Mario Vargas
Llosa – Genç Bir Romancıya Mektuplar
Edebiyat
mesleğinin en önemli özelliği belki de meslek sahipleri için en büyük
karşılığının, icrasının kendisinde saklı olmasıdır, öyle ki bu karşılık eserin
sağlayacağı başarılardan çok, ama çok daha değerlidir. (s. 12)
Başkaldırı:
Kendi kurguladığı yaşamı gerçekliğe yeğleyen kişi böylece hem yaşamı ve gerçek
dünyayı olduğu gibi görmeyi dolaylı yoldan eleştirip reddettiğini, hem de
bunların yerine kendi hayalinin ve tutkusunun ürünlerini koyma arzusunu belirtmiş
olur. (s. 15)
Kurmaca
derin bir gerçekliği gizleyen bir yalandır. (s. 15/16)
Edebiyatçının uğraşını / 19.
yüzyılda bedenlerinin fazlaca kalınlaştığını düşünen kadınların, periler gibi
incecik olabilmek arzusuyla tenya yutmalarına benzetiyor.
(s. 18)
Edebiyat
mesleği bir hobi, bir spor veya boş vakitlerde icra edilen kibar bir oyun
değildir. Ayrıcalıklı ve ayırıcı bir fedakârlık, önüne başka hiçbir şeyin
geçemeyeceği bir öncelik, kurbanlarını (kutlu kurbanlarını) köleye dönüştüren
özgürce tercih edilmiş bir uşaklıktır. Paris’teki arkadaşımda olduğu gibi
edebiyat varoluşu işgal eden, insanın yazmaya ayırdığı saatlerden taşan ve
diğer her işin içine sızan devamlı bir faaliyet haline gelir, çünkü yazarın yaşamından
beslenen ince uzun bir tenyadan çok farklı değildir. (s. 19)
Yetenek
veya deha adını taktığımız şu gizemli şey erken gelişerek, pat diye ortaya
çıkmaz (en azından romancılar arasında böyledir…) (s. 20)
William
S. Burroughs, Canki…
…bağımlılığının
onu nasıl mutlu bir köleye dönüştürdüğünü anlatır. (s. 21)
Romanlarda
anlatılan öyküler nereden çıkar? Konular romancının aklına nasıl gelir?
Bütün
öykülerin özünde onları yaratan kişilerin deneyimleri vardır;
…kaynak, deneyimin ta kendisidir. (s. 23)
Roman
yazmak / tersten striptiz yapmaya benzer
Romancı
yaratma işini tersten yapar. Romanı tasarlarken hayal gücünün ürettiği kat kat
ve rengârenk kıyafetleri giyinerek özündeki çıplaklığı, yani gösterinin
başlangıç noktasını gizler.
…romancı
tıpkı catoblepas gibi kendi kendinden beslenir. (s. 24)
Gönlünde
yatan ve onu yazmaya teşvik eden, hatta mecbur bırakanları yazmak yerine
başarıya daha kolay ulaşabileceğini düşünerek konularını ve temalarını sadece
mantığa dayalı ve soğuk bir biçimde seçen romancı özgünlükten uzak, dolayısıyla
da kötü olma olasılığı hayli yüksek bir romancıdır. (s. 29)
Edebiyatta konular kendi başlarına iyi ya
da kötü addedilmezler. (s.
30)
Biçim,
romanın en somut unsurudur. (s. 31)
Kurmacayla
gerçekliği ayıran mesafeyi aşmak ve aralarındaki sınırı kaldırıp okuyucuya
sanki hakikatlerin en sağlamı bu yalanmış, gerçeğin en tutarlı ve somut tanımı
bu sanrıymış gibi hissettirmeyi amaçlar. Büyük romanları edebi kılan işte bu
müthiş kandırmacadır. (s. 33/34)
Üslubun
doğru veya yanlış olmasının hiçbir önemi yoktur; önemli olan, etkili olup
olmadığı ve anlattığı öykülere yaşam sanrısı katma amacına uygunluğudur. (s.
37)
Samimiyet veya samimiyetsizlik, edebiyat
söz konusu olduğunda, etikle değil estetikle alakalı bir meseledir. (s. 42)
Flaubert’in
üsluba dair bir teorisi vardı: Mot Juste.
Sözcük
kulağa hoş geliyorsa doğru demekti. (s. 44/45)
Her
kurmaca (bilhassa da iyi olanlar) biz okurların yaşadığı gerçek dünyanınkinden
farklı, bağımsız bir zamana, kendine özgü bir zaman mekanizmasına sahiptir. (s.
64)
Uyanmıştı ve dinozor hâlâ oradaydı.
(Augusto
Monterroso) (s. 65)
Bir romanın sözcükleri ve düzeni
etkiliyse, yani okuyucuları inandırmak istediği öykü için uygunsa,
…okuyucu kitabı okurken anlatılanlara
dalıp gider ve nasıl anlatıldığını tamamen unutur,
Roman tekniğinin doruk noktası budur işte,
…okuyucuya romanın varlığını unutturmak. (s. 86)
…konuyu,
üslubu, düzeni, bakış açılarını, vesaire birbirinden ayırmak, canlı bir bedeni
kesip biçmeye eşdeğerdir. (s. 123)
…yaratıcılık başkasından öğrenilmez;
yaratıcı olmanın tek yolu okumak ve yazmaktır. (s. 124)
Cartas o un Joven Novelista
Türkçeleştiren:
Emrah İmre
Can
Yayınları
Kasım
2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder