14 Eylül 2019 Cumartesi

Thomas Bernhard - Neden - Bir Değini



Thomas Bernhard - Neden - Bir Değini

Grünkranz
İki insan kategorisinin, iş yapanların ve onların kurbanlarının yaşadığı şehir, öğrenmek ve eğitim görmek için oraya gelen bir gence ancak acı dolu bir hayat sunabilir; zira orada yaşayan herkes, nasıl bir tabiatı olursa olsun, şehir tarafından huzursuz edilir, eninde sonunda dengesizleştirilir ve yok edilir…

Otuz yıl önce öğrenmek ve eğitim görmek için Salzburg'a gittiğimde ben de şehri sevmeye hazırdım ama ondan nefret etmeyi deneyimlerimle öğrendim.

Bu hapishanede herkesin ve her şeyin kontrolü müdür Grünkranz ve yardımcılarındadır (onların da gardiyanlardan farkı yoktur). / s.11

Yurtta onu bitkin düşüren eğitim eziyetine her gün bu korkunç odada ara vermenin, kemanını çalıp intiharı düşünmenin özlemini çekiyordu (s. 12).

Sona ermekte olan sonbahar, çürüme ve ateşle başlayan ilkbahar hep böyle kurbanlar istemiştir, üstelik burada dünyanın başka herhangi bir yerindekinden daha fazlasını ister (s. 16).

…intihar o kişinin suçu olamaz, suç çevrenindir; daha dolaysız bir ya da yüzlerce, binlerce sebep ne olursa olsun, burada suç onu ezen ve en sonunda kendi canını almaya iten Katolik-Nazi dünyadaydı (s. 17).

…bu şehrin bombalanamayacağı düşüncesine kendimizi hemen inandırmıştık…

…diğerleri çoktan sığınaktayken koca yatakhanede tek başımaydım, hava savunması nöbetçisi Grünkranz, devriyesi sırasında beni fark etmiş ve uzun el feneriyle başıma vurarak uyandırmıştı (s. 26).

Bir zamanlar Hannover'lı bayanın bana İngilizce dersi verdiği konuk evinin bulunduğu yerde bugün bir sinema var ve bu konuyu açtığımda kimse neden söz ettiğimi bilmiyor, o zamanlar yıkılan çok sayıda bina ve ölen insanlarla ilgili olarak sanki hepsi belleklerini yitirmiş gibi görünüyor, konu açıldığında her şeyi unutmuş ya da bunların hiçbirini duymak istemiyor gibiler (s. 29)…

Sebastian mezarlığına gidip saatlerce kalır, tek başıma ölümü düşünürdüm.

Şehir bu saldırıdan sonra bütünüyle alt üst olmuştu. Birinci katın koridorunda bulunan dolabımın kırıldığını ve dolaba koyduğum kemanımın sapının koptuğunu saptadığım sırada yıkımın tozu henüz havadaydı. Bu saldırının korkunçluğunun tamamen bilincinde olmama rağmen yine de kemanımın parçalanmasından sevinç duyduğumu anımsıyorum, çünkü bu, o çok sevdiğim, aynı zamanda da derinlemesine nefret ettiğim enstrümandaki kariyerimin kesin olarak sonu demekti (s. 40).

Hiçbir zaman herhangi bir sporu yapmaya ilgi duymamış, hatta daima spordan nefret etmiştim ve bugün de spordan nefret ederim. Spora her çağda ve özellikle de tüm hükümetler tarafından son derece büyük bir önem verilmiştir, kitleleri eğlendirir, sersemleştirir, aptallaştırır ve herkesten çok da diktatörler neden her zaman ve her durumda spordan yana olduklarını bilirler. Spordan yana olan, kitleleri yanına alır, kültürden yana olansa karşısına derdi büyükbabam, bu yüzden tüm hükümetler daima spordan yana ve kültüre karşıdır.

Tüm devletlerde kitleler daima sporla güdülmüştür, hiçbir devlet her şeyi spora feda etmeyecek kadar küçük ve önemsiz olamaz.

İnsanlarla ilişkili her şey hep gülünçtür, savaş ve onun koşulları ile halleri ise en gülünç olanlardır (s. 46).

Yurdun kapıları kilitlenmiş ve binanın üçte biri aradan geçen zamanda yıkılmıştı, içinde hayatımdaki en korkunç halleri geçirdiğim ve düşleri gördüğüm yatakhanenin yarısı bir bomba patlamasıyla koparak avluya uçmuştu (s. 51).

Franz Amca
Dünyaya getirilir, ama yetiştirilmeyiz. Bizi dünyaya getirenler, yarattıkları yeni insanı yok etmek için gereken her türlü beceriksizliği ve akılsızlığı yaparlar. Doğuştan gelen her türlü potansiyelini daha hayatının ilk üç yılında mahvetmeyi başarırlar, üstelik bu başarılarıyla mümkün olan en büyük suçu işlediklerinin farkında değildirler. Hiç düşünmeden ve sorumsuzca dünyaya getirdiklerinden başka onun hakkında hiçbir şey bilmezler. Bizi dünyaya getirenler, yani ebeveynlerimiz tam bir cehalet ve alçaklık içinde bizi dünyaya getirmişlerdir. Biz bir kere var olduktan sonra bizimle başa çıkamazlar, tüm başa çıkma denemeleri başarısızlığa uğrar ve çok geçmeden vazgeçerler, yine de bunu vaktinde yapmaz, bizi mahvetmeyi başarırlar. Hayatımızın ilk üç yılı tayin edici yıllardır, ama bizi dünyaya getirenler bu yıllar hakkında hiçbir şey bilmez, bilmek istemez, zaten bilemez çünkü korkunç cehaletlerini pekiştirmek için gereken her şey yüzyıllardır yapılmaktadır. İlk üç yılımızda işte bu cehalet tarafından ömür boyu sürecek şekilde sakatlanır ve mahvediliriz (s. 53).

Grünkranz'ın yerine Katolik bir din adamı olan, bizim hep Franz Amca diye hitap ettiğimiz bir müdür devralmıştı üzerimizdeki egemenliği (s. 56).

Çürüme kokusu daha yıllarca şehrin üzerinde kaldı, herkesin kolayına geldiği için yığınla ölü yeniden inşa edilen binaların altında bırakılmıştı (s. 58).

Nazi döneminde ve sonrasında yaptığımız gibi, hangisi olursa olsun sözüm ona olağanüstü olan kişiliği yüceltmek ve ona saygı göstermek amacıyla söylenen şarkılar ve içilen antların, hep aynı metinler, biraz başka sözcüklerle de olsa hep aynı müzikler eşliğinde aynı metinler olduğunu söylemek zorundayız ve sonuçta bu şarkı ve antlar, onları söyleyenlerin aptallığının, alçaklığının ve karaktersizliğinin ifadesidir, daima bu şarkı ve antları söyleyenlerin kafasızlığıdır ve bu, genel, dünya çapında bir kafasızlıktır. Tüm dünyadaki eğitim kurumlarında gençlere karşı işlenen eğitim suçları olağanüstü bir kişilik adına işlenir - ister Hitler olsun, ister İsa ya da başkası. Adına şarkılar düzülen, yüceltilen kişi adına yeni yetişenlere karşı ağır suçlar işlenir ve adına şarkılar düzülen, yüceltilen kişiler her zaman öyle ya da böyle bulunacaktır; yetişmekte olan insanlığa karşı işlenen ağır eğitim suçları, tekil sonuçları ne olursa olsun, doğaları gereği daima ancak ağır suçlar olabilir. Böylece bizler yurtta ve sağduyulu olarak Alman Roması diye anılan Salzburg'da önce Adolf Hitler adına,
savaştan sonra da İsa Mesih adına mahvedildik, her gün ölümüne eğitildik ve Nasyonal Sosyalizm bu genç insanlarda şimdi Katolikliğin yaptığı gibi korkunç bir etki bıraktı (s. 64).

Die Ursache - Eine Andeutung
Türkçeleştiren: Sezer Duru
Sel Yayınları
2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder