Fyodor
Mihailoviç Dostoyevski - Budala
1
Kasım sonlarında, karların eridiği bir sabahın saat
dokuzunda Varşova-Petersburg treni hızla Petersburg’a yaklaşmaktaydı.
…ikisinin de birbiriyle sohbet etmek istediği belliydi.
— Üşüdünüz mü?
Bu tür ukala insanlara toplumun belli kesimlerinde kimi
zaman, hatta çoğu zaman rastlanır. Her şeyi bilirler Zamanımızın bir
düşünürünün dediği gibi, yaşamda ilgi duydukları daha önemli şeyler ve
görüşleri olmadığından, zekâlarının, yeteneklerinin tüm ilgisi tek bir yöndedir.
Gelgelelim, “her şeyi bilirler” derken burada oldukça sınırlı bir alanın
kastedildiğini bilmek gerek
— Affedersiniz, kiminle tanışmak mutluluğunu tattığımı
sorabilir miyim?
Sarışın genç hemen cevap verdi:
— Prens Lev Nikolayeviç Mışkin…
Prens Mışkinler’den kimse kalmadı artık, benden başka yani;
yanılmıyorsam ben sonuncuyum.
…
(Rogojin) Uğra bana prens. Önce şu ayağındaki tuhaf şeyleri
çıkarıp atalım. En kalitelisinden bir sansar kürkü alırım sana; birinci sınıf
bir frak, beyaz ya da hangi renk istersen bir yelek diktiririm sana, ceplerini
tıka basa para doldururum ve… sonra Nastasya Filippovna’ya gideriz!
Aslında ben… Belki de bilmiyorsunuzdur… Doğuştan olan
hastalığım nedeniyle kadınları hiç tanımam.
2
General Yepançin, Liteynaya’nın biraz uzağında,
Preobrajeniye Kilisesi’ne yakın kendi evinde oturuyordu.
Çiçek bahçesi gibi bir ailesi vardı.
…yaşamda ana baba olmak hedefinden önemli, kutsal ne
olabilir? Ailesinden daha sıkı neye sarılabilir insan? Generalin ailesi eşi ve
üç kızından oluşuyordu.
Karısı Prens Mışkinler soyundandı.
Generalin üç kızı (Aleksandra, Adelaida ve Aglaya) son
yıllarda büyümüş, gelişmiş, yetişkin birer genç kız olmuşlardı.
Prens, generalin oturduğu dairenin kapısını çaldığında saat
on bire geliyordu.
— Bu durumda uzun beklemem gerekecekse rica etsem, burada
bir köşede pipo içebilir miydim acaba? Pipomla tütünüm yanımda.
— Pipo… mu içeceksiniz?.. dedi. Pipo ha? Olmaz, burada pipo
içemezsiniz.
— Dışarı çıkar, uygun göreceğiniz bir yerde içerdim…
— Peki, bu durumda nasıl haber vereceğim geldiğinizi? Öyle
ya, bir kere burada olmayacaksınız, ayrıca bekleme odasında oturmalısınız,
çünkü konuksunuz. Orada olmazsanız, bana sorarlar sonra…
Kendisine ölüm kararı okunup acı çektirildikten sonra “Hadi
git, bağışlandın” denen biri vardır belki.
3
Dört yılı aşkın bir süredir yurtdışındaydım. Oraya giderken
aklım pek başımda değildi! Bir şey bilmiyordum, şimdi de öyle… İyi insanlara
ihtiyacım var.
Sizlerin iyi insanlar olduğunuzu duymuştum.
Sahi, kaç yaşındasınız prens?
— Yirmi altı.
— Ya! Oysa ben çok daha genç olduğunuzu sanmıştım.
— Evet, yüzden küçük gösterdiğimi söylerler. Ama sizi
rahatsız etmemeyi çabucak öğrenecek ve buradan hemen gideceğim, çünkü insanları
rahatsız etmeyi hiç sevmem…
— Nastasya Filippovna bu demek? diye mırıldadı ve hemen
heyecanla ekledi: İnanılmaz bir güzellik!
4
Nastasya Filippovna: Güzelliği herkesin dilindeydi, ama
hepsi o kadar. Hiç kimse hiçbir şeyle övünemezdi; hiç kimse hiçbir şey
söyleyemezdi…
…kendini tutkuya fazlasıyla kaptırmış bir insan, hele bir de
yaşlı ise, tam anlamıyla kör olur, ortada umutlanabileceği bir şey yokken,
umutlanmaya hazırdır. Ayrıca sağduyusunu yitirir, alnında yedi kat kırışık
olmasına karşın, aptal bir çocuk gibi davranır.
5
Lizaveta Prokofyevna soyadı konusunda çok hassastı. Hiç
hazırlıklı olmadığı bir anda, Mışkin soyunun son temsilcisinin (daha önce
onunla ilgili bir şeyler duymuşluğu vardı) acınacak bir budala, neredeyse
sadaka dilenen bir yoksul gibi ortaya çıkıvermesi ne çok sarsmıştı onu.
Tablom için bir konu bulun bana prens.
— Resimden hiç anlamam. Ressam bakar, gördüğünü tuvaline
çizer, sanırım.
— Görmeyi beceremiyorum ben.
…
— Bilmiyorum. Ama sağlığıma kavuştuğumu biliyorum. Görmeyi
öğrenip öğrenmediğimi bilmiyorum. Bununla birlikte hemen her zaman çok
mutluydum orada.
— Mutluydunuz demek! diye haykırdı Aglaya. Mutlu olmayı
biliyor musunuz? Öyleyse görmeyi öğrenemediğinizi nasıl söyleyebiliyorsunuz?
Bize de öğretin görmeyi.
Adelaida güldü.
— Öğretin lütfen.
Prens de güldü.
— Kimseye bir şey öğretemem ben.
Cezaevinde on iki yıl kalmış birinin öyküsünü dinlemiştim.
İdam edilecek öteki mahkûmlarla birlikte onu da idam
sehpasına çıkarmışlar. Siyasi bir suçu nedeniyle kurşuna dizilerek idam
edileceği kararı okunmuş kendisine. Yirmi dakika sonra da bağışlandığı, ölüm
cezasının başka bir cezaya çevrildiğinin karar yazısı… İki karar arasındaki
yirmi dakikayı ya da en azından bir çeyrek saati birkaç dakika sonra kesinlikle
öleceğini düşünerek yaşamış.
Yirmi yedi yaşındaydı, sağlıklıydı, güçlü kuvvetliydi, ama
ölecekti.
Bir an önce öğrenmek, açıkça cevaplamak istediği soru şuydu:
“Şimdi varım ve yaşıyorum, ama üç dakika sonra bir cansız madde, cansız biri
veya bir şey olacağım. Nasıl olacak bu? Nerede olacağım?” O iki dakika içinde
hep bunu anlamaya çalışmış! Hemen yakında bir kilise varmış, kilisenin altın
kaplı kubbesi güneşin parlak ışığı altında parlıyormuş. Kilisenin kubbesinden
ve ondan yansıyan parıltıdan gözlerini ayıramadığını hatırlıyordu. O parlak
ışıklara takılıp kalmış bakışı. Bu ışıklar onun yeni kaderiymiş,
“Ya ölmezsem! Ya tekrar yaşamaya başlarsam! Upuzun bir hayat
olursa önümde! Her dakikasıyla benim olan bir hayat!.. Her dakikasını yüzyıl
yapardım, bir anını boşa harcamazdım, her dakikasını hesaplı kullanırdım, bir
dakikasının bile değerini bilirdim!” Bu düşüncenin onu sonunda
sinirlendirdiğini, öyle ki bir an önce onu idam etmeleri için sabırsızlanmaya
başladığını söylüyordu.
Birden sustu prens. Herkes anlatmayı sürdüreceğini, öyküyü
bir sonuca bağlayacağını sanıyordu.
— Bitti mi? diye sordu Aglaya.
Prens, bir an süren dalgınlığından sıyrılıp,
— Efendim? dedi. Evet, bitti.
…
Gerçekten de, tablonuz için benden bir konu istediğinizde
şöyle bir öneride bulunmayı düşünmüştüm size: İdam sehpasında ayakta duran bir
idam mahkûmunun başını giyotinin altına koymadan bir dakika önceki yüzünü…
…
Adelaida yine telaşlı,
— Neyse, tamam, dedi. İnsanları yüzlerinden tanımakta o
kadar uzmansanız, kesin âşık da olmuşsunuzdur. Yanılıyor olamam. Hadi anlatın.
Prens yine öyle sakin, ciddi karşılık verdi:
— Âşık olmadım. Ama… mutlu oldum.
6
Mari
…herkesin beni budala olarak gördüğünün farkındaysam nasıl
bir budala olabilirim?
7
Çok güzelsiniz Aglaya İvanovna. O kadar güzelsiniz ki,
yüzünüze bakınca korkuyor insan.
8
Gavrila Ardalionoviç’in ailesinin oturduğu daire…
…kapıyı açtı, açar açmaz şaşkınlıkla bir adım geri çekildi,
ürpermişti bile: Karşısında Nastasya Filippovna duruyordu.
— Çıngırağı onarmaya üşeniyorsan, hiç değilse antrede otur
da, kapıyı çaldıklarında duy… Öf, şimdi de kürkümü yere düşürdün, salak!
9
Nastasya Filippovna’nın gelişi, özellikle o anda gelişi
herkes için son derece tuhaf, kötü bir sürprizdi.
…
Nastasya Filippovna şaşırmış gibi baktı prense.
— Prens mi? Prens ha? Düşünebiliyor musunuz, demin antrede
uşak sandım onu ve geldiğimi haber vermesi için buraya yolladım! Ha-ha-ha!
(General tren hatırasını anlatıyor) sonra ansızın, inanın
bir uyarı yapmadan, yani en küçük bir uyarıda bulunmadan, sanki çıldırmış gibi
fırladı yerinden açık mavili kadın, elimdeki puromu kaptığı gibi pencereden
dışarı fırlattı. Tren uçarcasına gidiyordu, bense aptal aptal bakıyordum.
Yabani kadın, gerçekten çıldırmış gibiydi…
Bir şey söylemeden kalktım yerimden, olağanüstü kibar, son
derece saygılı ve nasıl söylesem, çok nazik bir tavırla gittim, iki parmağımla
yumuşakça, hiç incitmeden ensesinden yakaladım finoyu ve pencereden dışarı,
puromun arkasından gönderiverdim! Yalnızca bir kez ciyaklamıştı, o kadar! Tren
uçarcasına gitmeyi sürdürüyordu…
10
(Rogojin ve Lebedev salona girdiler)
Gavrila’nın gözü döndü, kendini kaybedip kız kardeşine
vurmak için hızla kaldırdı kolunu. (…) bir el havada yakaladı
Gavrila’nın kolunu.
Varvara ile Gavrila’nın arasında prens duruyordu. Kararlı
bir tavırla,
— Yeter, bırakın artık! dedi.
Olanlardan etkilenmiş, titriyordu.
Gavrila birden bıraktı Varvara’nın kolunu, boşta kalan
eliyle, çılgın bir öfke içinde kudurmuş gibi bağırarak bu kez prense bir tokat
attı.
— Ah, dedi, bu yaptığınızdan ne çok utanacaksınız!
11
Prens konuk salonundan çıkıp odasına gitti, kapısını kapadı.
12
13
Çok tedirgindi prens.
Bir fırsatını bulur da Nastasya Filippovna’ya “O adamla
evlenmeyin, kendinizi mahvetmeyin, sizi sevmiyor, paranızı seviyor, kendisi
söyledi bunu bana, Aglaya Yepançina’dan da duydum aynı şeyi, buraya size bunu
söylemek için geldim,” diyebilirse…
(Emekli öğretmen) — Prensin masum bir şaka karşısında bile
tertemiz bir genç kız gibi kızardığına bakılırsa, bence dürüst bir genç olarak
onun kalbinde son derece soylu, övülesi duygular yer etmiştir.
Herkes daha çok gülmeye başlamıştı.
…
Oyun çok basit, hayatımızda yaptığımız en kötü şeyi
anlatacağız. Çok kolay bir oyun bu baylar!
XIV
Nastasya Filippovna: Evleneyim mi, evlenmeyeyim mi? Siz ne
derseniz, onu yapacağım.
Prens ölgün bir sesle,
— Ki-kiminle? diye kekeledi
— Gavrila Ardalionoviç İvolgin’le.
— H-hayır… evlenmeyin! diye mırıldandı.
— Öyle olsun bakalım! Gavrila Ardalionoviç! dedi. Prensin
kararını duydunuz. Size cevabım bu işte. Bir daha açmamak üzere kapatalım artık
bu konuyu!
15
Rogojin’in çetesinde aşağı yukarı yine sabahki kişiler
vardı.
…
— Ben bir şey bilmiyorum Nastasya Filippovna, bir şey
görmedim, çok haklısınız, ama ben… öyle düşünüyorum ki, evlenirsek ben size
değil, siz bana onur vereceksiniz.
16
Nastasya Filippovna: — Dikkat et, asla ömür boyu sürecek bir
söz verme!
Prens Mışkin: …Demin mahvetmek istiyordunuz kendinizi, hem
de dönüşü olamayacak biçimde. Ondan sonra da bir daha affedemeyecektiniz
kendinizi. Üstelik hiçbir suçunuz yokken. Hayatınızı henüz tümden mahvetmiş
değilsiniz. Rogojin’in size gelmesinin, Gavrila Ardalionoviç’in sizi aldatmak istemiş
olmasının ne anlamı olabilir? Neden hep bunlardan söz ediyorsunuz? Sizin yapmış
olduğunuzu çok kişi yapmış olabilir, tekrar söylüyorum size, Rogojin’le gitmeyi
düşündüğünüzde aklınız başınızda değildi, o anda bunalım geçiriyordunuz. Şimdi
de kendinizde değilsiniz. Gidip yatsanız çok iyi edersiniz. Yarın Rogojin’in
yanında kalmaktansa çamaşır yıkamaya gidersiniz… Çünkü siz onurlu bir
insansınız Nastasya Filippovna, ama sanırım o kadar şanssızsınız ki, gerçekten
suçlu olduğunuzu düşünüyorsunuz. Yakından ilgilenmek gerekiyor sizinle Nastasya
Filippovna. Ben ilgileneceğim sizinle. Resminizi gördüm bugün, yüzünüz hiç
yabancı gelmedi bana. Sanki çağırıyordunuz beni… Ben… ben… ömrümün sonuna kadar
saygı duyacağım size Nastasya Filippovna…
…
— Teşekkür ederim prens, dedi, şimdiye kadar hiç kimse böyle
konuşmadı benimle. Hep pazarlık ettiler benim için, doğru dürüst kimse evlenmek
istemedi benimle.
…
Nastasya Filippovna bir kahkaha atıp kalktı sedirden.
— Ciddi mi söylüyorum sandın? dedi. Ağzı süt kokan böyle bir
çocuğun hayatını nasıl mahvedebilirim?
…
Ne duruyorsun Rogojin? Hadi hazırlan, gidiyoruz!
…
Evet prens, inan böylesi daha iyi oldu, sonra küçük görmeye
başlayacaktın beni, mutlu olamazdık! Yemin etmeye kalkışma, inanmam! Hem ne
kadar aptalca olurdu bu!.. Evet, iyisi mi güzel güzel vedalaşalım. Çünkü ben de
bir hayalperestim, işler kötü olurdu!.. Ben de seninle ilgili hayaller kurmadım
mı sanıyorsun?
…
— Tamam, şimdi beni dinle Gavrila, son bir kez daha bakmak
istiyorum nasıl bir ruhun olduğuna. Üç aydır çok eziyet ettin bana, şimdi sıra
bende. Elimdeki şu paketi görüyor musun? Yüz bin ruble var içinde! Şimdi
herkesin, tanıkların önünde şömineye, ateşin içine atacağım bu paketi! Paketi
ateş sarınca elini şömineye sokup alacaksın, ama eldivensiz olarak, çıplak
elle… kollarını da sıvayacaksın. Paketi alırsan içindeki yüz bin ruble senin
olacak (…) Sen benim param için elini ateşe sokarken, ben de senin ruhunu
seyredeceğim keyifle. Herkes tanık, ateşten alırsan paket senin olacak!
Almazsan, yanıp kül olacak, kimsenin onu oradan almasına izin vermeyeceğim.
Gavrila bu beklenmedik son sınava hazır değildi.
…o anda yeni bir duygu dolmaktaydı sanki ruhuna. Bu
işkenceye sonuna kadar dayanmaya kararlı gibiydi. Yerinden kıpırdamıyordu.
Gavrila hızla itti Ferdışçenko’yu, dönüp kapıya yürüdü. Ama
daha iki adım atmıştı ki sendeledi, yere yığıldı.
Nastasya Filippovna,
— Katya, Paşa, su getirin ona, çabuk ispirto getirin! diye
bağırdı. Maşayı kaptı, paketi aldı ateşten. Paketin dışı yanmış, tütüyordu. Ama
içine bir şey olmadığı belliydi. Paket üç kat gazeteye sarılı olduğu için
paralar sağlamdı. Herkes derin bir soluk almıştı.
astasya Filippovna paketi Gavrila’nın önüne bırakırken,
— Hepsi onun! Paketteki paranın hepsi onun! Duyuyor musunuz
baylar! diyordu, hepsi onun! Elini sokmadı ateşe, ama yine de kazandı!
(…) Rogojin, marş marş! Hoşça kal prens, hayatımda ilk kez
bir insanla karşılaştım! Hoşça kal Afanasiy İvanoviç, merci!
İkinci Bölüm
1
Öykümüzün ilk bölümünün sonunda anlattığımız Nastasya
Filippovna’nın evindeki akşam toplantısında geçen o tuhaf olaydan iki gün sonra
Prens Mışkin, hiç beklemediği miras işiyle ilgilenmek için aceleyle Moskova’ya
gitti.
Ağır hasta oldu Gavrila Ardalionoviç
…Nastasya Filippovna’nın üçüncü kez, neredeyse nikâhtan
hemen önce kent dışında bir yerlere kaçtığı haberi gelmişti…
2
Prens Lev Nikolayeviç Mışkin, Moskova’dan gelen sabah
treninden indi.
İstasyonda kimse karşılamamıştı onu.
Lebedev: …bu kez tam nikâh kıyılacakken. Rogojin artık
dakikaları saymaya başlamıştı, ama o kaçıp buraya, Petersburg’a, doğru benim
yanıma geldi. “Kurtar beni Lukyan, koru, prense de sakın haber verme…” dedi.
Lebedev: …Apokalipsis konusunda çok bilgiliyimdir, on beş
yıldır anlatırım. Üçüncü siyah at ile elinde terazi tutan binici döneminde
olduğumuz yorumuma o da katıldı. Çünkü günümüzde her şey ölçüyle ve anlaşmayla
yapılıyor. Herkes yalnızca hakkını arıyor: “Bir ölçek buğday bir dinara, üç
ölçek arpa bir dinara…”
Ayrıca herkes özgür bir ruh, tertemiz bir yürek, sağlıklı
bir beden, ayrıca Tanrı’nın her türlü nimeti kendisinin olsun istiyor. Ama
yalnızca hakları var diye elde edemezler bütün bunları. Soluk renkli ata binmiş
ölüm peşlerinde çünkü, onun arkasından da cehennem… Bir araya geldiğimizde
böyle şeyler konuşuyoruz işte… çok etkileniyor anlattıklarımdan.
3
Kapıyı Parfyon Semyoniç Rogojin kendi açtı. Karşısında
prensi görünce yüzü öylesine bembeyaz kesildi ki…
Yüzündeki sevecen gülümseme o anda hiç yakışmıyordu yüzüne.
Sanki kırılgan bir şeyler vardı bu gülümsemede ve Parfyon çok uğraşsa da
düzeltemiyordu onu.
— Parfyon, düşmanın değilim ben senin, hiçbir şeyine de
engel olmayacağım.
…Daha önce de söyledim sana: Onu “bir âşık gibi değil, acıma
duygusuyla seviyorum”.
Prens: Bugünkü aşkın için, çektiğin bunca acı için nefret
etmeye başlayacaksın ondan. Benim en çok yadırgadığım da, tekrar seninle
evlenmek istemesi.
4
Din duygusunun özü birtakım düşüncelere, hatalara, suça ya
da ateizme bağlı değildir. Bambaşka bir şeydir bu, her zaman da öyle
kalacaktır. Ateizmin hiçbir zaman ulaşamayacağı, sözünü edemeyeceği bir
duygudur bu. Ama en önemlisi de, en açık seçik ve belirgin olarak Rus insanının
ruhunda bulursun bunu. Benim çıkardığım sonuç bu işte! Rusya’mızdan edindiğim
en önemli kanı bu. Yapacak çok şey var Parfyon! Rusya’mızda yapılması gereken çok
şey var, inan bana!
— Haçlarımızı değiştirmemizi istiyorsun yani, öyle mi? Tamam
Parfyon, neden olmasın… Kardeş olalım!
— Senindir o! Kader işte! Senindir! Sana bırakıyorum onu…
Rogojin’i unutma!
Ve dönüp, prense bakmadan hemen dairesine girdi, arkasından
sertçe kapadı kapıyı.
5
Tüm bu şimşekler, aydınlanmalarla varlığımı en yüksek
düzeyde hissetmem, kendi bilincime varmam, yani ‘en yüksek düzeydeki varoluş’
bir hastalık, normal durumumun bozulması değil de nedir? Öyleyse yüksek bir
varoluş falan değil, tersine varoluşun en kötüsü sayılması gerekir.
Bu bir hastalıksa ne olmuş peki? Bu anormal gerginlik ya
sonucun kendisiyse, ya daha sağlıklı durumdayken hissedilen, hatırlanan o an en
yüksek düzeyde bir uyum, güzellik anıysa? Ya şimdiye kadar duyulmamış ani bir
doygunluk, uyum ve uzlaşma duygusu veriyor, yaşamın en yüce senteziyle vecd
halini birleştiriyorsa?
6
“Zavallı şövalye” Don Quijote
7 - 8
…asalak bir toprak sahibinin parayla pazardan alınır gibi
akıl bile satın alınabileceğini düşünmesi son derece doğaldır. Hele İsviçre’de
çok daha kolay… Prensimiz İsviçre’ de ünlü bir profesörün yanında beş yıl
tedavi gördü, binlerce ruble harcandı… Anlaşılacağı gibi, budala akıllanmadı…
Bay Burdovskiy “Pavlişçev’in oğlu” olmasa da “Pavlişçev’in
oğlu” gibi: Öylesine acımasızca aldatmışlar ki onu, gerçekten onun oğlu sanmış
kendini!
9 - 10
(İppolit) — Buraya ağaçları görmek için geldiğimi biliyor
muydunuz? diye sordu. İşte, şu ağaçları… (Parktaki ağaçları gösteriyordu.)
Komik bu, değil mi?
Bu insanları bir daha görmeyeceğim! Bu ağaçları da… Yalnızca
kırmızı tuğla bir duvar ve Meyer’in evi olacak… penceremin karşısında… Hadi
anlat onlara bütün bunları… Anlatmaya çalış… Şu güzeller güzeli kız… Ama bir
ölüsün sen artık, ölü olduğunu açıkla, “Ölü bir adam her şeyi söyleyebilir…”
de.
11 - 12
Üçüncü Bölüm
1
Ahlaki açıdan kendine güvensizlik ve özgünlük yetersizliği,
şimdiye kadar toplumda yerleşmiş genel kanıya göre, iş bilir, saygın insanın en
temel özelliğiyse, bunun öyle çabucak değişmesi de doğru değil, hatta yakışıksızdır.
Öykümüzün daha başında Yepançinler’in herkesçe gerçekten
saygı duyulan bir aile olduğunu söylemiştik.
Bu saygıyı hak etmesinin birinci nedeni varlıklı, “önde
gelen zenginlerden” biri olmasıydı; ikinci nedeni ise, kafası pek çalışmasa da
dürüst olması… Aslında kalın kafalılık her işadamı için olmasa bile, en azından
para sahibi olmayı ciddi olarak düşünen herkes için zorunlu bir özelliktir.
Lizaveta Prokofyevna’ya gelince, daha önce anlattığımız
gibi, önemli bir aileden geliyordu. Bilindiği gibi, gerekli etkin ilişkiler
sağlamıyorsa aileye pek önem verilmez bizde.
(Yevgeniy Pavloviç) — Edebiyattan pek anlamam, ama bence
Lomonosov, Puşkin ve Gogol’un dışında baştan aşağı Rus değildir edebiyatımız.
Ama şimdi konumuz edebiyat değil. Sosyalistlerden söz
ediyorduk, söz döndü dolaştı buraya geldi. Bizde tek Rus sosyalistin olmadığını
iddia ediyorum. Daha önce de yoktu, şimdi de yok. Çünkü sosyalistlerimizin
hepsi de büyük toprak sahipleri sınıfıyla ruhban sınıfındandır.
Rus liberalizmi yalnızca eşyanın var olan düzenine değil,
doğrudan eşyaya da bir saldırıdır. Rus düzenine değil, doğrudan Rusya’ya bir
saldırıdır. Benim liberalim Rusya’yı yadsımaya kadar götürmüştür işi, yani
anayurdundan nefret eder, onu aşağılar. Rus’a dair şanssız ve başarısız her olay
kahkahalarla güldürür onu, neredeyse coşturur.
2 - 3
(Rogojin tekrar ortaya çıktı)
4
Utançlar ve demiryolları çağındayız…
5
Kolomb Amerika’yı keşfettiği anda değil, onu keşfederken
mutluydu.
6
Hatırladığım kadarıyla, ressamlar İsa’yı tablolarında ya
çarmıhta ya da çarmıhtan indirilmiş, olağanüstü güzel bir yüzle vermişlerdir.
En büyük acıları çekerken bile bu güzelliği eksik etmezler yüzünden.
7
…İppolit tabancanın tetiğini çekmişti. Tetiğin düşmesinden çıkan
keskin, kuru bir ses duyulmuş, ama arkasından bir patlama olmamıştı. İppolit
üzerine atılan Keller’in kollarına kendini kaybetmiş gibi, belki de öldüğünü
düşünerek yığılıp kalmıştı.
8
(Prens ve Aglaya konuşuyor)
…her şeyi biliyorum. Evet, o kadın için geldiniz buraya, o
kadın için…
Prens dalgın, başını önüne eğip alçak sesle, üzgün,
— Evet, onun için… dedi.
9
Tanrı birini cezalandırmak istediğinde önce aklını
karıştırırmış derler…
10
(Prensin Aglaya’ya yazdığı mektuplar) Ressamlar İsa’nın
resmini hep İncil’de anlatılan öykülere göre yapmışlardır. Ben olsam öyle
yapmazdım: O tek başına olurdu benim tablomda. Kimi zaman yalnız bırakıyordu
onu havarileri. Yalnızca küçük bir çocuk bırakırdım yanında. Küçük çocuk oyun
oynardı hemen yanında. Çocuk belki kendi çocuk diliyle ona bir şeyler anlatır,
İsa da dinlerdi. Ama o anda düşüncelere dalmıştır İsa. Elini çocuğun aydınlık,
küçücük başında unutmuş gibidir. Uzaklara, ufka bakmaktadır, dalgın. Dünya
kadar büyük bir düşünce sinmiştir bakışına. Yüzünde bir hüzün vardır. Küçük
çocuk susuyordur. İsa’nın dizine dayadığı koluna yanağını koymuş, (çocukların
kimi zaman düşüncelere daldığı gibi) dalgın, küçük başını yukarı kaldırmış,
gözlerini kırpmadan İsa’nın yüzüne bakmaktadır. Güneş batmak üzeredir… Benim
yapacağım tablo böyle olurdu işte!
Dördüncü Bölüm
1
Özelliklerine, kişiliğine dair şeylerin bir çırpıda tam
olarak anlatılması zor insanlar vardır. Toplumların gerçekten de çok büyük
çoğunluğunu oluşturan bu insanlara genellikle “sıradan”, “çoğunluk” denir.
Yazarlar romanlarında, öykülerinde çoğu zaman toplumda belirgin özellikleri
olan tipleri ele almaya ve onları canlı, sanat değeri olacak biçimde anlatmaya
çalışır. Değişik özellikleri olan bu çeşit tiplere toplumda sık rastlanmaz ama,
aslında bunlar gerçeğin kendinden de gerçektir.
2
(İppolit ve Gavrila tartıştı…)
Gavrila Ardalionoviç, sırf şunun için nefret ediyorum sizden
(belki şaşıracaksınız buna), evet, sırf şunun için nefret ediyorum sizden: En
küstah, en kendini beğenmiş, en adi, en iğrenç sıradanlığın doruktaki
temsilcisi, vücuda gelmiş halisiniz! Sıradanlığınız, kendinden en küçük kuşkusu
olmayan bir sıradanlık sizinki, Olympos tanrılarınınki kadar serinkanlı ve
kendini beğenmiş bir sıradanlık. Sıradanın da sıradanısınız! Kafanızda da,
kalbinizde de kendinize ait tek bir düşünce yok ve asla da olamaz. Ayrıca
alabildiğine kıskançsınız, büyük bir deha olduğunuza inanıyorsunuz, ne var ki
karanlık bazı anlarınızda yine de kuşkunun ziyaret ettiği oluyor sizi, kızıp
köpürüyorsunuz, kıskanıyorsunuz…
3
(Lebedev oturduğu sandalyenin altında kaybettiği cüzdanını ilkin
nasıl arayıp da bulamadığını anlatıyor) Kaybettiği bir şeyi bulmayı çok
istediği zaman insan bazen öyle yapar… Bakar bir göremez, bomboştur baktığı
yer, öyleyken yine de on beş kez bakar aynı yere.
4 - 5 - 6
Prens: İspiyonculuk yapmaya iten neydi sizi?
Lebedev mırıldanarak karşılık verdi:
— Yalnızca hoş bir merak
7
Bizimkiler kıyıya geldiklerini ancak kıyıya vardıklarında
anlarlar, işte o zaman sevinirler…
“Ayağının altında toprağı olmayanın Tanrı’sı da olmaz.”
“Öz yurdunu reddeden kişi Tanrı’sını da reddetmiştir.”
“İçtenlik davranışın önünde gelir.”
Öyle değil mi?
— Kimi zaman öyledir.
8
Nastasya Filippovna / Prensle Aglaya’yı karşılamak için
ayağa kalktı, ama gülümsemiyordu, prense elini bile uzatmamıştı.
Aglaya gururla kaldırdı başını.
— Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun, ben buraya sizinle,
sizin silahınızla savaşmak için gelmedim…
— Ya! Ama yine de “savaşmaya” geldiniz, öyle mi? Biliyor
musunuz, sizin daha… zeki olduğunuzu sanıyordum.
Aglaya / Dinleyin, mektuplarınızın hepsine topluca cevap
veriyorum: İlk kez kendisiyle tanıştığım gün acıdım Prens Lev Nikolayeviç’e,
Acıdım, çünkü sizin gibi bir insanla… mutlu olabileceğine…
inanabilecek kadar temiz yürekli ve saf bir insandır.
Aşırı gururlu biri olduğunuz için sevemezdiniz onu… Yo, hayır,
gururlu değilsiniz siz, yanlış söyledim, kendinizi beğenmiş olduğunuzdan
sevemezdiniz onu…
Nastasya Filippovna / Yalnızca em-re-de-yim, hemen bıraksın
seni, bir daha ayrılmamak üzere bana gelsin, evlensin benimle, sen de evine
yalnız dön?
İster misin, Rogojin’ini de kovayım?
Prens, başıma ne gelirse gelsin, beni hiçbir zaman
bırakmayacağına söz veren sen değil miydin? Beni seveceğini, ne yaparsam
yapayım bana saygı… duyacağını? Evet, bunu da söyledin sen! Ve sırf özgür
bırakmak için kaçtım senden… Ama şimdi bir kez daha yapmak istemiyorum bunu!
Neden hafif bir kadınmışım gibi konuştu benimle bu kız? Hafif bir kadın mıyım
ben,
9
…Bir prensin, nişanlısı olan saygın ve ünlü bir ailenin
kızını bir yosma için terk ettiğini (…) söylüyorlardı.
(son) iki hafta süresince prens gece gündüz Nastasya
Filippovna’nın yanındaydı,
Yevgeniy Pavloviç / Aranızda her şey yalanla başlamıştı,
öyle de bitmek zorundaydı, doğanın yasasıdır bu.
Bir genç olarak İsviçre’de anayurt özlemi çekmiştiniz,
bilmediğiniz ama çok şeyler beklediğiniz ülkenize kavuşmak istiyordunuz, Rusya
ile ilgili, belki de çok güzel, ama sizin için zararlı birçok kitap
okumuştunuz, bir şeyler yapmak heyecanıyla dopdolu gelmiştiniz yurdunuza! Ve
ilk gün size, yani bu şövalyeye, düşmüş bir kadının yürek sızlatan öyküsünü
anlatıyorlar! Aynı gün görüyorsunuz da o kadını, onun güzelliği karşısında,
inanılmaz, şeytani güzelliği karşısında (onun çok güzel olduğunu kabul
ediyorum) büyüleniyorsunuz. Sinirlerinizin durumunu ekleyin buna, sara
hastalığınızı ekleyin, Petersburg’umuzun buzların çözüldüğü mevsimdeki insanın
sinirlerini bozan havasını ekleyin, ayrıca size yabancı, neredeyse fantastik
bir kentte geçirdiğiniz karşılaşmalarıyla, olaylarıyla o günü, inanılmaz
karşılaşmalarıyla o günü, Yepançinler’in üç güzel kızıyla, bu arada Aglaya’yla
da tanıştığınız o beklenmedik olayının olduğu o günü ekleyin… Bütün bunlara
yorgunluğunuzu, baş dönmenizi ekleyin, Nastasya Filippovna’nın konuk salonunu,
bu salonun havasını ve… o anda ne bekleyebilirdiniz kendinizden, siz söyleyin?
Ama sorun bu değil sevgili prens, sorun burada gerçeğin olup
olmadığında, duygularınızın gerçek olup olmadığında, bu yaptığınızın
kişiliğinizin mi, yoksa bir anlık heyecanınızın sonucu mu olup olmadığında.
Prens: …ben, ben Aglaya İvanovna’nın arkasından koşmuştum,
tam o sırada Nastasya Filippovna bayılıverdi… o gün bu gündür de Aglaya
İvanovna ile görüştürmüyorlar beni…
…Gidelim, gidelim!
— Nereye?
— Aglaya İvanovna’ya gidelim, hemen şimdi!..
…Hayır prens, hayır! Böyle görevler vermeyin bana, yapamam!
10
Evlilik için acele ediyorlardı. Nikâh Yevgeniy Pavloviç’in
ziyaretinden yaklaşık bir hafta sonraydı.
İppolit: “Aslında ben yalnızca Aglaya İvanovna için
korkuyorum: Rogojin Aglaya İvanovna’yı ne çok sevdiğinizi biliyor. Aşka karşı
aşk… Siz onun elinden Nastasya Filippovna’yı aldınız, bu yaptığınıza karşılık o
da Aglaya İvanovna’yı öldürecek…”
Amacına ulaşmıştı İppolit. Prens deli gibi ayrılmıştı onun
yanından.
Rogojin’le ilgili bu uyarı prense nikâhtan bir gün önce
ulaşmıştı.
Nikâh akşam saat sekizdeydi. Nastasya Filippovna daha saat
yedide hazırdı.
Nastasya Filippovna’ya, birden merdivenlerin beş altı adım
ötesinde Rogojin göründü.
— Kurtar beni! Götür beni buradan! Nereye istersen götür,
ama hemen şimdi!
Rogojin neredeyse kucağına aldı Nastasya Filippovna’yı.
Kucağında arabaya kadar götürdü onu.
Durumu öğrenince yüzü bembeyaz kesildi prensin, ama haberi
sakin karşıladı, zor duyulur bir sesle şöyle söyledi yalnızca: “Gerçi bir korku
yok değildi içimde, ama yine de böyle bir şeyin olacağını beklemiyordum…”
11
…sonra Petersburg’daydı prens. Saat sekizi geçerken
Rogojin’in oturduğu binanın ana kapısından girdi…
Şimdi tek istediği, bir an önce, Nastasya Filippovna’nın
yakın zamana kadar oturduğu İzmaylovskiy Mahallesi’ne gitmekti.
Dul öğretmen eşinin evinde Nastasya Filippovna’yı dün de, o
gün de duyan, gören olmadığını öğrenince çok kötü oldu prens.
Sonra yine Rogojin’in evine gitti.
…sokak başında kalabalığın içinden biri ansızın koluna
dokundu, kulağına eğilip alçak sesle şöyle dedi:
— Lev Nikolayeviç, gel benimle kardeşim, çok önemli…
Rogojin’di bunu söyleyen.
Sonunda ayrı kaldırımlardan Gorohova Sokağı’na sapıp
Rogojin’in evine geldiklerinde prensin bacakları yine titremeye başladı.
Prens tıkanıyormuş gibi,
— Nastasya Filippovna nerede? diye sordu.
Rogojin cevap vermek için bir an bekledikten sonra tane
tane,
— O mu… burada… dedi.
Biri derin bir uykuya dalmış, kıpırdamadan yatıyordu
karyolada.
Rogojin prensi daha iyi olan soldaki mindere yatırdıktan
sonra kendi soyunmadan sağdakine uzandı, ellerini başını altına aldıktan sonra,
Prens: …en başta şunu söyle sen bana: Evlenmemizden önce,
kiliseye girmeden, kilisenin kapısında bıçakla öldürmek istiyordun onu değil
mi? İstiyor muydun, istemiyor muydun?
Rogojin: …tuhafıma giden ne, biliyor musun: Beş altı santim
girdi bıçağın ucu… tam sol memesinin altına… kan da ancak yarım çorba kaşığı
bulaştı giysisine. Hepsi o kadarcık…
Saatler sonra kapı açıldı, insanlar girdi odaya. Katili
bulduklarında bilinci yerinde değildi, ateşler içinde yanıyordu. Prens onun
yanında minderde kıpırdamadan, sessizce oturuyor,
Sonuç
Beyin iltihabından iki ay yattı Rogojin, iyileşince
soruşturma ve yargılama başladı.
Hafifletici nedenler göz önüne alınarak on beş yıl
Sibirya’da sürgün cezasına çarptırıldı.
…servetinin kalan çok küçük bölümü (buna pek sevinen)
kardeşi Semyon Semyonoviç’e kaldı.
Lebedev, Keller, Gavrila, Ptitsın, öykümüzün daha birçok
kahramanı eskisi gibi sürdürüyor yaşamlarını.
İppolit, Nastasya Filippovna’nın ölümünden iki hafta sonra,
korkunç bunalımlar içinde, beklenildiğinden biraz erken öldü.
…prens tekrar yurtdışına, Şneyder’in İsviçre’deki sağlık
kurumuna gitti.
Yevgeniy Pavloviç Paris’ten yazdığı oldukça karışık bir
mektupta, Aglaya’nın Polonyalı göçmen bir kontla kısa süren alışılmadık bir aşk
yaşadıktan sonra, olayın büyük bir skandalla sonuçlanacağa benzemesi üzerine
anne babasının ister istemez gösterdikleri rızayla, o kontla ansızın
evlendiğini yazıyordu.
Aglaya’nın o kontla evlenmesine izin verilmesinden sonra (…)
Kontun aslında kont falan olmadığı, göçmen olmasına göçmen, ama karanlık
geçmişi olan bir göçmen olduğu anlaşılmış.
Avrupa hayranlığını bırakalım artık, aklımızı başımıza
toplayalım. Burada her şey, bütün bu yurtdışınız… bütün bu Avrupa’nız… hepsi
hayal bunların, yurtdışındaki biz Ruslar da hayalden başka bir şey değiliz…
unutmayın bu dediğimi ileride görüp anlayacaksınız!”
17 Ocak 1869
…
Türkçeleştiren: Ergin Altay
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder