11 Ocak 2017 Çarşamba

Türkiye'de Sosyoloji: 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji

1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji
İki darbe arasında, bir de muhtıranın olduğu 1960-1980 dönemi siyasal atmosferinden sosyoloji çalışmaları da şu ya da bu şekilde etkilenir. Örneğin 1960 öncesinde sosyalizmden söz edilmezken, 1960 sonrası pek çok sosyolojik çalışma sosyalizm tartışmalarını konu edinir.

Göç, Türkiye’de ciddi bir sorun olarak ortaya çıkar ve kentlere göç edenler, gecekondulaşma sürecini başlatır. Sadece köyden kentte değil, Türkiye’den Avrupa ülkelerine de emek göçü başlar.

1960’larda Türkiye’de birbirine tamamen zıt iki büyük sosyoloji anlayışı ortaya çıkmıştır: Bunlardan birincisi yapısal-fonksiyonalist Amerikan sosyoloji anlayışı, ikincisi de tarihsel araştırmalara ağırlık veren sosyoloji anlayışıdır. Amerikan sosyolojisinin etkisinde kalan sosyologlar pozitivizmi, sosyal determinizmi ve ampirizmi çalışmalarının merkezine yerleştirmişler ve sosyolojiyi sadece Amerikan sosyolojisinin yaklaşımlarıyla özleştirmişlerdir.
1950’lerin “neden Batıcılaşamadık?” söylemi, 1960’larda bir rötuşla az gelişmişlik eksenine kaydırılmış, bu sefer sosyologlarımızın çalışmaları Türkiye’nin az gelişmişliğini kanıtlamaya dönmüştür.

TOPLUMSAL DEĞİŞME VE AZ GELİŞMİŞLİK
Pek çok sosyolog ve aydın benimsedikleri modernleşme anlayışıyla, az gelişmiş olarak kabul ettikleri Türkiye’nin Batılı toplumların geçtiği aşamalardan bir an önce nasıl geçebileceği sorunsalı ile Batı’ya ulaşma yollarını keşfedilmeye yönelik çalışmalar yapma eğilimi içerisine girerler.
Batı evrim çizgisine göre Osmanlıyı ve Türkiye’yi açıklama anlayışı içerisinde olan sosyologların bir kısmı 1960’lı yıllarda bugünkü toplumu anlamak ve açıklamak için Asya göçebe ve yerleşik toplumları, Selçuklu ve Osmanlı toplumları üzerine yeni çalışmalar yaparlar. Bu çalışmalar neticesinde Osmanlı toplumu ile Türkiye arasında kurumsal ve toplumsal açıdan devamlılık olduğu tezi öne çıkar.

1970’lerde yaptığı çalışmalarla Asya göçebe toplumlarının ve Osmanlının ATÜT, feodalite ve başka Batılı teorilerle ile açıklanamayacağını kesin bir anlayışla ortaya koyan sosyolog Baykan Sezer olmuştur. Sezer, Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları adlı çalışması ile Bozkır Uygarlıklarını ATÜT dışında, ayrı bir kategori olarak ele alınmasını gerektirecek özellikler gösterdiğini belirtir. Bozkır uygarlıklarını ATÜT modeli ile anlamaya olanak bulunmadığını belirten Sezer, aksine Bozkır halkları ile devlet arasında, ATÜT’te olduğu gibi bir farklılaşma değil, tam bir kimlik birliğinin olduğunu belirtir.

Oya Baydar’a göre, devlet 16. ve 17. yüzyılda koyu merkezi bir feodal yapı gösterir. Toprağın ve tarımsal rantın imtiyazlı bir sınıfın elinde bulunması, tarımın ve köyün üstünlüğü, ayni vergilerin toplanması, reayanın toprağa bağlılığı feodal yapının temel taşlarıdır.

Osmanlı toplum yapısıyla ilgili ayrımlar ve tanımlar genellikle tarım merkezli üretim ilişkilerine göre yapılmış ve tarım dışı alanlar göz ardı edilmiştir.
Sabahattin Güllülü bu boşluğu doldurmak adına Ahi Birlikleri konulu bir çalışma yapmıştır. Ahi Birlikleri, Anadolu Türk toplumuna özgü bir sentezdir. Ahi Birlikleri, döneminin kendisini doğuran dini, ahlaki, sosyal ve ekonomik koşullar incelenmeden anlaşılamaz.

Niyazi Berkes ise Osmanlı’nın Doğu toplumlarının da dahil olduğu, Doğu despotizmi yaklaşımı içerisinde yer aldığını belirtmektedir. Buna göre, baştaki yöneticiler değiştiği halde, toplum yerinde saymaktadır. Durgunluk bu yapının düzenini koruyarak işleyişine hizmet etmektedir. Osmanlı ile ilgili genel kanı, Osmanlı yönetiminin sınıflara değil, sınıfların devlete dayanıyor olmasıdır. Bu yapı, Batı toplumları ile tamamen zıt bir durumu göstermektedir. Osmanlıda devlet efendi ve babadır. Yönetime halkı karıştırmaz. Bu nedenle devletle halk arasında büyük bir ayrım vardır.

Niyazi Berkes’e göre, 1909, 1918-1922 ve 1950’li yıllara gerici, dinci, karşı devrimci hareket ve gelişmeler egemen olmuştur. Berkes, Kemalist reformları, devletçiliği, Cumhuriyet’in devrimci çizgide gerçekleştirdiği siyasal ve sosyal değişimler olarak olumlamış; ulusalcılık, halkçılık ve devletçilik ilkelerine yeni yorumlar getirmiştir.

Şerif Mardin 1960’larda yaptığı çalışmalar ile bugünkü Türkiye’nin ekonomik yapısı ve toplumsal davranışlarının temelini oluşturan kültürel, dinsel ve zihinsel kodları ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu ve İttihatçılarla ilgili çalışmalarında, onların düşünsel yapılarını etkileyen faktörleri ortaya koymaya çalışmıştır.

Cavit Orhan Tütengil, az gelişmişliğimizi gösteren Batılı teorileri ve ölçütleri ülkemize aktararak durumumuzu test etmemize yardımcı olmuştur.

Mübeccel B. Kıray ise, Türkiye’nin az gelişmişliği konusunu, toplumsal değişme anlayışı doğrultusunda ele almıştır.

KÖY SOSYOLOJİSİ
Cavit Orhan Tütengil, Sakarya köylerinde yaptığı bir alan araştırmasında köylerdeki değişime yol açan faktörler üzerinde durmuştur.

Muzaffer Sencer’e göre, 1950’den sonra tarım teknolojilerindeki değişime bağlı olarak, kırsal kesimin geleneksel özellikleri bozulmuş ve köylerde bir mülksüzleşme süreci başlamıştır.

Bahattin Akşit, 1967’de yayınladığı, Türkiye’de “Azgelişmiş Kapitalizm” ve Köylere Girişi başlıklı kitabında, dönemin pek çok sosyoloğunun aksine, pozitivist ve determinist bir anlayışla, Osmanlıyı Batı evrim çizgisi doğrultusunda ele alır.

GECEKONDU VE KENT SOSYOLOJİSİ
Köyden kente göç olayı, şehirlerde kenar mahalle ve gecekondu olgusunu doğurmuştur.
Orhan Türkdoğan’a göre, köylerden göç edenler şehirlerin eteklerindeki gecekondu bölgelerine yerleşerek toplumun egemen kültüründen bir sapma gösteren yeni bir yan kültür alanı ortaya çıkarmaktadırlar. Gecekondularda oluşan yoksulluk kültürü ve toplum düzeni, oralarda yaşayanların hayat tarzını, dünya görüşünü biçimlendirmektedir. Yoksulluk kültürünün etkisi altına giren gecekondu insanı, kalabalıklar içerisinde yalnızlaşmakta, topluma yabancılaşmaktadır.

Mübeccel Kıray’ın kent sosyolojisi çalışmalarındaki çıkış noktası, Türk toplumunun Batılı anlamda modern bir topluma nasıl dönüşeceği sorunudur.

DİN SOSYOLOJİSİ
1960’larda İslamiyet’i Türklerin tarihini etkileyen bir faktör olarak tarihsel sosyoloji açısından ele alıp inceleyen sosyologlardan biri Muzaffer Sencer’dir. Sencer, İslamiyet’in yalnız bir inanç ve pratikler sistemi olmayıp aynı zamanda temellendirdiği çeşitli kurumlarla bir sosyal ve politik rejim özelliği taşıdığını belirtir. Türk toplumu, tarihsel gelişme doğrultusunda, bütün kurumlarıyla dinin etkisi altında kalmıştır. Bu durum, Türk toplumlarına teokratik bir özellik kazandırmış, değişmez kurallarla, yüzyıllarca değişmeden kalan statik bir sosyal düzene yol açmıştır.

Dini sosyal bir olay olarak ele alan çalışmalardan biri de Fügen Berkay’a aittir. Berkay, Muzaffer Sencer’in aksine, İslam dininin olumlu özelliklerinden birini, akılcılığını öne çıkarmakta, Türk toplumunun bu olumlu özelliği farklı bir şekle nasıl soktuğu üzerinde durmaktadır.
Kur’an’da iki çeşit emir bulunmaktadır: tamamlanmış ve tamamlanmamış emirler. Birinciler inanca ve ibadete ait olanlar, ikinciler ise ahlak, adalet gibi dünya işlerini düzenlemeye yarayan, İslam ümmetine akılla girecekleri kapıları açık bırakan alanlar. Bu alanlar İslamiyet içerisinde aklın ön plana çıkmasını sağlar. İslamiyet’in akla ve dünyaya ait yanı onun içine girdiği her toplumda devlet dini olmasına yol açar. Bu özelliği ile İslamiyet devlet kurma yeteneğine sahip olan Türkleri kendine çekmiştir.

Baykan Sezer ise, dini bir kimlik unsuru olarak ele almıştır. Bu bağlamda İslamiyet Doğu’nun, Hıristiyanlık Batı’nın kimlik ifadesi olarak karşımıza çıkar.

Şerif Mardin’e göre din bir “yumuşak ideoloji”dir. Türkiye’de de tarihsel gelişmeler sonucu İslamiyet, halkın inandığı şekliyle “yumuşak ideoloji” işlevi görmüş, onun dünya görüşünün oluşmasında etkin olmuştur.

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SİYASET SOSYOLOJİSİ
Oya Baydar 1839-1870 tarihleri arasında Osmanlı toplumunda işçi sınıfının ortaya çıktığını belirtir. 1870 sonrasında, kendine özgü niteliklerini, sınıfsal özelliklerini ve giriştiği eylemleriyle sınıf bilincini, çok küçük çaplı da olsa ortaya koymaya başlamıştır. Sanayileşmenin gelişmediği Osmanlı toplumunda işçi sınıfının oluşumu da eğreti kalmıştır.

Muzaffer Sencer, sınıf kavramının meslek veya meslek grupları ya da başka özel grupların kapsamını aşan bir genişliği sahip olduğunu da belirtir.

Eyüp Kemerlioğlu’nun 1973 yılında tamamladığı Erzurum’da Meslekler ve Sosyal Tabakalaşma başlıklı doktorası sosyal tabaka ile meslekler arasındaki ilişkiyi, bağlantıyı, biçimi, sosyal yapı adına ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Sosyal tabakalaşma konusunda mesleği temel ölçüt almakla birlikte diğer ölçütleri de kabul etmek gerekir.

AİLE, KADIN VE GENÇLİK SOSYOLOJİSİ
Aile, yapısal yönden geleneksel geniş aile ve çekirdek aile şeklinde bir evrim çizgisi izlemektedir. Aile, yapısal ve fonksiyonel yönden giderek çekirdekleşmektedir. Düşük gelir ve çevredeki aileler bürokratik örgütlerden oldukça yalıtılmış durumdadır. Akrabalık ilişkileri üst gelir ve çevre gruplarında iş yaşamında oldukça önemlidir.
Kadın çalışmaları asıl yoğunluğa 1980’den sonra ulaşmıştır. 1960-1980 dönemi kadın çalışmalarında Cumhuriyet öncesi kadının olumsuz sosyal koşullarına ve erkek egemen toplumdaki ikinci sınıf konumuna yer verilmiş ve Cumhuriyet dönemindeki kazanımları öne çıkarılmıştır.

Kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklar konusunu doktora çalışması olarak araştıran sosyolog Birsen Gökçe olmuştur.

---
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ
Editör: Prof. Dr. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2638
2. Baskı, Nisan 2013, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder