Kemalettin
Kuzucu - Bin Yılın Çayı
Osmanlı’da
Çay ve Çayhane Kültürü
Türk ve çay sözcüklerinin birlikte anıldığı
bilinen en eski metin 8. yüzyıla aittir. Çin çay kültürünün anlatıldığı bu
kaynakta şair Lu Yu, en ideal çayın Türk süvarisinin deri çizmeleri gibi
boğumlu yapraklardan elde edilen çay olduğunu belirtmektedir.
Türkiye’de çay hakkında yapılan
çalışmaların tarihi yaklaşık üç yüz yıl geriye gitmektedir. Osmanlı Devleti’nin
66. Şeyhülislamı Damadzade
Ebülhayr Ahmed’in 1711 yılında kaleme aldığı Çay Risalesi bu alanda bilinen ilk monografik yayındır.
Osmanlı döneminde yayımlanan ikinci Çay
Risalesi, Hacı İzzet Efendi’nindir (İstanbul 1295).
Çay kelimesi Çinceden dünya dillerine
geçmiştir. …Amoy lehçesinde t’e (Theh); Mandarin lehçesinde ise ç’a (Tcha)
şeklinde telaffuz edilmektedir.
Çayı Endonezya’nın Cava adası üzerinden
Avrupa’ya taşıyan Flemenkler, bitkinin Amoy lehçesindeki kullanım biçimini
götürdükleri için Avrupa dillerine “the,” “tea,” “tee” şekillerinden
yerleşmiştir (s. 1).
Kanton’da kullanılan ikinci söyleyiş biçimi
Japonya, Hindistan, İran ve Rusya’ya geçmiş; küçük değişikliklerle, buralarda
“çay” ve “şay” şeklinde telaffuz edilmiştir (s. 2).
Çin inançlarına göre çay, imparator Shen
Nung’un (MÖ. 2737) kaynayan suyuna kaza ile çay yaprağı düşmesiyle içilmeye
başlamıştır.
Avrupalıların çayla tanışmaları 16.
yüzyıldaki coğrafi keşifler / sömürgecilik hareketlerine borçludur (s. 19).
Solovtsov 1885’te Rusya’nın ilk sanayi çayı
fidanlığını kurdu.
1897’de Acaristan’da elde edilen siyah çay
yaprakları Tiflis’te açılan tarım ürünleri sergisinde halka tanıtıldı.
1898 yılında 5.200 kilogramlık ilk Gürcü
çayı üretildi (s. 28).
Arkeolojik kazılar Türk kavimleri
içerisinde çayı ilk kullananın Hunlar olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Yiyeceklerinin temeli ete ve süt ürünlerine
dayanan göçebelerin beslenme kültüründeki bu yalınlık, vücut için gerekli tüm
vitaminlerin alınması için elbette yeterli değildi (s. 40).
…göçebe topluluklar, vitamin eksikliğinden
kaynaklanan rahatsızlıkları gidermek için çayı, sağaltıcı bir drog olarak
algılamışlar ve bu amaçla içmişlerdir (s. 41).
1878’de Hacı İzzet Efendi’nin Çay Risalesi
adlı monografisi yayınlandı.
Eserden anlaşılan Hacı İzzet Efendi eserini
yazdığı sıralarda 40 yıllık çay tiryakisiydi (s. 68).
Çayın hem besleyici, hem de tedavi edici
iki özelliği bulunmaktadır. (…) Osmanlı literatüründe çain adıyla da
kaydedilmiş olan tein etkin maddesinin yanında tanen, kahvenin etkin maddesi
olan kafein, teobromin, çeşitli enzimler, uçucu yağlar, karbonhidrat, mineral
maddeler ve vitamin içerdiği görülür (s. 74).
İçeriğinde
bulunan kafeinden dolayı çayın en büyük özelliği uyarıcı etkiye sahip
olmasıdır. Demleme sırasında yapraklardaki kafein suya geçmektedir (s. 78).
Konuyla ilgili Osmanlı kaynaklarında çayın
antiseptik etkiye sahip olmasından dolayı cilt hastalıklarına karşı pek çok
faydası bulunduğuna işaret edilmiştir (s. 80).
Soğuk, nemli ve bataklık bölgelerde çayın
faydası daha çoktur (s. 85).
Osmanlı döneminde çay üretimine ilişkin ilk
somut ve resmi bilgi 1879 yılına ait Trabzon Salnamesinde kayıtlıdır. Söz
konusu salnamede Lazistan
sancağına bağlı Hopa kazasında 20.000, Arhavi nahiyesinde de 5.000 olmak üzere
toplam 25.000 kıyye (1 kıyye = 1.283 gram) çay üretildiği belirtilmektedir.
Gündelik lisanda Moskov Çayı ismiyle şöhret
bulan fakat aslında halis Çin çayından başka bir şey olmayan bu bitki,
zikredilen yerleşim birimleri dışında Trabzon şehir merkeziyle vilayetin sair
mıntıkalarında da yetişmiştir (s. 97).
…vergi yükünü ağır bulan üreticiler Trabzon
valiliğine başvurdu. Üreticilerin şikâyeti vali Yusuf Ziya Paşa tarafından
Bab-ı Ali’ye iletildi. (…) (s. 98-99)
Seferoğlu sülalesinden Ahmet Efendi, 1912
yılında Rusya’dan çay fidanı getiriyor ve Arhavi’deki akrabalarına uğradığında
fidanlardan bir kısmını onlara bırakıyor, Kalan fidanlı da kendi köyü ve
bahçesine dikiyor, fidanlar yetişir ve Fındıklı’nın Sümer köyünde çay bitkisi
bu şekilde yayılmaya başlar (s. 118).
Bireysel girişimlerin saptanabilen ilk
örneği Hulusi (Karadeniz) Bey’dir.
Rize ile Batum’un iklim şartlarının
benzerliğini göz önüne alarak 1912 yılında Batum’dan tedarik ettiği tohumları
kendi bahçesine ekmişti. Hulusi Bey’in çalışmaları kısa süre sonra meyvesini
verdi ve çay filizleri yükselmeye başladı. Tam bu sırada Birinci Dünya
Savaşı’nın başlaması (…) Hulusi Bey’in çalışmalarını sekteye uğrattı (s. 119).
Halkalı Ziraat Mektebi Müdürü Ali Rıza Bey
Batum’un zirai yapısını incelemek üzere
1918 yılında Ziraat Nezaretince Güney Kafkasya’da görevlendirilmiştir.
Batum’daki incelemelerinde bölgenin
meteorolojik yapısını rapor etti. Savaş yıllarında Rusların Rize’yle ilgili
derlediği hava raporlarıyla elindeki verileri karşılaştırınca Rize ile Batum’un
ekolojik açıdan benzerliklerini tespit etti. Tuttuğu notları bakanlığa sundu. Söz
konusu rapor 1921 yılında Yeni Ziraat gazetesinde tefrika edilmiş, daha sonra
kitap haline getirilerek Şimal-i Şarki Anadolu ve Kafkasya’da Tedkikat-ı
Ziraiyye adıyla basılmıştır (s. 123).
Ziraat Müdür-i Umumisi Zihni Bey
Zihni Bey Rize’de asayişin sağlanmasının iş
imkânlarının geliştirilmesiyle mümkün olacağını savunuyordu.
Zihni Bey Batum’a giderek Ruslar tarafından
kurulmuş olan çay bahçelerini, çay fabrikasını gezdi.
Araştırmalarını tamamladıktan sonra çay,
bambu ve narenciye tohumlarıyla birlikte yanına bir de Rus bahçıvan alarak
Rize’ye geldi. Tohumları ekti, fidanlığı Rus bahçıvana emanet ederek Ankara’ya
döndü.
Yöre halkının çay tarımına teşvik edilmesi
için devlet desteği gerektiğini gördü ve bir kanun teklifi hazırladı.
Hazırladığı Çay Kanunu (407 sayılı kanun) 6 Şubat 1924’te kanunlaştı (s. 129).
Tibet ve Orta Asya’nın bazı kavimleri
arasında kullanılan tuğla çayı
Bitkinin yapraklarıyla birlikte diğer kısımları
hatta tozları bile macun haline getirilip preslenerek tuğla şeklinde kalıplara
dönüştürülerek elde edilir (s. 140-141).
19. yüzyıl ortalarına kadar çay Osmanlı’ya
Rusya’dan karayoluyla deve kervanlarıyla getirilmekteydi (s. 157).
(Gıda
sahtekârlıkları – s. 176))
…piyasada arpadan üretilmiş sahte çaylar
kol geziyor…
1870’lerde Manolaki adlı tüccar (…) birçok
resmi kuruma çay satarak halkı dolandırmaya kalkışmıştı (s. 189).
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında
ekmek, gaz ve tuzun yanında şekere narh konulmuştu… (s. 193)
…şekerin piyasadan çekilmesi karşısında
halk, tatlandırıcı ihtiyacını başka maddelerle giderme yoluna gitti. İstanbul
da dahil bütün ülkede çay; üzüm, erik, kayısı gibi meyvelerin kurularıyla ya da
reçelleriyle içilmeye başlandı (s. 194).
Ülkenin doğu bölgelerindeki tiryakiler ise,
Rusya kökenli kıtlama tekniğine her zamankinden daha fazla sarılmışlardı.
Faik Tonguç, Erzurum’da bulunduğu 1916
yılın ait anılarında çaylarını dut kurusuyla içtiklerini belirtir (s. 195).
…hiç şekeriniz yoksa hayalinizde bir topak
şeker canlandırırsınız, buna “umma” denir. Bir parçacık şekeriniz bulunur da
bitmesinden korktuğunuz için yalayarak çayınızı içerseniz buna da “yalama”
denir. Bir parça şekerinizi nohut tanesi gibi küçük küçük böler ve her tane ile
bir bardak çay içerseniz buna “kırklama” denir (s. 196).
Tokat çayı
1870’li yıllar (…) bitkiyi Kırım Harbi’nden
sonra Hacıali ve Canbulad köylerine yerleştiren Çerkez muhacirler (…) 1878
yılından itibaren ürünü ticari amaçla pazara sürdüler. İşlenmiş bitkinin yıllık
ticaret hacmi bir anda 4-5 bin kıyyeye ulaştı (s. 197).
…halen Erbaa yöresindeki Çerkez kökenli
vatandaşlar arasında (…) içilmeye devam edilmektedir.
Yabanmersinini ya da dağ kekiği gibi
isimlerle tanınmaktadır.
20. yüzyıl başlarında kahvaltı sofraları
çay ile şenlenir oldu…
Birinci Dünya Savaşının doğurduğu ağır
ekonomik koşullar yüzünden bazı tüketim maddelerinin kıtlığı baş göstermiş, çay
da bundan nasibini almıştı.
Dar gelirliler, birtakım bitkileri çay gibi
haşlayarak içmeye (…) çalışmaktaydı. Bu tür bitkilerin başında Bursa’da yetişen
ayıüzümü geliyordu (s. 205).
…ziraatçılar tarafından kaleme alınan
birtakım yazılarda Anadolu’da çay yetiştirildiği iddia edilir…
Bursa Çayı / Vaccinium arctostaphylos
Şekil bakımından hakiki çayla arasında
gözle görülür farklılıklar bulunan bu yaprakların çay olmadığı hükumet tarafından
ilan edilmiş ve buna resmen “Anadolu otu” ismi verilmişti (s. 206).
Akşehir Çayı
Meşrutiyet döneminde Ahşehirliler de
Akşehir çayı adını verdikleri yaprakları haşlayarak içmeye başlamışlardı (s.
219).
Resmi dairelerde çay içerek sohbete dalan
memurların işleri aksattığı gerekçesiyle 1913 yılında savcı olarak Siirt’a
atanan Abdülkadir Bey (…) dairede çay içilmesini yasaklamıştır (s. 232).
Kıtlama yöntemiyle çay içme alışkanlığı ilk
defa Rusya’da ortaya çıkmıştır (s. 242).
Çayın aile toplantılarına konu edilmesi
adetinin çıktığı yer İngiltere olarak bilinse de daha öncesinde Hollanda’da
ikindi vaktinde çay içme alışkanlığı benimsenmişti. Afternoon tea geleneği 17.
yüzyılın ortasında Hollanda’dan New York’a taşındı. İngiltere ise bundan iki
yüz yıl sonra modern anlamdaki çay partisi geleneğini başlatacaktı (s. 247).
İkindi çayı veya beş çayı adeti 20.
yüzyılın başlarında, İstanbul’un Türk sakinlerinin yanında, resmi görevi olan
ya da olmayan Amerikalılar ile Avrupalıların ortak geleneklerinden biri halini
alacaktır (s. 248-249).
Cobb, Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu
Halide Edip’le bu çay partilerinden birinde tanıştığını yazar (s. 249).
Sembolist Ahmet Haşim, Kakuzo’nun
Çayname’sini çevirdi…
Çay partilerine duyduğu öfkeyi, hayranlık
beslediği Japon çay kültürü ışığında dile getirmiştir (s. 281).
…çayın soğumasını önlemeye ya da
geciktirmeye yarayacak ince metal kapaklar imal edilmiştir.
Erzurum’da çayhane dışına çay götürülürken
tabak bardağa kapatılır. Sonra tabak düz duruma getirilir (s. 289).
Şarabı çok tüketen Tibet halkı, beyindeki
uyuşukluğu gidermek için çaydan istifade etmiştir (s. 293).
…toplumların çay hazırlama yöntemleri,
tarihten gelen örfi değerlerine, yaşadıkları bölgelerin iklim şartlarına,
ekonomik durumlarına ve geleneksel damak zevklerine göre şekillenmiştir.
Ebulhayr Ahmet Efendi’nin, Latin hekim
Etmallarius’dan naklen yaptığı tarife göre çömlek içindeki 1 ratl (litre) saf
suya, 2 miskal çay yaprağı dökülür. Suyun üçte ikisi yok oluncaya kadar
kaynatılır. Elde edilen sıvı, yemekten sonra bir iki fincan içilir. Bu şekilde
hazırlanan içeceğin sunduğu en büyük fayda, hazımda sağladığı büyük kolaylıktı
(s. 294).
…Çay yaprağının su ile kaynatılmasındaki
asıl maksat, doğasında bulunan acılığı ortadan kaldırmaktı (s. 295).
…çay hazırlamak için en ideal çaydanlık,
topraktan veya porselenden imal edilmiş olanlardır. Çünkü, bunlar suyun ısısını
uzun süre muhafaza etme özelliğine sahiptir. Metal çaydanlıklar çabuk ısı
kaybettiği için elverişli değildir.
…çayın birinci öğesi halis yaprak ise,
tamamlayıcı öğesi kaliteli sudur (s. 300).
…çayın zararlı etkilerini giderdiğine
inanılan katkı maddelerinin başında süt gelmektedir.
Erzurum’da sütlü çay,
Mide rahatsızlığı bulunan kimseler, çay
kahveye tercih etmekteydi (s. 304).
…çaya on damla limon suyu ilave edilmesi
oldukça faydalıydı…
…katkı maddeleri arasında küçürat hurması
ve vanilya da bulunuyordu.
…küçürat hurmasından dört beş tanesi küçük
bir fincan içerisindeki sıcak suda ıslatılıp sekiz on dakika bekletildikten
sonra lal gibi parlak kırmızı renkli bir sıvı elde edilmekteydi. Servis
sırasında fincandaki çaya bu sıvıdan bir miktar katıldığında hem lezzetli hem
de etkisi artmaktaydı. Vanilya (…) uyarıcı ve yaşlanmayı geciktirici özelliğe
de sahiptir (s. 306).
…kaymaklı çay usulüne 19. yüzyıl
İstanbul’unda nadir de olsa rastlanmaktadır.
Başkurt Türkleri (…) ülkenin her tarafında
tüketilen çay genellikle kaymakla içiliyordu (s. 308).
Çayın yaygınlaşmasına paralel olarak
Osmanlı’nın porselen ithalatında büyük artış meydana gelmiş…
Topkapı Sarayı’nda sergilenen gümüş eşyalar
koleksiyonu içerisinde bir çay takımı bulunmaktadır.
İbrik
Farsçada “su dökücü,” “su döken”
anlamındaki abriz kelimesinden Arapçaya giren ibrik, toprak, teneke, bakır,
gümüş ve hatta altından yapılan ve el, yüz (…) alet şeklinde tanımlanmıştır.
Kaşgarlı Mahmud (…) “ıvrık” kelimesinin
şekil değiştirmiş hali olduğunu savunmakta… (s. 322)
Semaver
Semaver kelimesi Rusça kökenlidir. Kendi
kendine anlamını karşılayan ve önüne geldiği kelimeye dönüşlülük kazandıran
“samo-” önekiyle “kaynamak” manasındaki “varit” fiilinin birleşmesinden oluşan
Rusça “samovar”dan Türkçeye girmiştir.
Sözlü halk kültüründe yaşayan bir rivayete
göre kelimenin üç hecesinden birincisi Farsça “üç” ikincisi Arapça “su”
anlamındadır. Son hecesi ise, Türkçe “vermek” fiilinin emir halidir. Böylece
“üç su ver” şeklinde düzgün ve anlamlı bir cümle ortaya çıkmaktadır (s. 324).
Ansiklopediler ilk semaver fabrikasının
1778 yılında, Tula kasabasında (Moskova yakınları) İvan Lisitin adlı bir metal
işçisi tarafından kurulduğunu kaydetmektedir (s. 325).
Ruslar çayı tanımadan önce yemeklerini
semaveri andıran ve mutfak adı verilen araçlarda pişirirlerdi. İç kısmında ateş
yakmaya mahsus bölmeden başka iki bölmesi daha bulunan aletlerde aynı anda iki
yemek hazırlamak mümkündü.
Semaverin ilk örneğini oluşturan bu aletler
zamanla gözden düşüp, sadece çay demlemeye özgü semaverler imal edildiğinde,
iki taraftan uzanan kulplar, semaverin en önemli unsurları olarak tasarımdaki
yerini alacaktır (s. 326).
Zamanla Rusya’da semaverle çay içmek sanatı
kibarlık alameti sayıldı.
Ruslardan sonra semaveri ilk kullanan
topluluk, Orta Asyalı Türkler olmuştur.
Buhara (…) Türk usulü semaverin merkezi
kabul edilmiştir.
1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sırasında ve
müteakip tarihlerde Kafkasya’dan Anadolu içlerine göçen muhacirlerin yanlarında
taşıdıkları kıymetli eşyalar arasında semaverlerin çokluğu dikkat çekmektedir
(s. 327).
1870’lerde Erzurum’da semaver üretimini
başlatan kişi bir İranlıydı (s. 328).
Semaverin imalatındaki unsurlara ve
ziynetine de önem verilmiştir.
Semaverdeki estetik, konak sahibinin
asaletini, varlık derecesini, kültür seviyesini, görgüsünü ve sanat anlayışını
yansıtmaktaydı (s. 331).
Semaver Birinci Dünya Savaşında cephede
savaşan Türk askerinin en önemli eşyalarından biriydi (s. 334).
Semaverin (…) dikkatsizce kullanılması
sonucunda meydana gelen yangın felaketlerine rastlanmaktadır.
20. yüzyılın en büyük afetlerinden biri
olan 1911 tarihli Uzunçarşı Yangını (…) semaverdeki kıvılcımdan çıkmıştı… (s.
335)
20. yüzyılın başlarında çay servisinde
fincanın terk edilerek bardak kullanımına geçildiği görülmektedir (s. 345).
Beykoz Cam Fabrikası 1900’lerin başında
“ince belli” olarak ünlenecek Türk tipi çay bardağının üretimine başladı (s.
346).
Tepsi kelimesinin aslı, takdim etmek
anlamındaki Türkçe “tapşırmak” fiilinden türemiş tapşı’dır.
Peçevi Tarihi
962 yılında Halepli Hakem ve Şamlı Şems
adlı iki kişinin Tahtakale’de kahvehane açtıklarını yazmıştır (s. 353).
1633 yılında IV Murad,
Kahvehanelere uyguladığı yasağın nedeni
Cibali’de meydana gelen ve şehrin üçte birini ortadan kaldıran büyük yangındır
(s. 356).
(1878 yılında) Karadeniz sahili halkının
kahvehanelerinde çay da içilmekteydi.
1911 yılında gezen şair Ahmet Şerif,
Hamsiköy-Maçka yolu üzerindeki kahvelerden birinde mola verdiklerini ve çay
içtiklerini anlatır (s. 359).
İstanbul Kahvehaneleri
Müdavimlerinin ait oldukları tabakaya göre
çeşitlilik göstermiştir (s. 363).
...ticaret erbabının buluştuğu esnaf
kahveleri
Halk âşıklarının toplandıkları semai
kahveleri
Hamşeri kahvehaneleri
Müşterilerine kahvenin yanında çay da sunan
kıraathanelerin ilki, 1856 yılında Serafim adlı bir Ermeni tarafından açılan
Kıraathane-i Osmani’dir. Beyazıt’ta Okçularbaşı’nda (s. 370-371).
…Haberleşme ağının en önemli aygıtlarından
biri olan berber dükkanları idi (s. 383).
18. ve 19. Yüzyıla ait belgelerde, kahve
ile berber dükkânları çoğunlukla birlikte zikredilmiştir (s. 384).
Beyazıt’taki faaliyetlerinin yasa ile durdurulması
üzerine çayhaneler doğu ve batı yönlerinde, yani Divanyolu-Şehzadebaşı hattında
yeni dükkânlara taşınmaya başladı (s. 404).
Direklerarası çayhaneleri
…bazı müşterilerinin içtikleri tütün
dumanlarını savurarak kadınlara sözlü sarkıntılıklarda bulunmak gibi edep ve
ahlak dışı davranışlara yeltenmeleri, başlı başına rahatsızlık konusu olurdu.
Ramazan manzarasının önemli bir özelliği
de, sair zamanların ve mekânların tersine olarak kadınlarla genç kızların da
piyasa yerinde isbat-ı vücut etmeleriydi. Kadınların ziynetlerini açıp saçarak
dolaşmaları karşısında, on bir ayda bir yakalanan böyle bir fırsatı
değerlendirmek isteyen hovarda takımı, kur yapma yarışına girerdi (s. 415).
II. Abdülhamit saltanatı sırasında
çayhaneler içerisinde en ünlüsü kuşkusuz Hacı Reşid’in Çayhanesidir.
Şii mezhebine mensuptu,
Dükkânı Direklerarasındaydı (s. 428),
Küllük, Beyazıt Camii’nin türbe kapısı
önünde ve meydanın denize bakan tarafında, meşhur Emin Efendi Lokantasının
yanındaydı (s. 447).
1911
Ünlü Uzunçarşı Yangınında Direklerarasının
diğer dükkânlarıyla birlikte çayhanelerin çoğu berheva oldu.
Çay yaprağı
Yaprakların haşlanması “nak” kelimesiyle
karşılanmış, haşlanmış yapraklara “menku” adı verilmiş.
İçmeye hazır çaya ise çay matbuhu denilmiş,
Çay pişirip satan kişiye, Farsça
“çay-fürûş” adı verilmiştir. Çay tüketmek eylemi “isti’mal” yani “kullanmak”
fiiliyle karşılanmıştır (s. 463).
Çay / kelime ailesi
Çaycı, çaycılık, çaydan, çaydanlık, çayevi,
çaygiller, çayhane, çayhaneci, çayhanecilik, çaynik (çanik), çaylık, demlik,
semaver, çay bahçesi, çay bardağı, çay fidanı, çay fincanı, çay kaşığı, çay
kazanı, çay keyfi, çay molası, çay ocağı, çay parası, çay partisi, çay saati,
çay servisi, çay sohbeti, çay şekeri, çay takımı vs. (s. 464)
Çay zamanı
Erzurum’da (…) yüzeyinde kuru yapraklar
kalmış olması aranır,
İyi hazırlanmamış, ılık ve bulanık
görünümlü çay (…) at sidiğine benzetilir ya da Çapanoğlunun abdest suyu
deyimiyle yerilir.
…demlikte kalan tortunun üzerine yeniden
kaynamış su eklemek suretiyle çay elde etme tekniğine aşlama adı verilir.
Misafir yeteri kadar çay içtikten sonra, ev
sahibi tarafından zorla bir bardak daha sunulur. Bunun adı zor çayı ya da
cırıldım çayıdır.
Okkalı çay (…) açık renkli ve ılık çay,
paşa çayı deyimiyle güzelleştirilmiştir (s. 467).
Hüseyin Rahmi, Son Arzu romanında Osmanlı
İstanbul’unun çayhane hayatını ele almıştır.
Gaspıralı İsmail’in milli içki konusunda
ayrana yapmış olduğu vurgu…
Osmanlı’nın son dört asrı boyunca her
kesimden ve her statüden insanın başlıca keyif maddesi olan kahve…
Günümüzde milli içecek denildiğinde akla
gelen rakı…
(Türkiye’de) Çay, sudan sonra en çok
tüketilen içki makamındadır (s. 526).
…
Kapı Yayınları, İstanbul 2012