8 Ağustos 2015 Cumartesi

Anselmus

Anselmus (1033-1109)
Roma asilzadesi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 23 yaşına kadar kaldığı Aosta’da Benedikten tarikatının rahipleri tarafından eğitildi. 1059’da Bec Manastırı’na geldi. 1078 yılında, manastıra başrahip seçildi.
Canterbury başpiskoposu Lanfranc (Anselmus’un hocası) 1089’da öldükten sonra onun yerine atandı. İngiltere Krallığı ile kilise arasındaki kavgada kilise adına önemli kazanımlar elde etti.

Anselmus’un Tanrı Anlayışı
Anselmus’un temel olarak Platoncu görüşleri benimsediğini söylemek mümkündür. Ortalama bir Ortaçağ filozofu gibi insani bilginin kaynaklarının akıl ve iman olduğunu düşünmekteydi. O, imanın ancak akılsal bir çalışma ve gayret sonucunda yetkinleşeceğine inanmaktaydı. Bu yaklaşım üzerine doğal ilahiyatı inşa etmiştir. Bu ilahiyatın başında ve sonunda, hem bir ilke hem de amaç olarak Tanrı’nın kendisi yer almaktadır. Doğal ilahiyat, vahiy yardımından çok akıl yürütmedeki doğal süreçler aracılığıyla kavranılabilecek bir Tanrı anlayışını dile getirmektedir.
Anselmus’un Tanrı kanıtlaması birden fazladır.
Birinci Tanrı kanıtlaması: Aklımız ve duyularımız, çevremizde pek çok iyi şeyin bulunduğu konusunda bilgi iletir. Bütün iyi şeyler tek bir iyiden dolayı iyidirler. Bu bir tek iyi de Tanrı’dır.
Ona göre her şey varoluşunu, varoluşunu bizzat kendisi aracılığıyla gerçekleştiren bir varlıktan almaktadır. Var olmak, belli bir düzeyde mükemmellik içermektedir. Aşağı yukarı mükemmel olan her var olan, bu mükemmelliğini en yüksek derecede mükemmelliği sahip olandan almaktadır ve o da Tanrı’dır.

Anselmus, Monologion’u kaleme aldıktan sonra Tanrı’nın varoluşunu kanıtlamak için daha basit bir yol olup olmadığını düşünmeye başlar.
Proslogion adlı eserindeki kanıtlamada Augustinus’u takip etmektedir. Augustinus Tanrı’yı tarif etmeye çalışırken “kendisinden daha iyisi düşünülemeyecek olan” (quo esse aut cogitari melius nihil posit) ifadesini kullanmıştı. Proslogion’un ikinci kısmında Anselmus, “İnanmaktayız ki sen (Tanrı), kendisinden daha büyüğü düşünülemeyecek olan bir şeysin.” demektedir. Anselmus’a göre Tanrı’nın sadece akıldaki bir kavrayış veya idea olması kabul edilebilir bir şey değildir. Kendisinden daha büyüğü düşünülemeyecek olan şey olarak Tanrı bir kez düşünüldüğünde o, sadece akılda (in intellectu) var olmakla kalmayacak; fakat aynı zamanda gerçeklikte de (in re) yer alacaktır. Bu kanıtlamada Anselmus’un kalkış noktası Tanrı’ya imandır. Düşüncede var olanın gerçeklikte var olması zorunlu mudur? Bu soru etrafında Anselmus’a eleştiriler gelmiştir (Gaunilon). Düşüncede var olanın gerçeklikte de var olması meselesi, sadece tek bir varlık için geçerlidir ve o da Tanrı’dır. Zira Tanrı, olmaması düşünülemeyecek olandır.

Anselmus’un Ahlak Anlayışı
Anselmus’un düşüncelerinde ahlak felsefesi temelinde irdelenebilecek epeyce malzeme bulunmaktadır. Augustinus gibi Anselmus da hakikatin bir başlangıcı ve sonu olmadığını dile getirmektedir. Evrendeki her şeye ilişkin olarak kurulabilecek önermelerin tümündeki hakikat en kesin bir şekilde Tanrı tarafından bilinmektedir. Anselmus hakikati önermelerdeki doğruluk temelinde anlaşılır hâle getirmektedir. Doğruluk, herhangi bir duyunun nesnesi olmadığı için de sadece akıl tarafından algılanabilir. İçinde yaşadığımız dünyayı yöneten tek bir hakikat vardır ve o da Tanrı’dır.
Hakikat (veritas), doğruluk (rectitudo) adalet birbirleriyle değiş tokuş edilebilir kavramlardır. İrade düzgün (dürüst) bir yönelim içindeyse doğruyu/hakikati bulan bir eylem ortaya çıkmış olmaktadır.

İrade her şeyden önce isteme gücü veya yetisi anlamına gelmektedir. İkinci olarak irade, isteme gücünün eğilimi veya etkilenimi olarak anlaşılabilir. İradenin üçüncü anlamı ise isteme eylemidir. Bu eylemlerden bir tanesi, kendisi bir yargı (judicium) olan tercihte bulunma veya karar almadır. Burada devreye bilgi girmektedir.
İrademizin şu veya bu tercihte bulunması ve günahı bile seçebilmesi, onun özgürlüğüyle bağlantılı olarak düşünülmemelidir. Anselmus, ünlü eseri De Libertate Arbitrii (Seçme Özgürlüğü Hakkında)’de özgürlüğü “iradenin, bizzat doğruluğun kendisi için doğruluğu devam ettirme gücü” şeklinde tarif etmektedir.

---

Ortaçağ Felsefesi
Editör: Prof. Dr. Ayhan Bıçak & Yrd. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2296

Ağustos 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder