8 Nisan 2013 Pazartesi

John R. Searle – Zihin Dil Toplum


John R. Searle – Zihin Dil Toplum


Aydınlanma Vizyonu: Gerçeklik ve Akledilirlik
İfadesini Avrupa Aydınlanmasındaki bir dizi klasik tabirde bulduğu için, ben bu iki kabule ‘Aydınlanma Vizyonu’ adını vermeyi öneriyorum. Bu iyimser vizyon 19. yüzyılın sonlarında, özellikle Bismark Almanya’sında ve Victorya İngiltere’sinde doruk noktasına ulaştı. Bu görüşü en beliğ bir biçimde ifade eden iki kişiden biri Alman matematikçisi ve filozofu Gottlob Frege diğeri ise Bertrand Russel’dı.

Gerek gerçek dünyanın akledilirliği gerekse bizim dünyayı kavrama kabiliyetimiz farklı cephelerden taarruza uğramış gibi görünüyordu. İlk olarak; görelilik kuramı bizim zaman ve mekân, madde ve enerji hakkındaki en temel kabullerimize tehdit oluşturmuştu.
İkincisi, teorik paradokslar dizisinin keşfedilmesi, rasyonalitenin en muhkem kalesinin yani matematiğin rasyonalliğine meydan okuyor gibiydi. Eğer matematiğin temelleri çelişki içeriyorsa, güvenilir görünen hiçbir şey yoktu. Russel’ın paradoksuyla karşılaşan Frege’nin de bizzat dediği gibi, “Çelişkiyi keşfetmemiz beni her türlü ifadenin ötesinde şaşkınlığa uğrattı, neredeyse diyebilirim ki yıldırım çarpmışa döndürdü: çünkü üzerine aritmetiği inşa etmeye niyetlendiğim zemini sarstı. Sanki sadece benim aritmetiğimin temellerini değil, aritmetiğin bizatihi kendisinin yegâne mümkün temellerinin de altını oyuyor.”
Üçüncüsü; Freud’cu psikoloji gelişmiş bir rasyonaliteye bir geçit olarak değil, rasyonalitenin imkânsızlığının bir delili olarak ele alındı. Freud’a göre rasyonel bilinç irrasyonel bilinçdışı okyanusunda bir adaydı sadece.
Dördüncüsü; Kurt Godel’in eksiklik kanıtı matematiğe indirilen bir başka darbeye benziyordu. Matematiksel sistemlerde doğru olduklarını görebildiğimiz, fakat doğru oldukları bu sistemler içinde ispatlanamayan doğru yargılar vardı. Godel’den önce, matematikte doğru’nun gerçek anlamı matematiksel olarak ispatlanabilirlik’i belirtiyor gibiydi.
Beşincisi ve en kötüsü; belli yorumlarında, kuantum mekaniğinin, fizik evrenin kesinliği ve bağımsız mevcudiyetine dair geleneksel kavramlarımız ile hiç de bağdaşabilir gibi görünmeyişidir.
Altıncısı; yirminci yüzyılın sonlarında, bilimin bizatihi kendisinin rasyonalliği; Thomas Kuhn ve Paul Feyerhabend gibi yazarlar tarafından saldırıya maruz kalmıştı. Onlar bilimin kendisinin keyfilik ve irrasyonallikle malul olduğunu iddia ediyorlardı. (s. 10/11)

Yirminci yüzyılın en etkileyici filozofu olan Ludwig Wittgenstein da, pek çok kişi tarafından bizim söylemimizin karşılıklı olarak bir diğerine aktarılması ve birbiriyle kıyas edilmesi mümkün olmayan bir dil oyunları dizisi olduğunu göstermiş olarak kabul ediliyordu. Biz, içinde rasyonalitenin evrensel standartlarını barındıran ve her şeyin herkes için akledilebilir olduğu büyük bir dil oyununa değil, her biri kendi iç akledilirlik standardına sahip bir dizi küçük dil oyununa iştirak ederiz. (s. 12)

Görelilik kuramı geleneksel fiziğin çürütülmesi değil bir uzantısıdır.
Freud’cu psikoloji insan kültürüne yaptığı nihai katkısı her ne olursa olsun, artık bilimsel bir teori olarak ciddiye alınmıyor.

Godel’in kanıtı ontolojiyi (ne vardır?) epistemolojiden (ne biliyorum?) ayıran geleneksel rasyonalist mefhuma bir tür destektir. Doğruluk, bir olgularla örtüşme meselesidir. Eğer bir ifade doğruysa, bu ifadenin doğru olmasını sağlayan bir olgu olmalıdır. Olgular varolan şeylerin yani ontolojinin konusudur. (s. 13)

Amacım Aydınlanma vizyonuna mütevazı bir katkı yapmaktır. (s. 15)

Dünyadaki görüngülerin tamamı zihinden bağımsız değildir. (s. 23)

Piskopos Berkeley’in maddi nesneler olarak düşündüğümüz şeylerin altında aslında ‘idealar’ toplamından başka bir şey olmadığı şeklindeki iddiası… yegâne gerçekliğin sözcüğün bu özel anlamında ‘idealar’ın gerçekliği olduğunu ileri sürdüğünden bu geleneğe ‘idealizm’ denmeye başlandı.
İdealizmin temel ilkesi gerçekliğin nihai anlamda algılarımızdan ve temsillerimizden bağımsız olarak mevcut maddi bir şey olmadığı fakat bunun yerine gerçekliğin algılarımız ve diğer temsil türlerimizce oluşturulduğu şeklindeki görüştür. (s. 25)

İdealizm Descartes tarafından geliştirilen kuşkuculuk türüne cevap vermekte uğranılan başarısızlıklardan doğdu. (s. 26)

İdealizmin çekiciliği, görünüş ve gerçeklik arasındaki aynı zamanda kuşkuculuğu da mümkün kılan aşılmaz boşluğun giderilmesinde yatar. (s. 27)

“Metnin dışında hiçbir şey mevcut değildir.” Derrida

Realizme Dört Meydan Okuyuş
Realizme karşı en yaygın argüman perspektivizmdir. (s. 30)

Perspektivizme göre hiç kimse gerçekliği doğrudan doğruya kendinde olduğu haliyle asla göremez; insan gerçekliğe kendi bakış açısından, kendi varsayımlarıyla kendi kavramlarıyla yaklaşır. (s. 31)

İkinci argüman, kavramsal görelilik argümanıdır. Argüman şu şekildedir: kavramlarımızın tamamı insan varlıkları olarak bizim tarafımızdan oluşturulurlar. Gerçekliği betimlemek için sahip olduğumuz kavramlar hakkında kaçınılmaz hiçbir şey yoktur. (s. 33)

Üçüncü argüman: Bilim tarihi…
…gerçeği, bilim adamlarının betimlemek için samimi girişimler yaptıkları gerçek bir dünyanın mevcut olduğu şeklindeki varsayımımıza hiçbir şüphe düşürmez. (s. 35)

Kuşkuculuk Bilgi ve Gerçeklik
Felsefe tarihinde bizden bağımsız bir biçimde mevcut bir gerçeklik olduğu görüşüne karşı en yaygın ve en ünlü argüman, böyle bir iddianın gerçekliği bilinemez kılacağı şeklindedir. (s. 37)

İkinci argüman, yanılsama argümanıdır.

Ateizmin Ötesi
Toplumun eğitimli üyeleri olan bizlere göre dünya gizemli olmaktan çıkmış bir yer haline gelmiştir. Artık dünyada gördüğümüz gizemli şeyleri, doğaüstü anlamın dışavurumları olarak görmüyoruz. Tuhaf olgular sadece anlamadığımız olaylardır.
Biz artık ateizmin de ötesine geçip, konunun artık önceki nesiller için taşıdığı şekilde bizim için önem taşımadığı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Tanrı’nın varolduğu ortaya çıksa bile, bize göre tıpkı herhangi bir olgu gibi doğal bir olgu olmak zorunda kalırdı. (s. 46)

Bilinç, bir birinci şahıs ontolojisine sahiptir ve bu yüzden de maddi olamaz. Çünkü maddi şeyler ve süreçlerin tamamı bir üçüncü şahıs ontolojisine sahiptir.
Beyindeki süreçlerin, bilince nasıl sebep olabildiği birçok felsefeciyi etkileyen bir gizemdir.
Beyindeki belirli süreçlerin bilinç durumlarına ve bilinçli süreçlere sebep olduğu nörobiyolojik bir gerçektir. (s. 63)

1-) Bilinç, içsel, niteliksel, öznel durum ve süreçlerden oluşur.
2-) Bir birinci şahıs ontolojisine sahip olduğu için bilinç sıcaklık, akışkanlık gibi diğer doğal görüngüler için tipik olan tarzda bir üçüncü şahıs ontolojisine indirgenemez.
3-) Bilinç, biyolojik bir görüngüdür.
4-) Bilinç süreçlerine beyindeki daha düşük düzeydeki zihinsel süreçler sebep olur.
5-) Bilinç beynin yapısında gerçekten daha üst düzeydeki süreçlerden oluşur.
6-) Bilince sebep olan ve bilinci gerçekleştiren yapay bir beyin oluşturmamız için, bildiğim kadarıyla hiçbir sebep yoktur. (s. 64)

Bilincin söz konusu olduğu yerde, ‘yanılsama’nın varlığı gerçekliğin bizatihi kendisidir. (s. 67)

Nedensellik sadece bir itme-çekme meselesi değil, aynı zamanda bir şeyin başka bir şeyin oluşumundan sorumlu olmasına dair bir meselesidir. (s. 70)

Bilinçli varlıklar, nesneleri ve dünyadaki şey durumlarını temsil etmek ve bu temsiller temelinde edimde bulunmak zorundadırlar. (s. 76)

Bilincin Yapısal Özellikleri
1-      Ontolojik öznellik
2-      Birleşik bir form halinde olma
3-      Bilincin bize dünyaya kendi bilinçli durumlarımızdan daha başka erişim vermesidir.
4-      Bütün bilinçli durumlarımızın bize şu ya da bu haleti ruhiye içindeyken ulaşmaları
5-      Hastalıklı olmayan biçimlerinde daima yapılandırılmış halde olmalarıdır.
6-      Değişik dikkat derecelerinde geliyor oluşu
7-      Bilinç durumlarının tipik olarak kendi yer ve zamanlarını belirten bir duyguyu da beraberinde taşıyarak bize ulaşıyor olmalarıdır.
8-      Bize değişik aşinalık derecelerinde ulaşıyor olmalarıdır.
9-      Tipik bir biçimde kendilerinin ötesindeki şeylere göndermede bulunmaları bizim deneyimlerimizin karakteristik özelliğidir.
10-  Bilinç durumları daima bir ölçüde ya memnuniyet ya da memnuniyetsizlik veren durumlardır. (s. 90/93)

Niyetlilik
Niyetlilik, zihnin nesneler ve dünyadaki şeyleri şey durumlarına yönelmesini ve onlara dair olmasını sağlayan çeşitli biçimlerin genel terimidir. (s. 99)

Bütün türetilmiş niyetlilikler içsel niyetlilikten türetilmiştir. …bilinç ve niyetlilik, zihnin özellikleri olsalar da, gözlemciden bağımsızdırlar. (s. 109)

Niyetli Nedensellik
Edimsel ifadeler, bir şeyi söylemenin, o şeyin doğru olmasını sağladığı ifadelerdir. (s.131)

Kâğıt paranın gelişimine dair bir tartışmayla işaret etmek istediğim esas husus, meta temelli paradan hükmî paraya geçiş hareketinin fiziksel yapı dolayısıyla bir işlev yüklenmesinden salt statü işlevi durumuna geçiş hareketiyle aynı mahiyette olmasıdır. (s. 146)

Söz Edimleri: Edimsöz ve Etkisöz Edimleri
Edimsöz insanın dille iletişiminin eksiksiz en küçük birimidir. Ne aman birbirimizle konuşsak ya da yazışsak, edimsözde bulunmuş oluruz. (s. 156)

Edimsöz edimleri mutlaka niyetli edimlerken, etkisöz edimlerinin hem niyetli olabilmesi hem de olmaması, edimsöz edimlerinin iletişiminde anlam birimi olmasının bir sonucudur. (s. 157)

Dil gerçeklikle anlam vasıtasıyla ilişki kurar. (s. 158)

Anlam, türetilmiş niyetliliğin bir biçimidir. Konuşan kişi bir söz edimi yerine getirirse, bu semboller üzerine kendi niyetliliğini yükler. (s. 161)

O halde bir şeyi söyleyip onun anlamını kastetmekle, bir şeyi söyleyip onun anlamını kastetmemek arasındaki fark nedir?

Bir şeyi söyleyip onun anlamını kastettiğimde, kendimi söylediğim şeyin doğruluğuyla bağlamış olurum. Samimi olup olmadığım bu şekilde ortaya çıkar. (s. 164)

Dil, temel insani kurumdur.

Dil incelemesi bir felsefecinin aslî aracıdır; çünkü dil, kavramlarımızı açıklamanın aracıdır. (s. 181)

Bilincin, niyetliliğin söz edimlerinin ve toplumsal kurumların kurucu unsurlarını, bunları ayrı ayrı ele almak ve nasıl işlediklerini göstermek suretiyle ortaya çıkarmaya çalıştım. (s. 182)


Türkçeleştiren: Alaattin Tural
Litera, 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder