11 Ocak 2017 Çarşamba

Türkiye'de Sosyoloji: Türk Sosyolojisinin Temel Nitelikleri ve Genel Eğilimleri

Türk Sosyolojisinin Temel Nitelikleri ve Genel Eğilimleri
Sosyolojinin konusu olan toplum olaylarına ve sorunlarına yaklaşım biçimi belirli bir tarih ve dünya görüşüne bağlılık ile belirlenir. Toplum olayları tarihsel bir zemin üzerinde gerçekleşen olaylardır. Tarihsel ilişkiler içinde toplumlara gerçek yerlerini ve kimliklerini ise toplumlar arası çatışmalar kazandırmaktadır.
Türkiye’de sosyolojinin en belirgin özelliği siyasete aşırı bağımlılık göstermesidir.

TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİNİN ANA YÖNELİŞİ: BATICILIK TÜRKÇÜLÜK
Türkiye’de sosyoloji alanında karşımıza çıkan Türkçülük, İslamcılık, liberalizm, sosyalizm gibi akımlar farklı düzeylerde Batıcılıkla ilişkilidir. Her biri Türkiye’nin Batı çıkarlarına uyumlulaştırılması ya da modernleştirilmesi yolunda farklı çözüm stratejilerini temsil etmektedir.
Sosyolojide Batı eksenli toplum ve tarih anlayışının egemenlik kazanmasıyla Batı-dışı toplumların gelişme çizgisi ve yönü Batı’ya göre tanımlanmıştır.

Prens Sabahattin Türk toplumunun bireyci (particulariste) toplumların aksine, kamucu (communautaire) yapıda olduğuna ilişkin görüşlerinin dayanaklarını Le
Play (Science Sociale) okulunda bulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nu merkeziyetçi ve bürokratik yapısının özel mülkiyetin, bireysel girişimin, kısacası kapitalizmin gelişmesi önünde bir engel oluşturduğunu düşünen Prens Sabahattin’in önerdiği model İngiliz toplumuydu.
Sosyoloji çerçevesinde Batıcılığın ve güncel siyasete aşırı bağlılığın tezahürlerine Prens Sabahattin’in öncüsü olduğu Science Sociale okulunun çalışmalarında karşılaşmaktayız. Prens Sabahattin’in görüşleri doğrudan belli bir siyasetin savunusu biçiminde olmasa da özellikle Anglo-Amerikan yaşam tarzı ve uygarlık anlayışına tanınan üstünlük biçiminde her dönemde varlığını sürdürmüştür.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu “teşebbüs hamlesi ruhu” kavramlaştırması ile ulusçu doktrinle liberalizmin bir sentezini gerçekleştirmiş ve Marx’ın tarihsel materyalizmine karşı tarihsel psikolojizmi (toplumsal gelişmede bireysel iradenin ve karizmatik liderliğin önemini) savunmuştur.
Sabri F. Ülgener Max Weber’in görüşlerinden hareketle-, ülkemizde Batı örneğinde ekonomik rasyonaliteye dayalı bir kapitalizmin yeşerememesinin asıl nedeni olarak Müslüman değerler sistemini göstermektedir. Yine, Mümtaz Turhan gibi milliyetçi-muhafazakâr olarak tanınan bir sosyal bilimcimiz Soğuk Savaş konjonktürü içinde ülkemizde Amerikan tezlerini savunmuş ve bir anti-komünist tutum takınmıştır.

19. yüzyıl başlarından itibaren Alman ve Macar Türkologların Orta Asya Türk topluluklarının tarihi, dil ve edebiyatı, toplumsal yaşantısına dair yaptıkları çalışmalar Türkçülüğe yüzeysel de olsa bir entelektüel zemin oluşturmuştur.
Türkçülüğün etkili bir siyasal akım ve aynı zamanda bir sosyoloji anlayışı olarak benimsenmesi II. Meşrutiyet’in ilk yıllarına rastlar. 1910’larda Rusya’dan gelen Türkçülerin öncülüğünde kurulan Türk Yurdu dergisi çevresinde gelişen akım, kısa sürede Ziya Gökalp’in sosyolojik incelemeleriyle en yetkin ifadesine kavuşmuştur.
Ziya Gökalp II. Meşrutiyet yıllarında Türk Yurdu dergisinde “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” başlıklı bir dizi makale kaleme almıştır. Bu çalışmasında üç siyasi akım (Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık) arasında bir denge kurmaya yönelmiştir. Gökalp İslamiyet ile Türklük arasında herhangi bir çelişki ve zıtlık görmüyordu. Gökalp’in İslamiyet ve Türklük ilişkisi üzerine görüşleri zamana ve ülke koşullara bağlı olarak dönüşüm geçirmiştir. Cumhuriyet’in ilanı sırasında kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları eserinde sistemini yeni baştan gözden geçirmiş, yeni kurulan ulus-devlet yapısına daha uygun olacağını düşündüğü laik bir anlayışı benimsemiş ve “İslamlaşmak” ilkesini “Türkleşmek” lehine sisteminden dışlamıştır.

İSLAMCILIKTAN LAİKLİ⁄E
İslamcılık akımı da, içine barındırdığı Batı karşıtı bütün direnç unsurlarına rağmen, Batıcılaşma akımı içinde Batılı devletlerle iş birliği yapmanın bir yolu olmuştur.
Birçok Türk sosyoloğu, İslam kimliğini sosyal gelişme/ilerleme önünde bir engel olarak gördüğü için dini konulara eğilme gereği duymuşlardır.
Batı’da laiklik düşüncesi, özellikle feodalizm tecrübesini yaşamış Batı Avrupa toplumlarına özgü toplumsal ilişkilerin ve sorunlarının bir ürünüdür. Orta Çağda iktidarın uhrevi otorite (kilise/papalık kurumu) ile dünyevi otorite (krallık kurumu) arasında paylaşılması, bu ikili iktidar arasındaki ilişkilerde olduğu kadar toplum katında da büyük sorunlara yol açmıştır. 19. yüzyılda iktidara el koyan burjuvazi kendi düzenini kurması ve toplumu kendi siyasetine uygun olarak yeniden örgütlemesi gerektiğinde eski düzenin ayrıcalıklarına karşı çıkmış, kilise ve aristokrasinin ayrıcalıklarını tasfiye etmiştir. Laiklik mücadelesi bu olaylara bağlı bir gelişmedir.
Doğu uygarlıklarında ve Osmanlı-Türk toplumunda benzer bir ayrım ve çatışkıya tanık olunmamaktadır. Aksine Doğu-İslam uygarlıklarında çağlar boyunca din kurumu daima merkezî devletin (sarayın) emrinde olmuş, devletin dışında ve devlete karşı bağımsız bir güç oluşturmamıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra laiklik ilkesi yeni rejimin temel ve vazgeçilmez dayanakları arasında yer almış ve toplum için biçilen Batılılaşma/çağdaşlaşma tasarımının temelini oluşturmuştur. Türkçülüğün Esasları’nda Ziya Gökalp’in de belirli yönleriyle katkıda bulunduğu Tek Parti dönemi laiklik anlayışı katı bir çerçeve sunmakta ve dini yaşantıya belirli kısıtlamalar getirmektedir. Çok partili yaşama geçiş ise laiklik anlayışında belirgin bir değişime yol açmıştır.
İslam’ı kamusal alanda görünür kılma yönündeki meşruiyet arayışları 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca sürmüştür. Laiklik çerçevesinde getirilen öneriler sosyal mühendislik projesi çerçevesini aşamamıştır.

20. yüzyıl başlarında sosyalizm Rusya’da bir devlet siyaseti haline geldiğinde ve II. Dünya Savaşı sonrasında bir devletler bloğunun savunduğu bir cephe siyaseti oluştuğunda, Türkiye’de de sosyalizm akımına yönelik bir ilgi ortaya çıkmıştır. Erken dönemde, çalışmalarında sosyoloji ile sosyalizm öğretisini bütünleştiren belki de tek kişi Hikmet Kıvılcımlı’dır. 1960’lı yıllardan Türk sosyolojisi ve sosyalizm adına günümüze kalan görüşler Kemal Tahir ve Baykan Sezer’den başka bir mecradan gelmemiştir.

DOĞU-BATI ÇATIŞMASI
Türk sosyolojisinin kimliğini bulması, sorunların açıklanması ve çözümünde kendisine ait kaynakları olması, kendi tarihinden sonuçlar çıkarmasıyla mümkündür. Bu yönde anlamlı bir çaba Baykan Sezer’den gelmiştir. Sosyolojimizin Batı etkisinden, aktarmacılıktan kurtulması, Türk toplum ve tarihiyle kaynaşması onun bütün çalışmalarının ana saikini oluşturmuştur.
Türk toplumu önemini ve kimliğini Doğu-Batı ilişkileri içinde kazanmıştır. Türkiye’nin bu çatışma içinde özel bir yeri ve rolü vardır.
Kemal Tahir, sosyalist dünya görüşünü benimsemekle birlikte Batı sosyalizminin şablonlarıyla yetinmeyerek bize önerilen çözüm önerilerini sorgulamış, olayları ele alış tarzı ve özgül sosyalizm arayışıyla Türk toplum gerçeği üzerinde bilinçlenmemizi sağlamıştır. Baykan Sezer onun bu arayışlarını Doğu-Batı çatışması görüşüyle geliştirerek, Türkiye’nin sorunlarını Türk toplum tarihinin birikimine dayalı bir açıklama çerçevesine oturtmuştur.
Baykan Sezer sosyolojisi sadece Doğu-Batı ayrımı ve çatışmasına değil, Türkiye’nin ve Doğu toplumlarının çıkarlarının Batı’dan farklılığına da bir açıklama getirmiştir.

---
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ
Editör: Prof. Dr. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2638

2. Baskı, Nisan 2013, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder