John R. Searle – Zihin Dil
Toplum
Aydınlanma Vizyonu:
Gerçeklik ve Akledilirlik
İfadesini Avrupa Aydınlanmasındaki bir dizi klasik tabirde
bulduğu için, ben bu iki kabule ‘Aydınlanma Vizyonu’ adını vermeyi öneriyorum.
Bu iyimser vizyon 19. yüzyılın sonlarında, özellikle Bismark Almanya’sında ve
Victorya İngiltere’sinde doruk noktasına ulaştı. Bu görüşü en beliğ bir biçimde
ifade eden iki kişiden biri Alman matematikçisi ve filozofu Gottlob Frege
diğeri ise Bertrand Russel’dı.
Gerek gerçek dünyanın akledilirliği gerekse bizim dünyayı
kavrama kabiliyetimiz farklı cephelerden taarruza uğramış gibi görünüyordu. İlk
olarak; görelilik kuramı bizim zaman ve mekân, madde ve enerji hakkındaki en
temel kabullerimize tehdit oluşturmuştu.
İkincisi, teorik paradokslar dizisinin keşfedilmesi,
rasyonalitenin en muhkem kalesinin yani matematiğin rasyonalliğine meydan
okuyor gibiydi. Eğer matematiğin temelleri çelişki içeriyorsa, güvenilir
görünen hiçbir şey yoktu. Russel’ın paradoksuyla karşılaşan Frege’nin de bizzat
dediği gibi, “Çelişkiyi keşfetmemiz beni her türlü ifadenin ötesinde şaşkınlığa
uğrattı, neredeyse diyebilirim ki yıldırım çarpmışa döndürdü: çünkü üzerine
aritmetiği inşa etmeye niyetlendiğim zemini sarstı. Sanki sadece benim
aritmetiğimin temellerini değil, aritmetiğin bizatihi kendisinin yegâne mümkün
temellerinin de altını oyuyor.”
Üçüncüsü; Freud’cu psikoloji gelişmiş bir rasyonaliteye bir
geçit olarak değil, rasyonalitenin imkânsızlığının bir delili olarak ele
alındı. Freud’a göre rasyonel bilinç irrasyonel bilinçdışı okyanusunda bir
adaydı sadece.
Dördüncüsü; Kurt Godel’in eksiklik kanıtı matematiğe
indirilen bir başka darbeye benziyordu. Matematiksel sistemlerde doğru
olduklarını görebildiğimiz, fakat doğru oldukları bu sistemler içinde
ispatlanamayan doğru yargılar vardı. Godel’den önce, matematikte doğru’nun
gerçek anlamı matematiksel olarak ispatlanabilirlik’i belirtiyor gibiydi.
Beşincisi ve en kötüsü; belli yorumlarında, kuantum
mekaniğinin, fizik evrenin kesinliği ve bağımsız mevcudiyetine dair geleneksel
kavramlarımız ile hiç de bağdaşabilir gibi görünmeyişidir.
Altıncısı; yirminci yüzyılın sonlarında, bilimin bizatihi
kendisinin rasyonalliği; Thomas Kuhn ve Paul Feyerhabend gibi yazarlar
tarafından saldırıya maruz kalmıştı. Onlar bilimin kendisinin keyfilik ve
irrasyonallikle malul olduğunu iddia ediyorlardı. (s. 10/11)
Yirminci yüzyılın en etkileyici filozofu olan Ludwig
Wittgenstein da, pek çok kişi tarafından bizim söylemimizin karşılıklı olarak
bir diğerine aktarılması ve birbiriyle kıyas edilmesi mümkün olmayan bir dil
oyunları dizisi olduğunu göstermiş olarak kabul ediliyordu. Biz, içinde
rasyonalitenin evrensel standartlarını barındıran ve her şeyin herkes için
akledilebilir olduğu büyük bir dil oyununa değil, her biri kendi iç akledilirlik
standardına sahip bir dizi küçük dil oyununa iştirak ederiz. (s. 12)
Görelilik kuramı geleneksel fiziğin çürütülmesi değil bir
uzantısıdır.
Freud’cu psikoloji insan kültürüne yaptığı nihai katkısı her
ne olursa olsun, artık bilimsel bir teori olarak ciddiye alınmıyor.
Godel’in kanıtı ontolojiyi (ne vardır?) epistemolojiden (ne
biliyorum?) ayıran geleneksel rasyonalist mefhuma bir tür destektir. Doğruluk,
bir olgularla örtüşme meselesidir. Eğer bir ifade doğruysa, bu ifadenin doğru
olmasını sağlayan bir olgu olmalıdır. Olgular varolan şeylerin yani ontolojinin
konusudur. (s. 13)
Amacım Aydınlanma vizyonuna mütevazı bir katkı yapmaktır.
(s. 15)
Dünyadaki görüngülerin tamamı zihinden bağımsız değildir.
(s. 23)
Piskopos
Berkeley’in maddi nesneler olarak düşündüğümüz şeylerin altında aslında
‘idealar’ toplamından başka bir şey olmadığı şeklindeki iddiası… yegâne
gerçekliğin sözcüğün bu özel anlamında ‘idealar’ın gerçekliği olduğunu ileri
sürdüğünden bu geleneğe ‘idealizm’ denmeye başlandı.
İdealizmin temel ilkesi gerçekliğin nihai anlamda
algılarımızdan ve temsillerimizden bağımsız olarak mevcut maddi bir şey
olmadığı fakat bunun yerine gerçekliğin algılarımız ve diğer temsil
türlerimizce oluşturulduğu şeklindeki görüştür. (s. 25)
İdealizm
Descartes tarafından geliştirilen kuşkuculuk türüne cevap vermekte uğranılan
başarısızlıklardan doğdu. (s. 26)
İdealizmin çekiciliği, görünüş ve gerçeklik arasındaki aynı
zamanda kuşkuculuğu da mümkün kılan aşılmaz boşluğun giderilmesinde yatar. (s.
27)
“Metnin dışında hiçbir şey mevcut değildir.” Derrida
Realizme Dört Meydan
Okuyuş
Realizme karşı en yaygın argüman perspektivizmdir. (s. 30)
Perspektivizme göre hiç kimse gerçekliği doğrudan doğruya
kendinde olduğu haliyle asla göremez; insan gerçekliğe kendi bakış açısından,
kendi varsayımlarıyla kendi kavramlarıyla yaklaşır. (s. 31)
İkinci argüman, kavramsal görelilik argümanıdır. Argüman şu
şekildedir: kavramlarımızın tamamı insan varlıkları olarak bizim tarafımızdan
oluşturulurlar. Gerçekliği betimlemek için sahip olduğumuz kavramlar hakkında
kaçınılmaz hiçbir şey yoktur. (s. 33)
Üçüncü argüman: Bilim tarihi…
…gerçeği, bilim adamlarının betimlemek için samimi
girişimler yaptıkları gerçek bir dünyanın mevcut olduğu şeklindeki
varsayımımıza hiçbir şüphe düşürmez. (s. 35)
Kuşkuculuk Bilgi ve
Gerçeklik
Felsefe tarihinde bizden bağımsız bir biçimde mevcut bir
gerçeklik olduğu görüşüne karşı en yaygın ve en ünlü argüman, böyle bir
iddianın gerçekliği bilinemez kılacağı şeklindedir. (s. 37)
İkinci argüman, yanılsama argümanıdır.
Ateizmin Ötesi
Toplumun eğitimli üyeleri olan bizlere göre dünya gizemli
olmaktan çıkmış bir yer haline gelmiştir. Artık dünyada gördüğümüz gizemli
şeyleri, doğaüstü anlamın dışavurumları olarak görmüyoruz. Tuhaf olgular sadece
anlamadığımız olaylardır.
Biz artık ateizmin de ötesine geçip, konunun artık önceki
nesiller için taşıdığı şekilde bizim için önem taşımadığı bir noktaya gelmiş
bulunuyoruz. Tanrı’nın varolduğu ortaya çıksa bile, bize göre tıpkı herhangi
bir olgu gibi doğal bir olgu olmak zorunda kalırdı. (s. 46)
Bilinç, bir birinci şahıs ontolojisine sahiptir ve bu yüzden
de maddi olamaz. Çünkü maddi şeyler ve süreçlerin tamamı bir üçüncü şahıs
ontolojisine sahiptir.
Beyindeki süreçlerin, bilince nasıl sebep olabildiği birçok
felsefeciyi etkileyen bir gizemdir.
Beyindeki belirli süreçlerin bilinç durumlarına ve bilinçli
süreçlere sebep olduğu nörobiyolojik bir gerçektir. (s. 63)
1-) Bilinç, içsel, niteliksel, öznel durum ve süreçlerden
oluşur.
2-) Bir birinci şahıs ontolojisine sahip olduğu için bilinç
sıcaklık, akışkanlık gibi diğer doğal görüngüler için tipik olan tarzda bir
üçüncü şahıs ontolojisine indirgenemez.
3-) Bilinç, biyolojik bir görüngüdür.
4-) Bilinç süreçlerine beyindeki daha düşük düzeydeki
zihinsel süreçler sebep olur.
5-) Bilinç beynin yapısında gerçekten daha üst düzeydeki
süreçlerden oluşur.
6-) Bilince sebep olan ve bilinci gerçekleştiren yapay bir
beyin oluşturmamız için, bildiğim kadarıyla hiçbir sebep yoktur. (s. 64)
Bilincin söz konusu olduğu yerde, ‘yanılsama’nın varlığı
gerçekliğin bizatihi kendisidir. (s. 67)
Nedensellik sadece bir itme-çekme meselesi değil, aynı
zamanda bir şeyin başka bir şeyin oluşumundan sorumlu olmasına dair bir
meselesidir. (s. 70)
Bilinçli varlıklar, nesneleri ve dünyadaki şey durumlarını
temsil etmek ve bu temsiller temelinde edimde bulunmak zorundadırlar. (s. 76)
Bilincin Yapısal Özellikleri
1-
Ontolojik öznellik
2-
Birleşik bir form halinde olma
3-
Bilincin bize dünyaya kendi bilinçli durumlarımızdan
daha başka erişim vermesidir.
4-
Bütün bilinçli durumlarımızın bize şu ya da bu haleti
ruhiye içindeyken ulaşmaları
5-
Hastalıklı olmayan biçimlerinde daima yapılandırılmış
halde olmalarıdır.
6-
Değişik dikkat derecelerinde geliyor oluşu
7-
Bilinç durumlarının tipik olarak kendi yer ve
zamanlarını belirten bir duyguyu da beraberinde taşıyarak bize ulaşıyor
olmalarıdır.
8-
Bize değişik aşinalık derecelerinde ulaşıyor olmalarıdır.
9-
Tipik bir biçimde kendilerinin ötesindeki şeylere
göndermede bulunmaları bizim deneyimlerimizin karakteristik özelliğidir.
10- Bilinç
durumları daima bir ölçüde ya memnuniyet ya da memnuniyetsizlik veren
durumlardır. (s. 90/93)
Niyetlilik
Niyetlilik, zihnin nesneler ve dünyadaki şeyleri şey
durumlarına yönelmesini ve onlara dair olmasını sağlayan çeşitli biçimlerin
genel terimidir. (s. 99)
Bütün türetilmiş niyetlilikler içsel niyetlilikten
türetilmiştir. …bilinç ve niyetlilik, zihnin özellikleri olsalar da,
gözlemciden bağımsızdırlar. (s. 109)
Niyetli Nedensellik
Edimsel ifadeler, bir şeyi söylemenin, o şeyin doğru
olmasını sağladığı ifadelerdir. (s.131)
Kâğıt paranın gelişimine dair bir tartışmayla işaret etmek
istediğim esas husus, meta temelli paradan hükmî paraya geçiş hareketinin
fiziksel yapı dolayısıyla bir işlev yüklenmesinden salt statü işlevi durumuna
geçiş hareketiyle aynı mahiyette olmasıdır. (s. 146)
Söz Edimleri: Edimsöz
ve Etkisöz Edimleri
Edimsöz insanın dille iletişiminin eksiksiz en küçük
birimidir. Ne aman birbirimizle konuşsak ya da yazışsak, edimsözde bulunmuş
oluruz. (s. 156)
Edimsöz edimleri mutlaka niyetli edimlerken, etkisöz
edimlerinin hem niyetli olabilmesi hem de olmaması, edimsöz edimlerinin
iletişiminde anlam birimi olmasının bir sonucudur. (s. 157)
Dil gerçeklikle anlam vasıtasıyla ilişki kurar. (s. 158)
Anlam, türetilmiş niyetliliğin bir biçimidir. Konuşan kişi
bir söz edimi yerine getirirse, bu semboller üzerine kendi niyetliliğini
yükler. (s. 161)
O halde bir şeyi söyleyip onun anlamını kastetmekle, bir
şeyi söyleyip onun anlamını kastetmemek arasındaki fark nedir?
Bir şeyi söyleyip onun anlamını kastettiğimde, kendimi
söylediğim şeyin doğruluğuyla bağlamış olurum. Samimi olup olmadığım bu şekilde
ortaya çıkar. (s. 164)
Dil, temel insani kurumdur.
Dil incelemesi bir felsefecinin aslî aracıdır; çünkü dil,
kavramlarımızı açıklamanın aracıdır. (s. 181)
Bilincin, niyetliliğin söz edimlerinin ve toplumsal
kurumların kurucu unsurlarını, bunları ayrı ayrı ele almak ve nasıl
işlediklerini göstermek suretiyle ortaya çıkarmaya çalıştım. (s. 182)
Türkçeleştiren: Alaattin Tural
Litera, 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder