3 Aralık 2019 Salı

Kadınsız Erkekler

Haruki Murakami - Kadınsız Erkekler

Drive My Car
Kafuku bugüne değin defalarca kadın sürücülerin arabalarına binmişti

Günlük yaşantısı içinde kadın-erkek ayrımı yapan biri değildi.

Oba, onu Kafuku’yla tanıştırdı. Kız adının Misaki olduğunu söyledi. Misaki Vatari.

Oba’nın da kefil olduğu üzere, kız mükemmel bir şofördü.

Kafuku, ön koltukta otururken sık sık kaybettiği eşini düşünmeye başlamıştı.
Kafuku, karısına âşıktı. İlk gördüğü andan itibaren (o zaman 29 yaşındaydı) ona tutulmuş ve karısının ölümüne değin de (o zaman 49 yaşındaydı) duyguları hiç değişmemişti. Evlilikleri boyunca karısı dışında hiçbir kadınla birlikte olmamıştı.
Ne var ki karısı ara sıra onun dışında birileriyle birlikte olmuştu. Kafuku’nun bildiği kadarıyla, dört kişiyle.
Karısı bu durumu şüphesiz gizlemişti ama (…) Kafuku hemen anlamıştı. Kafuku, eskiden beri sezgileri kuvvetli biriydi, hem karşısındakini büyük bir aşkla sevince, ister istemez insan sezerdi. Birlikte olduğu adamların kim olduğunu da karısıyla konuşurken, onun ses tonundan kolayca anlardı. Karısının yattığı adam çoğunlukla filmde birlikte rol aldığı bir aktör olurdu.

…ne olursa olsun, bilmenin bilmemekten daha iyi olduğu onun temel düşüncesiydi, yaşam karşısında aldığı tavırdı; bilginin cehaleti yenmesi...

Misaki (…) daha yeni yirmi dört yaşına basmıştı.
Kafuku’nun sadece üç gün yaşayan bir çocuğu olmuştu.
O bebek yaşasaydı, tam yirmi dört yaşında olacaktı.

“Neden hiç arkadaşınız yok sizin?”

“Evlendiğinizde kaç yaşındaydınız?”
“Otuzumdaydım. Aynı filmde rol almış, böylece tanışmıştık. O zaman o, yardımcı oyuncuydu, ben ise önemsiz bir roldeydim.”

(Karısının yattığı elemanlardan biriyle yaptığı sohbeti anlattı)

“Sizinle böyle tanışmış olmamız kader sanki” dedi Kafuku, “sakın ölen eşim bizi bir araya getirmiş olmasın?”

(Misaki) “Ben biraz araştırdım da, siz babamla aynı yılda doğmuşsunuz.”

“Biraz uyuyayım” dedi Kafuku.

Yesterday
Ben o zaman Vaseda Üniversitesi Edebiyat Bölümü ikinci sınıf öğrencisiydim.
“Kansay lehçesini öğrenmek için gösterdiğim gayreti üniversite giriş sınavı için gösterseydim, üst üste başarısız olmazdım sanırım” dedi Kitaru.

“Kız arkadaşın var mı?” diye sordu Kitaru.
“Artık yok.”

Kitaru’nun ilkokuldan beri görüştüğü bir kız arkadaşı vardı.
…insanın görünce elinde olmadan ıslık çalacağı türden güzel bir kızdı.
Sevgilisi ile birbirlerine yakışıyorlardı.

Kitaru bir gün, “Baksana, kız arkadaşın olmayınca yalnızlık çekmiyor musun?” diye sordu.
“Yalnız hissetmiyorum diyemem” diye yanıtladım.
“O zaman, Tanimura, benim kız arkadaşımla çıkmaya ne dersin?”

“Erika (bu kız arkadaşının adıydı) ile ben aynı mahalle ilkokuluna gittik, sonra ortaokul ve lisede de beraber okuduk” dedi Kitaru. “Kısacası, bugüne kadarki yaşamımın neredeyse tümünü onunla birlikte geçirdim. Bir baktık ki sevgili olmuşuz…

Kitaru, bizi tanıştırdı.

(Erika) “Genel anlamda uzun zamandır birlikte olan bir çifti düşünürsek, o erkek, o kadının bedenini arzular, değil mi?”
“Genel anlamda düşünürsek, sanırım öyle olur.”

Kişinin ne aradığını kendisinin de bilmediği durumlarda, arayış çok güç bir işe dönüşür.

“Aki’den başka biriyle daha görüşüyorum”

Kitaru’nun sorduğu tüm soruları yanıtlayıp, buluşmanın ayrıntılarını ona anlattım.

İki hafta sonra Kitaru kafedeki işini bıraktı. Daha doğrusu birdenbire ortadan kayboldu.

Erika Kuritani’yi görür görmez tanımıştım. Onunla sadece iki kez görüşmüştük ve son görüşmemizin üzerinden de tam on altı yıl geçmişti ama yanılmamıştım.

Kitaru ortadan kaybolduktan sonra iş son derece sıkıcı gelmeye başlamıştı ve ben de onun ayrılışından iki hafta sonra işi bırakmıştım.

Kitaru’dan ilk o söz etti.
“Aki, Denver’da suşi şefi olarak çalışıyormuş” dedi.

“Bir şey sorabilir miyim?” dedim. “Çok kişisel bir soru olacak ama.”
“Onunla yatmış mıydın?”
“Yanıt evet” dedi Kuritani Erika, “onunla defalarca seks yaptım.”

“Acaba onunla ilk kez birlikte olman, Şibuya’daki randevumuzdan kısa bir süre sonra mıydı?”
Zihnindeki kayıt sayfalarını çevirdi. “Öyle. Seninle çıktıktan bir hafta kadar sonraydı galiba…”

Araba kullanırken radyoda Beatles’ın “Yesterday” şarkısı çıkınca, elimde olmadan Kitaru’nun banyoda söylediği o tuhaf şarkı sözleri aklıma geliverir.

Bellek, kaçınılmaz bir biçimde yeniden kurgulanan bir şeydir çünkü.

Müziğin yaşananları canlandırma etkisi vardır, bazen yürek sızlatacak denli güçlü bir etki.

Bağımsız Organ

İçsel çatışması ve endişesi az, yaşamları şaşırtıcı derecede mekanik insanlar vardır.
Doktor Tokay da bunlardan biriydi.

Bu hikâyenin büyük kısmını doğrudan ondan duyduklarım oluşturacak

Tokay, elli iki yaşında ve hiç evlenmemiş. Biriyle birlikte yaşama deneyimi de olmamış.

Mesleği, estetik cerrahlık.

Onun öncelikli beklentisi çekici kadınlarla hem yakın hem de entelektüel düzeyde ilişkiler kurmaktı.
Akıllı kadınlarla yemek sırasında ya da yatakta tenleri birbirine değerken sohbet etmekten keyif alıyordu. Böyle zamanlar onun için hazine değerindeydi.

İnsanlar, herkesin kendileri gibi zahmet çekmelerini isterler bencilce.

Tokay’ın işlettiği klinikte uzun yıllardır onun için çalışan mükemmel bir erkek sekreteri vardı.
Eğer bu becerikli sekreter olmasaydı, Tokay’ın özel yaşamı bu denli ihtişamlı olamazdı.

Tokay Bey’in çok şanslı oluşu yaklaşık otuz yıl sürdü.
Âşık olduğu kişi, kendisinden on altı yaş küçük, evli bir kadındı. Kadının kendinden iki yaş küçük kocası yabancı sermayeli bir iletişim teknolojileri firmasında çalışıyordu. Bir de çocukları vardı, beş yaşında bir kız çocuğu. Kadının Tokay’la ilişkisi bir buçuk yıldır sürüyordu.

Çok sevince, duygularıma hâkim olamıyorum. Bu da dayanılmaz acı veriyor. Kalbim bu yükü kaldıramayacak gibi oluyor ve elimden geldiğince sevmemeye çalışıyorum o kadını.
Türlü şeyler deniyorum. Bir kere olabildiğince negatif şeyler düşünüyorum. Onun eksik yanlarını, yani pek iyi olmayan yanlarını düşünebildiğim kadarıyla bulup çıkararak listesini yapıyorum. Bunları içimden, sanki dua okur gibi, defalarca tekrarlıyor, böyle bir kadını haddinden çok sevmemem gerektiğini kendi kendime söylüyorum.
“Peki, başarabildiniz mi?”
“Hayır, pek de başarmış sayılmam” diye yanıtladı Tokay başını sallayıp.

“Ben aslında neyim? Bugünlerde sıklıkla bunu düşünüyorum.”

Aşk aslında böyle bir şeydir. Yüreğinize söz geçiremezsiniz, mantığını yitirmiş bir güç tarafından savrulup durduğunuzu hissedersiniz.

“Tanimura Bey, benim bugünlerde en çok korktuğum ve aklımı da en çok karıştıran şey, içimde öfkeye benzer bir şey hissediyor olmam.”

Tokay başını sağa sola salladı. “Ben de bilmiyorum ki. Ona karşı bir öfke olmadığı kesin ama. Onunla görüşmediğim, görüşemediğim zaman içimde bu öfkenin kabardığını hissediyorum. Neye karşı bu öfke, hiç anlamıyorum. Tek bildiğim daha önce hiç hissetmediğim kadar şiddetli olduğu. Odada elime ne geçerse pencereden dışarı fırlatasım geliyor…”

Hesabı ödeyip bardan çıktık. O, raket çantasını kucaklayıp taksiye bindi, arabanın içinden bana el salladı. Bu benim Dok​​​​tor Tokay’ı son görüşümdü.

“Telefonda bu haberi veriyor olmak çok acı ama Tokay Bey geçen hafta perşembe günü vefat etti, bedeni bu pazartesi günü yalnızca akrabalarının katıldığı bir törenle, özel bir krematoryumda yakıldı.”

“Tokay Bey size iletmem için bir şey bıraktı”

Goto, nihayet doktorun ölümü hakkında konuşmaya başladı.
İlk fark ettiğim, doktorun öğle yemeği yemeyi kesmesiydi.
Artık bana bir şey anlatmaz olmuştu.
Artık kliniğe de gelmez olmuştu.
Kapıyı açınca içeriden kötü bir koku geldiğini fark ettim.
İlk bakışta onun öldüğünü sandım, yüreğim duracak gibi oldu. Yaşıyordu.
…evi derleyip toplamaya karar verdim
Doktor hiç konuşmuyordu. Ben evin içinde dolaşırken beni gözleriyle takip ediyordu sadece.
…doktor artık yaşıyormuş gibi görünmüyordu.
Ruhu bedenini çoktan terk etmiş ve geri gelecek gibi de görünmüyordu.
Doktor Tokay, anoreksiya gibi bir rahatsızlığa yakalanmıştı.
Doktor, kendini yok etmek istemiş olabilir.

“Kadınlarla ilgili kötü bir şey mi yaşadı?” diye sordum. “Evli ve çocuklu bir kadınla çok yakın bir ilişki yaşadığını anlatmıştı da.”
“Evet, tahmin ettiğiniz gibi. Bir süredir o kadınla gerçekten yakın bir ilişki yaşamaktaydı…”
O kadının evine telefon ettim.
‘O artık bu evde yaşamıyor’ dedi kocası.
Kocasını ve çocuğunu terk etmiş, evden ayrılmıştı, başka bir adamla yaşıyordu.

Doktor Tokay, deyim yerindeyse, bir basamaktan başka bir şey olmamıştı onun için, hoyratça kullanılmıştı. Doktorun o kadına oldukça yüklü miktarlarda paralar aktardığının kayıtları çıktı ortaya. Banka hesaplarında, kredi kartı ekstrelerinde büyük miktarda para hareketleri vardı.
…üçüncü bir erkeğin ortaya çıkışı ve kendisinin kurnazca kullanıldığı gerçeği ona çok ağır bir darbe vurmuş olmalı.

Tıbbi açıdan ölüm nedeni, kalp yetmezliği. Kalbi, kan pompalayamayacak kadar güçten düşmüş. Ama bana sorarsanız, onun ölümüne aşkı sebep oldu. Sözcüğü sözcüğüne, aşk hastalığı.

Anladığım tek bir şey var: Büyük bir aşk yaşayıp boğazından tek lokma geçmediği için canından olan bir insanın aslında bu dünyada daha önce hiç var olmadığı. Siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz?

Tanimura Bey, izin verirseniz sizden bir isteğim olacak. Lütfen Doktor Tokay’ı hiç unutmayınız. O saf yürekli biriydi. Ölen insanlar için yapabileceğimiz ne var diye soracak olursanız bu, onları olabildiğince uzun bir süre hatırlamaktır, derim. Söylendiği kadar kolay bir şey değil kuşkusuz. Ve herkesten istenecek bir şey de değil.

Tüm kadınların yalan söylemek konusunda doğuştan gelen özel bir yeteneğe, adeta bunu mümkün kılan bağımsız bir organa sahip olduklarına inanıyordu. Ne zaman, nerede, nasıl bir yalan söyleyeceği kişiye göre farklılık gösterse de aslında bütün kadınlar karşılaştıkları uygunsuz bir durumda mutlaka bir yalan uyduruyorlar, en ciddi anlarda bile yalan söylemekte bir an bile tereddüt etmiyorlardı. Bunu yaparken de ne yüz ifadeleri değişiyor, ne de ses tonlarında ufacık bir titreme oluyordu. Çünkü aslında bu kadınlar değildi yalan söyleyen, onlarda bulunan bu bağımsız organ kendiliğinden çalışıyordu. Bu yüzden yalan söyleyince –çok özel durumlar dışında– onların o güzel ve iyi yürekleri sızlamıyor, huzurlu uykuları bölünmüyordu.


Sesli Kitap: Bağımsız Organ adlı hikâyenin sesli kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=IR31DrBUqBo

Şehrazad
Habara ile her sevişmelerinin ardından ona çok ilginç ve tuhaf hikâyeler anlatırdı.
Bu yüzden Habara ona Şehrazad adını takmıştı.
Şehrazad otuz beş yaşındaydı; Habara’dan dört yaş büyüktü.

Bofa balığı su bitkileri arasında yaşar, bedenini onların arasına gizler. Üzerinden alabalık geçerken usulca yukarı süzülür ve balığın karnına ağzını dayar. Sülük gibi yapıştığı alabalıkla ortak yaşam sürdürür. Vantuz gibi kullandığı ağzında, üzerinde dişler olan bir dili vardır, dilini adeta bir törpü gibi kullanıp balığın karnında delik açar ve onu azar azar yer.

Habara Şehrazad’la ilk kez dört ay önce karşılaşmıştı. Habara, kuzey Kanto bölgesinin küçük bir şehrinden bu “ev”e gönderilmiş, yakınında yaşayan bir kadın “destek görevlisi” olarak onunla ilgilenmekle görevlendirilmişti.

Şehrazad, Habara oraya yerleştikten bir hafta sonra açık bir şekilde onu yatağa davet etmişti.
Habara olayın akışına bıraktı kendini; şaşırmadan, tereddüt etmeden karşı taraftan gelen davete uydu.

Şehrazad bir eve gizlice ilk kez lise ikinci sınıftayken girmişti. O sırada aynı sınıftan bir çocuğa âşıktı.
O çocuğun evi Şehrazad’ların evinden yürüyerek sadece on beş dakikalık mesafedeydi.
Şehrazad, bir ihtimal diye düşünerek paspasın altına baktı; evet, anahtar oradaydı.
Çocuğun odası ikinci kattaydı.
Odası derli topluydu.
Masanın üzerindeki kırtasiye malzemelerini birer birer eline aldı, onları avucunun içinde okşayıp kokladı, sonra öptü
Bu çocuğun okul dersleri ve futbol takımı dışında hiç mi özel bir yaşamı yoktu?

Ona ait bir şeye sahip olmak istedim
…ben aslında, deyim yerindeyse, ‘aşk hırsızı’ydım.
Bu yüzden de aldığım kaleme karşılık bir şey bırakmak istedim, benden bir iz.
Çaresiz, bir tampon bıraktım geriye.
Kurşunkaleme karşılık tampon…

“Ondan sonraki bir haftayı hiç olmadığım kadar mutlu geçirdim” dedi Şehrazad

On gün sonra tekrar okulu kırıp onun evine girmişti.

Şehrazad bu kez kurşunkalemle birlikte, çekmecenin en dip köşesinde bulduğu futbol topu şeklindeki rozeti de yanına aldı.

Bu kez Şehrazad kendinden ikinci bir iz olarak üç tel saç bırakmaya karar verdi.

“Onun evine girmekten alamıyordum kendimi artık” dedi Şehrazad.

Şehrazad, tişörtü yanında götürmeye karar verdi.

On iki gün sonra Şehrazad dördüncü kez onun evini ziyaret ettiğinde kapının kilidi değiştirilmişti.

Çocuğun evine üçüncü kez gizlice girdiğinde, dolabın en dip köşesine güzelce gizlenmiş birkaç porno dergisi bulmuştu.

Bir zamanlar müthiş bir şekilde parlayan, son derece arzu ettiğin bir şey, onu elde etmek için her şeyi göze alabilecekken, biraz zaman geçtikten sonra ya da ona biraz farklı açıdan bakınca, şaşırtıcı derecede önemini yitiriveriyor.

Kino
Barın dolduğu pek görülmediği gibi o yer de pek göze çarpan, rahat bir yer değildi…
Onun bara geldiği ilk günü çok iyi anımsıyordu Kino.

Akşam erken bir saatte geliyor, koltuğunun altına kıstırdığı kitabı tezgâhın üzerine koyup okuyordu.

Kino, spor malzemeleri satan bir şirkette yedi yıl çalışmıştı.
Şirketteki en yakın meslektaşı, onun karısıyla ilişki yaşıyordu.
Şans eseri iş seyahatinden bir gün önce dönmemiş olsaydı, belki de onların ilişkilerini hiçbir zaman fark edemeyecekti.
…teyzesi altmış yaşındayken belini incitince kafeyi tek başına idare edemez hale gelmişti.
Kino, birikiminin yarısını kullanıp kafeyi bara çevirdi.
“Kino”nun rahat bir yer olduğunu insanlardan önce fark eden kül rengi bir sokak kedisiydi.
Kedi, şans getirmişti. Onunla birlikte “Kino”ya müşteriler gelmeye başlamıştı.
O dazlak genç adamın bara gelişi, açılıştan iki ay sonraydı.
Adamın adı Kamita idi

Barda Kamita ile birlikte koyu renk takım elbiseli iki adam daha vardı.
İki adam, başta şarap içip keyifle sohbet ederken, birden tartışmaya başlamışlardı.
“Durumu kontrol altına almalıyım” diye düşündü Kino.
“Pardon” diye bir ses duydu arkasından.
…neden dışarı çıkmıyoruz?
“Olur” dedi Kamita…
On dakika geçmeden kapı açıldı, Kamita tek başına girdi içeri.
Kamita’nın iki adamı birkaç saniye içinde yere serme sahnesini hayal etti Kino.
Bu olaydan bir hafta sonra, Kino bir kadın müşterisiyle yattı.

Güz geldiğinde önce kedi ortadan kayboldu
Kedinin ortadan kaybolduğu günlerde evin çevresinde yılanlar görmeye başladı Kino.

Mitolojide yol gösterme görevini yılanlar üstlenir. Tuhaf terdikleri yol iyi bir yere mi çıkar kötüye mi, bu bilinmez. Çoğu zaman hem iyi hem de kötüdür.

Bir akşam saat ona doğru Kamita geldi.
“Kino Bey” diye seslendi hesabı ödedikten sonra, “durumun bu noktaya gelmesi benim için gerçekten çok üzücü.”
“Bu barı kapatmak zorunda kalışınız. Bir süreliğine de olsa.”

“Bir süreliğine bu barı kapatın ve uzaklara gidin. Bu noktada başka bir seçenek görünmüyor. Bildiğiniz iyi bir Budist keşiş varsa ona sutra okutun ve evin çevresine de muskalar asın.

“Peki ya siz? Siz kimsiniz?”
“Benim adım Kamita…”

Uzaklara gidip olabildiğince sık yer değiştirin. Ve her pazartesi ve perşembe bana kartpostal gönderin, böylece başınıza bir şey gelmediğini anlamış olurum.

…teyzenizi iyi tanırım. Aslına bakarsanız, benden o istemişti size göz kulak olmamı. Ne var ki, beklentisini karşılayamadım.

Kino o akşam seyahat çantasını hazırladı.

Amaçsızca şehirde gezindi, birkaç kez sinemaya gitti.

…adres dışında karta tek bir şey bile yazmamalıydı. “Sakın unutmayın” demişti Kamita. Ancak Kino artık kendini durduramayacak hale gelmişti.

Uyandığında yatağın başucundaki dijital saat iki onbeşi gösteriyordu. Birisi kapıyı tıklatıyordu.

Elbette incindim ben, hem de çok incindim.

Âşık Samsa
Gözünü açtığında, Gregor Samsa’ya dönüştüğünü anladı.
Burasının neresi olduğu, bundan sonra ne yapması gerektiği konusunda Samsa’nın hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği, onun Gregor Samsa adında bir insanoğluna dönüştüğüydü.
Bir şeyi yoğun bir biçimde düşünmek şu anki halinde çok ağır bir yüktü.

Duvara tutuna tutuna dengesiz bir halde ilerleyerek kapıya varması uzun bir süre aldı.

Kapı zili çaldı
Kapıda küçük bir kız duruyordu.
“Samsa’ların evi mi?” diye sordu

“O halde, sorun çıkaran kilit nerede?”

“Böyle sarsılıp durmanızın sebebi nedir?”
“Sutyen tam olarak vücuduma uymadı. Bu yüzden işte” dedi.

“Seni yine görebilir miyim?” diye sordu Samsa, cesaretini toplayarak.

“Seni tekrar görebilecek miyim?” diye son kez sordu Samsa.
“Birini görmeyi çok istersen, o kişiyi mutlaka yine görürsün” dedi kız. Bu kez sesinde birazcık sıcaklık vardı.

Kadınsız Erkekler
Çalan telefonla uyandığımda saat gece yarısı biri geçiyor.
Bir erkek alçak sesle bana bir haber veriyor; bir kadın bu dünyadan göçmüş. Sesin sahibi kadının eşi. En azından o öyle olduğunu söyledi. Karısı geçen hafta çarşamba günü canına kıymış. O da, ne olursa olsun bana bu haberi vermesi gerektiğini düşünmüş.

Beni nereden tanıyordu? Acaba o, kocasına adımı verirken “eski sevgilim” mi demişti?
Aslında tüm bunların hiçbir önemi yoktu. Asıl sorun, kocasının bana hiçbir açıklamada bulunmamış olmasıydı.

O kadın bugüne değin ilişkide bulunduğum kadınlar içinde, kendi eliyle ölüme gitmeyi seçen üçüncü kişiydi.

M’nin ölüm haberini aldığımda, kendimi dünyanın en yalnız ikinci erkeği olarak duyumsadım. Dünyanın en yalnız birinci erkeğinin onun kocası olduğuna şüphe yok.

Bir gün aniden sen de kadınsız erkeklerden olacaksın.

Bir kadını yitirmek, böyle bir şey işte. Ve bir zaman geliyor, bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek anlamına geliyor. Bizler böyle kadınsız erkeklere dönüşüyoruz.

Türkçeleştiren: Ali Volkan Erdemir
Doğan Kitap


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder