2 Şubat 2015 Pazartesi

Hegel

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)

Stuttgart’ta doğdu. Babası bir devlet memuruydu. 1778’de Tübingen Üniversitesinde ilahiyat eğitimine başladı. 1801 yılında Fichte’nin desteğiyle Jena Üniversitesine atandı. Fichte ve Schelling’in Felsefi Sistemleri Arasındaki Ayrım adlı kitabı bu dönemde yayınlandı. Bu yapıtında Schelling’in düşüncelerini savunur.
1807’de Tinin Fenomenolojisi’ni (Phenomenologie des Geistes) yayımladı.
1812’de Mantık Bilimi’ni (Wissenschaft der Logik) yayımladı.
1816’da Heidelberg üniversitesinde göreve başladı. Bu dönemde Özet Olarak Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’ni yayımlamıştır. Bu yapıtta felsefi sisteminin üç ana bölümünü oluşturan Mantık Bilimi, Doğa Felsefesi ve Tin Felsefesi başlıklı bölümleri özetlemiştir.
1821’de Ana Çizgileriyle Hukuk Felsefesi, 1827 ve 1830’da Ansiklopedi’nin yeni düzenlemeleri yayımlanmıştır.
Ona göre felsefe söz konusu olduğunda, gizemli-mistik sezgilere ve duygulara başvurmak kesinlikle onaylanacak bir yol değildir. Felsefede biçim ve içeriğin birliğine inanıyordu, felsefe ancak kavramsal dokusu açık, net ve bağlantılı bir sistem bütünlüğü içinde varolabilirdi.

Hegel’in Nesnel İdealizmi
Mutlak’a Giden Yol
Kant, fenomen ve deneyim dünyasının arkasında, algılanamayan bir dünyanın varolduğunu söyledi. Noumenal dünya dediği bu dünya, kendinde nesnenin dünyasıdır. Kant’a göre bu dünyanın bilgisini elde etmek mümkün değildir. Kant’ın takipçileri bu olanaksızlığı aşmaya çalıştılar. Kant’a karşı şu tezi öne sürdüler: “Varolan her ne varsa bilinebilir.” Bunun sonucunda da Kant’ın eleştirel felsefesi metafizik idealizme dönüştü.

Her gerçeklik ussaldır, ussal olan gerçektir
Hegel

Bilinemeyen hiçbir şey olmayacağına göre, mutlak gerçekliğin en içsel dokularına dek inen bir bilgi sistemi oluşturulabilir. Bu gerçeklik, ussallığın bir formu olmalıdır.

Bilginin tüm nesneleri ve bundan dolayı tüm nesneler ve böylece tüm evren, mutlak bir öznenin, bir mutlak zihnin ürünüdürler.

Hegel’in varlık mantığında Kant’ın bilgi kategorileri birer varlık kategorisine dönüştürülmüştür.

Kant’ın kategorileri salt olanaklı bilginin gerçekleşmesini sağlarlar oysa Hegel için kategoriler varlığın birer tarzıdır ve bu nedenle bireysel herhangi bir zihinden bağımsızdırlar. Nesnel gerçeklik kazanan kategoriler gerçekliklerini mutlak zihinde temellendirirler. Bu da bizi tin felsefesine götürür. 

Mutlak’ın / tinin diyalektik süreci
Tez
Mantıksal İdea ya da kavram
Mantık (Mutlak’ın doğasını inceler, bu nedenle metafiziktir)
Kendinde mutlakı inceler
Anti-tez
Doğa
Doğa felsefesi
Kendi-için mutlakı
inceler
Sentez
Tinsellik
Tin felsefesi
Kendinde ve kendi-için mutlakı inceler


Bununla Hegel, gerçek dünyanın insan zihinlerinin öznel kavramlarından daha fazla olarak bir gerçekliğe sahip olduklarını söylemek istemiştir.

Hegel, düşünmenin nesnesinin her hâlükârda düşünmenin kendisinden ibaret olduğunu söyler. Bu şekilde bilme ve varlık arasında bir özdeşlik vardır. Bilme ve varlık bir madeni paranın sadece iki yüzü gibidirler. Kuşkusuz, Hegel bir özne ve bir nesnenin, bir kişi ve bir dünyanın farkındadır ama onun idealizminin özü, bizim bilincimizin objesi, deneyimlediğimiz ve hakkında düşündüğümüz şeyin kendisinin düşünce olduğu fikrinden ibarettir. Bu şekilde Hegel, gerçekliğin mutlak ideada bulunduğu fikrine ulaşmış olur.

Hegel’in uslamlamasında iki temel nokta öne çıkmaktadır: Birincisi, bilinemeyen bir kendinde-varlık düşüncesinin kabul edilmemesidir. İkincisi, gerçekliğin doğasının düşünce olduğu, ussallık olduğu ve sonul gerçekliğin mutlak İdea olduğudur.

Mutlak Varlık’ın Doğası
Mutlak varlık, tek evrensel gerçeklik olduğu için hem bilginin hem de felsefenin biricik konusudur. Mutlak salt bir bütünlüktür. Kendi kendisinin oluş sürecidir. Bu süreç çemberseldir; ulaşmak istediği sonul amacı başlangıçta bir erek olarak koymuştur.

Hegel’e göre gerçeklik salt bir töz değil aynı zamanda bir özne olarak da kavranılmak zorundadır. Mutlak eğer özne ise nesnesi nedir? Hegel’e göre biricik olanaklı yanıt, nesnesinin onun kendisi olduğudur. Bu durumda o kendini-düşünen düşüncedir. Bunu söylemek mutlakın tin (geist) olduğunu söylemektir.

Mutlak, nesnesi kendisi olan düşünmedir, yani kendini düşünen öznedir. Bunu söylemek mutlakın tin (geist) olduğunu söylemektir.

Hegel’e göre doğa insan tini için zorunlu bir önkoşuldur. Doğa nesnellik alanını sağlar çünkü nesnellik alanı olmadan öznellikten de söz edilemez. Ama ikisi de mutlak’ın yaşamındaki birer uğrak yeridir, birer momenttir.

Bu anlamda kendini düşünen düşünce evrenin telosu yani ereğidir. Evren ya da bütünlüğü içinde olgusallık, kendini-düşünen-düşünce olarak tanımlanabilir.

Doğa ve tin, sonsuz ideanın (Hegel, sonsuz ideaya Logos diyor) ya da mutlakın kendini sergilediği alanlardır.
Doğada Logos bir bakıma nesnelliğe, kendisinin anti-tezi olan maddesel dünyaya geçer. Tin dünyasında yani insan tini alanında logos kendini özünde olduğu gibi sergiliyor olması anlamında kendine geri döner. Bu şekilde tez, anti-tez ve sentez (bireşim) gerçekleşmiş olur.

Mutlak’ın yaşamı bu şekilde üç ana evreden oluşur. Mantıksal idea ya da kavram, doğa ve tinsellik. Buradan çıkan sonuca göre, felsefe ya da bilim sistemi üç ana bölüme ayrılacaktır: Mantık yani mutlakın doğasını inceliyor olması anlamında metafizik; Doğa Felsefesi ve Tin Felsefesidir.

Buna göre mantık, ‘kendinde’ mutlakı inceler. Doğa felsefesi ‘kendi-için’ mutlakı ve Tin felsefesi ‘kendinde ve kendi-için’ mutlakı inceler.

Mantık ve Diyalektik Süreç
Mutlakın yaşam serüveninin hangi evresinde olursa olsun, olguların tüm akış süreci diyalektik yapı içinde gerçekleşmektedir. Bu yöntemsel zorunluluk, Hegel felsefesinin en temel taşıyıcılarından biridir. Diyalektik süreç üç adımlı bir devinim sergiler; tez, antitez ve sentez.

Varlık mantığı açısından diyalektik süreç varlık, yokluk ve oluş kavramlarından oluşur. Çeşitli şeyler özel ve farklı niteliklere sahip olmalarına karşın, onların tümünün de ortak olarak sahip olduğu bir tek şey varlıklarıdır. Varlık, o hâlde zihnin formüle edebileceği en genel kavramdır.
Böylece mantık belirlenmemiş olanla başlar.

Varlık mantığı
Tez
Varlık
Anti-tez
Yokluk
Sentez
Oluş

Düşünce böyle soyut bir kavramdan başka bir kavrama nasıl geçebilir?
Hegel, formel mantığın çelişmezlik ilkesini delerek bu sorunu aşmayı denedi.
Hegel’in varlık’ı hiçbir nitelik taşımaz, çünkü ona nitelik atfedilirse, o niteliğin varlığı olacaktır. Varlık, bütünüyle soyut olduğu için olumsuzdur. Dolayısıyla yokluk kavramına geçiş yapmasının önünde bir engel de yoktur.
Varlık’ı niteliklerden arı olarak düşünmeye çalışmak bizi yokluğa götürür. Burada varlık ve yokluk özdeş değildir. Yokluk, varlık’a içkindir.
Zihni varlıktan yokluğa bu devinimi üçüncü kategoriyi üretir: oluş. Oluş, varlık ile yokluğun birliğidir. Olmuş olan, henüz olmamış olan fakat gelecekte olacak olan gibi olasılıklar oluş kavramını hem varlık hem de yokluk kipinde karşımıza çıkarır.

Varlık mantığının antitezi olan öz mantığı şu temel diyalektik üçlüden oluşur: öz, kuvvet ve edimsellik.

Öz mantığı
Tez
Öz
Anti-tez
Kuvvet
Sentez
Edimsellik

Öz mantığında asıl amaç, öz ve dış görüngüsel varoluşun birliği olarak betimlenen edimselliktir. Edimsellik olarak varlık, için ve dışın birliği olarak kendini belirten özdür.

Edimsellik kategorisi başlığı altında Hegel, töz ve ilinek, neden ve sonuç ve karşılıklı etkileşim kategorilerine yer verir. Edimselleşen öz, töz demek olduğuna göre, burada tözün ve tek bir nedenin mutlaka gönderme yaptığı izlenimine yol açabilir. Oysa Hegel burada öncelikle sonlu nedenlere işaret etmektedir. Edimsellik olarak mutlak kendini belirten özdür ve bu beliriş bildiğimiz biçimiyle evrendir. Bu şekliyle mutlak sayıca bir değil ama aynı zamanda çoklukta birliktir; bir başka deyişle ayrımda özdeşliktir. Bu şekilde özdeşlik mantığından ana üçlünün üçüncü momenti olarak kavram mantığına geçilir.

Kavram mantığı
Tez
Öznellik
Anti-tez
Nesnellik
Sentez
Kavram (idea-düşünce)

Öz mantığında töz ve ilinek, neden ve sonuç gibi kategorilerin her bir üyesi varlığını öteki üyenin varlığından alır, bir başka deyişle varlıkları dolaylıdır. Dolaysızlık ve bir başkası yoluyla dolaylılık alanlarının sentezi, kendini dolaylı kılma alanı olacaktır. Kendini dolaylı kılma Hegel’in kavram dediği alandır.

Kavram mantığının diyalektik üçlüsünün tez olarak düşüneceğimiz ilk adımı öznelliktir. Özne açısından tümel kavramın birliği önce ‘yargı’da bölünür; birtakım yargılar olarak karşımıza çıkar ve daha yüksek bir düzeyde ‘tasım (kıyas)’da yeniden kurulur. Öznelliğin anti-tezi olan nesnelliğe geçildiğinde ise bu bölümün üçlüleri olarak karşımıza mekanizm, kimyasallık ve ereksellik çıkar.

Kavram mantığının üçüncü aşamasında ise öznellik ve nesnelliğin sentezi olarak karşımızda artık kavram yani idea (düşünce) vardır.
İdea’nın momentleri ise yaşam, bilgi ve ikisinin birlikteliğini anlatan mutlak ideadır. Mutlak idea tin (geist) kategorisidir. Hegel, varlığı diyalektik sürecin sonunda kendini mutlak idea olarak ya da kendini-düşünen düşünce olarak açımlamıştır.

Doğa Felsefesi
doğa, “İdea’yı kendisinin-dışında” olarak yansıtır. Doğada zorunluluk geçerlidir. Doğa, ussal ideanın anti-tezidir. düşüncemiz diyalektik olarak ussal olandan-idea’dan yola çıkarak ussal olmayana yani doğaya yönelir. Doğa kavramı bizim düşüncemizi nihayetinde doğa ile idea’nın birliğini temsil eden bir senteze ulaştırır; bu sentez artık yeni bir kavramda, ruh (spirit) kavramında dile gelir.

Doğa felsefesi
Tez
Ussal idea
Anti-tez
Doğa
Sentez
Ruh

Mekanik: Hegel burada Kant’ı izleyerek uzay ve zamanın duyarlılığın formları olduğunu kabul eder.

Fizik: Hegel bu bölümde ışık, ses, sıcaklık, elektrik, elementler ve kimyasal tepkimeler gibi fizik ve kimya konularını ele alır.

Organik Doğa: Jeolojik doğadan bitki dünyasını basamak yaparak hayvan organizmaları doğasına geçer.

Tin Felsefesi
Felsefe Ansiklopedisi’nin üçüncü büyük kitabı, Tin Felsefesi adını taşımaktadır. Bu yapıttaki büyük üçlü “Öznel Tin,” “Nesnel Tin,” “Mutlak Tin” biçiminde karşımıza çıkar.

Öznel Tin
Bu bölüm için Hegel’in kullandığı alt başlık, Antropolojidir. Bu başlık altında Hegel fiziksel dünyadaki doğal bir varlık olarak ruh (spirit) ile ilgilenmektedir: Duyarlı, duygulu bir özne olarak ruh, mutlak’ın, tin hâlinde kendine geldiği ilk adımdır. Organizma, salt kendi deneyiminin ışığında ani bir uyarıcıya tepki gösterdiği zaman, zihin hayvansal düzeyin ötesine geçerek, bilinçlilik aşamasına ulaşmış olur.

Hegel öznel tinin bundan sonraki aşamasını Tinin Fenomenolojisi başlığı altında inceler. Bu alanda ele aldığı kavramlar duyu deneyimi, algı, anlama yetisi, arzu, öz-bilinç, efendi-köle diyalektiği ve akıl gibi kavramlardır. Burada birinci adım duyu algısıdır. Duyu algısı bilincin ilk temel görünümüdür.
Özne, duyu algılarıyla dışsal nesnelerin bilgisini elde eder. Dışsal nesnelerin bilgisi, fiziksel dünyanın, fizik yasalarına göre etkileşen güçlerden ibaret olduğu görüşünü öngörür.

Ona göre fenomenlerin arkasındaki güçlere nüfuz etmede tasarladığımız ve oraya koyduğumuz şeyin farkındayızdır. Şu halde, fiziksel dünyanın bilimsel kuramı öz-bilinçli varlıkları koşul olarak gerektirmektedir.
İnsan, salt içinde yaşadığı dünyayı bilmekle, açıklamakla kalmaz, o aynı zamanda kendi kendisinin de farkındadır. İnsan öz-bilince nasıl ulaştı? İstek, isteme edimi bireyin ben demesine yol açar.

İstek, insanın yalnızca kendisine ben demesini sağlamaz, ayrıca seyredilen nesne üzerinde etkide bulunmaya, onu tüketmeye ya da dönüştürmeye yol açar.
Başka benler de vardır. Özne bunun da farkına varır ve benler arasında istekler çakışması gereğince bir çatışma başlar. Bu aşamada Hegel’in önemle üzerinde durduğu ve Efendi-Köle diyalektiği olarak betimlediği öz-bilinç koşulu ortaya çıkar.

Hegel’e göre gerçek öz-bilincin yolu, kendimizi öteki öz-bilinçlere kabul ettirmek ya da onaylatmaktan geçtiği için benler arasında tanınma ve güç bakımından kıyasıya bir savaşım ortaya konacaktır. Bu savaşta karşı taraf ölürse beni tanıyacak kişi de ölmüş olacaktır. Bu nedenle üstünlük kuran kişi, karşı tarafın yaşamasına izin vererek onu köle yapar. Köle çalışarak, doğayı biçimlendirerek kendi bilincini de geliştirir.

Hegel Hıristiyanlığın içinde bulunduğu zihin durumuna mutsuz bilinçlilik adını vermiştir. Birey kendi içinde bölünmüştür, iyi olan her şeyi tanrının etkinliğine yükleyerek kendini dış dünyadan soyutlamış olduğunun bilincindedir.

Psikoloji başlığı altında Hegel, zihinsel ve ussal edimlerin betimlenmeleriyle uğraşmaktadır. Hegel bu aşamada sonlu tinin ya da zihnin hem kuramsal hem de pratik-eylemsel yanlarını incelemektedir. Kuramsal ve pratik yanların birliği olarak özgür istenç olarak bir senteze ulaşır.
Hegel burada, insan özgürlüğünün düşünce ve itkiler olmak üzere ikili bir temel üzerinde olanaklı olduğunu öne sürer. Ona göre özgürlük istenci, bir kişilik özelliği hâline gelir. Hegel’e göre, öznel tinin doruk noktasını oluşturan özgürlük sadece bir kavramdır-bir ideadır.” Aklın ve yüreğin bu ilkesi, ahlaksal, hukuksal, dinsel ve bilimsel olgusallık olarak gelişen bir nesnel evreye dönüştüğü zaman, nesnel tinin dünyasına da ayak basılmış olur.

Nesnel Tin
Bu aşamada insan istenci düşünce ve dürtü (akıl ve yürek), özgürlükte birleşirler. Nesnel tini oluşturan diyalektik üçlü, hak ya da yasa, öznel ahlak ve toplumsal ahlaklılığı kapsar.

Hak ya da Yasa
Özgürlüğünün bilincindeki bireysel özne kendisine bir dışsal özgürlük alanı oluşturmak ister. Böylece mülkiyet ve kişilik haklarını kullanım alanına sokar. Bir insan anlaşma yoluyla bir şeyleri veriyor, satıyor ya da değiştiriyorsa bu durumda iki istenç bir araya geliyor demektir. Bu şekilde sözleşme kavramı ortaya çıkar.

Öznel Ahlak
Hegel, ahlak kavramının anlam bağlamını salt bireysel istencin bir belirlenimi olarak sınırlar. Ahlaksal istenç özgür istençtir ve kendisinin özgür olarak bilincindedir ve eylemlerin yetkili kaynağı olarak hiçbir dışsal yetkeyi değil salt kendisini tanır. Özgür istence dayalı tüm eylemler sorumlulukla bağlantılıdır. Özgür istence dayalı eylem amaçlı eylemdir. Amaç ahlakın ilk evresidir ikincisi de niyet ya da iyiliktir.
Ussal istenç, aslında bir insanın gerçek istencidir, onun ussal, özgür bir varlık olarak istencidir. Bu nedenle bir insanın tikel istencini ussal ya da evrensel istence uyumlu kılma gerekliliği kendini ödev ya da yükümlülük olarak kendini sunar. Somut bir ahlaksal yaşam için nesnel tinin alanındaki ikinci diyalektik adım olan toplumsal ahlak alanına geçilebilmesi gerekmektedir. Hegel için gerçek ahlaksallık, toplumsal ahlaklılıktır, çünkü kişinin ödevlerini belirleyen onun toplum içindeki konumudur.

Toplumsal Ahlak
Bu alt başlık altında Hegel, toplumsal tözden söz eder. Bu alandaki diyalektik üçlünün ilk uğrağı, nesnel tinin ilk ve doğal etik evresi ailedir. Aile ayrımlaşmamış birlik anlamında tümellik, sivil toplum ise tikellik momentini temsil eder.
Hukuk Felsefesi’nde devlet etik ideanın bir olgusallığı olarak yani onun etkili bir cisimleşmesi olarak betimlenir. Hegel’in ana ilgisi, kendisinin belirttiğine göre, devleti çözümlemektir. Devlette bireysel öz-bilinç tümel öz-bilinç düzeyine yükselmiştir. Devlet kötü yönetim tarafından pek çok bakımlardan bozulabilir. Bu nedenle o da Aristoteles gibi devlette keyfiliklere ve despotizme karşı birtakım garantiler bulunması gerektiğini kabul eder. Halkın oy kullanma hakkı görüşünü uygun bulmamıştır. Kişisel özgürlük ilkesini en üst düzeyden gerçekleştiren anayasadan yanadır. Savaş, Hegel için ussal bir olgudur. Savaş, çürümüş bir sistemin bir yana atılarak tinin daha dinç bir belirişine yer açmayı sağlayan başlıca araçtır.

Hegel’e göre üç türlü tarih yazımı vardır: dolaysız tarih yazımcılığı olayları, eylemleri, durumları betimler. İkinci tarih yazımı türü düşünsel tarihtir ve öğretici niteliktedir. Üçüncü tarih yazımı türü ise felsefi tarih ya da tarih felsefesidir.
Akıl dünyaya egemendir ve dünya tarihi ussal bir süreçtir. Dünya tarihi tinin kendini açındırma-açığa koyma sürecidir. Dünya tarihi özgürlük bilincinde bir ilerlemeyi anlatır. Uluslar devlet olma düzeyine ulaştıkları zaman, dünya tarihinde kendi parçalarında rol oynayarak bütüne yani dünya tinine katkılarını yapmış olurlar. Devletler aracılığıyla dünya-tini kendini edimselleştirir.
Doğu dünyasında özgürlük yoktur.
Grek ve Roma dünyasında özgürlüğün biraz daha uygun bir kavramından söz edilebilir.
Hıristiyanlık insanlara bir özgürlük reçetesi sundu ama daha çok verili toplumsal düzenin ötesine ilişkin idi. Hegel’in Germanik dünya olarak adlandırdığı Protestanlık, Hıristiyan uygarlığının özgürlük yolundaki en son gelişim formu oldu.
Hegel’e göre bu dünyada hiçbir büyük şey tutku olmaksızın başarılabilmiş değildir. Bu nedenle tarihin büyük kişiliklerinin tutkuları, dünya- tini tarafından araç olarak kullanılır.

Mutlak Tin
Mutlak tin kendisini üç aşamada açımlar: sanat, din ve felsefe.
Ansiklopedinin sonuç bölümlerinde, sanat, dinin uygun olmayan bir formu olarak. Din ise sanatın daha uygun bir formu olarak gösterilmektedir.
Sanat, sanatçının eliyle mutlak tinin maddesel şeyler içinde cisimleşmesidir.

Hegel’in Estetik Kuramı
Schiller’e göre, güzellik, duyusal ile ussal arasındaki bir arabulucudur. Hegel’e göre ise güzellik duyusaldan ödünç alınan bir ussaldır.
Ussalın bu duyusal cisimleşmesi üç ilkesel yolda gerçekleşir; sembolik sanat, klasik sanat ve romantik sanat biçimleridir.
Sembolik Sanat: Burada duyulur biçim, tümüyle sembolize etmekte eş deyişle simgelemektedir. Bu sanatın en güzel örnekleri Mısır sanatında karşımıza çıkmaktadır.
Klasik Sanat: Burada duyulur anlatım, verilmek istenen fikre uygundur. Bu yaklaşım klasik dönem heykellerinde çok güzel anlatım bulmaktadır.

Romantik Sanat: Hıristiyan dönemin sanat ürünleri ve Hegel’in kendi gününe dek gelen her tür sanatsal yaratmaya Hegel bu kategoride yer vermektedir.

Sanat Ürünleri Sınıflaması
Hegel sanat ürünlerini, mimari, heykel, resim, müzik ve şiir tarzında sınıflama yoluna gitti.
Mimari: Hegel’e göre en temel sanat türü mimaridir ve insanların ilk denediği sanat türü de budur. Çünkü onun materyali tinsiz-zihinsizdir
Heykel: Klasik mimaride tanrı taş aracılığıyla o şekilde cisimleştirilir ki heykelin tüm parçaları onu yansıtmak ya da açığa koymak için birleşirler.
Resim, Müzik ve Şiir: Üç boyut ikiye indirgendiğinde, uzay bir şekilde daha içsel ve öznel olana ödünç verilir ve böylece şiire doğru ilk adım atılmış olur.
Şiirde, müziğin duyusal ögeleri olan notaların ya da tonların yerini düşüncelerin yerine geçen sözcükler alır.

Doğal Güzel
Hegel’e göre doğal güzellik sanatsal güzelliğe göre daha düşük düzeyde kalmaktadır.

Din Felsefesi
Hegel’e göre din mutlak’ı betimler ya da resmeder, buna karşılık felsefe onu kavrar ya da düşünür. Hegel için gerçeklerin içeriği aynıdır, ama anlam ve anlatma biçimleri dinde ve felsefede ayrılır.

Dinsel bilinç üç ana evreden geçmiştir: Birincisi tümellik, ikincisi tikellik, üçüncüsü bireysellik evresidir.
Dünya üzerindeki ilk din tipi doğa dini olarak karşımıza çıkar.
Diyalektiğin ikinci momenti olarak Hegel’e göre karşımıza tinsel bireysellik dinleri çıkmaktadır. Buradaki kaçınılmaz üçlü ise Yahudi, Yunan ve Roma dinleridir.
Dinlerin gelişmesindeki üçüncü evrede ise Hıristiyanlık bulunur.

Din ve Felsefe
Buradaki durum Vorstellungtan, yani imgesel düşünmeden kavramsal düşünmeye dönüşüm sorunudur. Her ikisi de tanrıyı ele alırlar ve bu açıdan Hegel’e göre her ikisi de dindirler.

Hegel’in Felsefe Tarihi Yorumu
Felsefe tarihi düşüncenin, kendine ilişkin yetersiz bir anlayışından bir başkasına doğru geçerek ve daha sonra da bunları daha yüksek bir düzeyde birleştirerek kendini daha açık ve yeterli ifade etme tarzına taşıma sürecidir.

Hegel’in Etkisi
Karl Ludwig Michelet (1801-1893) adlı profesör ise Hegel’in diyalektik üçlüsünü Kutsal üçlünün kişileri ile özdeşleştirmeye çalışmıştır.
David Friedrich Strauss (1804-1874) İsa’nın Yaşamı adlı ünlü çalışmasında İncil’deki öykülerin efsanelerden başka bir şey olmadığını öne sürerek bu görüşü Hegel’in Vorstellung kuramı ile ilişkilendirmiştir.

Marx ve Engels’in elinde Hegelcilik daha büyük bir tarihsel önem kazanmıştır.

---

Modern Felsefe II
Editör: Prof. Dr. Sara Çelik & Yrd. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi, Ekim 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder