7 Ekim 2011 Cuma

Edward L. Murray – Muhayyileye Dayalı Düşünmek

Edward L. Murray – Muhayyileye Dayalı Düşünmek

Muhayyileye dayalı düşünme olmaksızın, bilimsel çaba, uzun zaman önce, daha doğmadan ölmüş olacaktı.

“Kant, giriştiği sorgulamayla, bu çukurun önünde metafiziğin ‘mümkünlüğü’nü göstermişti. Kant, meçhul’ü/bilinmeyen’i görmüştü; o yüzden geri dönmek zorunda hissetmişti kendisini. Muhayyile, yalnızca Kant’ın alarm zillerinin çalmasına neden olmakla kalmamış; aynı zamanda, bu arada (kitabın birinci baskısıyla ikinci baskısının söz konusu olduğu aralıkta) da, her geçen gün daha fazla bu tür bir saf aklın etkisi altına girmeye başlamıştı.” (Heidegger)

Hakikate ulaşmaya aracılık eden düşünme biçiminin temelini muhayyileye dayalı düşünmede buluyor Heidegger. (Gelassenheit)

Muhayyileye dayalı düşünce, Varlık’ın imkanlarının keşfedilmesine izin verir ve hakikate ulaşmaya, onunla bütünleşmeye çalışan kişi, her şey hakkında “olan”ın/vuku bulan’ın önünde hayretlei harikulade bir merakla saygıyla durur ve derin düşüncelere dalar.

Kişiyi, tavassut edici olan’a ve tecrübeye taşıyan işte bu tahayyül etme kabiliyeti ve melekesidir.

İnsan bilinci/şuuru, hem mantıki, hem de muhayyileye dayalı boyutları ihata eder, kucaklar. Hem mantıki, hem de imajinatif bir şekilde yaşamak tastamam insana özgü bir başarıdır: İşte bu nedenledir ki, bütün zamanların en büyük insani başarısının, hakiki anlamda şiirsel bir hayat sürdürülmesini mümkün kılacak, tecrübeye dayalı bir keşif (kendini gerçekleştirme), dolayısıyla, insanın varoluş serüveninde her iki düşünme tarzının güçlü bir şekilde mevcudiyetini azami düzeyde hayata geçirme çabasında gizli olduğu söylenebilir.

İnsan teki demek olan açıklığın ilk kapanması, dünyanın tefekkürüdür. Bir kişinin tecrübesinin bir diğerinden farklı olmasını ve nasıl farklılaştığını belirleyen şey işte budur. Kısacası, bilinç, algılama eyleminde kendisine açık olduğu kişi tarafından belirginleşen ya da kapatılan / belirsiz hale getirilen bir açıklıktır.

İnsan bilgisinin sonluluğu, görünüşte, imkanların sınırsızlığı gerçeğini ortaya koyar.

Algının çoğu algılanır; ama hiçbir zaman bütünü kavranamaz.

Algılayan kişi, aydınlanmışlığıyla ortaya çıkıverir ve nesnesinin ışıltısıyla kuşatılır. Bu durumda, algılayıcı, kendini tamamen kuşatılmış bir vaziyette bulur ve varoluşta yer verdiği varlığın, kendisi olduğunu öğrenince büyülenir. İşte bu, deyim yerindeyse, insan ile dünya arasındaki aşk ilişkisidir.

Eğer kişi, mümkünlerin imkanıysa, o zaman, kişi, kendisi için tahayyül edileni öğrenmek için varolan ve kendisi için modelleştirilmiş şekilde öğrendiklerini öğrenen kişidir.

Söze dökme, bir varlık hakkında bir şey söylemek, belli bir makuliyet ölçüsü çerçevesinde ona bir kimlik/özdeşlik yüklemektir.

…söze dökmek, söylemektir ve söylemek ise, bir başkasına bir varlık/şey hakkında bir şey ifşa etmek demektir. Bu anlam, Grekçe’de, konuşmak, söylemek, bir şeyi güm ışığına çıkarmak ve ifşa etmek fiillerinde yakalanmıştır.

Her sembol, köken itibariyle bir metafor olarak nitelendirilebilir ama her metafor, hiç de kolaylıkla bir sembol olarak nitelendirilemez. (…) Sembol yine de, daha büyük bir istikrar ve kalıcılık tarafından karakterize edilir.

Sembol, beni ben kılar; beni ve bizi anlamlı ve önemli geçmişimizle kutsal bir rabıtaya girdirerek beni genişletir. Sembol, olduğundan daha fazla bir şey olduğu için, ben de olduğumdan daha fazla insan olurum. Artık sembol, benim insanımdır, benim halkımdır, benim yurdumdur ve dolayısıyla ben’dir; benim ben’imdir. Sembolün bana tevarüs ettirdiği ve benim kendime uyarladığım ve ayarladığım bir kimlik/özdeşlik gücüne sahibimdir.

“Sembol, düşünceye/tefekkür etmeye imkan tanır.” (Paul Ricoeur)

Mit’te bir dünya kurulur. Ardından edebiyat, bu kurulmuş dünyayla şu ya da bu şekilde ilgilenir.

Mitin alegorik hikayeye ihtiyacı yoktur ama alegorik hikayenin mite ihtiyacı vardır.

Mitleştirmekten arındırma çabası, mitte mündemiç olan zengin hakikat ruhuna ulaşma çabasıydı. Bu çaba, mite saldırma girişimi olarak anlaşılmalıdır. İşte bu nedenledir ki, Ricoeur, bizim mitten arındırma çabamızdan değil, mitleştirmeden arındırma çabamızdan söz eder. İnsan türü, her zaman mitlere sahip olagelmiştir ve sahip olmaya da devam edecektir; mitleştirmekten arındırma çabası, mitteki hakikati korumayı ve bu hakikati diğer insanlarla paylaşmayı amaçlar ve mümkün kılar.

Mir, insan hayatı demek olan belirsiz dramayı dramatik bir şekilde ifade eder.

Bizim problemimiz, dünyanı içine adım atmak değil, aksine dünyanın içinden dışarı adım atabilmektir; yapabilirsek tabii…

Kişinin benliğini bir araya getirmek, kişinin dünyasını bir araya getirmektir.

“Sözün kırıldığı yerde, hiçbir şey varolamaz.” (Stefan George)

Heidegger’in amacı, varoluşumuzun temelini oluşturan temel insani yapımızı tasvir etmektir; iddiası ise, insanın/insani olanın, bu ‘oradalık’ın, orada’lık ister bir dünya, ister bir kişi, isterse bir şey olsun, oradalığın ontolojik durumunun anlaşılmasında her zaman / halihazırda orada mevcut olan Varlık’ın ontolojik durumunun anlaşılmasında bulacaktır.

Benlik, olmakta olduğum şeydir.
Benlik, benim geçmişte olduğum şey değildir. Benlik, yalnızca şimdi olduğum şey değildir.
Benlik, kendisine doğru yol aldığım, olmakta olduğum benim canlı gelecek beklentilerimdir.


Çeviren: Yusuf Kaplan
Açılım Kitap, 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder