29 Kasım 2019 Cuma

Sineklerin Tanrısı


William Golding - Sineklerin Tanrısı
 
…çocukların tertemiz birer melek oldukları konusunda, yanlış olduğu kadar da yaygın bir inanç vardır.

Sineklerin Tanrısı, öykünün başlıca dört çocuğundan ikisinin, yani Ralph ile Domuzcuk’un tanışmalarıyla başlar.
Domuzcuk’un gerçek adının ne olduğunu hiçbir zaman bilmeyiz. Şişmanlığından ötürü ona böyle bir ad takılmıştır.
Domuzcuk, yalnız şişman olduğu için değil, neredeyse kör denecek kadar miyop olduğundan gözlük taktığı için, ikide bir nefes darlığı nöbetleri geçirdiği için ve aşağı sınıflara özgü bir şiveyle konuşan tek çocuk olduğu için ötekilerden ayrılır. Çocuklar arasında en üstün zekâlısının böyle bedensel kusurları olması ve yoksul bir aileden gelmesi, ayrıca ilginç bir ayrıntıdır…
Domuzcuk’un önerisi üzerine Ralph, sudan çıkardıkları şeytanminaresi biçiminde bir denizkabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda ilk alınan kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir.
Ralph’ı şef seçerler. Bu karara karşı çıkan tek kişi Jack’tır.
Jack kendinden başkasını hor gören, zorbaca bir baskıya inanan, kötülüğe yönelik bir önderdir.
Domuzcuk’un önerisiyle, sahilde hemen barınaklar yapılması ve açıktan geçecek gemilere işaret vermek üzere, dağın tepesinde bir ateş yakılması kararlaştırılır.
Jack, çocukların et yiyebilmeleri için ava çıkmak istediğini söyler.
…gerçek amacı, canlı bir yaratığın kanını dökmektir.
Domuzları daha kolay kıstırabileceği bahanesiyle, yüzünü gözünü renkli toprakla boyar.
…boya maskesinin ardına gizlenirse, şimdiye dek boyun eğdiği tüm yasaklardan kurtulup, daha kolay kan dökebileceğini bilir.
Jack ile avcıları, domuzları yakalamanın coşkusu içinde, ateşe odun atmayı unuttukları için, dağın doruğundaki umut ateşinin sönmesiyle ilk domuzun öldürülmesi aynı saatlere rastlar. Ve tam o sıralarda, dumanı görseydi belki gelip çocukları kurtarabilecek bir gemi geçer açıktan.

Zamanla tüm adaya egemen olan korku, altı yedi yaşındaki küçüklerin önce “yılan gibi bir şeyden” sonra da bir “canavar”dan yakınmalarıyla başlar.
Çocukların canavar sandıkları, ölü bir paraşütçüdür…
…ölü bir paraşütçü, çocukların tek umudu olan ateşin bir daha yakılmasını engellercesine, dağın doruğuna konar. Ve paraşüt rüzgârda şiştikçe, ölü pilot canlıymış gibi devinir durur.
Jack, bir hükümet darbesi yapıp iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir savaş verir.
…ava gitmek ve et yemek isteyenlerin peşinden gelmelerini söyleyerek, adanın öteki ucundaki Kaya Kale dediği yüksek kayalığa çekilince, büyük çocukların tümü, bundan böyle şef olduğunu açıklayan Jack’ın, yüzü boyalı vahşilerden oluşan “kabile”sine katılırlar. Böylece çocuklar, demokratik düzenden cayıp, kabile düzenine geri dönerler.

Jack ile kabilesi geceleyin barınaklara bir baskın yapıp, Domuzcuk’un tek camlı gözlüğünü çalarlar.

Sineklerin Tanrısı, üstüne sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır.

Simon gecenin karanlığında, bitkin bir halde, düşe kalka dağa tırmanınca, canavar sanılan şeyin aslında ne olduğunu görür.
…durumu bildirmek üzere dağdan iner.
Ve hem korkudan deliren, hem de yabansı bir öldürme hırsına kapılan çocuklar, canavarın olmadığını müjdelemeye gelen Simon’u canavar sanıp öldürürler.

Notlar:
Denizkabuğundan Çıkan Ses
Sarı saçlı çocuk, kayadan indi, lagüne doğru yöneldi.

Burası bir ada.

Şişman çocuk bir an durakladı, sonra gene konuştu:
“Senin adın ne?”
“Ralph.”
Kendi adının da sorulmasını bekledi şişman çocuk. Ama böyle bir öneride bulunan olmadı.

Şişman çocuk, “Hepsinin adını bilmemiz gerek herhalde” dedi. “Elimizde bir liste olmalı, bir toplantı yapmalıyız.”
İçini dökercesine, “Bana ne derlerse desinler, aldırmam” dedi. “Yeter ki, okulda taktıkları adla çağırmasınlar beni.”
“Domuzcuk derlerdi bana.”

Bir denizkabuğu.
Denizkabuğunun haşin gümbürtüsünün yanında, kendi sesi bir fısıltıyı andırıyordu.

Artık kumsalda hayat belirtileri başlamıştı.

Jack Merridew: “Nasıl kurtarılacağımız konusunu bir karara bağlamalıyız” dedi.
Jack, dolambaçlı yollara sapmayı hor gören bir küstahlıkla, “Şef ben olmalıyım” dedi.

Birinin şef seçilmesi konusunda genel istek, Ralph’ın şef seçilmesi isteğine dönüştü…
…onu seçmek istemelerinin gerçek nedeni denizkabuğuydu.

“Korodan Jack sorumludur. Koro üyeleri... şey olabilir... Ne olmasını istiyorsunuz onların?”
“Avcı olsunlar.”

Anlamamız gerek buranın bir ada olup olmadığını. Hepiniz burada kalıp bekleyeceksiniz.
Domuzcuk kıpırdadı:
“Ben de geleceğim.”
Ralph dönüp Domuzcuk’a baktı:
“Böyle bir durumda işe yaramazsın sen.”

“Haydi gidelim” dedi Ralph. “Öğrendik öğrenmek istediğimizi.”

Dağdaki Ateş
“Biz, bir adadayız. Dağın tepesine çıktık, her bir yanda su gördük. Ev görmedik, baca dumanı görmedik, ayak izi görmedik, tekne görmedik, insan görmedik. Issız bir adadayız; bizden başka kimsecikler yok burada.”

“Burada büyükler yok. Kendi kendimize bakmak zorundayız.”

Domuzcuk gözlüğünü taktı.
“Hiç kimsecikler bilmiyor burada olduğumuzu” dedi.

…yakabilir misin ateşi?

“Dikkat edin! Verin bana gözlüğümü! Kör gibiyim neredeyse! Denizkabuğunu kıracaksınız!”

Domuzcuk, “Denizkabuğu bende” dedi. “Bırakın da ben konuşayım.”
Jack, “Denizkabuğu dağın tepesinde geçerli değil” dedi. “Onun için kapat çeneni.”

(Jack) Koromu... yani avcılarımı gruplara böleceğim. Ateşin hep yanmasından biz sorumlu olacağız.”
“Denizi gözetlemek işinden de biz sorumlu olacağız. Oralarda bir gemi görürsek...”

Yangın, yaprakların ve dumanın kara örtüsü altında, ormana el koydu, onu kemirmeye başladı.

Domuzcuk, fena halde kızdı:
“Denizkabuğu bende! Beni dinleyin! Aşağıda, kumsalda barınaklar yapmamız gerekirdi ilk iş olarak.
Geceleyin oraları oldukça soğuk. Ama Ralph ateş lafını eder etmez, bu dağa koştunuz bağıra çağıra.
Tıpkı bir sürü bebek gibi!”

Kumsalda Kulübeler
(Ralph ve Jack, yiyecek ve barınak ihtiyaçlarını tartıştı…)

Boyalı Yüzlerle Uzun Saçlar
“Ava gitmek için. Savaşta gibi. Bilirsin ya... Yanıltmak için boyanmak. Hani bir şeyin başka bir şeye benzemesini isterler...”

Konuyu aralarında açıkça konuşmadıkları halde, büyük çocuklar arasında, Domuzcuk’un onlardan biri olmadığı inancı yerleşmişti. Bunun nedeni, Domuzcuk’un aşağı tabakalardan gelenlerin şivesiyle konuşması değildi sadece. Şivenin pek önemi yoktu ama Domuzcuk’un şişmanlığı, astımı, gözlüğü, el emeği gerektiren işlerden kaçınması, çocukların çevresinin dışında bırakıyordu onu.

Ralph, bir ufka baktı, bir de dağa. Acaba gidip Domuzcuk’un gözlüğünü almak mı
gerekiyordu? Yoksa gemi yok olur muydu o zamana kadar? Tepeye tırmanırlarsa, bir de bakarlardı ki, ateş tamamıyla sönmüş. Domuzcuk ta uzaklardan yavaş yavaş yaklaşıyor, gemi de ufuk çizgisinde yok olmak üzere... Ne yaparlardı o zaman?

“Bir gemi geçti. Oralardan. Ateşe bakacağınızı söylediniz, ama bıraktınız sönsün.”
Ralph, Jack’a doğru bir adım attı. Jack döndü; yüz yüze geldiler.
“Bizi görebilirlerdi. Evlerimize dönebilirdik...”
Bu sözü duyunca, kaybettiklerinin acısına artık dayanamayan Domuzcuk, tiz bir sesle bağır bağır bağırmaya başladı:
“Senin de, kan dökme merakının da Allah belasını versin Jack Merridew! Senin de senin avcılığının da! Evlerimize dönebilirdik...”
Ralph, Domuzcuk’u bir kenara itti:
“Şef bendim; sizler de benim sözümü dinleyecektiniz. Konuşup durursunuz boyuna. Ama bir kulübe bile yapamazsınız. Sonra tutup ava gidersiniz; bırakırsınız ateşi, söner...”

(Jack) yumruğunu Domuzcuk’un midesine savurdu.

Sudan Gelen Canavar
Eğer bir yüz, üstten ya da alttan ışık aldığına göre değişiyorsa, neydi bir insan yüzü? Her şey neydi?

“Unutmayın, kayalar hela olacak. Ateş sönmeyecek ve işaret olarak duman çıkacak. Dağdan ateş almayacaksınız. Pişireceklerinizi oraya götüreceksiniz.”
Alacakaranlıkta yüzü asılan Jack ayağa kalktı, elini uzattı:
“Daha bitirmedim söyleyeceklerimi.”
“Ama durmadan sen konuştun.”

“Her şey bozulmakta. Neden bilmiyorum. İyi başlamıştık, mutluyduk. Sonra...”

(Jack) Ben bu adanın her bir yanına gittim. Tek başıma. Bir canavar olsaydı, görürdüm. Sizler korkan kişilersiniz, varın korkun... Ama canavar yok ormanda.

(Adada canavar var mı tartışması…)

Simon: “Demek istediğim şu... Bizden başka canavar yok belki...

“Eğer Jack şef olursa, yalnız av yapılır, ateş yakılmaz. Ölünceye dek burada kalırız.”

Domuzcuk, “Ben Jack’tan korkuyorum” dedi. “Onun için Jack’ı iyi biliyorum. Birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. Kendi kendinizi aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. Ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız. Sana bir şey söyleyeyim mi? O senden de nefret ediyor, Ralph...”

“Domuzcuk’un hakkı var, Ralph. Bir sen varsın, bir de Jack. Sen gene şef kal.”

Havadan Gelen Canavar
“Canavarın üstü kürk gibiydi. Başının arkasında kımıldayan bir şey vardı... Kanatlar... Canavar da kımıldıyordu...”

Gölgeler ve Yüksek Ağaçlar
(Ralph) “Aptallık ediyoruz. Neden yalnız iki kişi gidiyor oraya? Bir şeyle karşılaşırsak, iki kişi yetmez ki...”
“Roger?”
“Evet.”
“Öyleyse üç kişiyiz artık.”

Önlerinde, başı dizleri arasında uyur gibi, koskocaman maymuna benzeyen bir şey oturuyordu.

Karanlığa Sunulan Armağan
(Jack) “Ralph, Domuzcuk gibi. Domuzcuk gibi konuşuyor. Doğru dürüst bir şef değil o.”

“Artık oyun oynamayacağım. Sizlerle oynamayacağım.”

Jack, kumsalın ta uzaklarında, birkaç çocuğun önünde duruyordu. Pırıl pırıl bir mutluluk içindeydi.

(Öldürülen domuzun kafası mızrağın ucunda ve sinekler sarmış üzerini) Simon’un önünde, değneğe takılı duran Sineklerin Tanrısı, sırıtıyordu. Sonunda Simon dayanamadı; başını kaldırıp, Sineklerin Tanrısı’na baktı.

(Jack) “Dinleyin hepiniz. Ben ve benim avcılarım, üstü yassı bir kayanın yanında, kumsalda oturuyoruz. Ava gidiyoruz, şölenler veriyoruz, hoş vakit geçiriyoruz. Benim kabileme katılmak isterseniz gelin,

Bir Ölüme Bakış
Ralph ile Domuzcuk, Jack’ın kabilesinin yanına varmadan çok önce, şölenin gürültüsünü duydular.
Ölen çocuk, kumda birazcık yükseldi; bir hava kabarcığı, Simon’un ağzından su damlarcasına ıslak bir sesle çıktı. Sonra Simon, tatlı bir devinimle, suda döndü.

Denizkabuğu ve Gözlük
“Denizkabuğunu almaya geldiklerini sanmıştım.”
(Domuzcuk) “Biliyorum. Denizkabuğunu almaya gelmediler. Başka bir şeyi almaya geldiler. Ralph... Ben ne yapacağım?”

Kaya Kale
Ralph, çömelip üfledi. Ralph’ın soluğu, kurşuni renkli tüy gibi külleri şuraya buraya savurdu; ama bu küllerin arasında bir tek kıvılcım yoktu.

“Ateşimizi çaldılar!”
“Onlar öyledir” dedi Domuzcuk. “Beni kör ettiler…”

“Sizleri bir toplantıya çağırıyorum.”

Ralph, soluk soluğa konuştu:
“Domuzcuk’un gözlüğünü aşırdın. Onu geri vermek zorundasın.”
“Zorunda mıyım? Kim diyor bunu?”
Ralph’ın öfkesi, bir alev gibi parladı:
“Ben diyorum! Oy verdiniz, beni şef yaptınız. Şeytanminaresinin sesini duymadın mı? Pis bir oyun oynadın bize... Ateş isteseydin, sana verirdik...”

“Size söyleyeceğim şu: Küçük çocuklar gibi davranıyorsunuz topunuz.”
Domuzcuk, büyülü beyaz denizkabuğunu havaya kaldırınca, yükselen yuhalamalar gene kesildi.
“Hangisi daha iyi? Sizler gibi yüzü boyalı bir vahşi sürüsü olmak mı, yoksa Ralph gibi akıllı olmak mı?”
Vahşiler arasında büyük bir gümbürtü koptu. Domuzcuk gene bağırdı:
“Hangisi daha iyi? Kurallar yapıp anlaşmak mı, yoksa ava çıkıp öldürmek mi?”

(İtiş kakış sonucu Roger bir kayayı Domuzcuk’a doğru fırlattı. Domuzcuk kayalardan  aşağıya düşüp öldü)
Denizkabuğu yok oldu...

Avcıların Uluması
(Ralph adada tek başına kaldı)

(Eric’le Sam)
“Yarın seni avlayacaklar.”
“Ama neden?”
“Bilmiyorum, Ralph... Ama Jack, yani Şef, tehlikeli olacak diyor.”
“Biz de dikkat etmek zorundayız; mızraklarımızı bir domuza fırlatır gibi, üstüne atmak zorundayız...”

Ralph, emekleye emekleye çalılıktan çıktı; dumandan uzaklaşmaya elinden geldiği kadar dikkat ederek, ormana doğru yöneldi. Çok geçmeden bir açıklığı ve çalılığın kenarındaki yeşil yaprakları gördü. Ralph ile ormanın arasına bir vahşi dikilmişti.

Duman yapıp onu çalılıktan çıkartalım derken, adayı da ateşe vermişlerdi.

Ralph sendeleyerek ayağa kalktı; daha da korkunç durumlara hazırlanmak için gerildi. Başını kaldırdı; siperli kocaman bir kasket gördü.

Yapacağı araştırmayı göz önünde tutan subay, “Ben de sanırdım ki...” dedi; “ben de sanırdım ki, bir yığın Britanyalı çocuk... Hepiniz Britanyalısınız, değil mi? Sanırdım ki, bundan daha iyi idare edebilirlerdi durumu... Yani demek istiyorum ki...”
“İlkin öyleydi” dedi Ralph. “Sonra her şey...”
Ralph sustu.
“İlkin hep beraberdik...”

…çocukluk döneminin bitmesine, insan yüreğinin karanlığına ve Domuzcuk denilen o gerçek, o akıllı arkadaşın havalarda uçup ölmesine ağladı.

Türkçeleştiren: Mina Urgan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


27 Kasım 2019 Çarşamba

Lozan Telgrafları Cilt II (Şubat Ağustos 1923)


Bilal N. Şimşir - Lozan Telgrafları Cilt II (Şubat Ağustos 1923)

Lozan konferansının birinci dönemi ile ikinci dönemi arasında geçen iki aya yakın süre içinde gözler öncelikle Ankara’ya çevrilmiştir. Konferansın kesilmesi büyük bir olaydı, her tarafta ve özellikle Türkiye’de büyük kaygı yarattı.

Barış Konferansına ara verilince İsmet Paşa 7 Şubat günü Lozan’dan ayrıldı. Uçak olmadığı için trenle geliyordu.
İstanbul’a 16 Şubat’ta, Ankara’ya da 19 Şubat’ta ulaşabildi.

İsmet Paşa, İstanbul’a gelince (de) Lord Curzon’dan bir dostluk mesajı aldı. Curzon bu mesajında, Türkiye ile Müttefikler arasındaki sorunların çoğunun Lozan’da tatminkâr bir çözüme bağlanmış olduğunu, İngiltere’nin bundan rahatlık duyduğunu, Türk ve İngiliz heyetleri arasında onbir hafta boyunca dostluk duygulan hüküm sürdüğünü, İngiltere’nin bundan da hoşnut kaldığını bildiriyor; bir dost olarak hatırlanmayı ve pek yakında kendisiyle el sıkışmayı umduğunu bildiriyordu.

İsmet Paşa, 21 Şubat günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda Lozan barış görüşmelerinin nasıl geçtiğini ve konferansa neden ara verildiğini anlattı.

Eleştiriler birbirini izliyor.

Bitlis milletvekili Yusuf Ziya (Koçoğlu) Bey, Misak-ı Milli üzerinde durdu ve Musul'un Misak-ı Milli içinde olup olmadığını sordu. Rauf Bey, içindedir dedi.

Atatürk, “Usul hakkında söyleyeceğim” deyip söze karıştı.
“Yapılacak noktalar: Birisi, Karaağaç’tan şimdiden sarfınazar etmek. İkincisi Musul vilayeti mes’elesinin hallini bir sene zarfında İngilizlerle Türkiye’nin karşı karşıya geçerek intaç etmesine talik etmektir…”

Lazistan milletvekili Abidin Bey (Atak), Musul’u “süngü ile almak” gerektiğini söyledi.

2 Mart 1923 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Lozan barış antlaşması projesini bölüm bölüm görüşmeye başladı.

Diyarbakır milletvekili Zülfi Bey (Tiğrel) Sınırlar ve Musul sorunu üzerinde durdu. Musul’un, İngilizler için bir petrol sorunu, Türkiye için ise mali bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık sorunu olduğunu ve özellikle doğu Anadolu için “hayati bir mesele” olduğunu söyledi.

Edime Milletvekili M. Şeref Bey (Aykut), Lozan’da İsmet Paşa’nın karşısına bir “birleşik cephe” çıkmış olduğunu hatırlattı. İzlenecek doğru bir dış politika ile Sırbistan’ı kendi tarafımıza çekip bu birleşik cephe önceden parçalanabilecek iken Hükümetin bunu ihmal etmiş olduğunu ileri sürdü. Yunanistan ile ahali mübadelesinde de yanlışlık yapıldığını, Mesta-Karasu ile Ustruma arasında kalan ve baştan başa Türk oğlu Türk olan pek verimli topraklara sahip ahalinin Batı Trakya dışında bırakılarak mübadele kapsamına sokulduğunu, bunun çok yanlış olduğunu söyledi.

(Şeref Bey) “Musul meselesi Anadolu’nun hayati meselesidir. Anadolu’nun kan daman, can daman meselesidir... Yalnız bir Musul meselesi kalmıştır. Bir de Karaağaç’ın fedası... Evet ağlaya ağlaya, feryattan duya duya... Bir vücudu kurtarmak için kangren olmuş kısmı keserler? Bence Musul meselesini böyle verivermekten ise (bakmalı) diğer mesail hal olunmuş, aziz Türkiye tamamıyla istiklaline malik olarak milli hudutlar dahilinde teşekkül etmiş midir? Etmiş ise Heyet-i Vekile versin, kemal i hürmetle ellerini öpelim...”

Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey: “Müzakerata davet edilen biz olduğumuz halde ilk teşebbüs cereyan ı müzakerat esnasında daima düşmanlara bırakılmıştır... Lord Curzon daima bize hamle etmiştir. Bizimkiler daima müdafacılıkta kalmışlardır. Bir defa cür’et gösterip hamle etmemişlerdir...”

Yusuf Ziya Bey: “Diyeceğim ki arkadaşlar, bu Meclis-i Alinin bir ahdu bir umdesi vardır. Evet bir ahdi, bir umdesi, bir gayesi vardır. Bu gaye, bu umde, bu hedef ise Misak-ı Milli denen raporda müspettir. Bu rapor ile müspet ve muayyendir.
Arkadaşlar, hal böyle iken bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu... Arkadaşlar tekrar ediyorum. Misak-ı Milli bir rapordur... Bu milletin, bu devletin hangi şerait dahilinde, hangi arazi üzerinde, hangi hudutlar dahilinde yaşabileceğini, bilakaydüşart hür ve müstakil olarak idamei hayat edebileceğini gösterir bir rapordur. Hayat raporu, baka raporu, istiklal raporudur...”

27 Şubat 1923 celse-i kafiyesinde başlayan taarruzlar, 6 Mart 1923 gününe kadar hararetli heyecanlı bir surette devam etti.

6 Mart akşamı üzeri kısa bir bildiriyle kamuoyuna duyuruldu: İtilaf devletlerinin Lozan’da Türk heyetine sunmuş oldukları barış projesinin Türkiye’nin bağımsızlığına ters düşen hükümleri içerdiğinden kabul edilemez olduğu ve yeniden barış girişimlerinde bulunması için Meclis tarafından Hükümete yetki verildiği açıklandı.
Ertesi gün, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold, bildiriyi Londra’ya telledi ve “oldukça tatminkar” diye nitelendirdi.

Meclis görüşmelerinden hemen sonra, İtilaf devletlerinin barış projesine karşılık olarak Türk barış projesini hazırlayıp tamamladı. Proje, İsmet Paşa’dan Çağıran devletler Dışişleri Bakanlarına yazılan 8 Mart 1923 tarihli bir nota ile İstanbul’daki Fransız, İngiliz ve İtalyan Yüksek Komiserlerine sunuldu.

12 Mart günü İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Türk karşı önerilerini görüşmek üzere, Fransız ve İtalyan temsilcilerini acele olarak Londra’ya çağırdı.

Müttefiklerarası Londra konferansı, 21 Mart günü Lord Curzon’un başkanlığında toplandı.

Müttefikler toplantısında, son olarak, İsmet Paşa’nın notasına verilecek cevap görüşüldü ve bir de basın bildirisi hazırlandı. Bildiride, Müttefiklerin “bütün konular üzerinde tam bir görüş birliğine varmış oldukları” belirtildi. Yani Türkiye’nin karşısında bir birleşik cephe oluşturulduğu mesajı verildi. 28 Mart günü Müttefikler, İstanbul’daki Yüksek Komiserleri aracılığıyla Türk notasına cevap verdiler.

Bu hazırlıklardan sonra, Lozan barış konferansı 23 Nisan 1923 günü yeniden çalışmalarına başladı.

BELGELERİN LİSTESİ VE ÖZETLERİ
15 Nisan / Paris Mümessilliğinden Dışişleri Bakanlığına tel No. 1549
İngilizler Boğazlarda yeniden yığmak yapıyorlarmış.

19 Nisan / Başbakan Hüseyin Rauf Bey'den İstanbul’da Dışişleri Temsilciliğine
Romanya, Dünya Savaşında Adakale'yi işgal etmemişti. Statüko devam ediyor demektir (s. 198).

22 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey'den Lozan'da Mustafa Şeref Bey'e tel No. 4
Hükümetimize başvurmaları için şirketlere çağrıda bulunduk. Henüz başvuran olmadı (s. 201).

22 Nisan / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No.3.
İngilizler Musul, Kerkük, Süleymaniye'yi de hedef alan Chester projesinden kaygılı oldukları yolunda propaganda yapıyorlar (s. 204).

24 Nisan / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 9
1. Birinci Komitede 1-5 maddeler görüşüldü.
Meriç'te thalweg çizgisi uzun uzun tartışıldı. Taraflar görüşlerinde direndi (s. 213-214).

25 Nisan / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 18
Birinci Komitede, Meis adası ve Adakale hakkındaki isteklerimiz reddolundu (s. 218).

27 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya
Süleymaniye'de Şeyh Mahmut ve o havalideki Reisler Türkiye'ye bağlılıklarını bildiriyorlar ve bir anlaşma projesi ile üç kişilik bir heyeti bize gönderiyorlar.
Genelkurmay Başkanı, İngiliz baskılarının önüne geçmek gerektiği görüşündedir. İngilizlerin Revanduz'u işgal etmeleri statükonun ihlalidir. İngiltere'nin dikkatini çekmek uygun olur (s. 224-225).

27/28 Nisan / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa
İsviçre sermayedarlarını Türkiye'ye çağırmak için bir bildiri yayınlanıyor. Bu duyuru yararlı olacaktır (s. 230-231).

28 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey'den ismet Paşa'ya
Şeyh Mahmut, İngilizlere birçok zayiat verdirmiş. Şeyhe gönderilen Nasturiler yan çizmişler (s. 233-234).

28 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey’den İsmet Paşa'ya
Ankara ve İstanbul basını arasında nahoş tartışmayı yatıştırmaya çalışıyoruz. Tanin başyazarına Lozan'daki basın büromuzdan bilgi verilmesi yasaklanmış ise bunun kaldırılması uygun olur (s. 236).

29 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey’den ismet Paşa’ya
Genelkurmaydan bildirildiğine göre Revandiz Müfrezemiz on gündür düşmanla çarpışmaktadır. Mücahitler sıkışık durumdadırlar (s. 241).

30 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya
1. Şeyh Mahmud ile Özdemir Bey'in durumları pek zorlaştı.
2. Revandiz'in işgal edilmek üzere olduğu, İngilizlerin Musul'a karşı yığınak yapabilecekleri bildiriliyor. Görüşünüz nedir (s. 244)?

30 Nisan / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 52
Revandiz müfrezesi zor durumdadır, İngilizlerin dikkatini Elcezire cephesine çekerek baskıyı azaltmak üzere önlemler alınması emredildi (s. 245-246).

1 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 43
1. Musul yöresinde gelişen İngiliz askeri harekâtı Lozan'da durdurulamaz. Yine de İngilizlerin dikkatini çekeceğim. Büyük askeri yığınak yapmamız doğru olmaz.
2. Basınımız Fransızlara karşı aşın serttir. Fazla ileri gidiyoruz (s. 255-256).

2 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 49
Rumbold ile görüştüm. Irak'ta İngiliz askeri harekâtının Lozan Konferansını etkileyebileceğini belirttim. Yalnız Şeyh Mahmud'a karşı harekât olduğunu, ayrıca sorup bildireceğini söyledi (s. 261).

3 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 69-70
Fevzi Paşa'nın bildirdiğine göre İngilizler Şeyh Mahmut'u ezmek için işgalimiz altındaki yerlere de saldırmışlar, zulüm yapmışlar, Kürdistan meselesini başlatmışlardır. Girişimde bulunmak gerekiyor (s. 261-262).

5 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 79
Fransızlar, Mersin limanına uğrayan vapurlarda askeri malzeme bulunup bulunmadığını araştırmaya kalkışmaktadırlar. Ankara Anlaşması ile Fransa ile aramızda çarpışmalar durmuştu. Fransa, anlaşmayı çiğnemektedir (s. 271-272).

8 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa’ya tel No. 88
Anadolu'da yakalanan eşkiyanın üzerinde çıkan evraktan bunların bazılarının Yunan ordusundan oldukları ve Yunanistan tarafından gönderildikleri anlaşılıyor. Bu olay kıyılanınıza yakın adaların nasıl kullanılacağını gösteriyor. Bunu protesto ediniz (s. 279-280).

8 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 92
Yunanlılar, Dikili'ye erzak taşıyan gemileri torpillemeğe kalkışıyorlar. Protesto ediniz (s. 281).

9 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 76
İzmir yangınından zarar gören şirketler, zararlarının bir bölümünü tazmin ettirip İzmir'de işlerini sürdürmek niyetindedirler. Uygun mudur (s. 288)?

9/10 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 100
Anzavur'un oğlu Kadri, Çanakkale yakınında ele geçirildi. İngilizler bu eşkıyanın kendilerine teslimi gerektiğini ileri sürüyorlar. Zorla almağa kalkışırlarsa silah kullanılacak, İngilizlerin bu eşkiyayı korumağa kalkışmaları Mudanya Mütarekesine aykırıdır ve dostça olmayan bir davranıştır. İstanbul'da girişim yapılacaktır (s. 289).

10 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 80
1. Ticaret Sözleşmesinin 5-12 maddeleri görüşüldü.
2. Rus heyetine otelde suikast yapıldı. Vorovski öldürüldü. İki arkadaşı ağır yaralandı (s. 294-295).

11 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 85
Basın temsilcisi Ahmet Ihsan Bey, validesinin emeklilik maaşının gönderilmesini istemektedir (s. 298).

16 Mayıs / İsmet Paşa'dan Müttefik Delegasyonları Başkanlarına imzalı nota
Yunanistan Mudanya mütarekesini çiğneyerek Türkiye kıyılarına silahlı çeteler göndermektedir. Bu eşkiyadan biri Midilli'den verilmiş Yunan belgeleriyle birlikte yakalanmıştır. Yunanistan tarafından Mütarekenin sürekli olarak çiğnenmesin! protesto ederim. Ekselanslarının bunu durduracakları kanaatiyle saygılar sunarım (s. 308).

14 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 93
Venizelos ile tamirat işini görüştüm. Yunanistan'ın tamirat ödemeye gücü olmadığını, özür dileyebileceğini söylüyor ve bizim bununla yetinmemizi öneriyor (s. 310-311).

16 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 98
Mısır gibi bizden ayrılan ülkelerin haklarının korunması için elimizden geleni yaptık. Daha fazlasını istemek Türkiye'nin zararına olur (s. 315-316).

17 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 108
Rumbold, Irak sının hakkında dokuz aylık bir süre önerdi. Kabul edilebilir.
Sırp delegesi, Yugoslavya'daki İslam vakıflarıyla ilgili isteklerimize şiddetle karşı çıkıyor (s. 318-319).

19 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 117
Müttefikler, Yunan tamiratından vazgeçmemize karşılık Karaağaç'ı bize öneriyorlar (s. 324-325).

20 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 122.
İtilaf devletlerince elkonulan 446,278 Osmanlı altını, mütareke yıllarında İstanbul hükümetine açılan krediler düşüldükten sonra bize geri verilmek isteniyor (s. 328-329).

22 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 129
Şirketlerin savaş yıllarındaki zararları, imtiyaz süreleri uzatılarak giderebilir. Yunan tahribatından gördükleri zararların miktarının tezelden bildirilmesini rica ederim.

23 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 140
Karaağaç'a karşılık Yunan tamirat bedelinden vazgeçemeyiz. Tamirat bedeli alınmazsa borç ödenemez. Yunanlılar tamirat bedelini parayla ödemezlerse, İstanbul'daki Yunan vatandaşlarının mallan ile ve 1913 sınırını kabul ederek borçlarını karşılıyabilirler. Bu sorun müttefiklerle aramızda barışa engel olmamalıdır. Yunanlıların konferansı kesebilecekleri tehdidi, onların tamirat ödemekten yan çizme niyetlerini gösterir. Bu noktaların kamuoyuna açıklanması da yararlı olur (s. 334-335).

24 Mayıs / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 141
1. Yunan heyeti, iki gün sonra tamirat sorununu resmen açmayı ve o zamana kadar bizden bir cevap alamazlarsa konferanstan çekilmeyi düşündüğünü duyurdu.
2. Tamirat konusunda Ankara'nın ret cevabı verdiği önceden Lozan'da duyuldu. Şifrelerimiz açılıyor, ya da Ankara'dan bilgi sızıyor. Dikkatinizi çekerim.
3. Rıza Nur Bey ile benim kanaatimiz şudur: Karaağaç ve çevresine karşılık tamirat işini kapatmak uygun olur. Yunan ödeyemezse biz de borçlarımızı ödemeyiz, demek yanlış olur.

Çıkarlarımıza uygun bir barış antlaşması yapılmaktadır. Hükümet daha fazlasına imkân görüyor ve konferansın kesilmesini göze alıyor ise ben bu görüşe katılamam ve memlekete geri dönerim (s. 346-349).

24 Mayıs / İsmet Paşa'dan Mustafa Kemal Paşa’ya
Hükümetle aramızda esaslı anlaşmazlık vardır. Anlaşamazsak geri dönmek kararındayım. Bu olağanüstü zamanda genel durumu izlemenizi istirham ederim (s. 249).

25 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 151
Genelkurmay Başkanlığından bildirildiğine göre, Yunanistan, Meriç kıyısında yığınak yapmaktadır. Yunan ordusunun savaşa hazır olduğu haber verilmektedir (s. 350).

25 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 155, 156
Gazi'nin başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nun kararı:
1. Barışa engel olan sorunlar bir bütündür.
2. Yunan tamiratı konusunda fedakarlık yapılırsa hiç değilse borç faizleri, yabancı askerlerin Türkiye'den erken çekilmeleri gibi askıdaki sorunlar lehimize sonuçlandırılmalıdır. Böylece, bize azami menfaat sağlayacak bir barış yapılabilir (s. 351-352).

25 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163
1. Asıl sorun. Yunan tamiratı değil, barışın yapılmasına engel olan önemli sorunların halledilmemiş olmasıdır.
2. Ekonomik sorunlar halledilinceye kadar İstanbul'un işgal altında tutulacağından büyük ve ciddi kaygı duyuyoruz.
3. Borçların hangi parayla ödeneceği konusunun da lehimize halledilmeyeceği görülüyor.
4. Yunan tamiratı konusunda bizi fedakârlığa zorlamak istiyorlar. Bu fedakârlığı yapmakla barışa hizmet etmiş olmayız.
5. Barışa esas olacak sorunları bir bütün olarak toptan ele almak ve konferansın dikkatine sunmak gerekir.
6 . Fedakârlık konusunda ısrar etmeyiniz.
7. Yunanlıların konferansdan çekilmelerini önlemek için onların arzularını kabul etmek lehimize değildir.
8. itilaf devletlerini esaslı meseleleri halle davet ediniz (s. 352-354).

26 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 166
Fevzi Paşa'nın bildirdiğine göre:
Kuzey Suriye'de Fransızların Türk unsuruna karşı zulümleri devam ediyor. Silah arama bahanesiyle Beylan’dan birçok kişi tutuklanıp sürülmüştür. Bu haberler henüz ajanslarla yayınlanmamıştır (s. 357).

28 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 178
Yunan eşkiyaları Meriç'i geçip İpsala tarafında üç çobanı kaçırıp öldürmüşlerdir.
Gereken girişimde bulunmanızı rica ederim (s. 364).

30 Mayıs / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 183
Genelkurmaydan bildirildiğine göre:
Batı Trakya'da Yunan zulümleri devam ediyor. Topraklara Yunan göçmenler yerleştiriliyor. Bunun protesto edilmesi isteniyor.

2 Haziran / İsmet Paşa'dan Venizelos'a nota
Batı Trakya Müslümanlarının sürgün edilmelerini protesto ederim. Ayrıca oradaki Müslümanlara çeşitli baskılar yapıldığını dikkatinize getiririm. Ekselanslarının gereken girişimlerde bulunacağını umarım (s. 369-370).

3 Haziran / Başbakan H. Rauf Bey’den İsmet Paşa'ya tel No. 197
Sivrihisaryan kardeşlerin serbest bırakılmaları kararlaştırılmıştır (s. 388).

3 Haziran / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No.202
Drama yöresinde Yunanlıların Müslüman halka zulüm ve katliam yaptıkları haber veriliyor ve bunların önlenmesi için aracılığımız rica ediliyor (s. 389-390).

4 Haziran / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel No. 191, 192
Birinci komite, Suriye ve Irak sınırlarına ilişkin sorunlar dışındaki bütün sorunları karara bağladı. Tavşan adaları bize bırakıldı, İtalyanlar Meis adasını bize karşı üs olarak kullanmayacaklarını taahhüt ettiler. Yabancıların usul-i idaresine ilişkin sözleşmenin süresi 7 yıl olarak kabul olundu.
Genel af işi uzun uzun tartışıldı. 150 kişi genel af dışında bırakıldı. Yurt dışındaki yüzbinlerce ermeninin geri dönüp dönemeyeceklerini sordular. Bunun genel af dışında bir sorun olduğunu belirttik. Bu sorun kapanmış oluyor (s. 395-396).

5 Haziran / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 209
Yunanlılar Karaağaç'ı harabeye çeviriyorlar. Bunu engellemek için gerekli girişimlerde bulunmanızı (s. 397).

18 Haziran / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 263
İngilizler Revandiz'i işgal etmişlerdir. Boşaltmaları için girişimlerde bulunmanız müsterhamdır (s. 456).

22 Haziran / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 274
İstanbul depolarındaki silah ve cephanemiz İngilizler tarafından taşınmaktadır. Silah ve cephanemizin yerlerinde bırakılmaları için girişimde bulunmanızı rica ederim (s. 472).

24 Haziran / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 262
(İngilizlerin Revandiz'i işgali üzerine) evvelce girişimde bulunulmuştu. Burada tekrar girişimde bulunmak doğru olmaz (s. 487).

13 Temmuz / Başbakan H. Rauf Bey'den İsmet Paşa'ya tel No. 366, 367
Gazinin huzuriyle alınan kararlar:
1. Chester imtiyazı Meclis'ten geçmiştir. Hükümet bunu değiştiremez. Bunu anlatmak gerek.
2. Regie General 'in Samsun-Sivas imtiyazı Meclis kararıyla Amerikalılara verilmiş ve feshedilmiştir. Bundan dolayı tazminat veya yeni bir imtiyaz vermeye hazırız. Karadeniz bölgesinde beş yıllık rüçhan hakkı da verebiliriz.
3. Armstrong Vikers şirketine de benzer haklar tanıyabiliriz.
4. Turkish Petroleum'e hak tanımak Chester imtiyazıyla çelişir. Müttefikler bizi çıkmaza sokarak sonuç alamayacaklarına inandırılmalıdırlar.
5. Barışa tek engel tahliye sorunu kalırsa, o zaman ikişer kruvazör bulundurma tekliflerini kabul edebiliriz.
6. Müttefiklerin Chester imtiyazını bozdurarak Meclisin imtiyaz verme hakkını iptal ettirmek ve devletimizi küçük düşürmek niyetleri yüzünden konferans kesilirse buraya hareketiniz ve barışın neden yapılamayacağını dünyaya ilan etmeniz gerekir (s. 566-568).

24 Temmuz / Başbakan H. Rauf Bey'den ismet Paşa'ya tel No. 394
Girit'ten bazı Türkler idama mahkûm edilmişlerdi. Hükmün infaz olunmaması için girişimde bulunmanızı rica (s. 601-602).

24 Temmuz / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 349
Ticaret konusunda Amerikalılara, Yunanistan'a verdiğimizden daha azını vermek mümkün değildir. Durumun tezelden açıklığa kavuşturulmasını istirham ederim (s. 603).

24 Temmuz / İsmet Paşa'dan Başbakanlığa tel. No. 351, 352, 353
Barış için Lozan'da büyük şenlikler yapılıyor. Ben Amerikan delegesiyle bu akşam sekiz saat görüşme yaptım. Kendilerine vakit bırakmamak Amerikalılarda hayal kırıklığı yaratıyor. Görüşmeler kesilecekse bunu belli sorunlar nedeniyle yapmak gerekir. Askıdaki sorunların son durumu hakkında bilgi sunuyorum. Amerikalılar en ziyade, zarar ziyan taleplerine önem veriyorlar.
Bizim için de önemlidir. Sorunun ne kadar kapsamlı olduğu hakkında bilgimiz yoktur. Ticaret sözleşmesinde en çok kayrılan ülke statüsünü kabul etmemek mümkün değil. Büyük bir dava kazandığımız bir günde Amerikan belasını tahrik etmemek için itidalli hareket edilmesini ve tezelden talimat verilmesini istirham ederim (s. 603-605).

3 Ağustos / İsmet Paşa'dan İstanbul'da Adnan Beyefendiye
Hareket günümü henüz tâyin edemiyorum. Edince bildireceğim (s. 328).

4 Ağustos / Mareşal Fevzi Paşa'dan İsmet Paşa'ya tel No. 414
Rauf Beyefendi pek yorgun olduğundan dinlenmek üzere Sivas'a gitmiştir (s. 629).

TTK, Ankara, 1994

24 Kasım 2019 Pazar

Lozan Telgrafları Cilt I (1922-1923)


Bilal N. Şimşir - Lozan Telgrafları Cilt I

Lozan, büyük bir olaydır. Türk ulusunu onbir yıl süren savaş döneminden çıkarıp barışa kavuşturmuştur. O barışın nimetlerinden halâ yararlanıyoruz.
Bunun ötesinde Lozan, Osmanlı imparatorluğunu sona erdirmiştir. Avrupa’dan Asya’ya ve Afrika’ya uzanan o eski devleti tarihe gömmüştür. Üç kıtaya yayılmış toprağı, denizi, malı, mülkü, hakkı, hukuku, alacağı, borcu, imtiyazı, kapitülasyonu vs. bütün takıntılarıyla Osmanlı devletinin defteri kapatılmıştır.

(Lozan) Türkiye’yi bağımsız uygar ülkeler arasına katmış,

Konferansın birinci döneminde toplam 750 kadar telgraf çekilmiş olduğu halde, bu ciltte 544 belge görülür. İlk bakışta büyük bir eksiklik varmış sanılacaktır. Oysa aradaki fark sadece görünüştedir ve şundan ileri gelmiştir: arka arkaya çekilen kimi telgraflar, alınıp açıldıktan sonra birleştirilip tek telgrafa dönüştürülmüştür.

Konferansa danışman olarak katılan Prof. Cemil Bilsel, Lozan antlaşmasının onuncu yılında iki ciltlik bir kitap yayınlamış…

İsmet Paşa Lozan’a kısa bir talimatla gitmiştir.
…bu metin, Misak-ı Milli’nin biraz genişletilmişi gibidir.
İki noktada Türk Hükümeti savaşı göze alabilecek kadar kesin kararlıdır: Biri “Ermeni Yurdu”, diğeri kapitülasyonlar.
İsmet Paşa, yeni yeni talimat istemek, sık sık Ankara’ya danışmak zorunda kalmış…

O günlerde Lozan’dan Ankara’ya iki kanaldan telgraf çekiliyordu: Biri, Akdeniz üzerinden Doğu’ya, Asya’ya uzanan “Eastern” telgraf hattıydı; diğeri de karadan, Romanya üzerinden ve Köstence şehrinden İstanbul’a gelen “Köstence hattı” idi. Birinci hat İngilizlerin, diğeri ise Fransızların denetimindeydi. Bizimkiler “Eastern” hattını kullanılıyorlardı. Bir ara “Köstence” hattını kullanmayı düşünmüşler, ama bundan vazgeçmişler ve Lozan konferansının birinci döneminde yalnız “Eastern” hattı üzerinden haberleşmişlerdi.

Bu belgeleri İsmet Paşanın sağlığında yayınlamayı düşünmüştüm, olmamıştı…

BELGELERİN LİSTESİ VE ÖZETLERİ
11 Kasım ismet Paşa’dan Başbakanlığa / tel. No. 3

İsveç Elçisiyle görüştüm.
Türkiye’nin şu sırada Amerika’dan 25 milyon dolarlık borç alabileceğini söylüyor.
14 Kasım /  tel. No. 1

Bulgar Başbakanı İstanbuliyski ile görüştüm.
Romanya ve Yugoslavya için Ege denizinde Bulgaristan’a bir çıkış verilmesine razı olduklarını söyledi.

14 Kasım /  tel. No. 2
Konferansın 20 Kasım tarihine ertelendiğini bildirdiler.

19 Kasım / tel. No. 5, 6, 7
İngilizler, Konferansta bize karsı bir “birleşik cephe” oluşturmağa çalışıyorlar.

20 Kasım / tel. No. 8, 9, 10
(Poincare) Konferans açılışında okuyacağım söylevi biraz yumuşatmamı rica etti. Curzon da nazik davranıyor.

21 Kasım / tel. No. 13,14
Konferans açıldı. Sabah yalnız içtüzük görüşüldü.

22 Kasım / tel. No. 15, 16
Doğu Trakya için 1913 sınırını ve Batı Trakya için plebisit istedim.
Meriç’e kadar bir sınır ve bir de tarafsız bölge öngörüyorlar.

23 Kasım / tel No. 18, 19, 20, 21
Bulgarlara Ege’de çıkış verilmesine Türkiye’nin taraftar olduğunu belirttim.

25 Kasım /  tel. No. 24, 25, 26
Hind Hilafetçilerinden bir heyet Halifelik için girişimde bulundu.

26 Kasım / tel. No. 29, 30
Curzon Karaağaç istasyonunu veremeyeceklerini söyledi. Batı Trakya’da plebisiti reddettiler. Sonra adalar işine geçildi (s. 130-131). Boğaz adalarının hâkimiyeti münakaşa edilemeyeceğini iddia ettik.

27 Kasım / Başbakan Hüseyin Rauf beyden İsmet Paşa ’ya tel. No. 34
Karaağaç gibi konularda karar vermeden önce Hükümete bilgi vermeniz uygun görüldü.

27 Kasım / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 31, 32
Curzon ile Irak konusunu konuştum. Musul’u istedim. Reddetti. Tartıştık. Bu işi özel olarak aramızda görüşelim dedi (s. 136-137).

27/28 Kasım / Başbakan Hüseyin Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 20, 21, 22
(Batı Trakya) Plebisit reddedilirse Misak-ı Milli’nin ilgili maddesi düşmüş olur ve biz mazlum İslam milletleri karşısında güç durumda kalırız (s. 138).

28 Kasım / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 34, 35
Maliye komisyonu toplandı. Tam ekonomik bağımsızlık ve Yunanistan’dan tamirat istedik.

29 Kasım / tel No. 38, 39, 40
Birinci komisyon. Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya adalarının askerden arındırılmasını kabul etti.

30 Kasım / tel. No. 41,42
Kabotaj hakkımız kabul edildi.

1 Aralık / tel. No. 44
Almanların Musul petrolleri için imtiyaz elde edip etmedikleri ve Anadolu’da müttefiklere verilen imtiyazlar konusunda tezelden bilgi verilmesi…

2 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 45, 46, 47
Yunanistan’daki Türk esirlerinin sayısı Yunan Kızılhaçına göre 5404. Ayrıca 8519 kişi zorla götürülmüş. Diğer listeleri de eklemeli. Türkiye’de 16872 Yunan esiri var.

2 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 46, 47
İngilizler, Musul’u terk etmeyeceklerini söylüyorlar.

Kapitülasyonlar Komisyonu (2. Komisyon) toplandı. Üç alt-komisyon kurdu. Garroni, kapitülasyonlar yerine bir başka sistem önerdi.

3 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 48
Türkiye’deki Yunan tutsaklarının tam sayısı 17.108’dir.

4 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 57
Yerli Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadele edilmesi düşüncesindeyiz.

4 Aralık / İsmet Paşa’dan Genelkurmay Başkanlığına tel. No. 55
Montagna, Sivrihisaryan adlı iki tutsağın salıverilmesini rica ediyor.

5 Aralık /  tel. No. 56, 57, 58
4 Aralık Raporu:
1. Birinci Komisyon Boğazlar sorununu görüşmeğe başladı. Genel bir konuşma yaptık. Ayrıntıya girmedik. Ruslar, Boğazların savaş gemilerine kapatılmasını istediler; Romenler ise açılmasını savundular. Bulgarlar yalnız ticaret gemilerine açılmasını istediler. Curzon, Çiçerin’e cevap verdi ve “Türkleri de mi temsil ettiğini” sordu. Biz, önce bütün görüşleri dinleyip incelemek istediğimizi açıkladık. Bizi yalnız bırakmak istiyorlar. Müttefiklerle Ruslar arasında asıl sorun, boğazların savaş gemilerine açık veya kapalı olmasıdır (s. 167-168).

6 Aralık / tel. No. 62, 63
İstanbul Rumları mübadele dışı bırakılmak isteniyor. Papa, Ermenilere değinen bir bildiri yayınladı. Karşı bildiri yayınladık.
Rıza Nur Curzon’a gitti. Musul’u istedi.

6 Aralık / tel. No. 64
Yerli Ermenileri Ermenistan’daki Türklerle mübadele işini görüşebileceğim bir muhatap yoktur.

7 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ ya tel. No. 74
İstanbul Rumları mübadele dışı bırakılabilir.

7 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 65, 66, 67
(Boğazlar konusu) Curzon Rus önerisini reddetti.
Müttefik projesinin özü şu: Karadeniz’den saldırıya karşı İstanbul’un savunması var. Yabancı işgal askerleri kalmayacak. Uluslararası bir komisyon Boğazlardan geçişi düzenleyecek (s. 177-178).

8 Aralık / tel. No. 72, 73, 74
Curzon, silahsızlandırmayı kabul edişimiz üzerine nefes aldı.
Savaşta Boğazları savunabileceğiz. Barışta Karadeniz’deki en güçlü donanma kadar savaş gemisi geçebilecek (s. 184-185).

10 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 84
İngilizler, Şeyh Mahmud’u Kürdistan hükümeti başkanı ilan ettiler. Şeyh Mahmud ise Türkiye’ye sadık olduğunu bildiriyor.

10 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 76, 77, 78
Boğazlarda öngörülen askerden arındırılmış bölge ve yabancı gemilerin geçişleri ile ilgili iki projeyi generallerle birlikte inceledim. Semadirek, Limni, Bozcaada, İmroz adaları da askerden arındırılacak. Marmara’nın durumu ve Gelibolu garnizonu konularında anlaşma olmadı.
Karadeniz’e gemi geçirmek, barışta ve savaşta farklı oluyor; ayrıca Türkiye’nin barışta ve savaşta olmasına göre değişiyor. Ruslar, Karadeniz’e yabancı savaş gemilerinin girişini daha da kısıtlamak istiyorlar.

10/11 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 86, 87, 88
Rus notasının çevirisini sunuyorum:
Boğazlarla ilgili Rus görüşü vurgulanıyor:
“Boğazlar, bütün yabancı savaş gemilerine kapalı olmalı. Lozan’daki Türk heyeti ise bu görüşten ayrılmak eğiliminde. Rus hükümeti bu noktaya Türk hükümetinin dikkatini çekmeyi görev bilir. Bunu; 1921 Türk-Rus anlaşmasının çiğnenmesi sayıyor. Lozan’da Türk ve Rus heyetleri birlikte hareket etselerdi daha iyi sonuç alınırdı.”

10/11 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 90
Trabzon limanı için İtalyan önerisini incelemeye hazırız.
Mersin limanı hakkında bir seneden beri bir Fransız şirketiyle cereyân eden müzâkere intâc edilmek üzeredir.

11 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 79, 80, 81
Curzon, Noel sırasında konferansa iki-üç hafta ara vermeyi düşünüyor. Ben, aralıksız çalışıp anlaşmayı imzalamak daha uygun olur, dedim. Reşadiye ve Sultan Osman gemilerimizi Curzon’dan istedim. Sonra kendisiyle Musul işini tartıştım, Tehditlerde bulundu (s. 197).

13 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 86, 87, 88
Curzon, “Ermeni Yurdu”ndan sözetti.
Çiçerin’le görüştüm. Boğazlardan geçecek gemilerden yalnız Türkler sorumlu olsun diyor.

15 Aralık / tel. No. 95, 96, 97, 98, 98/2, 99, 99/2
14 Aralık raporu:
Özetle: a) Barıştan sonra Milletler Cemiyetine gireceğimizi, b)Azınlıklar konusunda başkalarınınkine benzer andlaşmaları kabul edeceğimizi ve c) Genel af ilân edeceğimizi açıkladık.
Azınlıklar işinin alevlendirilmesi, Musul konusundaki isteklerimize bir karşılık sayılabilir. Cidden küstah bir tutumları var.

Curzon’dan özel bir mektup aldım. Musul’u geri vermeyeceklerini bildiriyor.

16 Aralık / tel. No. 105, 106
Azınlıklar için aşırı isteklerde bulundular. Konferansı kapatabileceğimi duyurdum.

17 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 121
İngilizler, işçi görünümü altında, İstanbul’dan Çanakkale’ye çok sayıda Ermeni ve Rum gönüllü askeri yolluyorlar. …bu surede sekiz bin kişi sevk olunmuştur. Bunlar orada saldırgan davranıp suç işliyorlar (s. 230-231).

17 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 125
Yabancılar Türk yasalarına tabi olacaklar. Mahkemelerimizde yabancı hakimler olmayacaktır.

17 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 104
Azınlıklar alt-komisyonunda İngiliz Ryan pek saldırgan bir dille Ermeni yurdu istedi (s. 237).

19 Aralık / tel. No. 110, 11, 112, 113
18 Aralık raporu.
Boğazlar komisyonu toplandı.
Çiçerin Boğazların kapalı kalmasını öngören bir proje sundu.
Curzon Rusların haksız olduğunu söyledi, Fransız delegesi Boğazların acık olmasını savunan uzun bir konuşma yaptı (s. 248-249).

20 Aralık / tel. No. 114, 115, 116
19 Aralık raporu:
Boğazlar Komisyonu toplandı. Müttefikler Çiçerin’in projesini reddettiler.
Yarın, Boğazların serbestisiyle ilgili layihayı kabul edeceğim ve asıl uluslararası
Boğazlar komisyonunun görevlerini sorun yapacağım. Konferansın kesilmesi ihtimali vardır. Çiçerin, Boğazlar anlaşmasını imza etmeyecek. Rusya ve Amerika, uluslararası komisyon istemiyorlar (s. 253-254).

21 Aralık / tel. No. 119, 120, 121
20 Aralık raporu:
Boğazlar komisyonu toplandı. Geçişle ilgili Müttefik projesini kabul ettiğimizi, ama uluslararası Komisyonun gözeti ve denetimini asla kabul edemeyeceğimizi bildirdim. Curzon, konuşmamı uzlaşmacı buldu (s. 257-258).

22 Aralık / İsmet Paşa’dan Gazi Mustafa Kemal Paşaya tel. No. 135
Saçlarım ağardı, on yaş ihtiyarladım. “Bize kuvvet ver Şanlı Gazi”.

23 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 130, 131, 132, 133, 134
Müttefikler, barış için, eskinin yalnız şeklini değiştirip özünü muhafaza etmemeğe çalışıyorlar. “Ya bizi yıkacaklar, eski usule muaddel bir Sevres yapacaklar, ya da biz onları yıkacağız, her medeni ve müstakil millet gibi bir sulh yapacağız.” Konferansın kesilmesi beklenmelidir (s. 269).

24 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşaya tel. No. 155
Konferansın kesilmesine karşı ordu hazır durumdadır.

26 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 142, 143, 144
Curzon bana mektup yazdı. Boğazlarda kontrol olmazsa, siyasal güvence olmazmış. Ben sağlamağa çalışacağım (s. 280).
Uzmanlar Uluslararası Boğazlar Komisyonunun görüşleri üzerinde çalıştılar.

28 Aralık / tel. No. 154, 155
Kapitülasyonlar görüşüldü. Kapitülasyonların toptan kaldırılmasını istedim. Kaldırılınca güvence olmasını istediler.

30 Aralık / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 174
Kayseri’de Türk Ortodoks Kilisesi Sinod’u kuruldu.

30 Aralık / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel No. 159, 160
Chester imtiyazını daha önce Fransızlara vermiş olduğumuz söyleniyor. Aydınlatılmamızı dilerim.

3 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden ismet Paşa’ya tel. No. 197
Fevzi Paşa, Musul’un geri alınması gerektiğini bildiriyor (s. 317).

3 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 177
İki İngiliz simsarı Musul petrolleri için 50 yıl imtiyaz istiyor. Bize % 12,5 pay teklif ediyorlar.

4 Ocak / tel. No. 180, 181, 182
İngilizler. Musul’u barış müzakerelerinden ayırmak ve iki devlet arasında halletmek istiyorlar (s. 320).

5 Ocak /  tel No. 185,186
Musul için yarın Londra’ya bir adam göndereceğim. Doğrudan Bonar Law ile petrol görüşmesi açacağım.

6 Ocak / tel. No. 191
İngiliz Müsteşarıyla Musul’u görüştük. Musul şehri dışında toprak vermeyi ve petrolden bize pay teklif ediyor. Musul’u da istedim. “Bizim için Musul vatan meselesi, kendileri için petrol meselesidir (s. 338-339).”

7 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 220
İngilizler İstanbul depolarındaki silahlarımızı götürmüşler. Şikâyette bulunuyoruz (s. 349).

8 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 225
İstanbul’daki İngilizler, sekiz kamyon silahımızı ve deniz motorlarımızın makinalarını alıp götürdüler. Protesto ettik (s. 351).

10 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya ve Adnan Beye tel No. 232
Girit Müslümanlarına yapılan zulümler, Hanya’daki tutsaklarımızın aç bırakılması hakkında girişim yapılması.

10 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel No. 214, 215
Patrik’in İstanbul’dan çıkarılması teklifinden vazgeçtik. Patrik’in siyasi ve idari yetkileri olmayacak yalnız ruhani yetkileri olacak. Patrik tartışması sona erdi.

13 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 250, 251
Yunanlılar Trakya’da Mudanya anlaşmasını çiğnemeğe başladılar. İtilaf devletleri buna seyirci kalıyorlar ve hatta onlar da Mütarekeyi çiğniyorlar (s. 375).

13 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 225
Curzon, Musul meselesini Londra’da halletmeğe çalışmama hayret ettiğini yazdı.

14 Ocak / tel. No. 227, 228
İngilizler bize karsı yine sertleşiyorlar. Amaçları bizi yıldırmak ve Musul’dan vazgeçirmek. Barış Musul üzerine toplanıyor.

15 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 230, 231
Lozan’da bulunan Asuri ve Geldani heyeti başkanı Aga Petros bana geldi. Hakkâri yöresinde toprak istiyor. Karşılığında Musul işinde bize yardım edecekmiş.

16 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 263
Katip Suad Sedat’ın geri gönderilmesi gerekir. Haim Naum efendi İngiltere’ye gönderilmek üzere dört ay için 5000 lira aldı. Cavit Bey Düvun’u Umumive idaresinden para almıştır ve onların çıkarlarını koruyacaktır. Onun Lozan’da bulunması ve İngilizlerce size rakip gibi gösterilmesi üzücüdür (s. 391-392).

18 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 275
Yunanlılar Karaağaç’ı işgal etmişlerdir.

19 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden Fevzi ve İsmet Paşalara Tel. Genelge. No. 280
Yunanlıların Batı Trakya’ya asker yığmaları üzerine Müttefiklere bir nota verildi ve Mudanya anlaşmasına uyulması istendi. Yoksa anlaşmaya uyulmadığı hükmüne varacağımız bildirildi.

20 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 291
İngilizler, İstanbul’dan silah ve cephaneleri alıp Yunanlılara götürüyorlar. Kendilerine emanet edilmiş silahlarımızı alıp götürmelerini protesto ediyoruz (s. 409).

20 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 256
(Yunanlıların Trakya’da, Mudanya anlaşmasını çiğnemesi hakkında) Verdiğimiz notaya karşılık İngilizlerden cevap alındı. Bu hareketin barışı bozmayı amaçlamadığı söyleniyor. Bizim tutumumuzdan da şikâyet olunuyor ve Çanakkale yakınında tutuklanmış İngiliz havacılarının serbest bırakılmaları isteniyor (s. 415-416).

23 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet ve Fevzi Paşalara (…)  Genelge tel. No. 309
İngilizler, Haliç’teki gambotlarımızın makinalarını ve silahlarımızı aldılar. Protesto ettik (s. 425-426).

23 Ocak / İsmet Paşa’dan Mustafa Kemal Paşa’ya tel. No. 362
Son derece bunalımlı bir gün geçirdik; Musul için savaş günü. Çok yorgunum. Uç gün uyumadım. Musul’u düşündüm. “Benim Güzel Gazi Şefim benî bu kadar imtihana niçin feda ettin?” İngiliz’i Musul yüzünden barışı tehdid eden diye gösterdik. Dehşetli propaganda ve mücadele var.

25 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya ve Adnan Beye tel. No. 322
İki Yunan tümeni Batı Trakya’ya hareket emri almış. İngilizler pek çok silah ve cephaneyi Dedeağaç’a göndermişler. İngilizler İstanbul’da seferberlik hazırlığında.

27 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 283, 285
27 Ocak raporu:
1. Konferansın resmi çalışmaları bitti. Şu sorunlar askıda kaldı: Musul, adli kapitülasyonlar, Trakya sınırı, tazminat ve tamirat. Musul yüzünden mali sorunlar daha da ağırlaştırılmıştır.
2. Konferansı kesmiş olarak değil, çalışmalara ara vermiş olarak Ankara’ya döneceğim. Ama gerçekte kesilmedir. (İnkıtâdır).
3. “Musul’dan feragat göstererek sulh aramak fikrindeyim.” (ismet Paşa)
4. (Rıza Nur’un görüşü): Anlaşma, Türkiye’ye bağımsızlık ve yaşama imkânı sağlayabilecek nitelikte değildir. Musul bize pek lâzımdır. Sonuna kadar direnelim.
5. (Hasan Beyin görüşü): Barış’ın anahtarı Musul ve tazminat sorunlarıdır. Musul önemli ve naziktir, karar veremiyorum. Tazminat konusunda bir şeyler yaparak barış aramak düşüncesindeyim.
6. Müttefikler, Ankara’nın barış istediğini. Lozan’daki delegelerin ise direndiklerini ileri sürüyorlar (s. 448-451).

30 Ocak  / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 290, 297
Projeyi verdiler. Kurye ile geliyor. Antlaşma ağırdır. Reddettiğimiz maddeler bırakılmış, bunlara yenileri de eklenmiş. Karaağaç’ı vermiyorlar.

30 Ocak / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 296
Sivrihisaryan kardeşlerin hemen serbest bırakılmasını rica ederim.

31 Ocak / Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşa’ya tel. No. 361
Fevzi Paşanın cevabı: Musul, milletler Cemiyetine terkedilemez. 3 yıl için bir karma mahkeme kabul olunabilir. Yunanistan, tamirata mecbur tutulmalıdır.

5 Şubat / İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 316, 317
Karşı tekliflerimizi gönderdik.
İktisadi sorunlar yüzünden konferans kesildi. Kesintinin ciddiyeti hakkında henüz kesin bir şey söyleyemem. İngilizlerle ilişkilerde ılımlı davranılmasını rica ederim (s. 496-497).

7 Şubat / Lozan’da ismet Paşa’dan Başbakanlığa
Parolalı şifre anahtarları Lozan’da bırakıldı. Yolda bunlarla bana telgraf gönderilmemesini.
TTK, Ankara, 1990


13 Kasım 2019 Çarşamba

Lozan barış konferansı ve iki aşamalı oyun



Seyhan Topaloğlu - Lozan Barış Konferansı ve İki Aşamalı Oyun
Yüksek Lisans Tezi, (2018)  

Lozan Barış Konferansı ve sonunda imzalanan antlaşma ile ilgili literatürde yapılan mevcut çalışmalar incelendiğinde, konferansın ve/veya antlaşmanın daha çok uluslararası hukuk ve siyasi tarih açısından ele alındığı görülmektedir.
…çalışmada (…) Rasyonel Seçim Teorisi’ne dayalı olarak Robert Putnam tarafından geliştirilen “İki Aşamalı Oyunlar” modeli tercih edilmiştir.

…yapılan çalışmanın amacı; uluslararası müzakerelerde iç politikanın belirleyici etkisini göstererek İtilaf Devletleri’nin, Lozan Konferansı’na gelinene kadarki süreçte, önerdiği dört barış teklifinin incelenmesi ile elde edilen veriler ışığında, Lozan Barış Antlaşması’nın taşıdığı koşulların anlaşılmasında teorik bir perspektif sunmaktır.

GİRİŞ
Birinci Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında sonlandıran Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu topraklar, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.

İşgallere tepki olarak başlayan İstiklal Harbi boyunca İtilaf Devletleri, Sevr çerçevesindeki barış koşullarını Türk tarafına dayatmaya çalışmış ve bu kapsamda dört barış teklifinde bulunmuşlardır.
Birincisi Sevr,
İkincisi Londra’da düzenlenen konferanstan sonra Türklere iletildi.
Üçüncü teklif Sakarya Zaferi’nin ardından Paris’te toplanan Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Türk tarafına iletildi.
Dördüncü teklif Lozan’dır.

İki Aşamalı Oyunlar Modeli’nin ileri sürdüğü; uluslararası alanda, bir antlaşma için müzakere halinde olan hükümetlerin, bu antlaşmayı içerde onaylatmak için iç bileşenlerle başka bir müzakereye girmeleri gerektiği varsayımına dayanak oluşturmaktadır.

Çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması Lozan’ın onaylanma sürecinde yapılan müzakereleri ve bu müzakerelerin sonuçlarını, tarafların iç politikalarının belirlediği iddia edilmektedir.

Hükümetler; yapılacak olan bir uluslararası antlaşmada hem dış hem de iç bileşenlerin, rasyonel çıkarlarını göz önünde bulundurmak durumundadır.
İki Aşamalı Oyunlar Modeli’nde, hükümetler bu kritik rolü yerine getirirken; görüşmedeki tarafların, rasyonel çıkarları doğrultusunda karar verdiği varsayılmaktadır.

1. BÖLÜM / TEORİK ÇERÇEVE
Rasyonel Seçim Teorisi: bireylerin eylemlerinin motivasyon unsurunu “rasyonellik” kavramı ile açıklamaktadır. Buna göre; bireyde farklı motivasyon kaynakları mümkünse de temelde, bireyin eylemlerini “fayda gözetmek ve beklentilerini karşılamak” amacıyla gerçekleştirdiği ileri sürülmektedir (s. 9).

Ulusal düzeyde gerçekleşen müzakerelerde yerel gruplar çıkarları doğrultusunda hükümete baskı yaparak hükümetlerin kendilerine uygun politikalar takip etmesini hedeflerken; hükümetler de bu yerel gruplarla oluşturacağı koalisyonlarla içerdeki gücünü arttırmayı hedeflemektedir. Uluslararası düzeyde gerçekleştirilen müzakerelerde ise ulusal hükümetler, yerel baskı gruplarını ikna edebilecek maksimum yeterlikte bir anlaşmanın yollarını arayarak, dış işlerindeki gelişmelerin olumsuz sonuçlarını minimize etmeyi hedeflemektedirler (s. 24).

Türkiye’de halk, 1911 yılında Trablusgarp Savaşı’yla başlayan ve kesintisiz on iki yıl süren savaşlar nedeniyle yorgun ve bıkkın bir haldeydi.
Bu nedenle (…) Lozan Konferansı’nda Türk heyeti için antlaşmanın imzalanmasında teşvik edici bir faktör olmuştur.

İngiliz istihbaratının müzakereler sırasında Türk tarafının (…) yazışmaları içeren telgrafları ele geçirmesi, İngiltere’nin Türk heyetinin bakış açısını ayrıntılı şekilde görerek Türkiye’nin müzakerelerdeki pozisyonunu iyi değerlendirmelerini sağlamıştır

Curzon konferansın başlangıcını, Türkiye’ye haber vermeden, 13 Kasım’dan 20 Kasım’a ertelemiştir. Bu durum barış görüşmelerinin geleceği hakkında belirsizlik yaratmış ve risk oluşturmuştur. Curzon, bu riski alarak doğuracağı maliyetleri karşılayabileceğini göstermiştir.

Lozan’ın bizatihi kendisi, Türkiye’nin iç politikasında diğer devletlerinkine göre çok daha geniş bir yer kaplaması, konferans görüşmeleri boyunca Türk heyetinin pazarlık ve taviz alanlarının daralmasına neden olmuş (teori böyle diyor).

Curzon kendi çıkarlarını gerçekleştirene kadar müzakereleri yavaşlatma taktiği izlemiş ve önceliği Türkiye’nin görece zayıf, kendisinin de güçlü olduğu konulara vermiştir.

2. BÖLÜM / MÜTAREKE DÖNEMİ VE İKİ AŞAMALI OYUNLAR
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı.
Mütarekeden sonra düşman taraf, Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladı. Müttefiklerin işgalleri çok uzun sürdü, buna sebep Türklerin direnişiydi. Direnişi bastırmak için Misak-ı Milli’yi ilan eden Meclis-i Mebusan (baskıyla) feshedildi.
Müttefikler nihayet Sevr’i Türklere dayattı. Sevr’in resmen yürürlüğe girebilmesi için o dönemdeki protokol gereği olarak Meclis’in onayından geçmesi gerekiyordu, ne var ki meclis çok daha evvel kapatılmıştı.

Misak-ı Milli, istiklal mücadelesi veren Türklerin asgari hedefidir.
(bu itibarla olası barış) müzakerelerinde Türkiye’nin pazarlık marjının ideal sınırlarını belirlediği söylenebilir.

…kurulan düzenli ordunun girdiği ilk savaşı kazanmasının ardından, Londra’da düzenlenen konferansta İtilaf Devletleri’nin ikinci barış teklifi 12 Mart 1921’de TBMM ve Osmanlı Hükümetlerine iletilmiştir.
Sevr Antlaşması’nın bazı maddelerini değiştirmek ve bu şekilde kabul ettirmek amacıyla konferansa katılan devletler; İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Japonya’dan oluşmaktaydı. Bununla birlikte, konferansa TBMM ve Osmanlı Hükümeti birlikte katılmışlardır.
İngiltere; konferansa Ankara’yı da davet etmek suretiyle, Anadolu’da bir çeşit “böl-yönet” taktiği uygulamaya çalışmıştır. Bu politika gereği müttefikler, TBMM temsilcisi Bekir Sami Bey ile ikili anlaşmalar yapmıştır.
…temsilci heyeti daha ülkeye dönmeden, Yunan ordusunun yeniden saldırıya geçmesi, konferansın barışı tesis etmek için düzenlenmediğini ortaya koymuştur. Bir anlamda bu konferansın I. İnönü Muharebesi’nde yenilgiye uğrayan Yunan ordusuna zaman kazandırmak amacıyla düzenlendiğini göstermektedir.

İtilaf Devletleri’nin üçüncü barış teklifi, Sakarya Zaferi’nin ardından Paris’te toplanan Dışişleri Bakanları Konferansı’nda Türk tarafına iletilmiştir.
22 ve 26 Mart 1922’de her iki tarafa da (Yunanlılar ve Türkler) ateşkes teklifinde bulunmuşlardır. Kendilerine toparlanma imkânı verecek bu teklifi Yunanlar hemen kabul etmiş, Türkiye ise prensip olarak barıştan yana olduğunu belirtmekle birlikte, ateşkes için Anadolu’nun boşaltılmasını istemiştir. Sevr hedefi olan İtilaf Devletleri bu isteği kabul etmemişlerdir.

İtilaf Devletleri’yle barış yoluyla anlaşmanın mümkün olmadığı ortaya çıkınca, Türkiye için Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmenin savaş dışında başka bir seçeneği kalmamıştır.

Mudanya Ateşkes Antlaşması
Yunanistan’ın antlaşmayı imzalamasının ardından 14-15 Ekim 1922 tarihinin gece yarısında yürürlüğe girmiştir.
Böylelikle Yunanistan, Türkiye toprakları üzerindeki emellerinden (megola idea) vazgeçtiğini resmen kabul etmiştir.

Türkiye, I. İnönü, II. İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz’da sahada Yunan askerleriyle savaşmışsa da Mudanya’daki ateşkes ve sonrasında Lozan’daki barış masasında karşısında müttefikleri bulmuştur.

İngilizlerin İstanbul’u işgali sonrasında, işgalcileri karşı direnen kişi ve cemiyetler dağıtıldı (misal olarak Karakol Cemiyeti’nin önde gelen isimleri ile Kara Vasıf Bey’in Malta’ya sürgüne gönderilmesi).
Nisan 1920’de TBMM’nin açılması da eklenince Mustafa Kemal Paşa, direniş hareketinin tartışmasız lideri konumuna gelmiştir.
Dolayısıyla Saray ve çevresi dışında Mustafa Kemal Paşa ile iktidar mücadelesi verecek nitelikte güçlü bir unsur kalmamıştır.

3. BÖLÜM / LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE İKİ AŞAMALI OYUNLAR
Lozan’daki Barış Konferansı’nda bir tarafta Türkiye yer alırken diğer tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya yer almıştır. Konferansa Türkiye’nin ısrarlı isteği üzerine Boğazlarla ilgili meselelerin görüşmelerine katılmak için Sovyet Rusya ve Gürcistan da davet edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) konferansta gözlemci sıfatıyla bulunmuştur. Bulgaristan ise görüşmelere Ege Denizi konusu çerçevesinde bir temsilci göndermiştir.

1922 Eylül’ünde çıkan Çanakkale Krizi (The Chanak Affair) Lloyd George’un başbakanlığının sonunu getirmiştir.
Türk ordusu, Çanakkale’de bulunan İngiliz kuvvetlerine bir ültimatom vererek geçit hakkı istemiş, İngiltere Başbakanı Lloyd George ise ültimatomu reddederek Türkiye’ye savaş ilan edileceğini duyurmuştur. Bu savaşı istemeyen Kanada Başbakanı, savaşa İngiltere hükümetinin değil, Kanada parlamentosunun karar vereceğini belirterek, Kanada’nın siyasi bağımsızlığını tarihte ilk defa fiilen ilan etmiştir. Dışişleri Bakanı Lord Curzon ve Savaş Bakanı Winston Churchill de başbakanın çatışmacı politikasına karşı çıkınca; Muhafazakâr Parti, 12 Ekim 1922’de Carlton House deklarasyonuyla koalisyondan ayrılmış ve böylelikle hükümet düşmüştür.
Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasına da yol açan bu kriz Lozan’a giden barış sürecini de hızlandırmıştır.

Bu dönemde İngiltere için askeri seçenek; hem dış politikası hem de maliye politikası açısından rasyonel gözükmemekteydi.

Türkiye’nin Lozan’daki ilk tercihi barışı sağlamak olmuştur. Ancak bu barış tercihi, Sevr’deki gibi “savaşı doğuran” bir barış değildir.  

Rauf Bey 23 Mayıs 1923’te, “Karaağaç’a karşılık Yunan tamirat bedelinden vazgeçemeyiz. Tamirat bedeli alınmazsa borç ödenmez…” (Şimşir, 2002: 503) şeklinde ifadelerin yer aldığı bir telgraf göndermiş ve İsmet Paşa’ya bu konuda açık bir talimat vermiştir. Bu dönemde tazminatlar konusunda müttefiklerin ve hükümetin baskısı altında kalan İsmet Paşa, hükümetle aynı fikirde olmadığını ve Karaağaç teklifinin kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu fikrini telgrafla hükümete bildiren İsmet Paşa, hükümetin talimatı doğrultusunda hareket edilirse barışın sağlanamayacağını iddia etmiştir (Lozan Telgrafları II, 1994: No.295). Sonrasında, 26 Mayıs 1923’te gönderdiği telgrafla, “Karaağaç’a karşılık Yunan tazminatından feragati kabul ettiğimizi Delegeler Komitesinde açıkladım…” (Şimşir, 2002: 510) diyerek bu fikrini eyleme geçirdiğini Başbakanlığa bildirmiştir. İsmet Paşa’nın, Karaağaç konusunda Rauf Bey’e rağmen adım atması zaten gergin olan ilişkilerinin daha da bozulmasına neden olmuştur (s. 114).

SONUÇ
…İki Aşamalı Oyunlar Yaklaşımı çerçevesinde ele alındığında Misak-ı Milli’nin Türkiye’nin ideal taviz alanının sınırlarını oluşturduğu görülmektedir. Buna göre
Misak-ı Milli; taviz alanını belirleyen çeşitli faktörler neticesinde oluşan Türk tarafının maksimum kazanç kümesini yansıtmaktadır.

Bu antlaşmayla (…) Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulabilmesi mümkün olabilmiştir.
…farklı seçimler yapılmış olması halinde, daha iyi sonuçlar elde edilebileceğini öne sürmek, elde tutulan sonucu geçersiz kılmak anlamına gelmektedir.

(1) iç politika alanının genişlemesi dış politikanın alanını daraltmaktadır, (2) iç politikanın genişlemesi, daralan dış politika nedeniyle, taviz alanını küçültmektedir, (3) ilk ikisinin tam tersi de olabilmektedir.
 Topaloğlu, Seyhan (2018), Lozan Barış Konferansı ve İki Aşamalı Oyun, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tekirdağ

11 Kasım 2019 Pazartesi

Bulantı


Jean Paul Sartre - Bulantı
 
1932 Ocağının başlangıcında yazılmış olmalı.

Olayları günü gününe yazmak daha iyi olacak. Açıkça kavramak için bir günce tutmalı.
Şu masayı, sokağı, insanları, tütün paketimi nasıl gördüğümü anlatmalıyım, çünkü değişen bu (s. 15).

Günce
29 Ocak 1932 Pazartesi
Tutkum ölmüştü artık. Yıllarca onunla dolup sürüklenmiştim, ama şimdi içim bomboştu. Bu yetmiyormuş gibi tatsız tuzsuz, koskoca bir düşünce de kayıtsızca durmuştu karşımda. Ne olduğunu pek bilmiyordum bunun, ama içimi öyle daraltıyordu ki bakamıyordum.

Saat bir buçuk, Mably Kahvesi’ndeyim; bir sandviç yiyorum, aşağı yukarı her şey yolunda. Kahvelerde her şey yolundadır zaten.

Kimseyle konuşmuyorum, hiç kimseyle. Tek bir bağlantım yok. Otodidakt’ı saymamak gerekir. Bir de Rendez-vous des Cheminots’nun sahibi Françoise var, ama onunla konuşuyorum sayılır mı? Kimi zaman, akşam yemeklerinden sonra, biramı getirdiği sırada, "Bu akşam serbest misiniz?” diye sorarım ona.

Yalnızken insanın içinden gülmek gelmiyor pek. Gördüklerim benim için keskin, hatta yırtıcı, ama katışıksız bir anlam taşıyordu.

Ne var ki yine de tedirginim, yarım saattir şu bira bardağına bakmaktan kaçınıyorum. Altına üstüne, sağına soluna bakınıyorum, ama onu görmek istemiyorum.

Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koruz. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar.
Evet, evet ta kendisi, ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu.

Aynada gri bir şey beliriyor. Yaklaşıp bakıyorum, kurtaramıyorum kendimi.
Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden, hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil.

Kendimi toparlamak isterdim. Canlı ve keskin bir duyum kurtarabilir beni (s. 37).

Otodidakt’ın okudukları şaşırtıyor beni.
Okuma yöntemini buluyorum. Öğrenimini abece sırasına göre yapıyor.

Anılarım, şeytanın kesesindeki paralara benziyor: Keseyi açınca içinde kurumuş yapraklardan başka şey bulamıyorsunuz.

Başımdan tek serüven geçmedi. Hikâyeler, olaylar, kazalar ne isterseniz var bende. Ama serüven yok. Bu sözcüklerle ilgili bir soru değil, şimdi anlıyorum. Farkında olmadan, kendisine her şeyden daha fazla bağlandığım bir şey vardı. Aşk değildi bu, Tanrı da değildi; ün kazanmak, zengin olmak da değildi. Bu... Kısacası, belli zamanlarda hayatımın, zor rastlanır, değerli bir nitelik kazanacağını ummuştum (s. 64).

Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.

Yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez, tekdüze bir ekleniştir bu.

Yaşamak budur işte. Ama hayatınızı anlatırsanız, her şey değişir. Ne var ki, bu değişikliği kimse fark etmez. Gerçek hikâyelerden söz edilmesi bunun kanıtıdır. Sanki, gerçek hikâyeler olabilirmiş gibi (s. 68).

Serüven duygusu, anların art arda geliş biçimine bağlı (s. 91).

…ben. Şimdi’nin gerçek özü kendini açığa vuruyordu. Şimdi var olandı, şimdi olmayan hiçbir şey varoluşmuyordu. Geçmiş var olan bir şey değildi. Hem de hiç değildi. Ne eşyada hatta ne de düşüncemde varoluşuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım. Ama benim alanımın dışına kaçmış olduğuna inanmıştım. Benim gözümde geçmiş, bir çeşit emekliye çıkarma; bir başka varoluşma biçimi, bir tatil ve hareketsizlikti. İşi biten her olay, kendi kendine bir kutunun içine usulca giriyor ve bir fahri olay niteliği alıyordu. Hiçliği düşünmek bu kadar zordur işte. Ama şimdi anladım, eşyanın, görünüşünü aşan bir varlığı yok. Onların ardında... hiçbir şey yok (s. 145-146).

Düşüncem, benden başka bir şey değil. Bu yüzden duramıyorum. Düşündüğüm ile varoluşmaktayım. Oysa düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Şu anda bile
(korkunç bir şey) varoluşmaktaysam, bu, varoluşmaktan ürküntü duymamdan ötürüdür. Özlediğim hiçlikten kendimi çekip alan benim. Nefret ya da varoluşmak tiksintisi, kendimi varoluşturma, varoluşun içine oturtma biçimlerinden başka şey değil (s. 151).

(Requentin & Otodidakt geyiği, s. 170-180)

…bulantı bu: göz kamaştırıcı bu apaçıklık. Üzerinde kafa patlattım. Yazılar yazdım. Şimdi biliyorum. Varım (dünya da var) ve dünyanın var olduğunu biliyorum. Hepsi bu. Benim için önemli değil. Benim için hiçbir şeyin önemi olmaması çok acayip, korkuyorum bundan. Denizde taş kaydırmak istediğim gün yok mu, işte o günden beri böyle. Çakıl taşını atarken, durup ona bakmıştım; her şey işte o zaman başlamıştı: Onun var olduğunu hissetmiştim (s. 183).

Bulantı yakamı bırakmadı. O kadar çabuk bırakacağını da sanmıyorum. Ama onu, bir dert gibi duymuyorum artık. Bu geçici bir huysuzluk ya da bir hastalık değil; kendi öz varlığım (s. 188).

Varoluş üzerine düşündüğümü sandığımda, hiçbir şey düşünmemiş olduğumu söyleyebilirim; kafamın içi bomboştu ya da bir sözcük vardı yalnız; yani "varlık” sözcüğü vardı. Ya da düşündüğüm... bilmem ki nasıl söylesem? Evet, düşündüğüm ilişkinlikti…
"Varoluş nedir?” diye sorulsaydı, özlerini değişime uğratmadan, nesnelere dıştan eklenen boş bir biçimdir derdim (s. 189).

Sonra birden ortaya çıkmış, belirivermişti işte; apaçıktı, varoluş kendini açığa vuruvermişti. Zararı dokunmayan soyut bir kategori ha­vasını kaybetmişti; nesnelerin hamuruydu o (s. 189-190)…

Peki ama, birbirlerine bu kadar benzediklerine göre, niçin bu kadar var olan var?

Hiçliği tasarlamak için, önceden burada, dünyanın ortasında, gözler fal taşı gibi açılmış, canlı olarak bulunmak gerekiyordu.
Bu hiçlik varoluştan önce gelmemişti, o da ötekiler gibi bir varoluştu ve birçoğundan sonra ortaya çıkmıştı (s. 200).

Özgürüm: Hiçbir yaşama nedeni kalmadı artık bana; denediğim bütün nedenler beni bıraktı; başkalarını da tasarlayamıyorum.

Bugün hayatım sona eriyor. Yarın, içinde bunca zaman yaşadığım ve ayaklarımın ucunda uzanan şu kenti terk edeceğim (s. 230).

Bütün hayatım arkamda kaldı. Onu tepeden tırnağa görüyorum. Onunla ilgili pek az şey var söylenecek, kaybedilmiş bir partidir hayatım; hepsi bu.

Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer…

Bilinç bir ağaç gibi, bir tutam ot gibi var. Uyuyup duruyor, sıkılıyor. Dallardaki kuşlar gibi küçük varoluşlar bulunuyor içinde. Bir görünüyor, bir kayboluyorlar. Gri gökyüzü altında, şu duvarlar arasında unutulmuş ve bırakılmış bilinç. Varoluşunun anlamı da şu: Bilinç, fazlalık olmanın bilincidir. Genişler, dört bucağa yayılır, koyu renkli duvarın üzerinde, lambalar boyunca ya da karşıda akşamın sisleri içinde kendini kaybetmeye uğraşır. Ama hiçbir zaman unutmaz kendini; bu durumda bile kendini unutan bir bilinç olmanın bilincidir. Onun alın yazısı bu (s. 249).

…yazık ki bilincin de bilinci var.

Deneyemez miyim ben?.. Bir müzik parçası söz konusu değil tabii... Ama başka bir türü deneyemez miyim? Bir kitap olması gerekiyor bunun; başka şey ortaya koyamam ki. Ama bir tarih kitabı değil, çünkü tarih, var olmuş olan bir şeyden söz eder; oysa bir var olan başka bir var olanın varoluşunu haklı çıkaramaz. Benim yanılgım, Bay de Rollebon’u canlandırmaya çalışmaktı. Başka çeşit bir kitap yazmalıyım (s. 259-260).

Some of these days
You'll miss me honey


La Nausee
Türkçeleştiren: Selâhattin Hilâv
Can Yayınları, 19. baskı, 2013