Bilge
Tunçelli - Sınır Kişilik Bozukluğu Tanısı Almış ve Almamış Kadınların Benlik
Saygısı, Öfke, Kendini Ayarlama ve Kaygı Değişkenleri Bakımından
Karşılaştırılması
Araştırmalar, ayaktan tedavi gören psikiyatri hastalarının
%11’ini, yatarak tedavi gören psikiyatri hastalarının ise %19’unu sınır kişilik
bozukluğu tanısı almış kişilerin oluşturduğunu göstermektedir.
Ayrıca kliniklere başvuran tüm kişilik bozukluğu vakalarının
%30 - %60’lık bir kısmını sınır kişilik bozukluğu tanısı almış kişiler
oluşturmaktadır.
Kişilik
“Kişilik” kelimesi, kökenini, aktörlerin oyunda maske olarak
kullandıkları Latince “persona” kelimesinden almaktadır. “Kişilik”, bireyin
sürekliliği olan özelliklerinin, diğer insanlara görünür olan ve onları
etkileyen yönüdür.
Kişilik kavramı, bireye özgü, kalıcı özellikleri tanımlar.
Kişilik bozukluğu toplumsal, duygusal ya da bilişsel
etkileşimin karıştığı bir işlev bozukluğu olarak ortaya çıkar.
Kişilik bozuklukları (…) kişinin kültürüne göre beklenenden
önemli ölçüde sapmalar gösteren, süre giden bir iç yaşantı ve davranış
örüntüsüdür.
…ergenlik ya da genç yetişkinlik çağlarında başlar.
Bu özellikler ego tarafından kabul edilebilir (ego-sintonik)
ve kişinin kendisinden çok çevresini değiştirmeye çalışarak üstesinden gelmeyi
hedeflediği durumlardır.
DSM-IV tanı kriterlerine göre sınır kişilik bozukluğu
Gerçek veya hayali bir tehlikeden kaçınmak için çılgınca
çabalar gösterme.
Gözünde aşırı büyütme (göklere çıkarma) ve yerin dibine
batırma uçları arasında gidip gelen, gergin ve tutarsız kişiler arası
ilişkilerin olması.
Kimlik karmaşası: belirgin olarak ve sürekli biçimde
tutarsız benlik algısı ya da kendilik duyumu.
Kendine zarar verme olasılığı yüksek en az iki alanda
dürtüsellik (örn. para harcama, cinsellik, madde kötüye kullanımı, pervasız
araba kullanma, tıkınırcasına yemek yeme).
Yineleyen intiharla ilgili davranışlar, girişimler, göz
korkutmalar ya da kendine kıyım davranışı.
Duygudurumla belirgin bir tepkiselliğin olmasına bağlı
afektif değişim (örn. yoğun epizodik disfori, iritabilite ya da genellikle
birkaç saat süren, nadiren birkaç günden daha uzun süren anksiyete).
Kendini sürekli olarak boşlukta hissetme.
Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkesini kontrol altında tutamama
(örn. Sık sık hiddetlenme, geçmek bilmeyen öfke, sık sık kavgalara karışma).
Stresle ilişkili gelip geçici paranoid düşünce ya da ağır
dissosiyatif semptomlar.
…duygu durum önceden tahmin edilemez ve kaprislidir.
Duygu feveranlarını ve davranışsal patlamaları kontrol
etmede bir kapasitesizlik vardır.
“Sınır” kavramının tarihsel gelişimi
Sınır kavramı ilk kez 1930’larda Stern (1938) tarafından
nevroz ve psikoz arasındaki sınır vakaları tanımlamak için kullanılmıştır.
…
1960’lı yılların sonlarından itibaren Kernberg
(1967), sınır kavramı konusunda etkili olmuş (…) içselleştirilmiş nesne ve
kendilik tasarımlarının niteliklerini ve değişikliklerinin önemini
vurgulamıştır.
Sınır hastaların psikoterapisinde, nesne ilişkilerinin
niteliği ve üstbenlik bütünleşmesinin derecesinin, tedavinin gidişatını
belirleyen en önemli etkenlerden olduğunu düşünmüştür.
Kernberg, ruhsal yapıda ortaya çıkabilecek patolojik
gelişimleri nevrotik, sınır ve psikotik örgütlenmeler olarak kategorize
etmiştir.
Nevrotik, sınır ve psikotik örgütlenme
Grup
|
Kimlik
Bütünleşmesi
|
Savunma
Mekanizmaları
|
Gerçeği
Değerlendirme
|
Nevrotik
|
Tam
|
Üst düzey
|
Tam
|
Sınır
|
Kimlik Dağınıklığı
|
İlkel
|
Korunmuş
|
Psikotik
|
Yok
|
Alt düzey
|
Bozuk
|
Kernberg kimlik dağınıklığını, “kendilik ve nesne
tasarımlarının bütünleşmesinin tamamlanmaması” olarak tanımlamıştır.
İlk çocukluk yıllarında şiddetli olumlu ve olumsuz
duyguların yaşandığı ilişkilerden kaynaklanan kendilik ve öteki kavramları
birbirinden ayrı tutulmuştur.
Dolayısıyla da tutarlı ve belli kararlılıkları olan bir
ilişki sürdüremezler, ilişkilerinde sıcak ve empatik olamazlar.
Sınır hastalar, (…) içselleştirmelerin yetersizliği
nedeniyle kendine yabancılaşmaya (depersonalizasyon) eğilim gösterirler.
Kernberg, benlik zayıflığını özgül olan ve olmayan olarak
ikiye ayırmaktadır. Özgül olan benlik zayıflığı, daha çok ilkel savunma
mekanizmalarıyla ilgilidir. Benlik zayıflığının “özgül olmayan” yönleri ise
kaygı tahammülü eksikliği, dürtü kontrol bozukluğu ve gelişmiş yüceltme
kanallarının eksikliğidir.
Özgül savunma mekanizmaları
Bölme sınır kişilik
organizasyonunun temel savunma mekanizmasıdır.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda bölme savunma
mekanizması yardımıyla kaygı yaratacak olan çelişik benlik durumları ayrı
tutulmaktadır. Çatışma çok iyi ayrışmamış benlik ve id arasında ortaya
çıkmaktadır (...) çatışan durumlar, dürtü ile yüklü benlik durumlarıdır.
…dürtü ile yüklü benlik durumları ayrı tutularak çatışma
giderilmeye çalışılır. Bunun sonucunda da benlik zayıflığı ve kimlik
dağınıklığı ortaya çıkar.
İlkel idealleştirme: dış
nesneleri, tamamıyla iyi görme eğilimidir. Bu mekanizma gerçekçi olmayan
tamamıyla iyi ve güçlü nesne imgeleri yaratır ve bu da benlik idealinin ve
üstbenliğin gelişimini olumsuz yönde etkiler.
Yansıtmalı özdeşim: yansıtmanın
esas amacı; tamamıyla kötü ve saldırgan kendilik ve nesne imgelerini
dışsallaştırmaktır.
Yansıtılan malzeme dolayısıyla nesneden korkulur ve bu
mekanizmanın etkisiyle yansıtılan kişiyi kontrol etme ihtiyacı ortaya çıkar.
İnkar: Hasta kendi ya da
başka insanlar hakkındaki algılarının, düşüncelerinin ve hislerinin başka zamanlarda
olanların tamamıyla zıttı olduğunun farkındadır; ancak bunu hatırlaması, onun
için duygusal açıdan bir önem taşımaz ve o andaki hissetme biçimini etkilemez.
Tümgüçlülük ve değersizleştirme:
bölmeyle yakından ilgilidirler. Bu savunmalar, sınır yelpaze içinde kalan
narsisistik olguların sıklıkla başvurduğu savunmalardır.
…
Gunderson (1975), sınır kişilik bozukluğunun
özelliklerini kısaca şu şekilde tanımlamaktadır.
Kişilerarası ilişkilerle ilgili
problemler: Gunderson, bu hastaların diğerleriyle kurdukları ilişkilerde
değersizleştirme, kullanma (manipülasyon), bağımlılık ve mazoşizm gibi
özellikler sergilediklerini söyler.
Tekrarlayan intihar girişimleri: diğer kişilerden çıkar
sağlama amacı güder…
Kararsız kimlik duygusu: kalıcı bir kendilik ve değer
duygusu olmaması nedeniyle kompulsif bir sosyalleşme eğiliminde…
Olumsuz duygular: Gunderson, bu hastaların en belirgin
duygularının öfke olduğunu söyler. …acımasızlık ve alaycılık…
Dürtüsellik: …dürtüsel davranışların temel özelliği, kendine
yönelik yıkıcı bi yanlarının olmasıdır.
Başarısızlık
Sınır kişilik bozukluğunun etiyolojisi
Nesne ilişkileri kuramı, sınır kişilik bozukluğu’nu
gelişimsel bir bozukluk olarak ele almaktadır.
…sebebini anne-çocuk ilişkisi içinde aramaktadır.
…aile kuramları, kişilikteki bu bozukluğun, ailedeki yapısal
bozukluktan kaynaklanan travmalar (…) erken çocukluk dönemindeki ihmaller
sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir.
Bu ailelerde anne baba arasında açık bir düşmanlık ve
çatışma vardır ve birbirleriyle kurdukları bu yoğun ilişki nedeniyle çocuk
onların destek, koruma ve ilgisinden yoksun kalmıştır.
Liotti ve Pasquini: hastanın doğumundan itibaren iki yıl
içinde annenin yas sürecinde olması ve hastanın erken travmatik deneyimlerinin
etkili olduğu bulunmuştur.
…sınır kişilik bozukluğunun etiyolojisinde herhangi bir
faktörün tek başına yer almasından çok, çoğul etkenlerin söz konusu olduğu
görülmektedir.
Bazı ampirik araştırmalar hastaların cinsel, fiziksel ya da
sözel tacize uğradığını gösteren sonuçlar vermişlerdir.
Herman ve arkadaşları: hastalardan %68’inin çocukluk çağında
cinsel, %71’inin fiziksel tacize uğradığını, %62’sinin ise ciddi bir ev içi
şiddet olayına tanık olduğunu saptamışlardır.
Paris ve Zweig-Frank: Kuzey Amerika’da yaşayan tüm
kadınların üçte birinin çocukluk çağında cinsel tacize maruz kalmış
olduklarını, fakat bu toplumda sınır kişilik bozukluğuna rastlama oranının %2
olduğunu söylemişlerdir.
Sınır kişilik bozukluğu hastalarının aile geçmişlerinde
depresyonun yaygın olduğu saptanmıştır.
Van den Boom ve Hoeksma: irritabl olan bebeklere ilk aydan
itibaren daha az görsel ve fiziksel ilgi gösterildiği, çok düşük düzeyde olumlu
seslenildiği, oyun oynandığı, etkili fiziksel ilgi gösterildiği, sıcakkanlı
ilişki kurulduğu ve daha az yatıştırıldığı bulunmuştur.
…doğumdan itibaren irritabl bebek ve anne arasında
(normalden) farklı bir şekilde bağlanma oluştuğunu göstermektedir.
Sınır kişilik bozukluğunun görülme sıklığı
Amerika Birleşik Devletleri’nde genel popülasyon içinde
rastlanma oranı %9 - %12’dir.
Kernberg’in değerlendirmesine göre genel nüfus içindeki
oranı %15 olarak belirlenmiştir.
Sınır kişilik bozukluğuna kuramsal yaklaşımlar
Freud kişilik patolojilerinin psikoseksüel gelişim
evrelerinden birindeki saplanmayla ilişkili olduğunu öne sürmüştür.
Geleneksel psikiyatri sınır durumlara psikoz ve şizofreninin
alt grubu olarak yaklaşırken, psikanalitik yaklaşım etiyolojiyle ilgilenerek,
erken çocukluk deneyimlerinin sınır durumların gelişmesinde ne ölçüde etkili
olduklarını anlamaya çalışmışlardır.
(Knight) Bu hastalarda ego fonksiyonlarının ciddi olarak
zayıfladığını ve gerçeklik duygularının göreceli olarak kırılgan olduğunu
söylemiştir.
Adler’e göre, sınır kişiliğin temelinde nesne sürekliliğinin
olmayışı vardır.
Koruyan, destekleyen, rahatlatan bir içsel nesnenin olmayışı
sürekli, oral öfkeyle sonuçlanır. Bu sınır hastaların çocuklukları boyunca
duygusal olarak yanlarında olan bir anne figürünü algılayamayışlarıyla
ilişkilidir.
(16-24. aylar) Anneye yapışma ve bireyleşme çabaları
arasında ambivalan duygular içeren bu evrede sağlıklı bir çözüm
geliştirilemediği takdirde çocukta aşırı saldırganlık duyguları gelişir ve
annenin iyi ve kötü temsili bütünleştirilemeyerek bölünmüş halde kalır. Mahler
bu durumu erişkinlikteki sınır patolojinin temeli olarak görmektedir.
Sınır kişilik bozukluğuna sahip kişiler, ayrılma -
bireyleşme stresörlerine karşı yapışma ya da uzaklaşma savunmalarını
kullanırlar.
Masterson ve Rinsley: anneler, çocuklarının büyümeleriyle
ilgili ciddi kaygılar taşırlar. Sonuç olarak çocuk, büyümenin ve bir birey
olmanın anne sevgisini ve desteğini kaybetmek anlamına geldiği mesajını alır.
Benlik saygısı
Freud’a göre benlik, kişiliğin dış gerçekliğe en yakın
bölümü olarak tanımlanmaktadır. Kohut’ a göre ise, benlik kişinin hem bilinçli
hem de bilinçdışı olarak kendini algılaması ve kendini nasıl gördüğü olarak
tanımlanabilir.
Benlik saygısı, kişinin deneyimlerinden edindigi kendine ait
değer algısı olarak da tanımlanabilir.
Benlik saygısı, benliğin duygulanımsal yönünü göstermektedir
ve kişinin kendiyle ilgili nasıl hissettiğini ve kendini nasıl
değerlendirdiğini (özdeğer) betimlemektedir.
Benlik saygısı, çocukluk deneyimleri sonucunda oluşur ve
gelişimi hayat boyu devam eder. Ergenlik boyunca, hızlı dalgalanmalar ve
değişimler gösterir.
Yüksek benlik saygısı, daha iyi sosyal ilişkiler ve daha
yüksek akademik gelişime bağlıdır.
Benlik saygısı ve duygulanımda kararsızlık yaşayan bireyler,
dış çevresel olaylara ve bu olayların düşünce, duyu, hatıra gibi içsel
deneyimlerine aşırı bağlanma geliştirmeye meyillidirler.
…düşük benlik saygısına sahip kişilerin kendilerini ve
çevresindekileri olumsuz değerlendirdikleri görülmektedir.
…öfkenin temel özellikleri, kişilerin sıklıkla öfkeyi
bastırma eğilimi olduklarını göstermektedir (sosyal iletişimden geri çekilmek
gibi).
Sınır kavramı ile ilgili literatürün çoğu benlik algısına
odaklanır.
Öfke
Bütünleşmiş bir kimlik algısına sahip olmayan kişiler eyleme
geçebilme kapasitesi bakımından kendilerini eksik ya da yetersiz gördükleri
için eylemlerinin sorumluluğunu almayabilirler.
Zihinselliştirme kapasitesi yeterince gelişmemiş kişiler,
eylemlerinin karşısındaki kişi üzerinde yaratacağı sonuca karşı duyarlı
olmadıkları için daha kolay saldırgan davranış gösterebilirler ve duygular ve
düşünceler gerçekmiş gibi deneyimlemezler.
Hankins: öfke, saldırı, eleştiri ya da engel karşısında
yaşanan içsel bir duygudur…
Zanarini: dürtüselik ve kişiler arası ilişkilerde zorluk
çıkarma çabaları tedaviye en olumlu yanıt veren özellikler arasında
bulunmuştur.
Kendini ayarlama
(Snyder) “Kendini Ayarlama Kuramı”na göre; kişiler sosyal
bir ortamda nasıl davranacağını, sosyal ortamdan ve diğerlerinden aldığı
bilgiye ve kendi ruhsal durumu, tutumu ve eğilimlerinin sağladığı bilgi yoluyla
belirlemektedir.
Bilişsel teoriler, egonun psikanalitik teorisine benzer
olarak, kendiliğin başkaları ile ilişki üzerinden geliştiğini öne sürerler.
Kendini ayarlama teorisine göre, gerçek kendilik, kişinin
gerçekte sahip olduğuna inandığı vasıf ya da özellikleri kapsar. İdeal kendilik
ise kişinin ideal olarak sahip olmak istediği ya da diğerlerinin sahip olmasını
isteyeceği özellik ve vasıfları kapsar.
Erken dönem ilişkilerdeki güvenin yokluğu ve zarar görmesi
olumsuz sonucun motivasyonel yöneliminin ileriki dönemde işlevsel gelişimini etkiler.
(Kernberg) Bu hastalar bütünleşmiş bir bakış açısı
getiremezler ve anlamlı bir öykü oluşturamazlar.
Kaygı
Bilişsel olarak nereden geleceği belirlenemeyen kesin bir
tehdit algısıyla kendini göstermektedir.
Laplanche ve Pontalis: otomatik ya da birincil kaygıyı,
kişinin, kaynağı içsel ya da dışsal olabilen travmatik bir durumla baş
edemediğinde gösterdiği tepki olarak tarif etmektedirler.
Egonun dağılacağı ya da parçalanacağı korkusu, herkes için
ilkel (primitive) bir kaygı durumudur ve doğum travması ile bağlantılı olduğu
düşünülmüştür.
Sınır kişilik bozukluğunda yoğun, yaygın ve nedeni belli
olmayan bir kaygı vardır. Sınır kişilik bozukluğu hastaları bu durumu
genellikle sürüp giden bir can sıkıntısı, boşluk duygusu, tatminsizlik hissi
olarak ifade etmektedirler.
Kernberg, bu yoğun anksiyetenin kendilik bütünlüğünün
algılanamamasına, ideallerin yokluğuna ve nesne açlığına bağlı olduğunu
düşünmektedir.
Aksüt: Araştırmanın sonucunda sınır kişilik bozukluğu tanısı
almış kişilerin ailelerinin, kontrol grubuna oranla daha fazla çocuk sahibi
olduğu, ailelerinde daha fazla psikiyatrik hastalık öyküsü bulunduğu
görülmektedir.
Araştırma Soruları ve Hipotezler (s. 37-38)
…
…hasta grubunun kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha
fazla kendini yaralayıcı davranışta bulunduğu saptanmıştır.
…hasta grubunun kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha
fazla intihar etme düşüncesine sahip olduğu saptanmıştır.
…hasta grubunun kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha
fazla madde kullandığı görülmektedir.
İlk çocukluk dönemi travma öyküleri incelendiğinde, hasta
grubunun kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha fazla fiziksel travma
öyküsü bulunduğu görülmektedir.
…hasta grubunun kontrol grubuna oranla anlamlı olarak daha
fazla öfke krizi geçirdiği görülmüştür.
…
(Ekler, test örnekleri-formlar)
…
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2008, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder