir mutlak zihnin
ürünüdürler.
Hegel’in varlık mantığında Kant’ın bilgi
kategorileri birer varlık kategorisine dönüştürülmüştür.
Kant’ın kategorileri salt olanaklı bilginin
gerçekleşmesini sağlarlar oysa Hegel için kategoriler varlığın birer tarzıdır
ve bu nedenle bireysel herhangi bir zihinden bağımsızdırlar. Nesnel gerçeklik
kazanan kategoriler gerçekliklerini mutlak zihinde temellendirirler. Bu da bizi
tin felsefesine götürür.
Mutlak’ın / tinin diyalektik süreci
Tez
|
Mantıksal İdea ya da kavram
|
Mantık (Mutlak’ın doğasını inceler, bu
nedenle metafiziktir)
|
Kendinde mutlakı inceler
|
Anti-tez
|
Doğa
|
Doğa felsefesi
|
Kendi-için mutlakı
inceler
|
Sentez
|
Tinsellik
|
Tin felsefesi
|
Kendinde ve kendi-için mutlakı inceler
|
Bununla Hegel, gerçek dünyanın insan zihinlerinin
öznel kavramlarından daha fazla olarak bir gerçekliğe sahip olduklarını
söylemek istemiştir.
Hegel, düşünmenin nesnesinin her hâlükârda
düşünmenin kendisinden ibaret olduğunu söyler. Bu şekilde bilme ve varlık arasında
bir özdeşlik vardır. Bilme ve varlık bir madeni paranın sadece iki yüzü
gibidirler. Kuşkusuz, Hegel bir özne ve bir nesnenin, bir kişi ve bir dünyanın
farkındadır ama onun idealizminin özü, bizim bilincimizin objesi, deneyimlediğimiz
ve hakkında düşündüğümüz şeyin kendisinin düşünce olduğu fikrinden ibarettir.
Bu şekilde Hegel, gerçekliğin mutlak ideada bulunduğu fikrine ulaşmış olur.
Hegel’in uslamlamasında iki temel nokta öne
çıkmaktadır: Birincisi, bilinemeyen bir kendinde-varlık düşüncesinin kabul
edilmemesidir. İkincisi, gerçekliğin doğasının düşünce olduğu, ussallık olduğu
ve sonul gerçekliğin mutlak İdea olduğudur.
Mutlak Varlık’ın Doğası
Mutlak varlık, tek evrensel gerçeklik olduğu
için hem bilginin hem de felsefenin biricik konusudur. Mutlak salt bir bütünlüktür.
Kendi kendisinin oluş sürecidir. Bu süreç
çemberseldir; ulaşmak istediği sonul amacı başlangıçta bir erek olarak koymuştur.
Hegel’e göre gerçeklik salt bir töz değil
aynı zamanda bir özne olarak da kavranılmak zorundadır. Mutlak eğer özne ise nesnesi nedir? Hegel’e göre biricik
olanaklı yanıt, nesnesinin onun kendisi olduğudur. Bu durumda o kendini-düşünen
düşüncedir. Bunu söylemek mutlakın tin (geist) olduğunu söylemektir.
Mutlak, nesnesi kendisi olan düşünmedir, yani kendini düşünen
öznedir. Bunu söylemek mutlakın tin (geist) olduğunu söylemektir.
Hegel’e göre doğa insan tini için zorunlu
bir önkoşuldur. Doğa nesnellik alanını sağlar çünkü nesnellik alanı olmadan
öznellikten de söz edilemez. Ama ikisi de mutlak’ın yaşamındaki birer uğrak
yeridir, birer momenttir.
Bu anlamda kendini düşünen düşünce evrenin
telosu yani ereğidir. Evren ya da bütünlüğü
içinde olgusallık, kendini-düşünen-düşünce olarak tanımlanabilir.
Doğa ve tin, sonsuz ideanın (Hegel, sonsuz
ideaya Logos diyor) ya da mutlakın kendini sergilediği alanlardır.
Doğada Logos bir bakıma nesnelliğe,
kendisinin anti-tezi olan maddesel dünyaya geçer. Tin dünyasında yani insan
tini alanında logos kendini özünde olduğu gibi sergiliyor olması anlamında
kendine geri döner. Bu şekilde tez, anti-tez ve sentez (bireşim) gerçekleşmiş
olur.
Mutlak’ın yaşamı bu şekilde üç ana evreden
oluşur. Mantıksal idea ya da kavram, doğa ve tinsellik. Buradan çıkan sonuca
göre, felsefe ya da bilim sistemi üç ana bölüme ayrılacaktır: Mantık yani
mutlakın doğasını inceliyor olması anlamında metafizik; Doğa Felsefesi ve Tin
Felsefesidir.
Buna göre mantık, ‘kendinde’ mutlakı
inceler. Doğa felsefesi ‘kendi-için’ mutlakı ve Tin felsefesi ‘kendinde ve
kendi-için’ mutlakı inceler.
Mantık ve Diyalektik Süreç
Mutlakın yaşam serüveninin hangi evresinde
olursa olsun, olguların tüm akış süreci diyalektik yapı içinde gerçekleşmektedir.
Bu yöntemsel zorunluluk, Hegel felsefesinin en temel taşıyıcılarından biridir. Diyalektik
süreç üç adımlı bir devinim sergiler; tez, antitez ve sentez.
Varlık mantığı açısından diyalektik süreç varlık,
yokluk ve oluş kavramlarından oluşur. Çeşitli şeyler özel ve farklı niteliklere sahip olmalarına
karşın, onların tümünün de ortak olarak sahip olduğu bir tek şey varlıklarıdır.
Varlık, o hâlde zihnin formüle edebileceği en genel kavramdır.
Böylece mantık belirlenmemiş olanla başlar.
Varlık mantığı
Tez
|
Varlık
|
Anti-tez
|
Yokluk
|
Sentez
|
Oluş
|
Düşünce böyle soyut bir kavramdan başka bir
kavrama nasıl geçebilir?
Hegel, formel mantığın çelişmezlik ilkesini
delerek bu sorunu aşmayı denedi.
Hegel’in varlık’ı hiçbir nitelik taşımaz,
çünkü ona nitelik atfedilirse, o niteliğin varlığı olacaktır. Varlık, bütünüyle
soyut olduğu için olumsuzdur. Dolayısıyla yokluk kavramına geçiş yapmasının
önünde bir engel de yoktur.
Varlık’ı niteliklerden arı olarak düşünmeye
çalışmak bizi yokluğa götürür. Burada varlık ve yokluk özdeş değildir. Yokluk,
varlık’a içkindir.
Zihni varlıktan yokluğa bu devinimi üçüncü
kategoriyi üretir: oluş. Oluş, varlık ile yokluğun birliğidir. Olmuş olan,
henüz olmamış olan fakat gelecekte olacak olan gibi olasılıklar oluş kavramını
hem varlık hem de yokluk kipinde karşımıza çıkarır.
Varlık mantığının antitezi olan öz mantığı şu
temel diyalektik üçlüden oluşur: öz, kuvvet ve edimsellik.
Öz mantığı
Tez
|
Öz
|
Anti-tez
|
Kuvvet
|
Sentez
|
Edimsellik
|
Öz mantığında asıl amaç, öz ve dış
görüngüsel varoluşun birliği olarak betimlenen edimselliktir. Edimsellik olarak varlık, için ve dışın birliği olarak kendini
belirten özdür.
Edimsellik kategorisi başlığı altında
Hegel, töz ve ilinek, neden ve sonuç ve karşılıklı etkileşim kategorilerine yer
verir. Edimselleşen öz, töz demek olduğuna göre, burada tözün ve tek bir
nedenin mutlaka gönderme yaptığı izlenimine yol açabilir. Oysa Hegel burada
öncelikle sonlu nedenlere işaret etmektedir. Edimsellik
olarak mutlak kendini belirten özdür ve bu beliriş bildiğimiz biçimiyle evrendir.
Bu şekliyle mutlak sayıca bir değil ama aynı zamanda çoklukta birliktir; bir başka
deyişle ayrımda özdeşliktir. Bu şekilde özdeşlik mantığından ana üçlünün üçüncü
momenti olarak kavram mantığına geçilir.
Kavram mantığı
Tez
|
Öznellik
|
Anti-tez
|
Nesnellik
|
Sentez
|
Kavram (idea-düşünce)
|
Öz mantığında töz ve ilinek, neden ve sonuç
gibi kategorilerin her bir üyesi varlığını öteki üyenin varlığından alır, bir
başka deyişle varlıkları dolaylıdır. Dolaysızlık ve bir başkası yoluyla dolaylılık
alanlarının sentezi, kendini dolaylı kılma alanı olacaktır. Kendini dolaylı kılma
Hegel’in kavram dediği alandır.
Kavram mantığının diyalektik üçlüsünün tez
olarak düşüneceğimiz ilk adımı öznelliktir. Özne
açısından tümel kavramın birliği önce ‘yargı’da bölünür; birtakım yargılar
olarak karşımıza çıkar ve daha yüksek bir düzeyde ‘tasım (kıyas)’da yeniden
kurulur. Öznelliğin anti-tezi olan nesnelliğe geçildiğinde ise bu bölümün üçlüleri
olarak karşımıza mekanizm, kimyasallık ve ereksellik çıkar.
Kavram mantığının üçüncü aşamasında ise öznellik
ve nesnelliğin sentezi olarak karşımızda artık kavram yani idea (düşünce) vardır.
İdea’nın momentleri ise yaşam, bilgi ve
ikisinin birlikteliğini anlatan mutlak ideadır. Mutlak
idea tin (geist) kategorisidir. Hegel, varlığı diyalektik sürecin sonunda
kendini mutlak idea olarak ya da kendini-düşünen düşünce olarak açımlamıştır.
Doğa Felsefesi
doğa, “İdea’yı kendisinin-dışında” olarak
yansıtır. Doğada zorunluluk geçerlidir. Doğa, ussal ideanın anti-tezidir. düşüncemiz
diyalektik olarak ussal olandan-idea’dan yola çıkarak ussal olmayana yani doğaya
yönelir. Doğa kavramı bizim düşüncemizi nihayetinde doğa ile idea’nın birliğini
temsil eden bir senteze ulaştırır; bu sentez artık yeni bir kavramda, ruh
(spirit) kavramında dile gelir.
Doğa felsefesi
Tez
|
Ussal idea
|
Anti-tez
|
Doğa
|
Sentez
|
Ruh
|
Mekanik: Hegel burada Kant’ı
izleyerek uzay ve zamanın duyarlılığın formları olduğunu kabul eder.
Fizik: Hegel bu bölümde ışık,
ses, sıcaklık, elektrik, elementler ve kimyasal tepkimeler gibi fizik ve kimya
konularını ele alır.
Organik
Doğa: Jeolojik doğadan bitki dünyasını basamak yaparak hayvan
organizmaları doğasına geçer.
Tin
Felsefesi
Felsefe Ansiklopedisi’nin üçüncü büyük
kitabı, Tin Felsefesi adını taşımaktadır. Bu yapıttaki büyük üçlü “Öznel Tin,”
“Nesnel Tin,” “Mutlak Tin” biçiminde karşımıza çıkar.
Öznel
Tin
Bu bölüm için Hegel’in kullandığı alt başlık,
Antropolojidir. Bu başlık altında Hegel fiziksel dünyadaki doğal bir varlık
olarak ruh (spirit) ile ilgilenmektedir: Duyarlı, duygulu bir özne olarak ruh,
mutlak’ın, tin hâlinde kendine geldiği ilk adımdır. Organizma, salt kendi
deneyiminin ışığında ani bir uyarıcıya tepki gösterdiği zaman, zihin hayvansal
düzeyin ötesine geçerek, bilinçlilik aşamasına ulaşmış olur.
Hegel öznel tinin bundan sonraki aşamasını
Tinin Fenomenolojisi başlığı altında inceler. Bu alanda ele aldığı kavramlar
duyu deneyimi, algı, anlama yetisi, arzu, öz-bilinç, efendi-köle diyalektiği ve
akıl gibi kavramlardır. Burada birinci adım duyu algısıdır. Duyu algısı
bilincin ilk temel görünümüdür.
Özne, duyu algılarıyla dışsal nesnelerin
bilgisini elde eder. Dışsal nesnelerin bilgisi, fiziksel dünyanın, fizik yasalarına
göre etkileşen güçlerden ibaret olduğu görüşünü öngörür.
Ona göre fenomenlerin arkasındaki güçlere
nüfuz etmede tasarladığımız ve oraya koyduğumuz şeyin farkındayızdır. Şu halde, fiziksel dünyanın bilimsel kuramı öz-bilinçli varlıkları
koşul olarak gerektirmektedir.
İnsan, salt içinde yaşadığı dünyayı bilmekle,
açıklamakla kalmaz, o aynı zamanda kendi kendisinin de farkındadır. İnsan
öz-bilince nasıl ulaştı? İstek, isteme edimi bireyin ben demesine yol açar.
İstek, insanın yalnızca kendisine ben
demesini sağlamaz, ayrıca seyredilen nesne üzerinde etkide bulunmaya, onu
tüketmeye ya da dönüştürmeye yol açar.
Başka benler de vardır. Özne bunun da
farkına varır ve benler arasında istekler çakışması gereğince bir çatışma
başlar. Bu aşamada Hegel’in önemle üzerinde durduğu ve Efendi-Köle diyalektiği
olarak betimlediği öz-bilinç koşulu ortaya çıkar.
Hegel’e göre gerçek öz-bilincin yolu, kendimizi
öteki öz-bilinçlere kabul ettirmek ya da onaylatmaktan geçtiği için benler arasında
tanınma ve güç bakımından kıyasıya bir savaşım ortaya konacaktır. Bu savaşta
karşı taraf ölürse beni tanıyacak kişi de ölmüş olacaktır. Bu nedenle üstünlük
kuran kişi, karşı tarafın yaşamasına izin vererek onu köle yapar. Köle
çalışarak, doğayı biçimlendirerek kendi bilincini de geliştirir.
Hegel Hıristiyanlığın içinde bulunduğu
zihin durumuna mutsuz bilinçlilik adını vermiştir. Birey kendi içinde bölünmüştür,
iyi olan her şeyi tanrının etkinliğine yükleyerek kendini dış dünyadan soyutlamış
olduğunun bilincindedir.
Psikoloji başlığı altında Hegel, zihinsel
ve ussal edimlerin betimlenmeleriyle uğraşmaktadır. Hegel bu aşamada sonlu
tinin ya da zihnin hem kuramsal hem de pratik-eylemsel yanlarını incelemektedir.
Kuramsal ve pratik yanların birliği olarak özgür istenç olarak bir senteze ulaşır.
Hegel burada, insan özgürlüğünün düşünce ve
itkiler olmak üzere ikili bir temel üzerinde olanaklı olduğunu öne sürer.
Ona göre özgürlük istenci, bir kişilik özelliği
hâline gelir. Hegel’e göre, öznel tinin doruk
noktasını oluşturan özgürlük sadece bir kavramdır-bir ideadır.” Aklın ve yüreğin
bu ilkesi, ahlaksal, hukuksal, dinsel ve bilimsel olgusallık olarak gelişen bir
nesnel evreye dönüştüğü zaman, nesnel tinin dünyasına da ayak basılmış olur.
Nesnel Tin
Bu aşamada insan istenci düşünce ve dürtü
(akıl ve yürek), özgürlükte birleşirler. Nesnel
tini oluşturan diyalektik üçlü, hak ya da yasa, öznel ahlak ve toplumsal ahlaklılığı
kapsar.
Hak
ya da Yasa
Özgürlüğünün bilincindeki bireysel özne kendisine
bir dışsal özgürlük alanı oluşturmak ister. Böylece mülkiyet ve kişilik haklarını
kullanım alanına sokar. Bir insan anlaşma
yoluyla bir şeyleri veriyor, satıyor ya da değiştiriyorsa bu durumda iki istenç
bir araya geliyor demektir. Bu şekilde sözleşme
kavramı ortaya çıkar.
Öznel
Ahlak
Hegel, ahlak kavramının anlam bağlamını salt
bireysel istencin bir belirlenimi olarak sınırlar. Ahlaksal istenç özgür
istençtir ve kendisinin özgür olarak bilincindedir ve eylemlerin yetkili kaynağı
olarak hiçbir dışsal yetkeyi değil salt kendisini tanır. Özgür istence dayalı tüm eylemler sorumlulukla bağlantılıdır.
Özgür istence dayalı eylem amaçlı eylemdir. Amaç
ahlakın ilk evresidir ikincisi de niyet ya da iyiliktir.
Ussal istenç, aslında bir insanın gerçek
istencidir, onun ussal, özgür bir varlık olarak istencidir. Bu nedenle bir
insanın tikel istencini ussal ya da evrensel istence uyumlu kılma gerekliliği
kendini ödev ya da yükümlülük olarak kendini sunar. Somut bir ahlaksal yaşam için nesnel tinin alanındaki ikinci
diyalektik adım olan toplumsal ahlak alanına geçilebilmesi gerekmektedir. Hegel
için gerçek ahlaksallık, toplumsal ahlaklılıktır, çünkü kişinin ödevlerini belirleyen
onun toplum içindeki konumudur.
Toplumsal Ahlak
Bu alt başlık altında Hegel, toplumsal
tözden söz eder. Bu alandaki diyalektik üçlünün ilk uğrağı, nesnel tinin ilk ve
doğal etik evresi ailedir. Aile ayrımlaşmamış
birlik anlamında tümellik, sivil toplum ise tikellik momentini temsil eder.
Hukuk Felsefesi’nde devlet etik ideanın bir
olgusallığı olarak yani onun etkili bir cisimleşmesi olarak betimlenir. Hegel’in ana ilgisi, kendisinin belirttiğine göre, devleti
çözümlemektir. Devlette bireysel öz-bilinç
tümel öz-bilinç düzeyine yükselmiştir. Devlet
kötü yönetim tarafından pek çok bakımlardan bozulabilir. Bu nedenle o da
Aristoteles gibi devlette keyfiliklere ve despotizme karşı birtakım garantiler
bulunması gerektiğini kabul eder. Halkın
oy kullanma hakkı görüşünü uygun bulmamıştır. Kişisel
özgürlük ilkesini en üst düzeyden gerçekleştiren anayasadan yanadır. Savaş, Hegel için ussal bir olgudur. Savaş, çürümüş bir
sistemin bir yana atılarak tinin daha dinç bir belirişine yer açmayı sağlayan
başlıca araçtır.
Hegel’e göre üç türlü tarih yazımı vardır:
dolaysız tarih yazımcılığı olayları, eylemleri, durumları betimler. İkinci
tarih yazımı türü düşünsel tarihtir ve öğretici niteliktedir. Üçüncü tarih yazımı
türü ise felsefi tarih ya da tarih felsefesidir.
Akıl dünyaya egemendir ve dünya tarihi
ussal bir süreçtir. Dünya tarihi tinin kendini açındırma-açığa koyma sürecidir.
Dünya tarihi özgürlük bilincinde bir ilerlemeyi anlatır.
Uluslar devlet olma düzeyine ulaştıkları zaman,
dünya tarihinde kendi parçalarında rol oynayarak bütüne yani dünya tinine katkılarını
yapmış olurlar. Devletler aracılığıyla
dünya-tini kendini edimselleştirir.
Doğu dünyasında özgürlük yoktur.
Grek ve Roma dünyasında özgürlüğün biraz daha
uygun bir kavramından söz edilebilir.
Hıristiyanlık insanlara bir özgürlük
reçetesi sundu ama daha çok verili toplumsal düzenin ötesine ilişkin idi.
Hegel’in Germanik dünya olarak adlandırdığı Protestanlık, Hıristiyan uygarlığının
özgürlük yolundaki en son gelişim formu oldu.
Hegel’e göre bu dünyada hiçbir büyük şey
tutku olmaksızın başarılabilmiş değildir. Bu nedenle tarihin büyük kişiliklerinin
tutkuları, dünya- tini tarafından araç olarak kullanılır.
Mutlak Tin
Mutlak tin kendisini üç aşamada açımlar:
sanat, din ve felsefe.
Ansiklopedinin sonuç bölümlerinde, sanat,
dinin uygun olmayan bir formu olarak. Din ise sanatın daha uygun bir formu
olarak gösterilmektedir.
Sanat, sanatçının eliyle mutlak tinin
maddesel şeyler içinde cisimleşmesidir.
Hegel’in Estetik Kuramı
Schiller’e göre, güzellik, duyusal ile
ussal arasındaki bir arabulucudur. Hegel’e göre ise güzellik duyusaldan ödünç
alınan bir ussaldır.
Ussalın bu duyusal cisimleşmesi üç ilkesel
yolda gerçekleşir; sembolik sanat, klasik sanat ve romantik sanat biçimleridir.
Sembolik
Sanat: Burada duyulur biçim, tümüyle
sembolize etmekte eş deyişle simgelemektedir. Bu
sanatın en güzel örnekleri Mısır sanatında karşımıza çıkmaktadır.
Klasik
Sanat: Burada duyulur anlatım, verilmek istenen fikre uygundur.
Bu yaklaşım klasik dönem heykellerinde çok güzel
anlatım bulmaktadır.
Romantik
Sanat: Hıristiyan dönemin sanat ürünleri ve Hegel’in kendi gününe dek
gelen her tür sanatsal yaratmaya Hegel bu kategoride yer vermektedir.
Sanat
Ürünleri Sınıflaması
Hegel sanat ürünlerini, mimari, heykel,
resim, müzik ve şiir tarzında sınıflama yoluna gitti.
Mimari: Hegel’e göre en temel sanat türü mimaridir ve insanların
ilk denediği sanat türü de budur. Çünkü
onun materyali tinsiz-zihinsizdir
Heykel: Klasik mimaride tanrı taş
aracılığıyla o şekilde cisimleştirilir ki heykelin tüm parçaları onu yansıtmak
ya da açığa koymak için birleşirler.
Resim,
Müzik ve Şiir: Üç boyut ikiye indirgendiğinde,
uzay bir şekilde daha içsel ve öznel olana ödünç verilir ve böylece şiire doğru
ilk adım atılmış olur.
Şiirde, müziğin duyusal ögeleri olan
notaların ya da tonların yerini düşüncelerin yerine geçen sözcükler alır.
Doğal Güzel
Hegel’e göre doğal güzellik sanatsal güzelliğe
göre daha düşük düzeyde kalmaktadır.
Din Felsefesi
Hegel’e göre din mutlak’ı betimler ya da
resmeder, buna karşılık felsefe onu kavrar ya da düşünür. Hegel için gerçeklerin içeriği aynıdır, ama anlam ve anlatma
biçimleri dinde ve felsefede ayrılır.
Dinsel
bilinç üç ana evreden geçmiştir:
Birincisi tümellik, ikincisi tikellik, üçüncüsü bireysellik evresidir.
Dünya üzerindeki ilk din tipi doğa dini
olarak karşımıza çıkar.
Diyalektiğin ikinci momenti olarak Hegel’e
göre karşımıza tinsel bireysellik dinleri çıkmaktadır. Buradaki kaçınılmaz üçlü
ise Yahudi, Yunan ve Roma dinleridir.
Dinlerin gelişmesindeki üçüncü evrede ise Hıristiyanlık
bulunur.
Din ve Felsefe
Buradaki durum Vorstellungtan, yani imgesel
düşünmeden kavramsal düşünmeye dönüşüm sorunudur. Her ikisi de tanrıyı ele alırlar
ve bu açıdan Hegel’e göre her ikisi de dindirler.
Hegel’in Felsefe Tarihi Yorumu
Felsefe tarihi düşüncenin, kendine ilişkin
yetersiz bir anlayışından bir başkasına doğru geçerek ve daha sonra da bunları
daha yüksek bir düzeyde birleştirerek kendini daha açık ve yeterli ifade etme
tarzına taşıma sürecidir.
Hegel’in Etkisi
Karl Ludwig Michelet (1801-1893) adlı
profesör ise Hegel’in diyalektik üçlüsünü Kutsal üçlünün kişileri ile özdeşleştirmeye
çalışmıştır.
David Friedrich Strauss (1804-1874) İsa’nın
Yaşamı adlı ünlü çalışmasında İncil’deki öykülerin efsanelerden başka bir şey
olmadığını öne sürerek bu görüşü Hegel’in Vorstellung kuramı ile ilişkilendirmiştir.
Marx ve Engels’in elinde Hegelcilik daha
büyük bir tarihsel önem kazanmıştır.
---
Modern Felsefe II
Editör: Prof. Dr. Sara Çelik & Yrd. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi, Ekim 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder