Düşler uykudaki kişiye ait özel mitolojidir. Mitoslar ise halkalrın uyanıkken gördüğü düş. (s. 19)
Simge, yorum gerektiren çift anlamlı bir dilsel anlatımdır, yorum ise simgelerin şifresini çözmeyi hedefleyen bir anlama çalışması. (s. 22)
(Cassirer)
Dilin yeniden kurgulanması sorusunu ilk kez ortaya koyan odur. (s. 23)
Söylenenden başka bir şey kastetmek simgesel işlev işte budur. (s. 24)
Sözcükler, algılanabilirlik özellikleri nedeniyle anlam ifade eder ve anlamları sayesinde bir şeylere işaret eder diyoruz. İmleme (anlamına gelme) terimi anlatımın (ifade) ve işaretin bu çifte ikiliğini karşılamaktadır. (s. 25)
Düşler uyuyanın özel arkeolojisini anlatmaksa, bu arkeoloji ise bazen halkların arkeolojisiyle kesdişmektedir.
Ki düşler, düş olarak uzun uzun üstünde duracağımız üzere, anlatılmaya, analize ve yorumlamaya elvermeleri açısından dilin yakınıdırlar.
Simgesel imgelem, hiçbir biçimde, gerçek olmayanın zihinsel resmini oluşturma gücüne indirgenemez. (s. 27)
Şair bize kozmos’un ve ruhun bilinmezlerine kaçıp gitmiş olan haliyle sözün doğuşunu gösterir. (s. 28)
Her mitos sergilenme talebinde bulunan örtülü bir Logos içerir. Bu nedenle bir yorumun, başlangıcını içermeyen simge yoktur; birinin düş gördüğü peygamberlik ettiği ya da şiir söylediği yerde bir başka kişi yoruma kalkar. Yorum organik olarak simgesel düşünceye ve onun çift anlamlılığına aittir. (s. 30)
Yorumbilgisinde simge kendine özgü bir anlam taşır ve zihnimizde şifre çözme, gizlenmiş anlamı bulma isteği uyandırır. (s. 30)
Anlamak için inanmak, inanmak için anlamak; işte bu inancın ilkesi. İnanmanın ve anlamanın yorumbilgisel döngüsü’nü oluşturan ilke. (s. 38)
Anlam aramak demek, anlam bilincini yüksek sesle dile getirmek değil, bilincin anlatımlarını çözmek demektir. (s. 42)
Simge verir; o da dilin bağışıdır, ama bu bağış benim için düşünme görevini felsefi söylemi başlatma görevini yaratır; her zaman felsefi söylemden önce gelerek bu söylemi kuran şeyden hareketle düşünmek gerek. (s. 46)
Önce mitoslar örnek kişiler (yaratır) tanıtır bize; insan deneyimini somut ve evrensel bir düzlemde, içinde bulunduğumuz durumu ve yazgımızı okumamızı sağlayacak bir paradigma düzleminde genelleştirmeye başlayan örnek kişiler… Böylelikle şimdimiz bir bellekle ve bir beklentiyle doluyor. Mitoslar, daha da derinlerde, biri oluşumun masumiyetiyle, diğeri tarihin suçluluğuyla ilgili ki itirafı birbirinden ayıran saçma sıçrayışı, o mantıksız kopuşu, tarihi kat eden bir olay tarzımızdan anlatır.
Bu nedenle yorum (metnin) sözcük anlamında hem verilmiş hem de maskelenmiş durumda olan ikinci yönelimi bulup çıkarmaktan ibaret değildir; mitostaki evrenselliği, zamansallığı, ontolojik (varlıkbilimsel) keşfi izlekleştirme çabasıdır. (s. 46/47)
Kötülük simgelerine asıl anlamlarını veren, selamet simgeleridir. (s. 47)
Yunanistan’da doğmuş olan felsefe, mitik düşünceye göre yeni olan gereklilikler getirdi. Felsefe her şeyden önce ve her şeyin üstüne, Platoncu episteme ya da Alman idealizmin wissenschaft anlamındaki bilim fikrini yerleştirdi. (s. 48)
Yorumbilgisi alanında düşünülebilecek en uç zıtlık söylemin yeniden mitoslaştırılması olarak anlaşılan din görüngübilimi ile, söylemin gizemden arındırılması olarak anlaşılan psikanaliz arasındaki zıtlık. (s. 49)
Kişiliğin konumu veri değil görevdir.
Felsefe yabancılaşmadan alıp özgürlüğe ve sonsuz mutluluğa götürmesi açısından etiktir. Spinoza’da bu dönüşürmeye kendini bilme ile tektöz bilgisi eşitlendiğinde ulaşılmıştı. (s. 52)
Felsefe etiktir ama etik yalnızca ahlak değildir. Etik sözcüğünün Spinozacı kullanımının izini sürersek şunu söylememiz gerekir; Dönüşlü düşünce, bir ahlak eleştirisi olmadan önce etiktir. Amacı ise ben’i var olma çabası içinde, olmak için taşıdığı arzu içinde yakalamaktır. (s. 52)
Dönüşlü düşünce, var olma çabamıza ve olma arzumuza, bu çaba ile bu arzunun tanıkları olan yapıtlar yoluyla sahip çıkılmasıdır. (s. 53)
Söylemin gizemden arındırılması ile yenşiden mitikleştirilmesi arasındaki derin birlik ancak bir dönüşlü düşünce ailesinin, yorumbilgisi alanını canlandıran tartışmayı bir düşünme disiplinine dönüştürecek çileli sürecin sonunda ortaya çıkabilir. (s. 60)
Aporia … Çıkmaz
Yorumlamak demek, anlamın kökenini başka bir bölgeye taşımak demektir. (s. 93)
Düşler, çocukluk sahnesinin daha yakın ögelerce aktarma yoluyla değişikliğe uğratılmış ikameleri olarak betimlenebilir. (s. 105)
Dürtünün kendisi bedeni ruha sunar, bedeni ruhsal düzlemde (in die seele) dile getirir. Bu belki de psikanalizin en temel boyutudur; disiplini ruhun analizi kılan nitelik. (s. 129)
Düşler bastırılmış bir arzunun kılık (değiştirmesi) değiştirmiş olarak yerine getirilmesidir. (s. 146)
Düşlerin temsil ettiği arzu zorunlu olarak çocuksudur. Düşler ruhsal aygıtın gerilmesine üç anlamda damgasını vurur; biçim anlamında, imgeye geri dönüş; zamandizinsel anlamda, çocukluğa geri dönüş; yerbetimsel anlamda, birincil süreç adı verilen sanrısal gerçekleşme türüne göre, arzu-haz kısa devresine geri dönüş. (s. 146)
Psikanalize hizmet etmek, söylenceleri söylence olarak yorumlamak anlamına gelir. (s. 187)
Diyalektik
Felsefi bir Freud yorumu
Diyalektiği, hiyerarşi içinde bir dizi bakış açısı yoluyla sabırlı bir ilerleme olarak tasarımlamanın nedeni bu. (s. 297)
Diyalektik her şey demek değildir. Düşüncenin kendi soyutluğunu aşmaya, somutlaştırmaya, yani tamamlamaya yarayan bir yordamdır yalnızca. (s. 298)
Psikanaliz bir gözlem bilimi değildir; çünkü bir yorumdur o, ruhbilimden çok tarihe benzetilebilecek bir yorum. (s. 301)
Brentano, Dilthey ve Husserl’in ruhsal ya da tarihsel olanın anlaşılması ile doğanın açıklanmasını birbirinin karşısına koyarken akıllarında tuttukları ayrımdır bu. Güdüler bu anlamda tarihsel olanın tarafında yer alır, doğanın bölgesinden ayrı, zamansal parçalarının genelliğine ya da tekilliğine göre ele alınabilen bir bölge olarak anlaşılır. Öte yandan güdü ile neden arasındaki düz zıtlık, Freudcu söylemin ortaya koyduğu bilimsel sorunu çözmez; bu söylemin düzeni benim arzunun anlambilimi dediğim sıra dışı bir var olma türüne göre sağlanıyor; güdü neden seçeneklerinin dışına düşen bir karma söylem bu. (s. 316)
Psikanalizde olgu yoktur, çünkü orada gözlem yapılmaz, yorum yapılır. (s. 318)
Cinsellik, yaşamanın belirli bir tarzı, gerçekliğin bütünüyle üstlenilmesidir. Bu belirli tarz, tam olarak çiftin birbirini beden olarak, yalnızca beden olarak var kalmaya çalışma tarzıdır.
İnsan dilyetisidir.
Algılamanın ortaya çıkardığı sorun, temsilden hareket edip fiilen yaşanmış ilişkiye doğru geri gitme sorunu, dil düzleminde yeniden ortaya çıkıyor. (s. 333)
Dil, zihnin orada olmasıdır.
Konuşmak, her sözcük için bir bağlam işlevi gören bir metin kurmaktır. (s. 334)
Hegel’in Tinin Görüngübilimi’nde bilinç dediği, kendi kendisini bilmeyen bir tanığın, dünya varlığına ilişkin bir belirti vermesinden ibarettir. Kendilik bilinci öncesindeki bilinç, dünyaya ilişkin bir belirtiden başka bir şey değildir. (s. 398)
Tin, son durağın düzenidir, bilinçdışı ise ilksel olanın. Bu antitezi en kısa yoldan açıklamak için ise şöyle diyeceğim: Tin tarihtir, bilinçdışı ise yazgı, çocukluğun geride kalmış yazgısı, zaten orada olup sonsuzca yinelenen simgelerin geride kalmış yazgısı…
Yaşam kendilik bilincinin temelindeki o karanlık yoğunluktur; kendilik bilinci, kendi ileri konumu içerisinde, kendiliğin ilk farklılığının kaynağı olarak geride bıraktığı bu yoğunluğu açığa vurur. (s. 402)
Kendilik yaşamın dışında değil, içinde çıkacaktır ortaya. (s. 404)
Felsefeci için tehlike, (felsefeci diyorum şair değil) fazla çabuk ulaşmak, gerilimi yitirmek, simgesel zenginliğin, anlam bolluğunun içinde erimektir. (s. 423)
Dolaysız olana dönüş, sessizliğe değil, söze dönüştür, sözün tam ortasına. Başlangıçtaki dolaysız söze, yoğun bilinmeze de değil, bütün anlam sürecinin yol gösterdiği söze. (s. 423)
İnanmak, çağrıyı dinlemektir.
Anlamak için inanmak ve inanmak için anlamak gerekir. (s. 447)
Yanılsamayı, koşullanmamış düşüncenin zorunlu bir yapısı saymayı bize ilk öğreten Kant olmuştu. Aşkınsal schein, basit bir hata, düşünce tarihindeki bir kaza değil zorunlu bir yanılsamadır. (s. 451)
Simgenin yaşaması için idolün ölmesi gerekmektedir. (s. 452)
Gerçeklik yalnızca saptanabilecek olguların ve doğrulanabilecek yasaların bütünü değildir aynı zamanda psikanaliz, terimleriyle söylersek, haz ilkesinden vazgeçmiş, yani kendi bakışını bütüne tabi kılmış bir insanın arzusuna görüneceği biçimiyle, şeylerin ve insanların dünyasıdır. (s. 468)
İmgeleri, idealleri ve putları kıranların varacağı yer, bu nedenle, gerçekliği yanılsamayla zıtlaştırarak, yanılsamayı Dionysos bengi dönüş, oluşmanın masumiyeti diye, gerçekliği ise Ananke, Logos diye adlandırarak mitleştirmek değil midir?
Bu yeniden mitleştirme işlemi, imgelemin yardımı olmadığında gerçeklik, disiplininin bir hiç olduğuna, olanağın anılmadığı durumda da zorunluluk düşüncesinin bir hiç olduğuna işaret etmiyor mu?
Bu mitik şiirsel işlevin taşıyıcısı, dilin bir başka gücüdür, arzuya ait talep korunma talebi, esirgeme talebi olmayıp, artık hiçbir şey talep etmediğim dinlendiğim o seslenmedir.
Freud’a evet demenin inanç sahiplerindeki inancın merkezinde yarattığı, idolü simgeden ayıran bölünmenin karşısında Freud’a hayır demenin Freudcu gerçeklik ilkesinin merkezinde yarattığı Ananke’yi düpedüz kabullenmeyi yaratı aşkından ayıran bölünme yer alıyor. (s. 469)
Çeviren: Necmiye Alpay
Metis Yayınları, Mart 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder