Laurance Evans - Türkiye'nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914 - 1924)
Türkçeleştiren: T. Alaya, N. Uğurlu, Ö. Uğurlu
Örgün Yayınevi, İstanbul 2003
Wilson İlkeleri (s. 77 vd.)
Wilson, Türkiye ile ilgili barış koşullan ve "ezilen
uluslar" konusunda bir yargıya varmakta biraz güçlük çekti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun bugünkü parçasının egemenliği
sağlanmalı fakat bugün Türkiye'nin yönetiminde bulunan öteki uluslara kesin ve
her türlü kurudan uzak bir yaşama güvenlimi ve kendi gelişmelerini istedikleri
gibi yürütecek kesin ve engelsiz fırsatlar olanağı verilmeli…
On dört nokta söylevi, politikanın bir genel anlatımı idi.
Bu nedenle Wilson’un dış politikasını kesin olarak anlatır sayılamaz. Söylevde
ileri sürülen toprak konulan, stratejik hesaplara dayandığından, bu noktalar
halka açıklanmamıştı…
Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili on iki nokta hakkında
memorandum şöyle diyor:
Boğazlar ve İstanbul, ad olarak Türk kalsalar bile;
uluslararası bir denetim altında tutulmalıdır. Bu, ortak bir denetim ya da
Milletler Cemiyeti'nin görevlendireceği bir devlet eliyle yapılabilir. Anadolu
Türklere ayrılmalıdır, Yunanlıların yönetimi altında bulunan kıyı bölgeleri,
özel bir uluslararası denetim altına konulabilir, mandater olarak Yunanistan
seçilebilir.
Ermenistan'a, Akdeniz'de bir liman verilmesi ve bir mandater
devlet gösterilmesi zorunludur. Fransa, bu görevi üzerine almak isteyebilir,
fakat Ermeniler İngilizleri yeğ tutuyorlar.
Suriye, İngilizler ile yaptıkları anlaşma nedeniyle, derhal
Fransa'ya ayrılmıştır bile.
İngiltere'nin Filistin, Mezopotamya ve Arabistan için, en
iyi mandater devlet olduğu kuşkusuzdur…
Anadolu için bütün mandater devletlerin bağlı olacaktan bir
genel güvenlik yasası yazılıp barış anlaşmalarına eklenmelidir…
(Osmanlı toprakları üzerinde yapılan paylaşım planları,
pazarlıklar vs. ABD parçalanması sonrasında Osmanlı toprakları üzerinde işgalde
filen yer alırsa bundan öncelikle Ermeniler fayda sağlayacaktı; çünkü Türk
topraklarının doğusu, Trabzon ve İskenderun’dan denize ulaşacakları şekilde
onlara verilecekti, ABD fiilen işgalde yer almayarak Ermenileri hayal
kırıklığına uğratmış oldu.)
Yunan ilerlemesine İtilâf Devletleri antlaşmayı imzalamaya
Türkleri zorlamak amacıyla izin verildi. Mustafa Kemal haziranda Boğazlara
doğru ileri hareketine girişti, ancak bu, İtilâf Devletleri hatlarını zorlamak
için yapılmış bir gösteri dışında ciddî bir girişim değildi. İzmit'teki İngiliz
birliklerinin tuttuğu yerlere biraz ateş açılmış ve saldırı birlikleri zorluk
çekmeden geri çekilmişlerdi.
İngiliz ve Fransız başbakanları antlaşmayı imzaya zorlamak
için Türklere yapılacak baskı üzerinde konuşmak üzere Hythe'de buluştular. Bu
buluşmada Venizelos’da vardı.
İzmir bölgesindeki Yunan işgali alanlarında 100 bin kişilik,
iyi yetiştirilmiş ve denenmiş Yunan birlikleri vardı.
Venizelos (…) bu birliklerin kullanılmasını önerdi (Öneri
kabul edildi).
19 Temmuzda Mustafa Kemal İtilaf Devletlerine karşı savaşa
çağıran bir bildiri yayınladı.
23 Temmuzda Saltanat Meclisi Barış Konferansına gönderilmek
üzere üç delege atadı.
Kral Konstantin’in Atina’ya dönmesi Sevr Antlaşması’nın
uygulamaya konmasını zorlamak konusunu İtilâf Devletleri için yorulmaya değmez
bir sorun durumuna getirmişti.
Yunanlılar aleyhinde yapılacak değişikliklerle Barış
Antlaşmasının Türkler lehine daha yumuşak bir hâle getirilmesi ve bu şekilde
kabul ettirilmesi denendi.
İzmir bölgesinin, yerel özerklik altında bir Hristiyan vali
tarafından yönetilmek üzere, Türk egemenliği altına bırakılmasını önerdiler.
Bu öneriler, tümüyle, hem Yunanlılar hem de Milliyetçiler
tarafından reddedildi.
Yunanlılar, buna, Anadolu'da yeni bir saldırı ile karşılık
verdiler ve Milliyetçiler de Bolşeviklerle bir antlaşma imzaladılar. Aynı
zamanda Fransızlar ve İtalyanlar, Milliyetçilerle görüşmeye giriştiler.
1921 Nisanından sonra Yunanlılar, askerlik ve maliye
bakımından zorluklar içindedir. Bundan kısa bir süre sonra İtilâf Devletleri,
kavgada tarafsız kalacaklarını ve Boğazlar bölgesini de tarafsız bölge
sayacaklarını bildirdiler.
Tarafsızlık kararından sonra Yunanlıların yürüttüğü deniz
saldırıları yine Müttefiklerin desteği ve himayesi ile odu: Yunanlılar, Türk
kıyılarını abluka altına alarak ve Milliyetçilerin elinde bulunan kıyılara
gitmekte olan gemileri durduruyorlar. Oysa, İstanbul'daki İtilâf Devletleri
Denetim Kurulunun ve Boğazlar Bölgesinin koruyucu kanatlan altında getirdikleri
yardım araçlarım, İngilizlerin göz yummasıyla, denizden Bursa'ya taşımışlardır
(s. 358).
Bu arada, İtalyanlar ve daha az olmak üzere Fransızlar, Türk
Milliyetçilerine gizlice destek olurlarken İngilizler de Yunanlıları
desteklemektedirler.
Yunanlılar, 14 Ağustosta yeniden Ankara üzerine yürümeye
başladılar ve önceleri oldukça ilerlediler. Ayın sonunda Sakarya ırmağına
ulaşmışlardı, fakat burada, hüküm etlerinin merkezini kurtarmak için inatla
çarpışan Türk ordusunun sert direnişiyle karşılaştılar. Eylülün ortasında Yunan
gücü tükenmiş ve Türkler, bütün hatlarını, olduğu gibi, ellerinde tutmuşlardı.
Yunanlılar her ne kadar yenilmişse de atıldıkları
mevzilerinde tutmaktaydılar.
(Sakarya’dan sonra) söylentilere göre Fransızlar,
Kilikya’nın geniş bir bölgesini, oralardaki savaş araçlarıyla birlikte
Milliyetçilere bırakarak, boşaltacaklardır. Buna karşılık istedikleri, ekonomik
çıkarlar ve Suriye sınırlan boyunca Türk-Fransız ilişkilerinin düzeltilmesidir.
20 Ekim 1921 tarihinde imza edilen antlaşma, iki ülke
arasındaki savaş durumuna son vermişti. Antlaşma şunları kapsıyordu:
Kilikya'nın Fransızlar tarafından boşaltılması; Suriye sınırlarının Türkiye
lehine düzeltilmesi; bu anlaşmaya ekli bir notayla Fransızlara sağlanan demir,
gümüş ve krom ve öteki ekonomi çıkarlar karşılığı olarak Türklerin egemenlik ve
bağımsızlığının da desteklenmesi.
1922 Ocak ayında: Fransız kabinesi düştü ve ne Yunanlılar,
ne de Curzon'a dost olan Poincare, Başbakanlığa geldi ve Dışişleri Bakanlığını
da üzerine aldı.
(Aynı dönemde) Mussolini'yi iktidara getiren bunalım
başında, İtalyan kabinesi de düştü; Curzon'un toplamak istediği konferans
ertelendi.
Yunan Başbakanı, boşaltma hazırlıklarını yapmasını
başkomutana emretti. Curzon, diplomatik destek vaadini tekrarladı ve ilgili
taraflara çağrılar gönderdi. Yunan çekilişi ertelendi ve mart ortalarında
Londra'da konuşmalara başlandı.
22 Mart 1922’de Paris’te bir konferans toplandı. Konferansın
amacı Sevr’i yürürlüğe sokmaktı.
Konferans, 26 Martta sona erdi ve Sevr Antlaşmasındaki
değiştirme önerileri, ertesi gün Atina ve Ankara'ya gönderildi.
İstanbul'a göre, İtilâf Devletlerinin en son korkutma
taktiği, Milliyetçiler inatlarını sürdürürlerse, İstanbul'u Yunan işgali altına
aldırmak tehdidiydi.
Haziran başlarında, Yunan donanması Samsun'u bombardıman
etti. Fakat bu, Milliyetçilerden çok Pontus Rumlarına zarar verdi, çünkü şimdi
Türkler tarafından kendilerine daha sert davranılmaya başlandı.
İtalya, uzlaştırıcı bir rol üzerine aldı. Amiral Bristol’un
öğrendiğine göre, İtalya, 10 Ağustosta, Milliyetçilerin Roma'da temsilcisi olan
Celâlettin Şerif kanalıyla Ankara'ya bir nota gönderdi. Bunda, Ankara
hükümetine altı soru yöneltilmişti: 1. Barış için en azından istekleriniz nelerdir?
2. Azınlıklar için Türkiye'nin tanıyabileceği haklar ve bu
konuda İtilâf Devletlerine gösterebileceğiniz uygun garantiler nelerdir?
3. Kapitülâsyonların kaldırılması hâlinde Türkiye'nin, bunun
karşılığında verebileceği tazminat nedir?
4. Kapitülâsyonlar kaldırıldığı takdirde Türkiye, etki
alanlarında (nüfuz bölgelerinde) değişiklik yapacak mıdır?
5. Barış elde edilirse Ankara hükümetiyle sultan arasındaki
iç ilişki nasıl olacaktır?
6. (Bu bir gizli maddedir) Bir barış antlaşmasında, petrol
ayrıcalığı bakımından İtalya ne alabilecektir?
Ağustos ayında Türk ordusu saldırıya geçtiğinde Yunan ordusu
perişan bir halde geri çekilmeye başladı.
(İzmir) Şehirdeki Hristiyanlar panik hâlinde şehri terk
etmek istiyorlar. Yunan ordusu İzmir'e ulaşınca çok ciddi kanıklıklar çıkması
mümkündür ve İşittiğine göre (konsolos) şehri yakmak istiyorlar.
Türkler şimdi, Boğazlar Bölgesi dışındaki bütün Asya
Türkiye'sini denetimleri altında bulunduruyorlardı. Budununu, ancak, Anadolu'da
bir İtilâf Devletleri istilâsı, Anadolu'ya İtilâf Devletlerinin el koyması
değiştirebilirdi. Bu dununa uygun olarak, İzmir "felâketinden" bir ay
sonra, Milliyetçilerle Yunanlılar arasında bir silâh bırakışması İmzalandı ve
bunun arkasından da Doğu sorunlarına kesin bir biçim vermek üzere, kasımda,
Lozan'da bir konferans toplanması kararlaştırıldı. Bu, İngilizler tarafından
Türklere baskı yapmak üzere harcanan son bir çabadan sonra, ancak kabul edildi.
Bu baskı, Anadolu Hristiyanlarının korunması plânını kapsıyordu ve bu plân İtilâf
Devletleri ve Amerika tarafından, önce diplomatik baskı yapılması ve beklendiği
gibi bu kabul edilmediği takdirde, Hristiyanların sürgün edilmelerini önlemek
üzere, silahlı güç kullanılması yoluyla yürürlüğe konulacaktı (s. 381-382).
Lozan (s. 384 vd.)
Milliyetçilerin zaferi, 22 Eylülde, artık açıkça belli
olmuştu; şimdi savaş, diplomatik alana geçmişti. itilâf Devletleri, askeri
alanda savaşı bırakmışlardı, fakat politik ve ekonomik silâhlarda güçlüydüler,
Türkiye, görüşmelerle varılacak anlaşmadan ve Avrupa ile normal ilişkilerin
kurulmasından çok şey kazanacak, fakat askeri zafer üstüne oturup Avrupa'ya
kafa tutmaktan çok şey kaybedecekti.
Türkler, kendi amaçlarım Misakı Millîlerinde açıkça ortaya
koymuşlardı. Bu, Türk ulusunun yerleşmiş olduğu topraklarda egemen olması ve bu
konudaki azim ve cesaretlerini İtilâf Devletlerinin askerî gücüne kafa tutarak
daha şimdiden göstermiş bulunuyorlardı.
Yunan yenilgisi, Konstantin’in saygınlığını yok etmişti ve
kendisi, eylül sonunda bir darbe ile düşürülmüştü. 1916'dan beri İngiltere’yi
yöneltmiş olan Lloyd George hükümeti de, İzmir hezimetinin kurbanı olmuştu.
Türklerin İzmir'e girmelerinden bir gün önce Londra
elçiliği, Yakın Doğu durumu üzerine yapılan bir kabine toplantısındaki
görüşmelerin özetini telledi. Başvekil, Boğazların serbestliği taraflısıydı.
Bu, Lloyd George'a göre, savaşın sağladığı ana kazançtı; korunması gerekirdi.
Mademki Yunanlılar İstanbul'dan kovulmuşlardı, Türkler de İstanbul'dan
çıkarılmalıydı.
“Boğazlardaki durum, Yunanlıların yenilmesine değil, Mondros
Mütarekesi'ne ve Sevr Antlaşmasına dayanmaktadır." diyorlardı.
Kabine, Türklerin Trakya’ya tekrar yerleşmelerinden
Bulgarlar ve Sırpların duydukları korku üzerinde de durdu…
(Barış sürecinde) Güçlük İngiliz psikolojisinden gelmektedir.
Bugünkü duruma, 1918 yılı durumu gözüyle bakıyorlar. Oysa onun üzerinden dört
yıl ve bir de Türk zaferi geçmiştir.
Bunalım, Yunanistan'da Konstantin hükümetinin düşmesiyle
haşladı. İtilaf Devletlerinin zayıflığın gösteren bu işaret üzerinde. Mustafa
Kemal, kendi birliklerini İngilizlerin Çanakkale'de tel örgülerle korunan ana
mevzilerine doğru ileriye sürdü,
Fransa ve İtalya, Türklerin Boğazları ve İstanbul'u asker
gücüyle işgal etmelerini istiyorlardı. Boğazların serbestliğinden kendilerinin
yaradan, serbestlik ölçüsüyle sınırlıydı bu da silâh gücü yerine diplomasi ile
ekle edilebilirdi.
İngiliz komutanı General Harington Mustafa Kemal’in blöfünü
anladı ve Çanakkale'de Türklerin çok sayıdaki birlikleri karşısında kendi
mevzilerinde kalmaya devam etti.
11 Ekimde General Herington başkanlığında bir delegasyon,
Türklerle Yunanlılar arasında bir silah bırakışması yapmak için Mudanya'da
İsmet Paşayla buluştu.
6 Ekim’de Londra elçiliği ileri gelenlerinden biri, Ankara
hükumetinin Londra'daki diplomatik ajanı Reşat Bey’le bir konuşma yaptı.
Görüşmenin konusu, hemen hemen bütünüyle Reşat Bey'in, kendi hükümetinin
tutumunu açıklaması oldu. Millî hükümet, Yunan ordusunun orada tekrar
toparlanıp örgütlenmesi olasılığına karşı, Trakya'nın hemen işgalini istiyordu.
Bu kabul edilmezse İtilâf Devletleri Yunanistan'a çekilmelerini emretmeli ve
bölgeyi, geçici olarak, kendileri yönetmelidir.
Boğazlara gelince, Türkiye'nin genel düşünceleri şunlardır:
Her iki yakada otuzar mil genişliğinde bir alan, bütün ilgili devletlerin ve
Rusya’nın da içinde bulunacağı uluslararası bir kurulun denetimi altında,
bütünüyle askerden arınmalıdır. Milletler Cemiyeti denetimi, cemiyetin, İngiliz
etkisi altında bulunması bakımından, uluslararası bir nitelik göstermediği için
kabul edilemez. Askerden arınma sonunda İstanbul savunmasız kalacağından,
devletler, şehre Türklerin sahipliğim garanti etmek yolunda kendilerini bağlı
saymalıdır. Kapitülâsyonlar kaldırılmalıdır, özellikle ekonomik ayrıcalıkla
ilgili olması bakımından bunda zorunluk vardır. Türkiye'nin ekonomik yapısının
düzeltilmesi, bugünkü kısıtlamalar altında ve öncelikle gümrük resimleri
üzerindeki kısıtlamalar yüzünden mümkün değildir.
Konsolosluk mahkemeleri, Türk adliyesi uygun biçimde
örgütlendirilip düzeltilinceye kadar sürebilir.
Boğazların devamlı olarak İngiliz işgali altında
bulundurulmasını asla kabul edemeyeceklerini bildiren Reşat, biraz ihtiyatla,
bu konuda Rusya'nın kendilerini tamamıyla destekleyeceğini de dolaylı olarak
anlatmıştır (s. 400).
Bu dönem devam ederken Yakın Doğu Şubesi, Yakın Doğu
Antlaşmasının Amerikan çıkarlarını etkileyip etkilemeyeceği konusunda bir
inceleme hazırladı ve 11 Ekimde Allen Dulles’in hazırladığı bir plân. Dışişleri
Bakanına gönderildi.
Türkiye'de Amerikan çıkarlan yedi noktada toplanıyordu:
Kapitülâsyonlar, Türkiye mâliyesinin uluslararası denetimi, ticaret, misyoner
eğitim ve çalışmaları, istekler, Boğazlar, azınlıklar (s. 404-405).
Boğazlardan geçiş serbestliği: Bunun iki yönü vardı: Savaş
ve barış dönemleri koşulları. "Barış döneminde ticaret gemilerinin geçmesi
sorununu çözmekte pek az güçlük çıkabilirdi." diyordu Dışişleri Bakanı.
"İstanbul ve Trakya Türkiye’nin eline geçerse Boğazlarda serbest geçiş
hakkının devamı, savaş gemilerine düşen bir iş olacaktır. Bu durumda da
Amerikan çıkarlarının korunması için İstanbul'a
Amerikan savaş gemileri gönderilebilir. Hatta bu gemiler,
yalnız Rusya ve Türkiye'nin denetimi alfanda olmayan Karadeniz’e de geçebilir.
Savaş zamanında ise, Boğazlar rejimi, tamamıyla farklı bir durum gösterir ve
ancak büyük devletler işe karışmışlarsa, savaş zamanına ilişkin geçiş
serbestliği konusunda, Amerika’nın herhangi bir anlaşmaya girmesini
öğütlememekteyim.”
Sultanın 1922 Kasımında bir İngiliz destroyerine binerek
kaçışı, Ankara hükümetinin Türkiye adına konuşma hakkına sahip tek ses olduğunu
mühürleyen son ve kesin olaydır.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder