27 Şubat 2012 Pazartesi

Gabriel Garcίa Mάrquez – Mavi Köpeğin Gözleri

Gabriel Garcia Marquez – Mavi Köpeğin Gözleri 

Üçüncü Teslimiyet (1947)

Gürültü
Ses
Gürültüyü hassas avuçları arasına alıp ezebilmek isterdi. (s. 11)
Ah şu değiken varlığı kendi gölgesinden ayırıp atabilseydi! Onu kıskıvrak yakalayabilseydi! Sımsıkı kavramayı becerip kaldırıma çarpabilse ve canını çıkarıncaya dek üstünde tepinebilseydi!
Bu gürültüyü “başka seferler” de aynı ısrarcı biçimde hissetmişti. Örneğin ilk kez öldüğü gün hissetmişti; başında dikildiği cesedin kendisine ait olduğunu idrak ettiği gün. (s. 12)

Ölmediğini biliyordu; canı kalkmak isteseydi kolaylıkla kalkabilirdi.
Ama buna değmezdi.
Uzun zaman önce doktoru annesine soğukkanlılıkla şöyle söylemişti:
“Señora, oğlunuz ağır bir hastalıktan mustarip; oğlunuz yaşayan bir ölü.”
Oğlunuz ‘yaşarken ölüm’den mustarip. Sahici ve somut bir ölüm bu… (s. 13)

Öldüğünde yedi yaşındaydı. Annesi ona yeşile boyalı ahşaptan küçük bir tabut, bir çocuk tabutu yaptırmak için sipariş vermişti.
Hayatının yarısı böyle geçmişti. Şimdi yirmi beş yaşındaydı. (s. 14)

Annesi
Bakımlı görünsün diye, oğlunun fışkırırcasına büyüyen mavi sakalını tarayıp kırpardı.
Ama onu “bu gürültü”den daha fazla rahatsız eden başka bir şey vardı: fareler!
Islak tüyleri ışıldayan beş fareydiler, masanın ayağından tırmanıp tabuta giriyor ve bedenini dişliyorlardı. Annesi olan biteni fark ettiğinde iş işten geçmiş, bedeninden geriye et artıklarıyla katı ve soğuk kemikler kalmıştı.
Neticede iskelete dönüşse de yaşamaya devam ediyordu.
Farelerden biri gözkapağına kadar tırmanmış ve göz küresini kemirmeye koyulmuştu. (s. 15)

Kendi cesediyle baş başa kaldığı son gecesi mutlu geçmişti. (s. 18)

Ne de olsa ölüler, durumlarının dermansızlığına rağmen mutlu olmasını bilirdi. (s. 20)

Artık kendisi bile kendi cesedinden kurtulmak istiyordu.
Ölümü öylesine kabullenmişti ki hayatta olsa bile teslimiyetten ölecekti. (s. 21)

Eva, Kedisininİçinde

Hayatına böyle bir yükle devam etmesi imkansızdı.
Odasının dört duvarı arasındaki her şey kendisine düşmandı adeta. (s. 23)

Günün doğmasıyla birlikte bu yaratıklar yakasını bırakacaktı. Güzelliğin böylesi neye yarardı ki?
Çirkin olsaydı daha çok sevinirdi, zira böylelikle herkes gibi rahat bir uyku çekebilirdi. (s. 25)

Huzurunu en çok kaçıran şey de bu korkunun herhangi bir temele dayanmamasıydı; benzersiz, sebepsiz, hiç yoktan var olan bir konuydu bu. (s. 29)

Kedi hiçbir yerde yoktu. (s. 36)

Kadın, ilk portakalı yemeyi arzu ettiği o günün üstünden üç bin yıl geçtiğini ancak o zaman anladı. (s. 36)

Tubal-Kabil Bir Yıldız Dövüyor (1948)

Durakladı. (s. 37)
Çocukluğunun yüksek kale duvarlarının ardına ulaşmaya çalıştı. (s. 38)
İp, boğazını sımsıkı kavradı, bir daha asla gevşemeyecekti. (s. 47)

Ölümün Öteki Kaburgası (1948)

Uyandı.
Koku geliyor
Horozun sesi geliyordu…
Gökyüzünün mavisi görünüyordu…
Bir his vardı… (s. 49)

Erkek kardeşinin … aynanın önünde dikilmiş, elinde makasla sol gözünü çıkarmakta olduğunu gördü. (s. 51)

İkiz kardeşinin, ölen kardeşinin, yatağın kenarında oturduğunu hissetti. (s. 52)

İkizinin canından can kopuyormuşçasına kıvrandığı son anlarına tanık olmuştu. (s. 53)

Yakup topuk bağından ebediyen kurtulmuştu! (s. 56)

Aynayla Sohbet (1949)

Aynada gördüğü kanamayı kendi yüzünde bulmaya çalıştı ama parmağına kan bulaşmadı ve herhangi bir kesik hissetmedi. (s. 64)

Üç Uyurgezerin Çilesi (1949)

Kadın artık oradaydı
Beklenmedik bir gölgeyi andıran bedeni…

Onun ancak bir çocuk olduğuna ancak o zaman inanabilmiştik.
Ona ölmesini dileyecek kadar değer verdik. (s. 68)

İkinci katın penceresinden avlunun katı zeminine kafa üstü düşmüş ve çarpılıp kaskatı kesilmiş halde oracıkta kalakalmıştı. (s. 69)

İçimizi acıtan şey … karanlık köşelere sıkışarak yaşama konusundaki ısrarıydı.
Büsbütün ölümü andıran bir varlığa benzemeye başladığını görebiliyorduk. (s. 70)

Natanael’in Ziyareti (1950)

Dört rüzgâr
Sizden ümidi kestim

Mavi Köpeğin Gözleri (1950)

Aniden bana baktı
Rüyalarımda bana bunu söyleyen adamı bulmam lazım. (s. 88)

Saat Altıda Gelen Kadın

Muhafazakar ve istikrarlıydı
Lokantaya ne zaman birisi girse José aynı şeyi yapardı (s. 93)
“Zaten hiçbir şeyin farkında değilsin” (s. 94)

“Benim uğruma yalan söyler miydin José?” (s. 100)

Çullukların Gecesi (1950)

Üçümüz masanın etrafında oturuyorduk.
Elinde bardakla birlikte yere çakıldı.
Yakınlarda bir yerlden döne döne üstümüze gelen bir müzik kulağımıza çalındı.
Mutsuz kadınların kokusunu hissettik (s. 107)
“Kenara çekilin”
“… çekilemeyiz. Çekilirsek çulluklar gözlerimizi oyar.” (s. 108)

“Ne işiniz var burada?”
“Bilmiyoruz. Çulluklar gözlerimizi oydu.”

Gazeteler üç adamın beş-altı çulluğun bulunduğu bir bahçede bira içtiklerini yazmıştı.
Adamlardan biri çulluk taklidi yaparak ötmeye başlamıştı.
…böyle yapmayı bir saat boyunca sürdürmüş.
İşte o zaman kuşlar masaya sıçrayıp adamların gözlerini oymuşlar. (s. 109)

Nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde oturduk. Yanımızdan birçok ses geçti.
Çulluklar gözlerimiz oydu. (s. 112)

Birisi Bu Gülleri Darmadağın Ediyor (1950)

Yağmurun İçinden Bir Adam Geliyor (1954)



Çeviren: Emrah İmre
Can Yayınları, Eylül 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder