15 Ocak 2017 Pazar

Türk Sosyologları: Mehmet İzzet ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

Mehmet İzzet ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Mehmet İzzet
Mehmet İzzet, Türk düşün hayatında sosyolojinin sivil alanın bilimi olması gerekliliğine inanan pozitivist idealist bir düşünce adamıdır. Çalışmalarında kendisine dayanak olarak aldığı Durkheim gibi devlete mesafelidir.

1891 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Darulfünun Hukuk Fakültesine devam ettiği iddiasının yanında, liseyi Paris de Louis Le Grand okulunda tamamladığı da belirtilmektedir. Avrupa’ya gönderilecek öğrenciler için açılan bir sınavı kazanıp Sorbonne’a devam eder. Burada felsefe öğrenimi görür. Yurda dönünce Kızılay teşkilatında açılan kâtiplik yarışmasını kazanır. Adnan Adıvar’ın yanında çalışır. Daha sonra Darülfünun’da felsefe tarihi muallimliğine tayin edilir. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924’te profesörlüğe yükseltilir. 1926 yılında da felsefe muallimliğine ilaveten Mehmet Emin’den boşalan “Felsefe Tarihi ve İçtimaiyat” derslerini okutmaya başlar. 8 Aralık 1930 tarihinde ölür.

Mehmet İzzet’in Düşünce Yapısı
Mehmet İzzet, çalışmalarına felsefe tarihi ile başlamış daha sonra ahlaka yönelmiştir. Düşünce yapısı onu, sosyolojiden felsefi idealizme ve özellikle de Alman romantiklerinin idealizmine götürmüştür.
Ona göre toplum içinde yaşayan insanın eylemleri topluma bağlıdır, bireyin hayatı toplumdan ayrı incelenemez. Öyle ise bütün manevi değerlerimizi bu toplumda aramalıyız. Eğer bireye yükümlülüğü cemiyet koyuyorsa bireyin herhangi ahlaki hareketi tercih etmesinin ne değeri vardır?” Ona göre birey ve toplum, daha geniş terimlerle hürriyet ve zorunluluk birbirini tamamlayan ve bir bileşim içinde eriyen iki kavramdır. İzzet, bu yaklaşımın güçlüklerinin farkındadır. Sosyoloji verilerini derinleştirir. Felsefe tarihinde kendine dayanaklar arar. Toplumların evrimi sorusunda yeni Amerikan idealistlerinden J. M. Baldwin’in genetik metodundan faydalanır. Sosyal evrim ile integral insanlık fikirleri arasında ilişki arar.

Hayat mecmuasındaki yazılarının yanı sıra bıraktığı eserlerin en önemlisi “Milliyet Nazariyeleri”dir. Milliyeti, toplumsal hürriyeti sağlayacak bir ideal olarak tespit eder. Milliyet bir olgu olmaktan ziyade ülküdür. Milliyet bir ülküdür yani bizden kayıtsız şartsız ve mutlak bir surette fedakârlık talep eden, itaat isteyen kutsi bir amaçtır. Bu duygu, siyasetçiler tarafından bir menfaat aracı olarak kullanılmaktadır. İnsan için hakikat menfaatten ibarettir. Ebedî menfaat yoktur, menfaat değişince hakikat de değişir.

İzzet’e göre “bugünkü vatan, millî vatandır. Böyle bir toplumda hakimiyet milletindir. Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”. Devlet, bir milletin hukuksal oluşumudur. Bu milletin kalkınması için fikri- ademimerkeziyet şarttır.
Bugünkü yüzyıl milliyetlerin yüzyılı, bugünkü medeniyet de şehir medeniyetidir.
Vicdan ile akıl, yahut kültür ile medeniyet: Birincisi bize amaçlarımızı, ikincisi araçlarımızı gösterir. İzzet, milleti maddi ve manevi unsurların toplamı olarak kabul eder. Bir millet, beraber yaşamak isteyen veya başkalarıyla beraber yaşamak veya başkalarına tabi olmak istemeyen kişilerin toplamıdır.

İzzet sosyolojiden olgusal bir şey olarak bahseder. Fakat amaç bir ispata ulaşmak değil, bu olumlu şeyin, olumsuz sorunlarını göstermektir. Cemiyet ilmi de belli bir cemiyet içinde, toplumsal şartlar altında geliştiğinden toplumsal vicdanın görüntüsünü ifade eder.
Sosyoloji kuramsal ilim olmalı, siyaset onun uygulamasını teşkil etmelidir. Halk, eski zamanlara ait hikâyeler değil, bugünkü siyasi sorunlarına çözümler beklemektedir.

Cemiyetin ilerlemesini teknolojinin ilerlemesiyle ilişkilendirir. Birey cemiyete tabiidir ama bu esir demek değildir. Medeniyetin mümkün olması, cemiyetin mevcut olmasına bağlıdır. İnsanların faaliyetleri çeşitli olduğu için cemiyetler de çeşitlidir. Teşkilatlı ve teşkilatsız olmaları bakımından cemiyetleri gruplandırabiliriz: kurumsal yapılar (şirketler, dernekler) teşkilatlı cemiyetlere örnek olabilir; çatıya çıkmış olan bir insanı görüp sokakta biriken insanlar da teşkilatsız cemiyete örnek olabilir (bir anlık bir duygudan hareketle oluşan kalabalıklar).

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Çalışmalarının temel hedefinin “Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmaktır.
1901 yılında Erzurum’un Çamlıyamaç köyünde doğmuştur. Doktora çalışmasını 1935 yılında Strazburg’da tamamlamıştır. 1934 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile İktisat Fakültesinde görev yapmıştır.

Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken sosyal olguların bir nesne, şey gibi ele alınması kuralını koymuş, sosyal kurumların büyük bir bölümünün bize önceki nesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını belirtmiştir. Fındıkoğlu’nun sosyolojik olgulara yaklaşımı bu ilkeye dayanır.
Durkheim, ferdî şuurlardan ayrı ve bunların dışında bulunan bir ‘kolektif şuur’ kavramını kabul eder. Ferdî şuurların dışında bulunan, kendini ferde zorla kabul ettiren sosyal olaylar, kolektif şuur denen bir varlıkta yer alırlar. Toplumsal hayatta gözlemlenen olgular zaman içinde dönüşümlere uğramaktadır. Fındıkoğlu sosyal realitedeki bu değişmeleri organizmacı-evrimci bir görüşle açıklamaya çalışır. “Sosyal realite” Fındıkoğlu’nun asıl çalışma konusudur.

Fındıkoğlu’nun metodolojik görüşlerini üç başlık altında incelemek mümkündür.
Determinizm ve Hürriyetçilik: Determinizm araştırmacıyı tabiat olaylarını önceden tahmin edebilmek için bir olasılık fikrine götürmektedir. Tabiatın yapısına uygun durum da budur.
Tarihî Metot: Herhangi bir sosyal olayı, bir şahsı, bir düşünceyi, bir kurumu incelerken onun geçmişini aydınlatarak mevcut durumunu açıklamaya çalışır, dolayısıyla geleceğine de ışık tutmaya çaba gösterir.
Bütüncü Görüş: Sosyoloji disiplini her tek sosyal meseleyi bir “nokta” hâlinde tasarlar ve bu noktayı çerçeveleyen tarihî hava ve sosyal şartları bu noktaya kuvvetli bir projektör gibi tutar.

Türkiye’de Kültürel Hayat ve Aydınlar
Fındıkoğlu bir dizi makalesinde belirli bazı sebeplerden dolayı Türkiye’de kültürel hayatın gelişmemiş olduğunu, bu sebepler ortadan kaldırılmadıkça da Türkiye’de kültür düzeyini yükseltmenin mümkün olamayacağını belirtir. Fikir hareketlerinin gelenek hâlinde yaşayamaması, sosyal değerleri birbirinden ayırma gereğinin anlaşılmaması, din ve siyaset ihtirasları Türkiye’de bilimsel ve felsefi hayatın gelişmesini ve yaygınlaşmasını önlemiştir.
Düşünce hayatımızdaki kısırlığın bir diğer sebebi de Batı’da ortaya atılmış fikir ve sistemlerin kalemşörlerimizce aynen taklit edilmesidir. Aydın toplumsal incelemelerinde kendi toplumunun ihtiyaç ve değerlerini göz önüne almalıdır.

Bilimsel ve felsefi faaliyetlerin siyasi, dinî ihtiraslardan uzak tutulması, bilim adamının kendisini nefsine bağlılıktan kurtarması, metotlu ve disiplinli çalışması gerekir.

Birikmiş manevi bir servetin bulunmaması dolayısıyla henüz bilimsel ve felsefi düşünce geleneğinin kurulamadığını belirten Fındıkoğlu, Türkiye’de devlete “kültür devletçiliği” yapma görevini verir.

Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimsel ve felsefî bir düşünce geleneğinin kurulamamış olmasının başlıca sebeplerinden biri de aydınların biraraya gelip aynı çatı altında toplanamamaları, kolektif çalışma alışkanlığına sahip olmamalarıdır.

Türkiye’de Eğitim
Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak sonuna kadar Türkiye’de özellikle güncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir. Ona göre Türkiye’de “dinamik bir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak gerekir.
Üniversite kendi araştırma inzivasından uzaklaşarak üniversite dışı hayat için bir güneş rolünü oynamalıdır.
Eğitim kurumları ülkenin değişik yerlerinde ademimerkeziyet esasına göre kurulmalıdır. Eğitim ve öğretim alanında yetiştirilecek öğrencinin sayısının değil, kalitesinin yüksek olmasına dikkat edilmelidir.
Yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.

Talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil; fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli.

---
Türk Sosyologları
Editör: Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2915
2. Baskı, Ağustos 2015

1 yorum:

  1. Mehmet İzzet
    1891’de İstanbul’da doğdu. Hukuk ve felsefe tahsil etti. Darülfünun’da uzun yıllar felsefe dersleri verdi. Ömrünün son deminde sosyoloji dersleri de verdi.
    Ahlak üzerine odaklanmıştır. Alman idealistlerinin etkisindedir. Toplumun birey üzerindeki etkisine atıf yapar (Durkheim’ın izindedir). İzzet, milleti maddi ve manevi unsurların toplamı olarak kabul eder. Manevi unsurlar vicdan ve bunun doğrultusunda oluşan kültür; maddi unsurlar ise akıl ve bu akılla ne yaptığının göstergesi olarak ortaya çıkan medeniyettir.
    Eserleri:
    Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat
    İçtimâiyat Dersleri

    Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
    1901’de Erzurum’da doğdu. Durkheim’ın izleyicilerindendir. Toplumun birey üzerindeki etkisini toplumsal şuur kavramıyla izah eder. Toplumsal hayattaki değişimleri evrimci bir görüşle açıklamaya çalışır. Sebep sonuç ilişkilerini çok önemsediği için deterministtir.
    Fikir hayatımızda düşünce geleneği oluşmuyor ve bununla birlikte kalemşörlerimiz Batıda neşredilenleri aynen tekrarlıyor. Bu gibi nedenlerle kültür hayatımız gelişmiyor. Toplumda gördüğü eksikliklerden dolayı düşüncelerinin odağında eğitim yer almıştır.
    Eserleri:
    Ahlâk tarihi (3 Cilt, 1936-1946),
    İbn-i Haldun’un Hukuka Ait Fikirleri ve Tesiri (1939)
    İçtimaiyyat(1958)
    Hukuk Sosyolojisi(1958)
    İktisat Sosyolojisi Açısından Sosyalizm(1965)
    İçtimaiyata Giriş (1944)
    İçtimaiyyat Dersleri(1971)
    Türkiye’de Kooperatifçilik: Tatbiki Sosyoloji Denemesi (1953)
    Kooperasyon Sosyolojisi (1967)

    YanıtlaSil