27 Şubat 2012 Pazartesi

Ernst Cassirer - Sembol Kavramının Doğası

Ernst Cassirer - Sembol Kavramının Doğası

Kendimizi saran sembolleri oluşturup aynı zamanda onlar tarafından kuşatılmış şekilde yaşamaktayız.

Sembolün ve onun en önemli işlevi olan sembolikliğin anlamı bütün incelikleriyle ortaya konulmazsa, mesela sembol ile “işaret”in, “sembolik olan” ile “işaret eden”in farkı ayrıntılı biçimde soruşturulmazsa, kavrayış düzeyimiz –Cassirer’in ifadesiyle- somut olanın çerçevesini aşamaz. Oysa soyut düzeye yükselme gelişmişlik anlamına gelir. (s. 7)

Mitos sadece mevcut tasarımı hikâyeleştirip anlatı formu haline getirir. Mitos bu tasarımın oluşum ve açıklamasını önümüze koymak yerine, kendi açıklamasını ve konumlamasını bize zamansal bir olay formu içinde sunar. (s. 28)

Bilimsel düşünme, zaman kavramının mekân kavramına göre önceliği olduğunu kesin şekide tespit etmeye çabalayınca, mitosta mekânsal temaşanın zamansal temaşadan üstün olup öne çıkması vakıası ortaya çıkar. Mitik teogoniler ve kozmogonilerde de buna karşıt bir şey yoktur; çünkü mitosun kendisi ‘tarih’ formunu her şeyden daha çok benimsediğinde bile, oluş ve oluşun sürekliliği kavramı mitosa yabancı kalır. Mitik nedensellik kavramı zamansal kesintisizlikle içten akraba ve onunla yekvücüt olnuştur. (s. 54)

Zihni bu evrende ilgilendiği şeylerin hepsini, her birinin zihinimizin tahkikine nasıl tabi olduğunu kavramak için, onarı düşünceyle kuşatmayı istemek üstesinden gelinemeyecek bir iş değildir. (Descartes) (s. 61)

Daha kendimi bilememiş haldeyken, kendime yabancı olan şeylerle meşgul olmak bana gülünç geliyor. (s. 68)

İnsan türünü yok eden büyük selden insanlar Zeus sayesinde kurtulduktan sonra, taşları kendi arkalarına fırlatmak suretiyle, yeni soyun büyük ataları olurlar.
Grekçede insan ve taşın aynı ya da benzer tınıdaki isimlerle işaret edildiği, λαοί ve λάαζ kelimelerinin birbirini andırdığı göz önüne alınırsa bu anlatı kolayca anlaşılır hale gelmez mi?
Daphne Sanskritçe Ahanâ kelimesine dayandırılabilir. Ahanâ Sanskritçede sabah kızıllığı anlamına gelir. Bunu bildiğimiz zaman herşey aydınlanır. Phoibos ile Daphne’nin hikâyesi, her gün görülebilen şeyin tasvirinden başka hiçbir şey değildir. İlkönce doğuda sabah kızıllığının belirmesi, sonra güneş tanrının ortaya çıkışı ve kendi nişanlısının peşinden koşması, sonra parlak sabah kızıllığının, güneş ışınlarının temas etmesiyle yavaş yavaş sararıp solması ve en sonunda yeryüzünün, kendi annesinin kucağında kaybolup gidişi ve ölümü. (s. 70)

Mitoloji, düşünce üzerinde dil yoluyla uygulanan güçtür. (Max Müller) (s. 71)

Ruh konuşursa o artık ruh olmaz. (s. 72)

Mitos, dilin düşünceye yüklediği karanlık gölge. (Max Müller) (s. 74)

Sentez tek görüntünün ya da özel bir duygusal algının diğerleriyle durmadan ilişkilendirilmesi ve göreli olarak daha büyük ve karmaşık bir yapı halinde onlarla birleştirilmesiyle, en sonunda da bütün bu ayrı karmaşık yapıların özetinden, görünümler toplamının tek bir görüntünün elde edilmesiyle, adım adım hazırlanmalıdır. (s. 90)
Canlı doğanın formu ve temel niteliği, doğada bütünle bağlantı içinde olmayan şeylerin hiçbirinin var olmamasıdır. (Goethe’ye göndermeyle) (s. 91)

Düşünce temaşa edilen içerikte sükûnet bulur. (s. 98)

Sembolik ifade öncelikle geçmişe bakış ve öngörü imkanı verir. (s. 102)

Düşünen yürek / konuşan dil (kalp demek lazım; yürek konuşmaz ki, ciğerci vitrinini süsler!) (s. 108)

İnsan kendi iradesiyle araç gerece egemen olamaz; araç-gereç ona, iradesine tabi olduğu tanrı ya da şeytan tarafından verilir. İnsan, kendini bağlanmış hissettiği bu araç gerece dinsel ve kültsel bir hürmet gösterir. (s. 119)

Dilin iki temel kavramı, varlık ve ben kavramlarıdır. Dil tamamen kendine özgü ve elde edilmesi en zor düşünsel başarısını bu kavramlarda sergiler. (s. 132)

“Ben”e giden yol ile varlığa giden yol Hint kurgusunda birlik olarak özetlenir. O birlik de kendi başlangıcını “kutsal söz”den, Brahmandan alır.
Söz doğanın gidişini düzenleyip sevk ve idare eder. (s. 134)

Mitos dilde gerçekleşen düşünsel aydınlanma sürecini nesnel bir şeye dönüştürür ve bu süreci kozmogonik süreç olarak ifade eder. (s. 137)

Tanrının sözü ışığı karanlıktan ayırır. (s. 138)

Nasıl düşünsel varlık sadece oluş formu içinde seyredebiliyorsa, her düşünsel oluş da felsefi olarak kavranınca ve nüfuz edilince, varlık formunun içine indirilir. (s. 154)

Her zihinsel içerik bizim için zorunlu olarak bilincin formuna ve böylelikle zamanın formuna bağlanmıştır.
Her bilinç … oluş yasasının egemenliğine tabidir. (s. 159)

Gerçek anlamda sanatsal bir form, salt etkileyici nitelikteki görselliğe bağlanmışlıktan çözülüp ayrıldığı, saf ifade olarak özgürleştiği anda oluşur. Sanatsal şekil vermenin ilk aşaması bile her türlü “taklit” biçiminden kesin biçimde ayrılır. (s. 165)

Mantığın tarihsel başlangıçları, özdeşlik kavramının keşfinde yatmaktadır. Mantık hayretle, düşünmenin özdeşlikleri keşfedip sürekli hale getirme başarısı karşısında duyulan felsefi şaşkınlık’la başlar. Algının bu konuyla ilgili olarak herhangi bir açıklaması ve savunması yoktur.
Algı içerikleri genel farklılığı sergiler ve daima değişim içindedir.
Elea Okulu’nun varlık anlayışı …
Varlık ile düşünme mutlak bir özdeşlik ilişkisi içindedir. “Düşünme ve düşüncenin amacı birdir.” (Parmenides) (s. 186)

Eleacılığın ulaştığı sonuç Platon tarafından kabul edilir. Bilgi eğer değişmez bir nesneye, salt özdeş ve değişmez olana yönelmezse, bizzat kendi içinde sabitliğe ve sınırsız doğruluk değerine asla erişemez. (s. 187)

Sembolik Formlar Felsefi bilginin metafiziği değil fenomenolojisi olmak ister. (s. 191)


Çeviren: Milay Köktürk
Hece Yayınları, Nisan 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder