Dil, soyut bir alanı işaret eder ve o canlıdır.
10 sözcük versek 10 farklı kişiye ve bunlarla cümleler kurmalarını istesek, birbirlerinden nitelik ve derece olarak farklılıkları olma ihtimali açık olduğu halde yapabilecekleri, ortaya koyabilecekleri birbirinden çok da farklı olmayacaktır. "Form" düşüncesinin de temeli budur.
Dil; sınırlarını bilebileceğimiz bir şey değil(bildiğimiz bütün herşey ve bilmediklerimiz dil alanında bir yerlerdedir çünkü), ancak insanların dil alanında sınırları bellidir, bunu gelenek haline getirdiği pratiklerinin gözlemlenmesi sonucunda görebiliriz. Dil orada, düşünmeye çalışarak o alanda ilerleyebiliriz, ya da kolay ve rahat olanı yapıp "yeterli" olan alanda dönenip dururuz. İçinde devindiğimiz bu emniyetli alana, bütün ayrıntılarıyla birlikte ele alındığında "kültür" diyoruz (Ethos; alışkanlık/refleks haline gelmiş davranışlar, tavır).
Gelenekselleştirdiğimiz formlara uyduğumuz sürece kolaylaşıyor hayatımız. Hatta kültürün bir parçası olarak ismimizin bizden sonra anılması bile mümkün olabiliyor("bak O'da böyle söylemişti/yapmıştı, o halde sende O'nu örnek al ve böyle davran" diyebilmek için).
Düşünmeye devam etmek; bu emniyetli alanı genişletebilir ama daha ziyade bu emniyetli alandan uzaklaşmaya sebep olur. Söylediklerimize, biz konuşurken söylenenlere katılan olmazsa, hatta söyleyecek kimseler bile yoksa etrafta, dil bu defa bu tekinsiz mecrada zehirlemeye başlar. "Form" düşüncesinden uzaklaşmayalım (bu sayfalarda uzaklaşmayalım).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder