15 Ocak 2017 Pazar

Türk Sosyologları: Behice Boran ve İbrahim Yasa

Behice Boran ve İbrahim Yasa
Behice Boran
Behice Boran, Türk sosyolojisinde ‘ilm-i içtima’ ekolünün bir üyesidir. ‘İlm-i içtima’ ekolünün kurucusu ise Prens Sabahattin’dir.
Behice Boran 1 Mayıs 1910 yılında Bursa’da doğdu. Kazanlı bir Tatar aileye mensuptur.
İstanbul Amerikan Kız Koleji’nden 1931 yılında mezun olmuştur. Aynı yıl Darülfünun Felsefe bölümüne girer ancak buradan mezun olmadan ayrılarak 1933 yılında öğretmenlik yapmaya başlar. Kolej hocalarının desteği ile Michigan Üniversitesi’nden burs alarak Amerika’ya doktora eğitimi için gider. 1938 yılında doktor unvanını alır. Yurda döndükten sonra 1939 yılında yeni kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne sosyoloji öğretim üyesi olarak atanır. 1942 yılında Manisa’ya bağlı Tepecik köyü üzerine yaptığı bir alan çalışmasını doçentlik tezi olarak sunar. Ders sunumunun ardından Doçentlik ünvanını alır. 36 yaşında iken çevirmen Nevzat Hatko ile evlenir. 1948 yılında fakülteden ilişiği kesilir. 1950’de Barışseverler Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır. Cemiyetin faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak hapse girer. 1962’de TİP’e girer. 1965’te TİP Urfa milletvekili olur. 1980’ne kadar siyasi faaliyetleri nedeniyle dönem dönem tutuklanarak hapis hayatı yaşar. 1980’de yurt dışına çıkar, 1981’de yurda dön çağrısına uymadığı için vatandaşlıktan çıkarılır. 1987 yılında Brüksel’de vefat eder ve cenaze töreni eski milletvekili olduğu için TBMM’nde yapılarak Zincirlikuyu mezarlığına defnedilir.

Toplumsal Tabakalaşma Çalışması
Behice Boran’ın doktora tezi mesleki hareketlilik ile ilgilidir. Meslek gruplarını sosyal tabakalar olarak ele alıp, bu toplumdaki tabakalar arası geçişliliğin nasıl olduğunu istatistiki veri ve grafikler ile ortaya koymuştur.
Durkheimcı bir tavır ile meslekleri toplumsal iş bölümü içinde fonksiyonel birlikler olarak tanımlar. Mesleki ücretin yaşam tarzları arasındaki farklılığın da belirlendiğini ifade eder. Marks, üretim araçlarına sahip olanların daha üst bir sınıf oluşturduğundan bahsederken, Boran ise üretim ve dağıtım sürecinde kontrol sahibi olanları toplumsal hiyerarşinin başına koyar. Modern sanayileşmiş toplumlarda artık, üretim araçları üzerindeki mülkiyetten ziyade üretim üzerindeki kontrol toplumsal tabakalar ya da sınıfar olarak ele alınan meslek grupları için sosyal hiyerarşinin kriteridir.
Endüstriyel sektör içinde mal sahibi olan grubun yaş kompozisyonu ‘orta yaşlı’, mal sahibi olmayan grubun yaş kompozisyonu ise ‘genç’ tir. Bu da mal sahibi olan grubun daha kapalı olmayanın ise daha açık olduğunun bir göstergesi olarak ele alınır. Bundan çıkan sonuç, ABD’de 1910-1930 periyodunda, üretim üzerinde kontrol sahibi olan üst sınıfarda sosyal hareketlilik daha az görülmektedir. Bu gruplar, sosyal hiyerarşinin altından gelecek olan dikey sosyal hareketliliğe karşı kapalıdır. Yani üst sınıfar hiyerarşik üstünlüklerini koruma eğilimindedirler.

Toplumsal Yapı Çalışması
Temel eseri ‘Toplumsal Yapı Araştırmaları’dır. Boran bu kitabında yer alan çalışmasını, öğrencisi Fatma Taşkıngöl Başaran ile birlikte, 1941-1942 yılları arasında, Manisa’ya bağlı sekiz ova köyü (Adiloba, Tepecik, Sarıçam, Kepenekli, Yılmaz, Saruhanlı, Hacı Rahmanlı, Paşa) ve beş dağ köyü (Siyetli, Kuruköy, Dazyurt, Yayla, Kışla) üzerine yapmıştır.
Çalışmasının merkezi problemi; bir topluluğun toplumsal yapısının farklılaştığı fonksiyonel kısımlar arasındaki, özellikle iki kısım (alt yapı ve üst yapı) arasındaki ilişkileri aydınlatmaktır. Boran, toplumun kurumları arasında fonksiyonel bir ilişki görür ve aynı zamanda bu ilişkinin iki temel yapı arasında olduğunu söyler. Boran’a göre toplum, bir kurumlar topluluğudur. Sosyal değişme sürecinde kurumlar çözülme ve yeniden birleşme yaşarlar.
Boran öncelikle ele aldığı iki köy tipinin ekolojisini verir. Buna göre ova köyleri (açık köy tipi) şehir ile yakındır. Ulaşım ve haberleşme vasıtalarına sahiptir. Oysa dağ köyleri (kapalı köy tipi) şehre uzak ve ulaşım ve haberleşme vasıtalarından görece mahrumdur. Ova köyleri piyasaya dönük üretim yapan açık köylerdir. Dağ köyleri ise, geçimlik üretim yapan kapalı köylerdir.
Kasabalar ve şehirler eski ve yeni arasında bir ikilik yaşamaktadır. Boran, bir öngörüde bulunarak bu ikiliğin zaman içinde daha da keskinleşeceğini ifade etmektedir.
Boran, köylerin şehirleşmesini bir kültürel yayılım süreci olarak değerlendirir. Ona göre, eğer bir toplum kendisinden daha üstün bir toplum ile karşılaşırsa çekingen ve korkak davranır. İncelediği köylerde halkın şehirliye karşı tutumu bu mihverdedir.

Şehir Çalışmaları
Boran, toplumsal değişmeyi, Marksist bir şekilde, üretim araçlarının ve kullanılan enerji türünün değişmesi ile birlikte yaşanan evrensel bir toplum hadisesi olarak kavramlaştırır. Toplumlar, sanayileştikçe kapalılıklarını yitirmekte ve daha geniş bir bütüne ait iş bölümünün bir parçası olmaktadırlar.
Boran, toplumsal değişmeyi üretim araçlarının birikerek değişmesi bağlamında, bir evrimsel süreç olarak kavramlaştırmaktadır. Evrimi birikerek değişme olarak tanımlayan Boran, insan doğa ilişkilerinin aracı teknolojide birikerek değişmenin görüldüğünü bu itibarla da evrimin bu alanda varlığının söz konusu olduğunu ifade eder.
Boran, toplumlar arası ilişkilerde toplumların gördüğü fonksiyona göre farklılaşarak kimilerinin merkezde kimilerinin çevrede yer aldığını söylerken.

Edebiyat Sosyolojisi
Boran, edebiyat ve sanat sosyolojisine dair ilk yazılarını Yurt ve Dünya dergisinde yayınlamıştır. Boran’ın sanatı ve edebiyatı ele alışı, Marksist sosyoloji itibariyledir. Edebiyat sosyolojisinde en çok bilinen yazısı, Halide Edib’in romanlarını tahlil ettiği makalesidir. Boran’a göre, romancılar karakterlerini iki şekilde kahramanlaştırmaktadırlar; ilk biçim, romanda karakterin kendi sosyal muhitinin bir tiplemesi, ikinci şekilde ise tam tersi kendi sosyal çevresinden kopararak kahramanlaştırma gerçekleştirilmektedir. Halide Edib, ikinci şekli benimsemektedir.
Boran’a göre, Halide Edib’in yeni ve eski romanlarının ilk ortak özelliği güçlü kadın karakterleri ise ikinci özelliği aşk temasının işlenmesi; üçüncü özelliği ise, yazarın dünya görüşünün değişmemesidir. Onun dünya görüşünü ele veren romanı, Yeni Turan’dır. Bu romanda batılılaşmış Müslüman bir Türk toplumu tasvir edilmektedir.
Bir diğer Türk romanı ile ilgili yazısında, 1940’lı yılların popüler kadın romancılarını eleştirir. Boran’a göre, bu romanlar masalların modernleştirilmiş şeklidir.

İbrahim Yasa
1911 Selanik doğumludur. Balkan Savaşı sırasında ailesi ile birlikte Balıkesir’e göç etmiştir. 1925’de muallim mektebine girmeye hak kazanan Yasa, mezuniyetinden sonra İstanbul’da görev yaparken İstanbul Üniversitesi Felsefe şubesine 1933’de kayıt yaptırır. 1934’de Sosyoloji eğitimi için ABD’ye gider, köy sosyolojisi alanında uzmanlaşır. 1940 yılında doktorasını verir ve 1942’de ülkeye döner. 1953 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Sosyal Siyaset kürsüsünü kurdu. 1977 yılında emekli olmuştur. 1982-1986 yıllarında ODTÜ sosyoloji bölümünde hocalığa devam etmiştir. 1993 yılında ise Ankara’da vefat etmiştir
Eserlerini iki ana başlıkta toplamak mümkündür: Toplumsal yapı ve değişme ve aile yapısı. Yasa, toplumsal yapının gündelik işleyişini sayı ile belirlerken bu sayıların kültürel anlamını da ortaya çıkarmaya çalışmıştır.

“İlm-i içtima” denilen sosyoloji anlayışı Türk toplumunun yapısal işleyiş ve değişimini mikro çalışmalar ile yakalamaya çalışır. Bu konuda ilk eseri, Ankara yakınlarındaki ve ilk köy enstitüsünün kurulduğu, Hasanoğlan köyü üzerindedir. Alan araştırması, Hasanoğlan Köyü’nde 1944-45 yıllarında yapılmıştır.
Yasa’ya göre, ulaşımın geliştiği yerler Türk devriminin etkisinin en fazla olduğu yerlerdir. Tren yolunun geçmesi ile söz konusu köy kapalı köyden, açık köy haline geçmiştir. Köye iletişim araçlarının girmesi de bu ulaşım aracı sayesinde olmuştur. Bu şekilde köylünün zaman ve mesafe kavramları artık değişmiştir. Zamanı daha fazla planlamak durumunda kalmaktadırlar. Tren yolu ile yeni ve modern meslekler köye girmiştir. Köy halkı gündelik ve sosyal davranışları konusunda modernleşmiştir. Köylüler arasında bireyselleşme artmıştır. Sosyal dayanışma zayışamıştır.

Yasa’nın diğer bir köy monografisi Sindel Köyü çalışmasıdır (1969). Sindel Köyü bir Batı Anadolu köyüdür. Sindel, Yörük göçebe halkın yerleştirilmesi ile oluşmuş bir köydür. Yasa, demokrasiye geçildikten sonra köyde gericiliğin ve particiliğin arttığını belirtir. Çobanlıktan tarıma geçme, sosyal hayatı ve manevi alanları değiştirmiştir. Toprağa yerleşmeden önce, rastlanan ağaların yerini yerleşimden sonra kasaba zenginleri almıştır.
Yasa’ya göre, bir köyün toplumsal ve ekonomik yapısını ortaya çıkarmak için ilk önce iş-güç tarzı ile ekolojiye bakılmalıdır. Yasa’ya göre, Türkiye az gelişmiş bir Doğu ülkesidir. Kırsal alanlar dâhil ülkede kanaatkâr bir dünya görüşünden vazgeçilmektedir. Tüm az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizde de ekonomik sömürü düzeni devam ettiği için demokratik bir rejim de kurulamamaktadır.
İlkel toplumlarda yerel değerler çağdaş toplumlarda evrensel değerler kültürü belirlemektedir. Türk toplumu üzerinde merkeziyetçi mutlak monarşinin etkisi halen devam etmektedir. Bu hal halk içinde “adam sendecilik” davranışına yol açmaktadır.
Yasa, toplumsal yapımızın temel unsurlarını analiz ettikten sonra toplumsal yapının özelliklerini şu şekilde saymaktadır: otoriteye ve birincil gruplara bağlılık, toprağa bağlılık, sihirsel ve dinsel inançlara bağlılık. Bu özelliklerin inşa ettiği kişiliklerin özellikleri ise; içe dönüklük, kuşkuculuk ve güvensizlik, bencilliktir.

Aile Yapısı Üzerine Çalışmaları
1966 yılında yayımlanan çalışmada; gecekondu ailesinin doğuşu, oluşumu, gelişimi ele alınmaktadır. Yasa, Türkiye’de gecekondulaşmanın altında yatan köyden şehre göçün nüfus ve ekonomik nedenlerini irdeler.
Gecekondu ailesi için şehirli ev eşyaları kullanım değil toplumsal saygınlık kazanmak için birer gösteri malzemesidir.
Gecekondu ailelerinde çocuklarının ilerdeki mesleklerinin memur olmasını istemelerinin nedeni olarak Türk toplumunda görülen “efendilik kompleksi”ne bağlar.

Yasa’nın aile ve toplumsal değişmeye odaklandığı bir diğer önemli çalışması Almanya’dan yurda dönen işçi aileleri üzerine yaptığı araştırmadır.

Dış göçün en önemli toplumsal etkisi yeni iş-güç alanlarının açılması ve arkada kalanları tüketici hale sokmasıdır. Dış göçlerin tinsel etkisi, özellikle aile içinde kadının saygınlığının artması ve aile üyelerinin geleneksel kalıplardan uzaklaşmalarıdır. “Alamancı” olarak nitelenen işçi aileleri artık çocuklarının memur değil serbest girişimci olmalarını arzu etmektedirler.

---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder