11 Ocak 2017 Çarşamba

Attila İlhan - Hangi Atatürk

Attila İlhan - Hangi Atatürk


...Hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin?

Doğu’yla Batı’nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı’ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamiyle soyutlanıyoruz.
Mustafa Kemal, 6 Mart 1922

Mustafa Kemal’in, iç içe üç büyük eylemi var: Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim, toplumun ümmet aşamasından ‘millet’ aşamasına dönüşümü...

‘Kuva-yı Milliye’, aslında XX. yüzyılın gördüğü ilk ‘Halk Kurtuluş Ordusu’dur…

Mustafa Kemal'in gözünde, eylemin ‘meşruluğu’ demek, halkça onaylanmış olması demektir.

Devrim, devirdiği iktidarın güçlerine yasallık tanıyamayacağı gibi, onu devirmek isteyenlere de hoşgörüyle bakamaz.

Osmanlı’nın batış çağında, tutucular kadar devrimciler de dışa bağımlıdır.

Herkese padişahın kovulması, halk hâkimiyeti rejiminin getirilmesi oyuncak geliyor. Cumhuriyet’in, ne büyük bir yenilik hamlesi olduğunu, genç nesle anlatabilseydik, Cumhuriyetçi kuşaklar başlangıçtaki atılımı sürdürebileceklerdi

1919’da (…) Bütün Anadolu’da atölye sayısı düzineyi bulmuyordu, motorlu araç on, on beş kadardı, her tarafın “fiili düşman işgali” altında olmasından başka!

Türk ulusu, ulusluğunu saldırgan emperyalist sisteme karşı savaşarak elde etmiştir…

Mustafa Kemal yeni bir ülke yapmayı istiyordu, İnönü ise bu ülkeyi Batılı emperyalist sistemin ülkelerine benzetmeyi.

Atatürk hiçbir şey yapmamışsa yeni bir Türk devleti kurmuştur.

Kemal Paşa döneminde nice sıkıyönetimler yaşanmış, isyanlar görülmüş, İstiklâl Mahkemeleri işlemiştir, buna rağmen çok ağır hüküm giyen tek solcuya rastlanmaz, oysa sağcılardan asılanlar vardır.

Kemal Paşa’nın ölümünden itibaren tutum değişmiş, İnönü diktası, seçkin aydınlarla eşraf ve bürokrasi üçgenine dayanan, savaş vurguncularıyla el altından işbirliği yapan merkeziyetçi bir dikta olarak oluşmuştur.

Yeni kurulan Cumhuriyet’e biçim vermek için ortaya atılan “Atatürkçülük” genç kuşaklara, Atatürk’ün yaşamöyküsü ve yaptığı işler biçiminde aktarılmıştır. Böylece, sonradan oluşmuş bir ‘ideoloji’ yâni ‘Atatürkçülük’, kendisinden önce oluşmuş eylem ve olayların yorumunda kullanılmış. Bunun sonunda da gerek Atatürk’ün gerçekten yapıp ettikleri, gerekse Bağımsızlık Savaşı gibi olayların ve Türk milliyetçiliği gibi olguların nitelikleri değiştirilmiş.

Benim kestirmeden ‘İnönücülük’ dediğim o ‘resmi’ Atatürkçülük en mükemmel ifade ve uygulamasını 40 yıllarında bulur ki, o da faşizan bir dikta, Tanzimat türünden bir Batıcılık, üstyapısal kültür aktarmalarıyla kişilik kaybını ilerleme sayan tatlısu alafrangalığıdır.

…bir ülkenin özgürlüğü, tam bağımsızlığı sadece demokratik düzeyde serbestlikler sağlamakla olmaz. Bu işi sağlama bağlamak, ekonomik düzeyde bu bağımsızlık ve serbestliğin üzerine oturaca­ğı temelleri atmak lâzımdır. O temeller ise, besbelli endüstrileşmeyle atılacaktır. (s. 71-72)

Türk gençliğine hitabesinde ‘Muhafaza ve müdafaa’ mecburiyetinden söz ettiği iki şeyden birisi (ve birincisi) Türk İstiklâli’dir.

Söylev’de şöyle demiş:  Bizim açık ve uygulama niteliği gördüğümüz öğreti (siyasi meslek) ‘milli siyaset’tir. (...) ‘Milli siyaset’ dediğimiz zaman, kastettiğim mana şudur: Ulusal şuurlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup memleketin gerçek mutluluk ve imarına çalışmak.”

Sultan Hamit bütün giyim eşyasını, çocuklarınınkine varıncaya kadar Paris Büyükelçisi Tahsin Paşa vasıtasıyla Avrupa’dan getirtirdi.
Halifeliğini kendisinden önceki padişahlardan farklı olarak fazlaca ön plana çıkarması, Müslümanlığa düşkünlüğünden miydi dersiniz… (s. 109)

Türkiye’de sağın da, solun da Mustafa Kemal’e bakış açısı, nesnel gerçeklere, tarihsel verilere dayanmıyor, ‘kuyruk acılarına’ dayanıyor. Açıkça görülen bir şey var, Mustafa Kemal şu ya da bu şekilde 1919’dan itibaren Anadolu’da kademe kademe vaziyete hâkim olmuş, o kargaşalıkta her birisi kendisine göre bir devrime ya da bir iktidara oynayan çeşitli kişi ve kuruluşları birer birer haklayarak, kendi anladığı iktidarı, kendi tasarladığı Cumhuriyet’i kurmuştur.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde 3 Nisan 1919 tarih ve 453 numara ile kayıtlı bir belge:
Sadrazam Damat Ferid Paşa 30 Mart 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Caltrophe’a gitmiş, adama bizzat padişah tarafından hazırlanmış olan gizli bir anlaşma taslağının Fransızca çevrimini sunmuştur.
…bu belge, yâni sözleşme ile son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahdeddin’in “yabancılara karşı bağımsızlığını koruması, iç güvenliğini sağlaması” için Türkiye’yi on beş yıl süre ile İngiltere’ye sömürge olarak teklif etmiştir. (s. 147)

1 Eylül 1919’da Alemdar gazetesinde Refii Cevad (Ulunay)… (İngiliz sömürgesi olmayı teklif ediyor).

Eylül 1919’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla Türkçe İstanbul gazetesinde… (İngilizlerin yardımı ve himayesinde mümkün olabilecek bir istiklalden dem vuruyor). (s. 148)

Mustafa Kemal Paşa’nın ‘kalkınma modeli’ yabancılardan, en çok da yabancı sermayeden, mümkün mertebe uzak durmaya, ülkenin kendi olanaklarına güvenmeye dayalıydı.

Kapitalizmin emperyalist aşamasında, gelişmiş devletler daha az gelişmiş olanlara, öyle koşullarla kredi açar, borç verirler ki, bu, gerçekte o ülkelerin önce ekonomisini, sonra bağımsızlığım teslim almaları anlamına gelir.
Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı ortalarına kadar ödediği Osmanlı borçlan, Batılı emperyalist sistemin Osmanlı’yı teslim almak için kullandığı en etkili ve geçerli ekonomik araçlardı.

Osmanlı’nın yıkılışını kolaylaştıran ekonomik çözülüşün kökeninde, İngiltere ile yapılan 1838 Ticaret Anlaşması’nın bulunduğunu, işin uzmanları sık sık söylemiştir. Bu anlaşma, Osmanlı ekonomisini yabancılara teslim ediyordu.

Türkiye ‘mutlak bağımsızlığından, Batılıların başından beri istedikleri yolda ödünler verir vermez, ayağı kaymış, kendi sınırları çevresinde kendi çıkarlarını ‘müttefiklerinin’ izni olmaksızın savunamaz hale düşmüştür.

Alman tarihçisi J. Glasneck şöyle diyor: “Atatürk, Sovyetler Birliği ile olan ve Türkiye’nin itilâf’a (Batılılara) karşı savaşında değer biçilemeyecek bir arka destek sayılan dostluğu Türk bağımsızlığının direği olarak niteliyordu.”
Yine Glasneck’e göre,  1936’dan bu yana özellikle Bayar’ın hükümetin başına gelmesinden sonra iki devlet arasındaki ilişkiler soğumaya başladı. Bu arada Türkiye büyük emperyalist devletlere daha çok yaklaşmaya çalışıyordu.
“ ... Geriye bakıldığı zaman: Türk hükümet çevrelerinde ilerici eğilimlerin Atatürk’le birlikte ölüp gittiği söylenebilir. O’nun ölümü Türk tarihi için de bir dönüştür.” (s. 261)

“Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.”
“Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.” Mustafa Kemal bunları 1933’te söylemiş. (s. 294-295)

Ermenilerin isyan hareketleri tıpkı Sırpların, Bulgarların, Rumların isyan hareketleri gibi 19. yüzyılda başlamıştır. Bunun nedeni çok basittir; çünkü 19. asrın sonlarından itibaren, 20. asrın başlarında Batılı kapitalizm, emperyalizm aşamasına gelmiştir. Parçalamaya karar verdiği ülkelerin başında da Osmanlı İmparatorluğu gelmektedir. Bunu parçalamak için buldukları çare de, Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli etnik gruplan tahrik ederek, gerek dini açıdan gerek milli açıdan onlara bir kimlik yakıştırıp o imparatorluğu dağıtmaktır. Bunu yalnız bizde yapmıyorlardı, Rusya’da da yapıyorlardı, Çin’de de, İran’da da yapıyorlardı.

Şimdi pek çok insanın unuttuğu veya hatırlamak istemediği bir şey var; Kuva-yı Milliye’yi ve Müdafaa-i Hukuk’u örgütleyenler Türkçülerdir.
Türkçü ne demektir? Türkçü, Batılı emperyalizme karşı ayağa kalkan ve ona karşı çıkan adam demektir. Türkçü, Türk kimliğini açığa çıkarıp, Batılının ona olan baskısına karşı koyan adam demektir.

…Türk kimliği nedir? Türk kimliği ırka dayanan bir kimlik değil, daha çok kültüre ve yurda dayanan bir kimliktir. Yâni bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar Türk sıfatını taşırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin teklemeye başlaması 2. Dünya Savaşı’yla olur.
Almanlar Rusya’ya saldırınca, (Bizimkiler) ‘Oradaki Türkleri acaba apartabilir miyiz?’ diye bir hayal kurarlar. Mareşal Fevzi Çakmak’la Şükrü Saraçoğlu Almanlarla gizli temaslara girer. Oralara biz buradan adam göndeririz. O ülkeleri yönetsinler diye...
Almanlar yenilince biz çok müşkül duruma düşeriz. Çünkü Sovyetler Birliği gelip Almanların Hariciye Bakanlığından bizim bütün bu gizli hikâyelerimizi öğrenir. Öğrenince Rusların kafası kızar. Ruslar bizden toprak ve Boğazlar’dan geçiş isterler. Biz telâşa düşeriz. O telâşta ne yaparız? Gider, Amerika’nın kucağına otururuz.

Amerika dindardır. Dindar olduğu için de, bu işlere girdiği ülkelerde dindarlığı öne alır. Öne aldığı için de Türkiye’de böyle şeyler oluyor.
Bizde de o sıralarda Demokrat Parti iktidar olabilme ihtiyacındaydı. Bunun için tarikatlardan yararlanmayı düşünüyordu. Zaten illegal birtakım tarikatlar vardı. Bunlarla işbirliğine girdi. Amerika devletçiliğe de karşıydı. Niye? Çünkü o, liberalizmin zirvesidir. Kendine en kötü liberalizmi uygular, yâni vahşi liberalizm kurar. Bir çeşit sosyal Darwinizm vardır orada. Kim güçlüyse ötekini ezer, öldürür, yer. Aynen tabiatta olduğu gibi... Çünkü tabiat faşisttir.
---

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

5. Baskı, Nisan 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder