Ioannes Scotus Eriugena (815-877)
Eriugena, “Erin halkından doğan” anlamına
da gelir.
Karolenj döneminde İrlanda’dan Avrupa’ya
göç etmiş olan bilginlerden birisidir.
Birtakım tarihçilerin kuvvetle inandıkları şey,
Eriugena’nın bir ders esnasında öğrencileri tarafından kalem saplanarak
öldürüldüğüdür.
Yapıtları Patrologia Latina’nın 122. cildinde bulunmaktadır.
ERIUGENA’NIN
TANRI VE YARATILIŞ ANLAYIŞI
Eriugena, Tanrı ile dünya arasındaki bağlantıyla
ilgilenmiş, bunu bir tür Birlik Çokluk sorunu olarak görmüştür.
Tanrının özü insanca kavranamaz. Zamanda başlangıcı
olmayan ve kendi varoluşu için “nedensiz” bir yapıdadır. Tanrı, hiçbir şekilde
aklın veya duyuların nesnesi olamaz.
Eriugena, Periphyseon adlı eserinde doğayı dörde ayırmaktadır::
1) Yaratan ve yaratılmayan doğa (Creat et non Creatur),
2) Yaratılan ve aynı zamanda yaratan doğa (Creatur et creat),
3) Yaratılan ve yaratmayan doğa (Creatur et non creat),
4) Ne yaratan ne de yaratılan doğa. (Nec creat nec creatur).
Eriugena’ya göre bütün varolanlar, kendilerini
yaratan Tanrı’dan uzaklaştıkları ölçüde yaratılmışlıklarını daha açık bir
şekilde sergilemektedir.
Dördüncü ayrımda, bütün yaratılanlar Tanrı’da
bir araya geleceklerinden onların yaratılmışlık özellikleri de ortadan kalkmış
olacaktır.
Sonuç olarak, bu dörtlü doğa ayrımının ilkindeki
Tanrı, yaratılanlar açısından bir Başlangıç; dördüncüsü de gene yaratılanlar açısından
bir Son olarak düşünülebilir.
İncil’in başında “Başlangıçta söz vardı”
ifadesi yer almaktadır. Eriugena, Periphyseon’un üçüncü kitabında bu konuya değinir.
Ona göre Grekçedeki “logos” kelimesini “söz” olarak çevirmek seçeneklerden
sadece bir tanesidir. Logos kelimesi aynı zamanda “akıl” veya “neden” anlamlarına
da gelmektedir. Dolayısıyla “Başlangıçta akıl vardı” veya “başlangıçta neden
vardı” demek de mümkündür. Dolayısıyla, Eriugena’daki doğanın ikinci ayrımı
olan ilahi idealar, Yaratıcı tarafından yaratıldıktan sonra, fizik dünyaya
düzen verecek bir şekilde, kendi varoluşlarının altındaki bireysel nesneleri
yaratmışlardır.
“Her şeyin nihai hedefi olarak Tanrı” vardır.
Eriugena’nın başvurduğu kavramlardan ikisi
Grekçedeki “füsis” / φύσις (doğa) ve “ousia” / ούσία (öz) ile Latincedeki “natura” (doğa) ve
“essentia” (öz) kavramlarıdır. Ona göre Grekler sıklıkla ousia için füsis
kelimesini, füsis için de ousia kelimesini kullanmışlardı. Ousia’nın uygun
kullanımındaki anlamı “öz”dür.
Eriugena’ya göre “ousia”
“eimi” fiilinden türetilmiştir. Eimi fiili “ben-im” anlamına gelmektedir. Bu fiilin
eril sıfat fiili “hon” dişili ise ousia’nın ortaya çıktığı “ousa”dır.
Füsis kelimesi ise Grekçedeki “füomai” yani “doğuyorum”;
“ekiliyorum” ya da “meydana
getiriliyorum” karşılıklarına sahiptir. Buradan hareketle diyebiliriz
ki, kendi akılsallığı içinde devamlılık gösteren her varlık bir ousiadır.
Duyulanabilir şeylerin özü, Tanrı’da zaman
ve mekândan bağımsız şekilde yaşamaya devam eder. Tüm yaratılanlarda bir amaçlılık
durumu hâkimdir. Grekçede “telos” hem başlangıç
hem de son/amaç anlamlarını taşımaktadır. Bu yüzden, yaratılışın analiz kısmı, bütün
yaratılanların başlangıcı demek olan Tanrı’ya geri dönüşün kesin bir ifadesi
olarak karşımıza çıkar.
ERIUGENA’NIN
İNSAN VE EVREN ANLAYIŞI
Eriugena’ya göre yaratılış kesintisiz bir
süreçtir.
Eriugena’ya göre insan tek ve aynı akılsal
ruh ile birleşmiş olan bedenden meydana gelir. Bu birleşmenin nasıl olduğu açık
değildir. Bu birleşmiş yapı harika ve anlaşılabilir bir şekilde ikiye ayrılır.
Bunlardan bir tanesinin içinde insan, Yaratıcı (Creator)’nın
imgesinde (imago Dei) ve benzerliğinde yaratılır.
Bu yaratılmışlığın bütün özellikleri insanı hayvani olandan mümkün olduğu kadar
uzaklaştırır; hayvanlıkla ilgili hiçbir paylaşım içine sokmaz. Öte yandan,
diğer kısım ise hayvan doğası ile belli türden bir iletişim kurar ve topraktan
meydana gelir.
Melekler maddi olmayan, insansa maddi
varoluşu sergiler. İnsan hem hayvani hem Tanrısal özellikler taşıyan bir varlıktır.
Yaratılış beş parçaya ayrılır: bir
yaratılan ya bir bedendir; ya bir canlı varlık; ya duyulanabilir varlık; ya akılsal
varlık veya zihinsel varlık. Bu beş parçanın hepsi de her şekilde insanda
bulunur. Aslına bakılacak olursa, insan başlangıçta ilahi hakikatin seyri (temaşa)
ile vakit geçiren ilahi bir varlıktı. İnsan Tanrı’nın Zihninde ezeli ebedi bir
şekilde biçimlenmiş belli bir zihinsel kavramdır.
İçinde yaşadığımız dünya duyularımıza karşılık
gelen bir dünyadır. Duyulanabilir nesne, kesin olarak belli bir zaman ve belli
bir mekândadır; oluş ve bozuluşa tabidir.
---
Ortaçağ Felsefesi
Editör: Prof. Dr. Ayhan Bıçak & Yrd.
Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2296
Ağustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder