20 Şubat 2015 Cuma

Richard J. Bernstein - Radikal Kötülük

Richard J. Bernstein - Radikal Kötülük

Bir Felsefi Sorgulama

En derin felsefi karışıklıkların köklerinin gündelik deneyimlerimize uzandığına ve bu deneyimleri aydınlatmaya yardımcı olmaları gerektiğine inandım hep.

Bir şeyi kötü olmakla suçlarken hissettiğimiz yoğun ahlaki öfke ile kötüyle ne kastettiğimizin kavramsal bir tanımını verme yeteneğimiz arasında bir dengesizlik vardır.

Bir şeyi kötü diye yaftaladığımızda tam olarak ne kastettiğimize dair bir anlayış, kavramsal bir görüş kazanmaya ihtiyacımız var. (s. 13)

Kant teodisenin bilimin işi değil, bir inanç meselesi olduğunu ilan eder. Teodise bir bilim ya da teorik bilgi sağlayabilecek bir disiplin gibi düşünüldüğü takdirde olanaksız olacaktır.

Deneyimin sınırlarını aşan şey hakkında teorik bilgiye sahip olamayız.
Bu nedenle inanca yer açmak için bilgiyi yadsımak gerek…

İlk bölüm: Kant, Hegel ve Schelling’i inceliyor.
İkinci bölüm: Nietzsche ve Freud’un düşünceleriyle ilgili,
Son bölüm: (Auschwitz takıntılı, anti Heideggerci üçlü; Levinas, Jonas ve Arendt hakkında).

Kant insanın doğuştan gelen kötülük eğilimi olarak algıladığı şeyi adlandırmak için “radikal kötülük” deyimini yaratmıştır.

Hegel’in felsefesinde kötülük insan gelişiminde ve Ruh’un gelişmesinde gerekli bir aşamadır.

(Nietzsche) onun bakış açısından kötülük, analiz ettiği hınç ile yakından ilişkilidir.

I. Bölüm: Kötülük, İstenç ve Özgürlük
Kant bize iyilik ve kötülük, “sadece istencin (willkür) istenç özgürlüğünün kullanılması için yarattığı bir kuralda, yani bir ilkede yatıyor olmalıdır,” der.  

“Doğal eğilimler kendi başlarına ele alındığında iyidir.” Kant

Kant için temel mesele her zaman, farklı ve bazen çatışan dürtülere nasıl tepki vermeyi seçtiğimizdir.
İnsan kendisini bizzat, ahlaki bir anlamda, ister iyi ister kötü, olduğu ya da olacağı şeye dönüştürmelidir ya da dönüştürmüştür. Her iki durum da özgür seçimin (willkür) bir sonucudur, çünkü aksi takdirde ondan sorumlu tutulamaz ve ahlaken iyi ya da kötü olamaz. (s. 26)

Bir kişiye kötü eylemlerde bulunduğu için değil, “bu eylemlerin doğası, onlara bakarak o kişide kötü ilkelerin varlığını gösterebileceğimiz türden olduğu için” kötü dediğimizi söyler. (s. 29)

Kişinin eylem modeli onun karakteri hakkında yargıda bulunmasının temeli olsa da, özgül seçimlerine şekil verenin bu karakter olduğunu kabul ederiz.
İyi bir karaktere sahip kişi bazen karakterinin dışında davranabilir.

Radikal kötülük sadece istenç bozukluğuyla ilgilidir (bozuk olmayan istenç nedir ki). (s. 40)

İnsan kötüdür
İnsan ahlak yasasının bilincindedir fakat yine de ilkesinde ondan (arada bir) sapmayı benimsemiştir.

Kötülüğün yeri istençtir.

Kant insanı “şeytani bir varlık” olarak düşünme olasılığını kategorik olarak reddeder. (s. 53)

Willkür olmadan wille olmaz. Wille olmadan da (insani) willkür olmaz.
Normu sağlayan wille’dir ve bu norm ışığında seçim yapan da willkür’dür. (s. 55)

Kant, genellikle ilkelerin benimsenmesinde devreye giren dürtüleri iki türle sınırlar: ahlak yasasına uymaya yönelik ahlaki dürtü, bir de doğal eğilimlerimizden, arzularımızdan doğan ahlaki olmayan dürtüler. (s. 59)

(Hegel) 1827 tarihli derslerine şöyle başlar: “(din) insanları meşgul edebilecek en yüksek amaçtır; mutlak amaçtır.”

İnsanların değer verdikleri ve saygı duydukları her şey (…) nihai odak noktasını dinde, düşüncede ve Tanrı bilincinde, Tanrı duygusunda bulur.
Din insan bilincinin Tanrı’yla olan bağıdır. (s. 64-65)

Harold Bloom’a göre güçlü şair ve düşünürler her zaman kendilerinden önce gelen devlerle savaşırlar. Yaratıcılıklarını ve özgünlüklerini bu şekilde ortaya koyarlar.
Bu yarışmacı bağlılık Hegel’in Kant’la ilişkisinin kendine has özelliğidir.

(Kant) Tanrı, pratik aklın varsayımlarından biridir. (s. 67)

Ben sonuluyum, sonsuz ötede yatıyor.
Sonsuz sadece silinip giden bir şeydir, kendi içinde ve kendi adına varlığa sahip bir şey değil, yalnızca benim tarafımdan öne sürülen bir düşüncedir. (s. 71)

Sonsuzu sonlunun ötesindeki ve dışındaki olarak düşünmek, onu fena ya da sahte sonsuz olarak algılamaktır yani onu sonlu kavramlara bağımlı (asalak) olacak şekilde düşünmektir.

Sonluluk momenti olmadığında, hiçbir yaşam, hiçbir öznellik, hiçbir yaşayan Tanrı da olamaz.

Kant gibi Hegel de kötülüğün sadece istemek ile doğduğunu onaylar. (s. 82)

Âdem’in Düşüşü
Âdem’in (…) iyi ve kötü bilgisi ağacının meyvesini yemesi yasaklanmıştır.
(iyi ve kötü) Bunlar, ruhun mutlak, asli karakteristikleridir.
Bu bilgi ruhun doğasını oluşturan şeydir, aksi takdirde insan bir hayvan olurdu. (s. 84)

Sonluluk, anlayışın en inatçı kategorisidir.

Kötülük, sonlu ile sahte sonsuz arasındaki soyut ayrımın inatçı, kasti somutlaştırılmasından doğar. Benmerkezci bireylerin evrensel olan her şeye, anlık bencil çıkarlarını aşan her şeye karşı kendilerini hazırlama yöntemlerine odaklanarak, kötülüğün ne anlama geldiğinin bazı somut ayrıntılarını tamamlayabiliriz. (s. 92)

Schelling bize, özgürlük ve kötülüğe dair yeterli bir değerlendirmenin gerçek bir doğa felsefesinin temel prensiplerine dayandırılması gerektiğini söyler.

Zemin ve Varoluş
Zemin ve varoluş, Varlık’taki birincil ve asli ayrımlardır.
Tanrı’nın önünde ya da dışında hiçbir şey olmadığından, Tanrı varoluşunun zeminini kendi içinde taşıyor olmalıdır. (s. 108)

İnsanlarda, Tanrı’da bulunan birlik çöker (…) karanlık (…) ışık prensibini bastırır.

Kötülük (…) karanlık prensibinin ışık prensibinin üzerine bilinçli yükselişidir. Heidegger’in söylediği gibi, “kötülük asli gerçekliğine ancak Ruh’ta, kendilik olarak kendisini Tanrı’dan en uzağa ve Tanrı’nın karşısına koyabilen ve varlığın tamamını kendisi için talep edebilen yaratığın Ruh’unda kavuşur.”
Bunun sonucunda, Tanrı’da aslen kötü olmayan, insanlarda kötülüğün kaynağı haline gelir. (s. 115)

İyi ile kötü arasındaki savaş sadece insanlarda yaşanır.

Schelling son tahlilde, bir insanın iyiyi ya da kötüyü neden seçtiği sorusunu yanıtlayamayacağımız hususunda Kant’la hemfikirdir. (s. 122)

Kötülük sapkın bir istence, özgürce seçtiğimiz tepkilere ve kararlara atfen açıklanmalıdır. (s. 125)

II. Bölüm: Kötülüğün Ahlak Psikolojisi
Kötünün sadece aristokrat soyluların iyi olarak algıladıkları her şeyi adlandırmak ve kınamak için ruhban sınıfı tarafından icat edilmiş bir ifade olduğunu düşünebiliriz.
Nietzsche’nin (…) kötü ile kastettiği şey: HINÇ

“Kendini dışarı boşaltamayan bütün içgüdüler içeri döner
İnsan sonradan ruhu olduğu söylenen şeyi ilk kez böyle geliştirmiştir.” Nietzsche

Tabular, dini ve ahlaki yasaklardan daha ilkel olgulardır, çünkü (…) bilinmeyen bir kökenden gelirler.

Psikanaliz, totem hayvanın aslında babanın bir ikamesi olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Kötülük ahlaki yasakların ihlali, ahlaki vicdanın emirlerinin bir ihlali olarak betimlendiği takdirde, kötülüğün cazibesinin kökü kazınamaz demektir. (s. 176)

Tabu vicdanı, vicdanın en ilkel biçimidir ve daha gelişmiş dinsel ve ahlaki vicdan biçimlerinin temelidir. Vicdan, içimizde etkin olan belli bir isteğin reddedilişinin içsel algılanmasıdır.
Tabu vicdanın izlerini uygar ahlaki vicdanda buluruz. (s. 189)

Freud vicdanı süperego ya da daha doğrusu, ego ile süperego arasında doğan gerilim ile özdeşleştirir.

III. Bölüm: Auschwitz’den Sonra
“Auschwitz (…) Bu olmamalıydı (…) Sadece kurban sayısı değil kastettiğim. Yöntemi, cesetlerin üretilişini vb. kastediyorum. (…) bu olmamalıydı.” Arendt

Auschwitz’den sonra ahlaka halen inanıp inanamayacağımızı sormak retorik bir soru değildir. Bu, ortaya atılacak en ciddi sorudur.

Levinas teodise meselesini açıkça ele alır ve artık teodisenin bitiminden sonraki bir zamanda yaşadığımızı burada ilan eder. (s. 212)

Levinas’ın başlangıç noktası Heidegger’in temel ontoloji anlayışıdır. Fakat Levinas, Heidegger’in nihai ufuk olarak Varlık anlayışına itiraz ederken, Bütünlük ve Sonsuzluk’ta ontolojinin de ilk felsefe olarak etiğe bağımlı olduğunu ve onu gerektirdiğini iddia ederken kötülükle yüzleşememesi ve kötülüğe verilen etik tepkide ayırt edici olanı fark edememesi nedeniyle Heidegger’i eleştirmektedir. (s. 222)

Jonas, Heideggerci kararlılık ve otantiklik kavramlarının soyutluğunun, Heidegger’in Nazileri şevkle desteklemesine olanak veren şey olduğu sonucuna varır. (s. 232)

Kant, kötülüğün kaynağının özsevgi (bencillik) olduğunu açıkça belirtir. Bu tam da Arendt’in bizzat radikal kötülük dediği şeyle ilgili olarak yadsıdığı görüştür.

Levinas, Auschwitz’in kötülüğünün bizi ahlak tarafından kandırılıp kandırılmadığımızı sormaya zorlayacak denli aşırı olduğunu iddia eder.

Bu yeni kötülük biçiminin de yeni bir sorumluluk etiği gerektirdiğini düşünür.

Kötülük, onu gerekçelendirme çabalarına direnir.

İyi ve kötü arasındaki seçimin nihai zemini anlaşılmazdır.

(Batı, -bu kitapta olduğu gibi- kötülük dendiğinde sözü temel olarak Auschwitz etrafında dolandırdığı sürece, bu konuda sahtekârlık yapmaya devam edeceğini peşinen bildirmiş olacak. Çünkü meselenin temeli Kabil’dir)

Türkçeleştiren: Nil Erdoğan & Filiz Deniztekin
Varlık Yayınları

2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder