14 Aralık 2019 Cumartesi

Batan Güneş


Osamu Dazai - Batan Güneş
 

Anne hafif bir çığlık attı. Yemek odasında çorbasını içiyordu. Tabağına bir şey düştü sandım.

Yılan hikâyesini anlatsam mı? Dört beş gün sonra, bir öğleden sonra, çocuklar bahçe duvarının dibinde bir düzine yılan yumurtası buldular. Engerek yumurtası olduğunda ısrar ediyorlardı. Kendi kendime, bahçemize on iki engerek dadanırsa, çok dikkatli olmadan bahçede dolaşamayacağımızı düşündüm. Bunun üzerine çocuklara: "Yumurtaları yakalım," dedim.

…babamın öldüğü akşam, gölün kenarındaki bütün ağaçlara yılanlar dolanmıştı.

Anne, yılan yumurtalarını yaktığımı anlayınca, bunun bize uğursuzluk getireceğini düşünmüş olmalı. Bunun farkındaydım ve korkunç bir şey yaptığım duygusuna kapıldım.

Japonya'nın kayıtsız teslim olduğu yılın Aralık ayında, Tokyo'da Nishikata Sokağı'ndaki evimizden çıkıp, İzu'daki daha çok Çin mimarisini andırır evimize geçtik.

Ertesi gün, tahmin ettiğim gibi, Anne gerçekten hasta oldu.

Anne ağlamaya başladı.
- Ölmekten daha iyi, yapacak bir şeyim yok. Babanın öldüğü bu evde ölmek istiyorum.

Gerçekten de, taşınmak söz konusu olduğunda, düşüncesi bile bana kötü geldi.
Tanrı beni öldürdü, sonra önceki halimden tamamıyla değişik bir insan yarattıktan sonra tekrar canlandırdı.

Yılan yumurtaları olayından sonraki günlerde, uğursuzluk sayılabilecek belirtiler, Annenin mutsuzluğunu artırdı, ömrünü kısalttı.
Yangın var! Yangın var! Çabuk kalkın! Evimiz yanıyor.

Bir yangına neden olabilme onursuzluğuna sahip olduğumdan beri, kanımın renginin daha koyu olduğunu ve her geçen gün şişman bir köylü kadına dönüştüğümü hissediyorum.

Bugün beni izlediği sırada aniden:
- Derler ki, yaz çiçeklerini sevmeyenler yazın ölürmüş, dedi. Acaba doğru mu?

- Beni aldattınız Anne. Beni aldattınız. Naoji dönene kadar beni kullandınız. Size hizmet ettim ve şimdi bana gereksiniminiz kalmadığı için, "git prenslere hizmetçilik et” diyorsunuz…

Düşünüyorum da, mutluluğumuzun son kırıntıları işte o günler son ışınlarını salıyorlardı.
Naoji Güney Pasifik'ten döner dönmez, cehennem hayatı başladı.

…bir defter çıkardım.
Kapağında "Akşam Yüzleri Notları" yazılıydı... Notlar, Naoji'nin uyuşturucu kullandığı günlerden kalma olmalıydı...
Diri diri yanmış gibiyim. Ne denli acı verse de, en basit... “canım acıyor" sözlerini söyleyemeyecek durumdayım. İnsan yaşamında benzeri olmayan şu cehennem sezgisini atmamayı denememek...

Her şey ters gidiyor.
Bu aslında, intihar etmekten başka işim kalmadığını göstermez mi?

Mektup, buna benzer bir şeydi. Kardeşimin dediklerini yaptım ve O Saki ile parayı Bay Uehara'ya gönderdim. Ama Naoji'nin mektubunda verdiği sözler, her zamanki gibi yalandı (Naoji, uyuşturucu “ihtiyacı” için eczaneye epeyi borçlanmış).

Bir gece, kocam karnımdaki çocuğun Hosoda'dan mı olduğunu sordu. O kadar korktum ki, bütün vücudum titremeye başladı.
Çocuk, doğumda öldü. Hastalandım. Evlilik hayatım sona erdi.

Yaşamımın çürüdüğünü görüyorum ve bunun için korkuyorum.

Gelecek yıl otuz yaşında olacağım. Düşünmeden elimle ağzımı kapattım. “Otuz yaş! Genç kızlık kokusu kadında, yirmi dokuz yaşına kadar sürer."
"Asla âşık olmamalısınız. Aşk size mutsuzluk verecektir... Sevecekseniz, yaşlandığınızda, otuz yaşı geçtiğinizde sevin."

"Sizi özlüyorum. Belki de aşk budur ve bu yolumu öylesine şaşırttırıyor ki gözyaşı krizine tutuluyorum. Siz, diğer erkeklerden farklısınız. Ben, Martı'daki Nina gibi, bir yazara aşık değilim.
Sizden bir çocuk istiyorum.
"Eğer çok çok önceleri, ikimiz de bekar olduğumuzda, tanışmış olsaydık, belki de evlenirdik ve bugünkü acıları çekmez olurdum; ama sizinle asla evlenmemeye karar verdim.
Metresiniz olmayı kabul ediyorum. (Bu sözcükten nefret ediyorum ama tam "arkadaşınız" diyecekken bunun genelde metres sözcüğü ile aynı anlama geldiğini anladım ve onu açıkça söylemeyi yeğledim) Metresliğin nankör bir iş Olduğunu biliyorum. Beğenilmekten vazgeçildiği anda terkedildiğini ve hangisi olursa olsun erkeğin, eninde sonunda, altmışına yaklaşırken, karısına döndüğünü biliyorum.

.
Anne gülümsedi:
- Kazuko. Sen kötü bir kızsın. Bu evliliğin olanaksız olduğundan bu denli emin idiysen, neden onu saatlerce tutup, hoşlanarak sohbet ettin? Buna neyin sebep olduğunu anlayamıyorum.
- Ah! Çünkü konuşma ilginçti. Çok başka şeylerden konuşmak istedim. Bilirsiniz, pek çekingen değilimdir.

O yaz ona üç mektup gönderdim. Hiçbir yanıt gelmedi. O günler, başka hiç bir şey yapamayacağım duygusuna kapılmıştım ve o üç mektuba, kalbimde ne varsa koymuştum.

- Bu hastalık ölümcül olabilir. Bilmeniz daha iyi olur.
Ömrümde ilk kez, dünyanın bin çeşit bahtsızlığının ördüğü umutsuzluk duvarı karşısında insan gücünün çaresizliğini keşfediyordum.

- Dünyayı tanımıyorum.
Anne başını çevirdi. Alçak sesle, kendine konuşur gibi:
- Ben de dedi. Onu bilip anlayan var mı diye düşünüyorum. Hepimiz, ne denli yaşlanırsak yaşlanalım, çocuk kalıyoruz. Hiçbir şey anlamıyoruz.

- Canın çıkmış olmalı, dedi.
Sesi bir soluktan farksızdı. Yüzü o kadar canlıydı ki, ışıldar gibiydi. Dayıyı görünce sevindi diye düşündüm. Annenin son söylediği sözler bunlar oldu.

Savaş başlıyor.
Sonsuza dek acı çekemem. Mutlaka savaşmam gereken bir şey olmalı. Yeni bir töre? Hayır.

Yaşamını bulan onu kaybedecektir; benim için yaşamını yitiren, onu bulacaktır.

Aşkın, hazin hazin noktalanışı... Bay Uehara, gözleri kapalı, beni kollarına aldı. Tamamıyla yanılmışım. Bir köylü çocuğundan başka ne beklenir?
Onu bırakamam.
- Şimdi mutluyum. Dört duvarımdan korku sesleri gelse de, mutluluğum doyum noktasına ulaştı. O kadar mutluyum ki hapşırabilirim.
Bay Uehara gülmeye başladı.
- Ama çok geç. İşte şafak söküyor.
- İşte sabah.
O sabah, kardeşim Naoji intihar etti.

Naoji'nin vasiyeti.
Sevgili ablam;
Yapılacak bir şey yok. Gidiyorum. Yaşamaya neden devam edeyim?

Devam etmek için bir şey eksik.

Bütün insanlar aynıdır.
Ne aşağılayıcı bir düşünce! İnsanları aşağılarken, kendini de aşağılayan düşünce, öylesine gurursuz ve her türlü çabayı öylesine yok edici ki...

Kazuko.
Ölmem daha iyi. Yaşamayı beceremiyorum,

Dün akşamki Sarhoşluğum tamamıyla geçti. Ayık ölüyorum.
Bir kez daha elveda!
Kazuko.
Ben bir soyluyum.
Türkçeleştiren: Esin Talu Çelikkan
Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, Ekim 1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder