2 Mart 2013 Cumartesi

Arthur Danto – Nietzsche


Arthur Danto – Nietzsche
Hayatı, Eserleri ve Felsefesi

Hayatı:
Nietzsche, 13 Ekim 1844’te küçük bir Alman kasabası olan Röcken’de doğdu. Lutherci Protestan bir aileye mensup babası Karl Ludwig, annesi ise Franziska Nietzsche idi.
1858’e kadar annesi, kız kardeşi, büyükannesi ve iki teyzesi ile birlikte yaşadı.
…çocukluğundan itibaren müzikten hoşlanan bir ruha sahip olduğu söylenir.
1864’te papaz olmaya karar veren Nietzsche, aynı yıl Bonn üniversitesinde klasik filoloji okumaya, 1865-66 yıllarında ise Leipzig üniversitesinde çalışmaya başlar.
Schopenhauer’u İstenç ve Tasarım Olarak Dünya adlı eseri vasıtasıyla tanıması da bu döneme rastlar. (s. 1)

(Nietzsche) …15 yaşındayken Hölderlin’i okumuş… (s. 2)

…yorumcular Nietzsche’nin felsefesini ve eserlerini, onun hayatının belli periyotları ile ilişkilendirip üç döneme ayırarak ele alırlar.
Birinci dönem, Nietzsche’nin ilk yazılarını da kapsayan ve onun Schopenhauer ve Wagner’in etkisinde kaldığı dönemdir (Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu).
Schopenhauer’un pesimist irade felsefesiyle Wagner’in müziği arasında bir ilişki kurma çabasındadır. Schopenhauer’un felsefesine göre evrenin temelinde kör bir irade hüküm sürmektedir. Evren ise insanın tasarımından ibarettir.
Bir tasarımdan ibaret olan evrende, insanın bu kör iradenin etkisinden kurtulmasının yegâne yolu ise, ya dünyadan el etek çekmek suretiyle Budizm’in Nirvana’sına ulaşmak, ya da güzellik ve sanat yoluyla iradenin üzerimizdeki etkisini hiçe indirgemektir. Schopenhauer’un etkisi altındaki Nietzsche, söz konusu kör iradeden kurtulmanın yolunu Wagner’in müziğinde bulur. (s. 3)

Tragedyalar Nietzsche’ye göre; oluşun dayanılmaz ağırlığı altındaki Greklerin sanat vasıtasıyla hayatı çekilir hale getirdikleri eserlerdi.
Nietzsche’nin filozof kariyerinin ikinci dönemi, 1876-1882 yılları arasındaki döneme tekabül eder (Wagner ile arasının açılması).  (s. 4)

Nietzsche’nin din ve ulus kaynaklı geleneksel değerlere karşı olan tavrı arasındaki gerilim, nihayet Wagner’in 1878’de yazdığı Parsifal Operası ile son noktaya ulaşır.
Nietzsche’nin söz konusu operayı Hıristiyan değerlerine bir geri dönüş olarak yorumlaması ve içinde Hıristiyan mistisizminin izlerini bulması, Wagner ile olan yakınlığının sone ermesindeki en önemli etkendir.
Nietzsche’nin ikinci dönemini (İnsanca Pek İnsanca) adlı eseri temsil eder. …ilk dönemindeki Sokrates karşıtı tavrı adeta tersine dönmüş, Sokrates artık yüceltilmeye başlanmıştır.
Bu dönemde Nietzsche’nin felsefesi pozitivist karaktere bürünmüştür.
Copleston’un da işaret ettiği üzere örneğin, Nietzsche bu dönemde iyi ve kötü ayrımını topluma yararlılık-zararlılık ölçütü ile temellendirir. (s. 5)
Nietzsche yine bu dönemde, Sils-Maria’dayken Ebedi Dönüş öğretisini geliştirmiştir. Buna göre, evrende her şeyin bir ebedi döngüsü söz konusudur. Eğer evren hem ileriye hem de geriye doğru sonsuzsa ve evreni oluşturan unsurlar da sınırlı ise, evrende oluşa gelen olaylar, bu sonsuz zaman içerisinde, tıpkı geçmişte defalarca tekrarlandığı gibi ileride de tekrar edilecektir. (s. 5/6)

Nietzsche’nin üçüncü ve son dönemi (Böyle Buyurdu Zerdüşt) adlı eseriyle başlar.
…ana teması “Üstün İnsan” ve değerlerin yeniden değerlenmesidir.
Nietzsche bu dönemde üstinsan kavramını nihilizmi aşma projesinin önemli bir kavramı olarak sunmaktadır.
Nietzsche üstün insanın ahlaki bakımdan konumlandırılmasını da, 1886’da yayınlanan (İyinin ve Kötünün Ötesinde) adlı eseriyle yapmayı dener. (s. 6)

Nietzsche nihilizmin köklerine yönelik jeneolojik araştırması sonucunda, onun köklerinin, Batı metafizik geleneğinin düalist karakterinde ve geleneksel moral temelli ahlak anlayışında bulunduğu sonucuna varır. Yine aynı eserde, Nietzsche, efendi ve köle ahlakı olmak üzere iki çeşit ahlak anlayışının ve değerleme tarzının varlığına dikkat çeker. (s. 7)

Felsefe tarihini klasik ve modern şeklinde ikili bir ayrımla ele alan söz konusu felsefeciler (Leo Strauss, Alasdair MacIntyre vb.) Nietzsche’nin felsefi düşüncelerini geleneği, topluluk nosyonunu, erdem ahlakını terk eden, birey merkezli modern felsefi düşüncenin radikalleşmiş bir versiyonu olarak sunarlar. (s. 9-12)

Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe’de açıkça Parmenides’i yererek, Herakleitos’tan yana bir tutum sergiler. Herakleitos’a referansla Nietzsche, oluşun gerçekte kendisi dışından kendisine atfedilen bütün ahlaki nitelemelerden ari olduğunun altını çizer ve buradan hareketle oluşa özdeşleştirdiği yaşamı iyinin ve kötünün ötesinde onaylar.

Nietzsche, Sokrates’ten beri Batı felsefesinin, oluşun ardında değişmeyen bir töz aramakla meşgul olduğunu ve bu sürecin de nihayetinde nihilizmle sonuçlandığını ifade eder. (s. 13)

Putların Alacakaranlığı’ndaki, “Gerçek dünya sonunda nasıl mit oldu?” başlıklı bölümde Nietzsche, Batı metafizik düşünce geleneğini her biri Platonculuğun değişik şekil ya da versiyonları olan altı döneme ayırmak ve en önemli çalışması olan Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü de bu geleneğin dışında tutmak suretiyle, kendisi ve çalışmalarını söz konusu geleneğin dışında konumlandırır. Buna göre Platonculuk, Platonculuğun değişik bir formu olan Hıristiyanlık, Kant’ın eleştirel felsefesi, Pozitivizm ve Schopenhauer’un irade felsefesi, Batı metafizik düşünce geleneğinin insanlığı nihilizme taşıyan değişik formlarından ibarettir. (s. 13/14)

Dilbilimdeki fiil kavramı insanlığı, eyleyen ile eylemin birbirinden ayrı olan olduğu sanısına sevk etmiş ve bu sanı zamanla a priori bir hakikat hüviyeti kazanmıştır. (s. 15)

Modernizmi Hıristiyan ahlak anlayışının sekülerize olmuş şekli olarak görür. (s. 16)

Hegel, modernite ile birlikte tinin kendisine olan yabancılaşmasının sona erdiği ve insanın özgürlüğüne kavuştuğu kanaatindedir.
…böyle bir tarih anlayışı, Hıristiyanlığın kurtuluş günü nosyonunun sekülerize olmuş şeklini temsil etmektedir. (s. 17)

Nietzsche için tarihin eğer bir anlamı varsa, o da insanların şimdilerini yaşamalarına ve yaratıcılıklarına katkıda bulunmak yönünde olmalıdır.
Nietzsche bütün düşünsel seyri boyunca…
…nihilizmin ötesine geçecek, yüce insani varoluşun gerçekleştirilmesinin imkânlarını araştırmıştır. (s. 18)

…oluşa yönelik vurgusuyla, yaşamı hiçe sayan Hıristiyanlık ve Budizm gibi düşünce ve değer sistemlerinin ötesinde, yaşamın bir bütün olarak onaylandığı, oluşu merkeze alan bir yaşam felsefesi öngörmektedir.
…benliğin dönüştürülmesini mümkün kılmak amacıyla felsefenin merkezine Güç İstemi doktrinini yerleştirmiştir. (s. 19)

Nietzsche’nin üstinsanı…
…sağlığın prototipidir.
Amor Fati kavramı ise insanın önünde duran yeni bir ideal olarak üstinsanın tabiatına işaret etmektedir.
Kader sevgisi olarak amor fati, yaşamın evetlenmesi anlamına gelmekte ve Nietzsche’yi kökenleri Platon’a kadar geri giden metafizik düşünce geleneğinden ve bu geleneğin bir sonucu olarak varılan nihilist çağın kötümser filozofu olan Schopenhauer’dan ayırmaktadır. (s. 20)

Nietzsche’nin yaşama ve oluşa yönelik vurguları, bir bütün olarak yaşamı güç isteminden ibaret olarak görmesi, yaşam karşıtı düşünme biçimlerine yönelik eleştirileri, yaşama yönelik her türlü teorileşmenin bir şekilde yaşam ve oluş karşıtı bir karakter kazanıp insanlığı nihilizme götüreceğine yönelik söylemleri, yaşamı ve oluşu bir çocuğun ve sanatçının eylemleri kadar masum görüp, onları iyinin ve kötünün ötesinde konumlandırması; varoluş felsefesi ve yaşam felsefesi üzerinde kayda değer bir etkiye sahip olmuştur. (s. 23)

Nietzsche’nin gerek fiziki gerekse ahlaki olgularım varlığına yönelik eleştirileri ve her türlü olgu iddiasını bir yorum faaliyeti olarak görmesi, hermeneutik düşünce üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. (s. 24)

Hakikat, canlı varlıkların özel bir sınıfının kendisi olmadan yaşayamayacağı bir yanlış türüdür. (s. 33)

Gözle görünen dünya yegâne dünyadır; “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan. (s. 34)

…sadece neden ve sonucun imgesini gördük. Ve bu resim, bizim sabit ardışıklıklardan daha temel bir bağlantı görmemizi imkânsız hale getiriyor. (s. 40)

Rastlantı amaca karşıt olduğundan hiçbir şey bir amaç ya da planın bir sonucu olarak vuku bulmuyorsa, hiçbir şey rastlantıyla ortaya çıkmaz.
Nietzsche determinizm düşüncesini bütünüyle reddeden biriydi. Dolayısıyla, onun bu deyişi gerçekten de karanlık olmak durumundadır. (s. 41)

Nietzsche kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan zihni denen büyük ve bakir ormanın ilk kâşifi olduğunu düşünüyordu.
Nietzsche’nin bu bağlamda ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup, temel iddiası da, benlik diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin ontolojik bakımdan gereksiz, metafiziksel bakımdan da tehlikeli olduğudur. (s. 43)

Ahlaki kural ve kategorilerimiz dünyayı betimlemeye yaramazlar, fakat daha ziyade dünyada başarılı olmanın, insanların birbirleriyle başa çıkabilmelerinin araçları olurlar. (s. 56)

Ahlaki perspektifin efendi ve köle ahlakı olmak üzere iki temel türü vardır. Bunlardan ikincisi yaratan şey, korku ve yetersizliktir. Verili bir gurup ya da toplulukta, belirli bireyler geri kalanlara, aynı topluluğun diğer bireylerinin yoksun oldukları karakter özelliklerine sahip olmaları dolayısıyla hükmetme eğilimi sergilerler; söz konusu önderlere ve kararlarına itaat etmek zorunda olanlar, bu bireyler kızar, onlardan korkarlar. Bu guruplardan her biri “iyi” sözcüğüne farklı bir anlam yükler. Buna göre önder ve efendiler için “iyi” sözcüğü tam tamına onların sahip oldukları ve kendileri sayesinde gurup ya da topluluk içinde öncelik ve üstünlük elde ettikleri nitelikleri gösterir. Ve “fena”yla (Schlecht) karşıtlık arz eder. Efendilerin bu anlamda iyi olmaları tamamen analitik bir şeydir. Bu anlamda “iyi” olmayan her kimse “fena”dır. Oysa köle için, “iyi” tam tamına “fena”nın efendilerin vokabülerinde taşıdığı anlama sahiptir. Söz konusu “iyi”nin karşıtı, kaplamsal olarak efendilerin dilindeki “iyi” sözcüğüne eşdeğer olan bir terim olarak “kötü”dür (Böse). Efendiler (onlardaki anlamıyla) iyi ve (kölelerdeki anlamıyla) kötü olabilirler, ama iyi ve fena olamazlar. Köleler ise (onların moral vokabülerindeki anlamıyla) iyi ve (efendilerdeki anlamıyla) fena olabilirler, fakat iyi ve kötü olamazlar. Çünkü kötü olsaydılar eğer, köle değil de efendi olacaklardı. İyiler, atılgan girişimcilik, canına susamış ölçüde yüreklilik, kindarlık, şeytansı kurnazlık, yağmacılık, yönetme hırsı gibi özelliklere, genel olarak da kendilerinde takdir ettikleri her şeye iyi deme yönelimindedirler; onlar değer belirleyici olup, dünyaya kendi değerlerini kabul ettirirler. Bu özelliklere sahip olan efendilerden korkan köleler ise, hem bu değerlere ve hem de onlara sahip olanlara “kötü” derken, iyiyi doğal olarak acıma, gönül alan yardımsever bir el, sıcak bir yürek, sabır, çalışkanlık, alçakgönüllülük ile sınırlarlar. Öte yandan köleler güçsüz oldukları için dünyaya kendi değerlerini empoze edemezler. Bu nedenle Bu nedenle, onların ahlakları daha önce de gösterildiği üzere güçten ziyade zayıflığa dayanır. (s. 58/59)

Başkalarının acı çekişini görmek mutlu kılar insanı, başkalarına acı vermek daha da mutlu: Bu çetin bir sözdür, ama eski, güçlü, insani, çok insani bir ilkedir. Maymunlar bile imza atabilir altına: Bu çok tuhaf zulümleri tasarlamakla insanları öncelediler, onların “başlangıcı” oldular. Zulümsüz şenlik olmaz. (s. 62)

…dışarıya boşaltılamayan bütün içgüdüler içe dönüktürler.
(içselleştirme / Verinnerlichung) (s. 63)

Esas talihsiz ve uğursuz olan vakıa, dahası, türün en yetkin temsilcilerinin çoğunluk ayakta kalmayı başaramamaları ya da ancak sosyal uyumsuzlar olarak ayakta kalabilmeleridir. O şöyle kederlenir: Tür bir doğru boyunca, yetkinlik içinde gelişmez; güçsüz her zaman güçlüye egemen olur. (s. 69)

(Şen Bilim) Hakikate inandığımız sürece hâlâ dindar olduğumuzu iddia eder.
…kişinin bu “öte dünya”yı olumladığı sürece, onun karşıtını, yani bu dünyayı bizim dünyamızı olumsuzlaması gerekmez mi? …Günümüzün bile bizleri dahi, metafizik karşıtı tanrısız bizler bile ateşimizi, binlerce yıllık bir inançla, Platon’un olduğu kadar İsa’nın da inancı olan, Tanrı’nın hakikat, hakikatin de tanrısal olduğu inancıyla tutuşturulmuş olan meşaleden almıyor muyuz? (s. 71)

Zerdüşt iyi ile kötüden daha büyük bir güce rastlamadı yeryüzünde.
Zerdüşt insanlığa bir “amaç” temin etmeyi görevi olarak görür; üstinsan öğretisi de işte bu amaca hizmet etmektedir. (s. 74)

Ebedi dönüş düşüncesi kabaca, fiilen vuku bulduğu ve daha birçok kez yeniden vuku bulacağı düşüncesidir. (s. 78)


Türkçeleştiren: Ahmet Cevizci
Paradigma Yayınları, Şubat 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder