Max
Scheler – Hınç / Ressentiment
Doğa bilimlerinden etkilenmiş birinci yöntem, amacı
açıklamak olan bir sentetik-kurucu psikolojinin yöntemidir. İkincisi ise amacı
anlamak olan analitik ve betimleyici bir psikolojinin yöntemidir. (s. 1)
Ressentiment
…sözcüğün doğal anlamındaki iki öğe dikkatimi
çekiyor. Öncelikle, ressentiment başka birine karşı özel bir duygusal tepkinin
tekrar tekrar yaşanmasıdır. Bu duygunun sürekli yaşanması onu kişiliğin
derinliklerine yerleştirmiş ama aynı zamanda da kişinin eylem ve ifade alanının
dışına çıkarmıştır.
Bu
Olayların
Hatırlanması değildir. Bu bizatihi o duygulanımın
yeniden yaşanması, orijinal hissin yeniden canlanmasıdır.
Sözcük bu duygulanımın negatif nitelikte olduğunu
ima eder, yani bir düşmanlık devinimi söz konusudur.
Almancadaki “groll” /hınç, kin/ sözcüğü bu terimin
asıl anlamını en iyi yansıtan sözcüktür. Hınç zihnin karanlık dehlizlerinde
gezinen egonun eylemliliğinden bağımsız bastırılmış bir gazap duygusudur.
O kendi başına düşmanca bir niyet taşımaz ama çok
sayıda böylesi niyet besler. (s. 3)
Ahlaki yargıların kaynağına ilişkin yakın zamanlarda
yapılmış ender keşifler arasında en önemlisi F. Nietzsche’nin ressentiment’ın
değer yargılarının kaynağı olabileceğine ilişkin keşfidir. (s. 5)
…köle ahlakı ta baştan “dışarı”da olan “farklı”,
“kendi olmayan” her şeyi yadsır.
Var olması için köle ahlakı her zaman hasmane bir
dış dünyaya muhtaçtır. (s. 6)
İntikama susamışlık ressentiment’ın en önemli
kaynağıdır. (s. 7)
Aşırı alınganlık
İntikam hırsıyla dolu bir karakter belirtisidir.
İntikam isteğinin bastırılması ressentiment’a yol
açar,
Ancak ondan sonra bu zihinsel durum öteki kişilerin
değerini küçültme eğilimine girer ki, bu da gerilimin azaldığı yanılgısını
getirir. (s. 10)
İntikam her zaman zayıf tarafın tavrıdır.
Eşit hakların ya da biçimsel toplumsal eşitliğin,
iktidar ve servet dağılımındaki ve eğitimdeki derin olgusal farklılıklarla yan
yana olduğu bir toplum ressentiment için en uygun zemindir. Herkesin kendisini
herkesle kıyaslama hakkı olmakla birlikte, gerçek hayatta durum farklıdır.
…bizatihi toplumsal yapı, burada güçlü bir
ressentiment enerjisinin birikmesine yol açmaktadır. (s. 11)
Özürlülerin ya da normalin altında zekaya sahip
insanların ressentiment’ı çok iyi bilinen bir fenomendir. Nietzsche’nin haklı
olarak muazzam büyüklükte olduğunu söylediği Yahudi ressentiment’ı ikili bir
kaynaktan beslenir: birincisi, seçilmiş halk olmanın verdiği çok büyük ulusal
gurur ile bir kader gibi yüzyıllardır peşlerini bırakmayan bir aşağılanma ve
ayrıma uğrama arasındaki bağdaşmazlık ve ikincisi, modern çağlarda biçimsel
anayasal eşitlik ile gerçek hayattaki ayrımcılık arasındaki yeni bağdaşmazlık.
(s. 12)
Ressentiment’ın öteki kaynağı haset, kıskançlık ve
rekabet hırsıdır. Gündelik dilde kullanıldığı anlamda haset, bir başkasının
bizim imrendiğimiz bir şeye sahip olması durumunda yaşadığımız bir
iktidarsızlık hissinden doğar. Ama arzu ile gerçekleşmeme arasındaki bu
gerilim, ancak o şeyin sahibine karşı bir nefreti ateşlediği ve o şeyin sahibi
yanlış bir biçimde bizim yoksunluğumuzun nedeni olarak görüldüğü bir noktaya
gelindiğinde hasede yol açar.
Haset elde etme isteğini kamçılamaz; zayıflatır. (s.
13)
“Başkasının
büyük meziyetleri karşısında, sevgiden başka çare yoktur.” (Goethe)
Ressentiment’ın kökeninde kişinin kendisiyle
başkaları arasında kıyaslamalar yapma eğilimi vardır. (s. 14)
Soylu kişinin kendi değerinin ve varlığının tamlığı
konusunda tamamen naif ve üzerinde bilinçli olarak düşünülmemiş bir
farkındalığı vardır.
Gurur, tam tersine, bu naif kendine güvenin
azaldığının hissedilmesiyle ortaya çıkar. Kişinin kendi değerine tutunmasının
onu kasıtlı olarak önüne koyup ve korumasının bir yoludur. (s. 15)
Soylu insan değeri herhangi bir kıyaslama yapmadan
önce, sıradan insan ise kıyaslama içinde ve kıyaslama yoluyla idrak eder.
Sıradan insan için, ilişki her türlü değeri anlamanın seçici ön koşuludur. Her
değer göreli bir şeydir; kendisininkinden daha yüksek ya da daha aşağıda daha
çok ya da daha azdır. O kendisini başkalarıyla ve başkalarını da kendisiyle
kıyaslayarak değer yargılarına varır.
İki farklı insan tipi bu temel tutumu paylaşır çünkü
bu tutum ya kuvvetle ya da zayıflıkla ya iktidar sahibi olmakla ya da
iktidarsızlıkla sergilenebilir. Enerjik sıradan insan bir arrivist (sonradan
görme, ne oldum delisi) olurken, zayıf olanı ressentiment insanı haline gelir.
Arrivist’in özlemlerinin nihai amacı değerli bir
şeyi edinmek değil, başkalarından daha saygın olmaktır. O bir şeyi sürekli yaptığı kıyaslamalar sonucu
ortaya çıkan ezici aşağılık duygusunu alt etmek için sadece bir vesile olarak
kullanır. (s. 16)
Eğer bu türden bir değer deneyimi bütün topluma
hakim olursa, serbest rekabet sistemi o toplumun ruhu haline gelir.
Serbest rekabet sisteminde hayatın yüklediği
görevler ve bu görevlerin değerine ilişkin nosyonlar temel değildir; bunlar
ancak herkesin herkesi geçme arzusunun tali türevleridir. Hiçbir yer bu
evrensel kovalamaca içinde gelip geçici bir nokta olmanın ötesine geçemez.
Zamanın ilerleyişi ilerleme olarak yorumlanır. (s. 17)
…nihai amaç parasal değerin niceliğidir… (s. 18)
…kendisini ezen
Değerlere çamur atan bir insan hiçbir biçimde o
değerlerin olumlu niteliğinin tam bilincinde değildir.
Ressentiment
Kişinin nüfuz etmeyi başaramadığı bir yapmacık
dünyada yaşadığına ilişkin bulanık bir bilinçlilik hali… (s. 20/21)
…kadın genel olarak böyle bir durumdadır. Kadın daha
zayıftır ve bu yüzden daha kindar olan cinsiyettir.
...cadı’nın eril bir muadilinin olmadığını da
belirtelim… (s. 21)
(Warner Sombart)
Ortaçağların her katedrali
Bireyin ömrünün aşkınlığına tanıklık eder
…birey kendisinden daha dayanıklı olan cemaatle
bağlarını kopardığında kişisel yaşamının süresi onun mutluluğunun ölçüsü haline
gelir. (s. 24)
Fikirler dünyayla ve nesnelerin kendileriyle
doğrudan temas yoluyla değil de, başkalarının görüşlerinin bir eleştirisi
yoluyla oluşturulduğunda, düşünce süreçleri ressentiment’a gebedir.
Hölderlin’in Eski Yunan hayranlığı asıl olarak
tamamen olumludur.
Buna karşılık Friedrich Schlegel’in ortaçağlar
özlemi ressentiment’ın güçlü izlerini taşır.
Ressentiment’ın dışavurumunun biçimsel yapısı her
zaman aynıdır; A kendi içkin niteliği nedeniyle B’yi reddetme, aşağılama ve
yoksama amacıyla olumlanır ve övülür. A, B’yi saf dışı etmek için oyuna
sokulur. (s. 28)
Ressentiment bir tebessümde, görünüşte anlamsız bir
jestte, dostluk ve yakınlık ifadelerinin ortasında da kendisini ele verebilir
sık sık! Belki aylardır sürmekte olan dostça hatta sevgi dolu bir davranışa
ansızın, görünüşte sebepsiz kötücül bir eylem ya da söz karıştığında, hayatın
daha derindeki bir katmanının bu dostane yüzeyi boydan boya parçalayıp yüze
çıktığını açıkça hissederiz. (s. 30)
“ben, nefrete
layıktır.” Pascal
Arzu ile iktidarsızlık arasındaki her türden
şiddetli gerilimin üstesinden gelmek amacıyla arzulanan nesnenin olumlu yanını
gözden düşürme ya da inkâr etme eğilimimiz vardır.
Bir şeyi ele geçiremediğimizde, kendimizi onun bizim
inandığımız kadar değerli olmadığı düşüncesiyle avuturuz. (s. 33)
Ressentiment insanı arzuyla iktidarsızlık arasındaki
azap verici çatışmadan kaçamaz. (s. 35)
“Köleler kendi
hastalıklarını efendilere de bulaştırır.” Nietzsche
Sevgi konusunda antik ve Hıristiyan görüşler
arasındaki en önemli fark sevgi hareketinin yönünde yatar. Antik dönemin bütün
filozofları, şairleri, ahlakçıları sevginin aşağı olanın yukarı olana,
biçimlenmemiş olanın biçimlenmiş olana, μήόυ’un (varolmayanın) όυ’a (varolana),
görünüşün öze, cehaletin bilgiye özlemi, erişme çabası olduğu konusunda
hemfikirdir. (s. 44)
Tanrı
Çarmıhta kötü bir köle gibi ölür. Artık iyiyi sevip
kötüden nefret etmek, dostunu sevip düşmanından nefret etmek düsturları
anlamını yitirmiştir. (s. 46)
Hıristiyan sevgisinin kökü ressentiment’dan tamamen
bağımsız ama ressentiment, bu fikre uygun bir duygu simülasyonu yaratarak, bu
sevgiyi çok kolaylıkla kendi amaçları için kullanabilir. Bu simülasyon sıklıkla
o kadar mükemmeldir ki en keskin gözlemci bile artık gerçek sevgiyi, sevgi
kisvesine bürünmüş ressentiment’dan ayıramaz. (s. 48)
Zihin her zaman uzak diyarlara gitme eğilimindedir.
Kendini ve kendi zavallılığını görmekten korkan zihin kendini başkasına vermeye
hazırdır ama bunu o başkasının değeri nedeniyle değil, salt onun başkalığı
nedeniyle yapar. (s. 54)
Bencilliğin kesinlikle asli bir özelliği benliğin
kendi değerini tam bilmemesidir. Bencil
kendisini ancak başkalarına kıyasla kavrar, toplumun başkalarından daha çoğuna
sahip olmayı ve edinmeyi isteyen bir ferdidir sadece. (s. 55)
Bana neden iyi diyorsun? İyi olan yalnız biri var, O
da Tanrı…
…ağız yürekten taşanı söyler…
Modern evrensel insan sevgisi fikri hareketi,
hümaniteryanizm, insanlık sevgisi ya da daha esnek bir tabirle: insan soyunun
her üyesine yönelik sevgi. Ressentiment’ın bu fikrin gerçek kökü olduğu
konusunda Nietzsche’yle aynı fikirdeyiz. (s. 71)
Bu fikir, sevgiyi insan türüyle sınırlar. (s. 72)
Modern hümaniteryanizmin pathosu, büyük tensel
mutluluk için kopardığı şamata, içten içe kaynayan tutkusu, duyusal mutluluğun
artışına engel gördüğü bütün kurumlar, gelenekler ve adetler karşısındaki
devrimci protestosu, bütün o devrimci ruh hali –hepsi Hıristiyan sevgisinin
duru, neredeyse dingin manevi coşkusuyla zıt özelliklerdir. (s. 73)
“İnsanlık” sevginin dolaysız nesnesi değildir.
Çünkü sevgi ancak somut nesnelere gösterilebilir. (s. 78)
Gül kendini süslerken bahçeyi süsler.
Pascal
Dünyevi faaliyetle meşgul bir insan tipi çizer ve
bütün bu faaliyetlerin nedeni sırf dönüp kendine bakamaması ve sürekli olarak
boşluktan, kendi hiçlik duygusundan kaçmaya çalışmasıdır.
…kendi varlığı merkezini ve odağını kaybetmiştir.
(s. 81)
Ahlaki değer yalnızca bireyin kendi gücü ve emeğiyle
edindiği nitelikler, eylemler vb. ile ilgilidir.
Kant’ta bu böyledir.
(s. 92)
Eşitlik öğretisi
Açıkça bir ressentiment ürünüdür.
Kaybetmekten korkanlar genel bir ilke olarak eşitlik
ister. (s. 97)
Genelde gerçeklik, insan arzuları ve duygulanımları
olmaksızın, değerlerden tamamen muaftır. (s. 98)
Ressentiment insanı bir zavallıdır.
Kendi yargısına kendisi dayanamaz. Yalnız başınayken
bile bir nesnel iyiliğin farkına varabilen ve bunu bütün bir dünyanın
direnişine rağmen yapabilen insan tipi, ressentiment insanının tam karşıtıdır.
Küçük çocuklar ya da köle ruhlu insanlar “yaptığımı
başkaları da yapmadı mı” diye sorarak yaptıkları için özür arama alışkanlığı
taşır. Sahici ahlak açısından baktığımızda, kötüyle yakınlaşması onu daha kötü
yapar çünkü taklidin ve köleliğin kötülüğü arzu edilen içeriğin kötülüğüne
eklenmiştir. (s. 99)
Bir haz aracı olmadığı sürece hiçbir şeye anlamlı
olarak “faydalı” denemez. Haz temel değerdir, fayda ise türetilmiş bir değer.
Eğer onları üretme çabası onlardan zevk alma
kapasitesini azaltırsa, sıkıntıya girmeye değmez. (s. 104)
Alabildiğine şen şakrak şeyler, onlarla ne
yapacağını bilmeyen alabildiğine mahzun insanlar tarafından seyredilmektedir.
İşte metropoliten eğlence “kültürümüzün” anlamı.
…soylu olan faydalı olana boyun eğmiştir. (s. 107)
…toplum kan, gelenek ve tarih bağıyla birleşmiş
bütün cemaatleri betimleyen kapsayıcı bir kavram değildir. Tam tersine, toplum
dediğimiz şey cemaatlerin iç yapılarının dağılmasından doğan kalıntıdan, çöp
yığınından başka bir şey değildir. Ne zaman cemaat hayatının birliği geçerli
olmaktan çıkar, ne zaman ki bireyleri özümleme ve onları canlı organlarına
katma kapasitesini yitirirse o zaman karşımızda “toplum” dediğimiz şeyi
buluruz. (s. 117)
…organların oluşumuna vekalet eden mekanik
medeniyet… (s. 121)
…araçların organlar kadar değerli olduğu
varsayımıdır, ressentiment’ın sonucu olan. (s. 122)
Sadece araç geliştiriliyor, amaç unutuluyor. Ve bu
çürüme değil de nedir? (s. 124)
…gurur
Kendine güvenin yokluğuna dayanır…
Modern çağda ressentiment’ın en büyük başarısı olan
Fransız Devrimi’nin mekanik dünya görüşünün alabildiğine hakim oluşuna denk
düşmesi sizce tesadüf müdür?
Ressentiment
Türkçeleştiren: Abdullah Yılmaz
Kanat Yayınları
Şubat 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder