14 Eylül 2019 Cumartesi

Sınır kişilik bozukluğunda ayrılma-bireyleşme deneyimleri, yakın ilişkilerde yaşanan kaygı ve kaçınma boyutları


Ebru Temiz - Sınır Kişilik Bozukluğunda Ayrılma-Bireyleşme Deneyimleri, Yakın İlişkilerde Yaşanan Kaygı ve Kaçınma Boyutları

Bu çalışmada sınır kişilik bozukluğu hastalarının bölme, farklılaşma, ilişki problemleri, yakın ilişkilerde yaşanan kaygı ve yakın ilişkilerde yaşanan kaçınma değişkenleri açısından karşılaştırma grubundan farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır.

Sınır Kişilik Bozukluğu
Stem (1938), ‘nevroz ve psikoz arasında’ bir durum olarak tanımladığı bu hasta grubu için ‘sınır (borderline)’ terimini ilk kullanan kişi olmuştur.

Deutsch (1942) ise benzer bir hasta grubunu tanımlarken, bu hastaların bağımlı olduktan kişiyle özdeşleşme özelliklerinden dolayı ‘mış gibi kişilik’ (as if personality) terimini kullanmıştır.

Grinker, VVerble ve Drye (1968) ise Sınır kişilik bozukluğunu sistematik olarak tanımlamaya çalışan ilk araştırmayı yapanlar olmuşlardır.
Psikotik sınır grubu (…)
Merkez sınır grubu: Yaygın olumsuz duygulanım, kişilerarası ilişkilerde kararsızlık örüntüsü içeren tutarsızlıklar, açık yaşanan kızgınlık ve değişken kimlik duygusu bu grubun genel özellikleridir. Bu gruptaki hastalar, aktif olarak diğerlerinden ilgi ve arkadaşlık beklentisi içindedirler, ancak diğerlerine yaklaştıklarında da kaygı ve kızgınlıkları sebebiyle hemen geri çekilirler. Bu geri çekilmenin ardından da kendilerini yalnız ve depresif hissederler.
Gerçekte çok az duyguya sahiptirler, sahip olduktan gerçek duygular yalnızlık ve kızgınlıktır.
‘-mış gibi’ grubu: Diğer insanların kimliğini taklit etme eğilimi, duygulanımın olmayışı, içtenlik ve doğallıktan yoksun kişilerarası ilişkiler genel özellikleridir.
Nevrotik sınır grubu: …diğer gruplara oranla daha çok olumlu duygu gösterir, ancak tutarlı bir kimliğe sahip değildir ve diğerlerine verme kapasiteleri yoktur. Diğerlerine bağlanmaları nesne odaklı değildir, kendi ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneliktir. Bu durumun sebebi çok az sevme kapasitesine sahip olmalarıdır. Diğerleriyle ilişkilerinde bağımlılık ihtiyaçtan karşılanmadığında üzüntüyle sızlanırlar.
                                                                                       
Kemberg, psikopatolojiyi, nevrotik, sınır ve psikotik olmak üzere üç örgütlenmeye bölmüştür. Kemberg (1977), bu üç örgütlenme arasındaki ayırıcı tanıyı, kimlik bütünleşmesi, kullanılan savunma mekanizmaları ve gerçeği değerlendirme yetisine göre yapmaktadır.

Kimlik karmaşası olan kişi kendini ve dünyayı, kendilik ve diğeri arasındaki ilişkiyi daima bütünleşmemiş kavramlarla algıladığından duygusal, düşünsel ve davranışsal bakımdan tutarlı bir kişilik sergileyemez. Şiddetli duygusal dalgalanmalar, uç noktalara varan yargılar ve dramatik davranışlar sergiler. Dolayısıyla da tutarlı ve belli kararlılıkları olan ilişki sürdüremezler, ilişkilerinde sıcak ve empatik olamazlar.

Gerçeği değerlendirme, kendiliği kendilik olmayandan, iç uyarılan dış uyaranlardan ayırt etmesi ve kişinin kendi duygularını, davranışlarını ve düşüncelerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi olarak tanımlanabilir.

…zayıf bir ego kolaylıkla bu mekanizmaya başvurur…
Bölme savunma mekanizmasının en iyi bilinen görünümü, dış nesnelerin tümüyle iyi ve tümüyle kötü olarak bölünmeleri ve belirli bir kişi, durum hakkında tüm duygu ve düşüncelerin aniden ve tamamıyla tersine dönüşmesidir.

Tümgüçlülük ve değersizleştirme: Yüceleştirilen nesne için gerçek bir sevgi ve ilgi söz konusu değildir. Hasta yüceleştirdiği bu nesnelere acımasızca, kendi malıymış ve uzantısıymış gibi davranır…
Eğer bir dış nesne artık doyum ya da koruma sağlamıyorsa gözden çıkarılır, çünkü nesne için gerçek bir sevgi kapasitesi yoktur.

Linehan’a göre sınır hastaların daha düşük seviyedeki streslere daha fazla tepki gösterme ve daha zor kendine gelmeye doğuştan gelen biyolojik eğilimleri vardır.
Kendileri ve çevreleri hakkındaki düşüncelerinin sürekli olarak çürütüldüğü ve değersizleştirildiği ortamlarda yetişirler.

Linehan (1993), sınır kişilik bozukluğuna özgü davranış kalıpları
Duygusal İncinebilirlik: Gerçeğe uygun olmayan beklenti ve talepleri için sosyal çevrelerini suçlamaya eğilimli olabilirler.
Kendini Değersizleştirme: Gerçeğe uygun olmayan şekilde kendine yüksek standartlar koyar veya beklentide bulunurlar. Yoğun utanç, kendinden nefret ve kendine yönelmiş kızgınlıkları olabilir.
Sürekli Krizler: Sık sık olumsuz çevresel olaylar, dağılmalar, engellenmeler söz konusudur.
Engellenmiş Yas: olumsuz duygusal tepkileri engellemeye ve kontrol etmeye eğilim gösterirler.
Aktif Edilgenlik: Bir problemle yüzleştiklerinde pasif olma eğilimindedirler ve aktif olarak bir kurtarıcı ararlar.
Sahte Yetenek: Yanıltıcı bir şekilde gerçekte olduğundan daha yetenekli görünmeye eğilim gösterirler.

Etioloji
Mahler, olgunlaşmayı çocuğun anneye ortakyaşamsal bir bağlılıktan, kararlı,  özerk bir kimliğe yönelme süreci olarak görür.
Mahler’e göre bebek, yaşamının ilk üç-dört haftası süresince devam eden ‘normal otizm’ dönemi yaşar.

İlk üç-dört haftadan sonra çocuğun dış uyaranlara karşı daha duyarlı olduğu bir dönem gözlenmeye başlanır. Bu dönem, çocuğun insan yüzüne özgün bir gülümsemeyle cevap verdiği dönemdir.
…bebeğin gereksinim anlarında kendisinin dışında bir kaynağa bağlı olduğunu algılama kapasitesinin başlangıcı otistik dönemden ortakyaşamsal döneme geçişi gösterir. Bu dönem, bir ve beşinci aylar arasında sürer.
…annenin müdahalelerine bağımlı olduğunu fark etmeye başlamasıyla, bebek rahatlık ve hoşnutluğun kendisinin dışından geldiğini algılamaya başlar.

Ayrılma-bireyleşme döneminde yaşamın en önemli çatışması, özerklik özlemine karşı anneye yapışık kalma arzusu arasında yaşanan yoğun çatışmadır. Çocukların bu çatışmayı çözme dereceleri, onların yaşam boyunca patolojik sonuçlar olmaksızın ne ölçüde yol alacaklarını da belirler.
Bu dönem ortakyaşamın en üst derecede yaşandığı beş ile altıncı aylar arasında başlar.
(Farklılaşma dönemi) Dört ile beşinci aydan onuncu aya uzanan dönem arasında, gelişimsel olarak bebeğin dış dünyaya olan ilgisi artar…
(Alıştırma dönemi) Bu alt dönem on ile on beşinci aylar arasını kapsar. Çocuk, gelişen bilişsel ve motor yeteneklerini uygular, emekler, tırmanır ve daha araştırıcı bir döneme girer.
Çocuk belli aralıklarla duygusal destek almak için ve annenin güvenilir varlığını onaylamak için anneye geri döner.
(Yeniden Yakınlaşma dönemi) Bu alt dönem on altı ile yirmi dördüncü aylar arasını kapsar.
Bu dönemde çocuk giderek tümgüçlü olmadığını, kapasitelerinin sınırlı olduğunu keşfetmeye başlar.
Annenin isteklerinin her zaman kendisininkileri aynı olmadığının farkında olmaya başlar ve sıklıkla kendini anne ile çatışma içinde bulur.
Bu dönemde, annenin çocuğun kararsızlığı karşısında geri çekilmemesi ya da sert davranmaması çok önemlidir.
(Nesne Sürekliliği dönemi) …yaşamın üçüncü yılında elde edilmeye başlanır, çocukluk ve ergenlik boyunca gelişmeye devam eder ve ancak seyrek olarak tümüyle elde edilebilmektedir.

Yeniden yakınlaşma alt döneminde çocuk, annesinin ortadan kaybolması olasılığına karşı alarmdadır ve bazen onun nerede olduğuna yönelik aşın bir ilgi gösterir. Kemberg’e göre sınır hastalar bu erken çocukluk çağı krizini, yani annelerinin kendilerini terk etmesi ve ortadan kaybolması korkusunu tekrar tekrar yaşarlar. Bu çocukluk çağı krizinin yetişkin formu, yalnız kalmaya tahammülsüzlük ve kendileri için önemli olan kişiler tarafından terk edilme korkulan şeklindedir.

…yeniden yakınlaşma alt döneminde takılmanın önemli bir bileşeni, sınır hastanın tipik olarak nesne sürekliliğindeki yetersizliğidir.

(annelerinin iyi ve kötü yönlerini bütünleştirememeleri) Sınır hastalarda bu nesne bütünleşmesi gerçekleşmediğinden, nesne sürekliliği gerçekleşemez.

Bağlanma sisteminin ana hedefi, duygusal deneyimin önde gelen düzenleyicisi olan güvenlilik deneyimidir.

Bebeklikte geliştirilen bağlanma stilleri ömür boyu sürüp gider…

Yetişkinlerde Bağlanma Stilleri
Bağlanma beşikten mezara kadar devam eden bir süreçtir ve erken dönemde oluşan zihinsel modeller çok fazla değişikliğe uğramadan yetişkinlikte de etkinliğini sürdürür.

Hayati önemi olan şeyin geçmişte olan olaylar, davranıştan ve bunların içeriği değil, geçmiş deneyimlerin nasıl işlenip anlatımsal organizasyona dönüştüğüdür.

Hazan ve Shaver: yetişkinlik dönemindeki romantik ilişkilerin nasıl biçimlendiği, sürdürüldüğü ve sona erdirildiğinin bebeklik dönemindeki bağlanma süreciyle ilintili bir çerçevede anlaşılabileceğini öne sürmüşlerdir.

…yetişkinlerde de tıpkı bebeklerde olduğu gibi üç tip bağlanma stili olduğunu bulmuşlardır. Güvenli, kaçıngan ve kaygılı tipler.
Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler, insanlarla yakın ilişki kurmakta zorlanmazlar ve terk edilmekten kaygılanmazlar. Kaçıngan bağlanma stiline sahip yetişkinler, insanlar onlarla ilişki kurmaya çalıştıklarında rahatsız hissederler ve partnerlerine güvenme konusunda zorluklar yaşarlar. Kaygılı bağlanma stiline sahip yetişkinler ise partnerlerine çok yakın olmaya çalışırlar ve kafaları aşk duygusu ve yalnızlık korkusu ile fazla meşguldür.

Bartholomew ve Horowitz: bağlanma stillerini iki boyuta bakarak dört grup altında toplamışlardır.
Kendileri ve diğerleri ile ilgili olumlu görüşleri olan yetişkinler güvenli bireylerdir. Saplantılı bireylerin kendileri ile ilgili olumsuz, başkaları ile ilgili olumlu görüşleri vardır.
Kayıtsız bağlanma stiline sahip yetişkinler kendileri hakkında olumlu, başkaları hakkında olumsuz görüşe sahiptirler. Korkulu bağlanma stiline sahip yetişkinler ise hem kendileri, hem de diğerleri ile ilgili olumsuz görüşe sahiptirler.
Korkulu bağlanma stiline sahip bireyler yakınlık kurmak istemelerine rağmen diğerlerine güvenmezler ve terk edilme korkulan yüksektir.

Genel olarak, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin kendine güvenlerinin yüksek olduğu bulunmuştur.

Depresyon hastalarının kendilerini güvensiz bağlanma stiline sahip, özellikle korkulu ve saplantılı olarak rapor ettikleri bulgulanmıştır.

Erken çocuklukta kötü bakım ile özellikle cinsel tacizle, sınır kişilik bozukluğu arasında ilişki olduğu ile ilgili kanıt gösteren bazı araştırmalar vardır.

…sınır kişilik bozukluğu hastalarının kendileri için önemli diğerleri ve ilişkilerle ilgili daha düşmanca ve daha kötü niyetli nesne tasarımlarına sahip oldukları bulgulanmıştır.

Nigg, Lohr, Westen: sınır hastaların daha kötü niyetli tasarımlara sahip olduklarını, kasıtlı olarak zarar verildiğini içeren anılar ürettiklerini ve kendilerine potansiyel olarak yardım edenleri daha az yardım eden konumunda tasvir ettiklerini bulmuşlardır.

Türkiye'de Sınır Kişilik Bozukluğu ile İlgili Yapılan Çalışmalar (s. 44 vd.)

Erken kişilerarası ilişkiler, sınır kişilik bozukluğunun etiolojisinde önemli bir odak noktasıdır. Sınır kişilik bozukluğu hastalarının erken kişilerarası ilişkilerinde saldın, ihmal ve terk edilme tehdidi deneyimledikleri öne sürülmüştür.

(Test/form örnekleri)

Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder