28 Nisan 2013 Pazar

Max Scheler – Hınç / Ressentiment


Max Scheler – Hınç / Ressentiment


Doğa bilimlerinden etkilenmiş birinci yöntem, amacı açıklamak olan bir sentetik-kurucu psikolojinin yöntemidir. İkincisi ise amacı anlamak olan analitik ve betimleyici bir psikolojinin yöntemidir. (s. 1)

Ressentiment
…sözcüğün doğal anlamındaki iki öğe dikkatimi çekiyor. Öncelikle, ressentiment başka birine karşı özel bir duygusal tepkinin tekrar tekrar yaşanmasıdır. Bu duygunun sürekli yaşanması onu kişiliğin derinliklerine yerleştirmiş ama aynı zamanda da kişinin eylem ve ifade alanının dışına çıkarmıştır.
Bu
Olayların
Hatırlanması değildir. Bu bizatihi o duygulanımın yeniden yaşanması, orijinal hissin yeniden canlanmasıdır.
Sözcük bu duygulanımın negatif nitelikte olduğunu ima eder, yani bir düşmanlık devinimi söz konusudur.
Almancadaki “groll” /hınç, kin/ sözcüğü bu terimin asıl anlamını en iyi yansıtan sözcüktür. Hınç zihnin karanlık dehlizlerinde gezinen egonun eylemliliğinden bağımsız bastırılmış bir gazap duygusudur.
O kendi başına düşmanca bir niyet taşımaz ama çok sayıda böylesi niyet besler. (s. 3)

Ahlaki yargıların kaynağına ilişkin yakın zamanlarda yapılmış ender keşifler arasında en önemlisi F. Nietzsche’nin ressentiment’ın değer yargılarının kaynağı olabileceğine ilişkin keşfidir. (s. 5)

…köle ahlakı ta baştan “dışarı”da olan “farklı”, “kendi olmayan” her şeyi yadsır.
Var olması için köle ahlakı her zaman hasmane bir dış dünyaya muhtaçtır. (s. 6)

İntikama susamışlık ressentiment’ın en önemli kaynağıdır. (s. 7)

Aşırı alınganlık
İntikam hırsıyla dolu bir karakter belirtisidir.

İntikam isteğinin bastırılması ressentiment’a yol açar,

Ancak ondan sonra bu zihinsel durum öteki kişilerin değerini küçültme eğilimine girer ki, bu da gerilimin azaldığı yanılgısını getirir.  (s. 10)

İntikam her zaman zayıf tarafın tavrıdır.

Eşit hakların ya da biçimsel toplumsal eşitliğin, iktidar ve servet dağılımındaki ve eğitimdeki derin olgusal farklılıklarla yan yana olduğu bir toplum ressentiment için en uygun zemindir. Herkesin kendisini herkesle kıyaslama hakkı olmakla birlikte, gerçek hayatta durum farklıdır.

…bizatihi toplumsal yapı, burada güçlü bir ressentiment enerjisinin birikmesine yol açmaktadır. (s. 11)

Özürlülerin ya da normalin altında zekaya sahip insanların ressentiment’ı çok iyi bilinen bir fenomendir. Nietzsche’nin haklı olarak muazzam büyüklükte olduğunu söylediği Yahudi ressentiment’ı ikili bir kaynaktan beslenir: birincisi, seçilmiş halk olmanın verdiği çok büyük ulusal gurur ile bir kader gibi yüzyıllardır peşlerini bırakmayan bir aşağılanma ve ayrıma uğrama arasındaki bağdaşmazlık ve ikincisi, modern çağlarda biçimsel anayasal eşitlik ile gerçek hayattaki ayrımcılık arasındaki yeni bağdaşmazlık. (s. 12)

Ressentiment’ın öteki kaynağı haset, kıskançlık ve rekabet hırsıdır. Gündelik dilde kullanıldığı anlamda haset, bir başkasının bizim imrendiğimiz bir şeye sahip olması durumunda yaşadığımız bir iktidarsızlık hissinden doğar. Ama arzu ile gerçekleşmeme arasındaki bu gerilim, ancak o şeyin sahibine karşı bir nefreti ateşlediği ve o şeyin sahibi yanlış bir biçimde bizim yoksunluğumuzun nedeni olarak görüldüğü bir noktaya gelindiğinde hasede yol açar.

Haset elde etme isteğini kamçılamaz; zayıflatır. (s. 13)

Başkasının büyük meziyetleri karşısında, sevgiden başka çare yoktur.”  (Goethe)

Ressentiment’ın kökeninde kişinin kendisiyle başkaları arasında kıyaslamalar yapma eğilimi vardır. (s. 14)

Soylu kişinin kendi değerinin ve varlığının tamlığı konusunda tamamen naif ve üzerinde bilinçli olarak düşünülmemiş bir farkındalığı vardır.

Gurur, tam tersine, bu naif kendine güvenin azaldığının hissedilmesiyle ortaya çıkar. Kişinin kendi değerine tutunmasının onu kasıtlı olarak önüne koyup ve korumasının bir yoludur. (s. 15)

Soylu insan değeri herhangi bir kıyaslama yapmadan önce, sıradan insan ise kıyaslama içinde ve kıyaslama yoluyla idrak eder. Sıradan insan için, ilişki her türlü değeri anlamanın seçici ön koşuludur. Her değer göreli bir şeydir; kendisininkinden daha yüksek ya da daha aşağıda daha çok ya da daha azdır. O kendisini başkalarıyla ve başkalarını da kendisiyle kıyaslayarak değer yargılarına varır.

İki farklı insan tipi bu temel tutumu paylaşır çünkü bu tutum ya kuvvetle ya da zayıflıkla ya iktidar sahibi olmakla ya da iktidarsızlıkla sergilenebilir. Enerjik sıradan insan bir arrivist (sonradan görme, ne oldum delisi) olurken, zayıf olanı ressentiment insanı haline gelir.

Arrivist’in özlemlerinin nihai amacı değerli bir şeyi edinmek değil, başkalarından daha saygın olmaktır. O bir şeyi sürekli yaptığı kıyaslamalar sonucu ortaya çıkan ezici aşağılık duygusunu alt etmek için sadece bir vesile olarak kullanır. (s. 16)

Eğer bu türden bir değer deneyimi bütün topluma hakim olursa, serbest rekabet sistemi o toplumun ruhu haline gelir.

Serbest rekabet sisteminde hayatın yüklediği görevler ve bu görevlerin değerine ilişkin nosyonlar temel değildir; bunlar ancak herkesin herkesi geçme arzusunun tali türevleridir. Hiçbir yer bu evrensel kovalamaca içinde gelip geçici bir nokta olmanın ötesine geçemez.

Zamanın ilerleyişi ilerleme olarak yorumlanır. (s. 17)

…nihai amaç parasal değerin niceliğidir… (s. 18)

…kendisini ezen
Değerlere çamur atan bir insan hiçbir biçimde o değerlerin olumlu niteliğinin tam bilincinde değildir.
Ressentiment
Kişinin nüfuz etmeyi başaramadığı bir yapmacık dünyada yaşadığına ilişkin bulanık bir bilinçlilik hali… (s. 20/21)

…kadın genel olarak böyle bir durumdadır. Kadın daha zayıftır ve bu yüzden daha kindar olan cinsiyettir.
...cadı’nın eril bir muadilinin olmadığını da belirtelim… (s. 21)

(Warner Sombart)
Ortaçağların her katedrali
Bireyin ömrünün aşkınlığına tanıklık eder
…birey kendisinden daha dayanıklı olan cemaatle bağlarını kopardığında kişisel yaşamının süresi onun mutluluğunun ölçüsü haline gelir. (s. 24)

Fikirler dünyayla ve nesnelerin kendileriyle doğrudan temas yoluyla değil de, başkalarının görüşlerinin bir eleştirisi yoluyla oluşturulduğunda, düşünce süreçleri ressentiment’a gebedir.

Hölderlin’in Eski Yunan hayranlığı asıl olarak tamamen olumludur.
Buna karşılık Friedrich Schlegel’in ortaçağlar özlemi ressentiment’ın güçlü izlerini taşır.

Ressentiment’ın dışavurumunun biçimsel yapısı her zaman aynıdır; A kendi içkin niteliği nedeniyle B’yi reddetme, aşağılama ve yoksama amacıyla olumlanır ve övülür. A, B’yi saf dışı etmek için oyuna sokulur. (s. 28)

Ressentiment bir tebessümde, görünüşte anlamsız bir jestte, dostluk ve yakınlık ifadelerinin ortasında da kendisini ele verebilir sık sık! Belki aylardır sürmekte olan dostça hatta sevgi dolu bir davranışa ansızın, görünüşte sebepsiz kötücül bir eylem ya da söz karıştığında, hayatın daha derindeki bir katmanının bu dostane yüzeyi boydan boya parçalayıp yüze çıktığını açıkça hissederiz. (s. 30)

ben, nefrete layıktır.Pascal

Arzu ile iktidarsızlık arasındaki her türden şiddetli gerilimin üstesinden gelmek amacıyla arzulanan nesnenin olumlu yanını gözden düşürme ya da inkâr etme eğilimimiz vardır.

Bir şeyi ele geçiremediğimizde, kendimizi onun bizim inandığımız kadar değerli olmadığı düşüncesiyle avuturuz. (s. 33)

Ressentiment insanı arzuyla iktidarsızlık arasındaki azap verici çatışmadan kaçamaz. (s. 35)

Köleler kendi hastalıklarını efendilere de bulaştırır.Nietzsche

Sevgi konusunda antik ve Hıristiyan görüşler arasındaki en önemli fark sevgi hareketinin yönünde yatar. Antik dönemin bütün filozofları, şairleri, ahlakçıları sevginin aşağı olanın yukarı olana, biçimlenmemiş olanın biçimlenmiş olana, μήόυ’un (varolmayanın) όυ’a (varolana), görünüşün öze, cehaletin bilgiye özlemi, erişme çabası olduğu konusunda hemfikirdir. (s. 44)

Tanrı
Çarmıhta kötü bir köle gibi ölür. Artık iyiyi sevip kötüden nefret etmek, dostunu sevip düşmanından nefret etmek düsturları anlamını yitirmiştir. (s. 46)

Hıristiyan sevgisinin kökü ressentiment’dan tamamen bağımsız ama ressentiment, bu fikre uygun bir duygu simülasyonu yaratarak, bu sevgiyi çok kolaylıkla kendi amaçları için kullanabilir. Bu simülasyon sıklıkla o kadar mükemmeldir ki en keskin gözlemci bile artık gerçek sevgiyi, sevgi kisvesine bürünmüş ressentiment’dan ayıramaz. (s. 48)

Zihin her zaman uzak diyarlara gitme eğilimindedir. Kendini ve kendi zavallılığını görmekten korkan zihin kendini başkasına vermeye hazırdır ama bunu o başkasının değeri nedeniyle değil, salt onun başkalığı nedeniyle yapar. (s. 54)

Bencilliğin kesinlikle asli bir özelliği benliğin kendi değerini tam bilmemesidir. Bencil kendisini ancak başkalarına kıyasla kavrar, toplumun başkalarından daha çoğuna sahip olmayı ve edinmeyi isteyen bir ferdidir sadece. (s. 55)

Bana neden iyi diyorsun? İyi olan yalnız biri var, O da Tanrı…

…ağız yürekten taşanı söyler…

Modern evrensel insan sevgisi fikri hareketi, hümaniteryanizm, insanlık sevgisi ya da daha esnek bir tabirle: insan soyunun her üyesine yönelik sevgi. Ressentiment’ın bu fikrin gerçek kökü olduğu konusunda Nietzsche’yle aynı fikirdeyiz. (s. 71)

Bu fikir, sevgiyi insan türüyle sınırlar. (s. 72)

Modern hümaniteryanizmin pathosu, büyük tensel mutluluk için kopardığı şamata, içten içe kaynayan tutkusu, duyusal mutluluğun artışına engel gördüğü bütün kurumlar, gelenekler ve adetler karşısındaki devrimci protestosu, bütün o devrimci ruh hali –hepsi Hıristiyan sevgisinin duru, neredeyse dingin manevi coşkusuyla zıt özelliklerdir. (s. 73)

“İnsanlık” sevginin dolaysız nesnesi değildir.
Çünkü sevgi ancak somut nesnelere gösterilebilir. (s. 78)

Gül kendini süslerken bahçeyi süsler.

Pascal
Dünyevi faaliyetle meşgul bir insan tipi çizer ve bütün bu faaliyetlerin nedeni sırf dönüp kendine bakamaması ve sürekli olarak boşluktan, kendi hiçlik duygusundan kaçmaya çalışmasıdır.

…kendi varlığı merkezini ve odağını kaybetmiştir. (s. 81)

Ahlaki değer yalnızca bireyin kendi gücü ve emeğiyle edindiği nitelikler, eylemler vb. ile ilgilidir.
Kant’ta bu böyledir.
(s. 92)

Eşitlik öğretisi
Açıkça bir ressentiment ürünüdür.
Kaybetmekten korkanlar genel bir ilke olarak eşitlik ister. (s. 97)

Genelde gerçeklik, insan arzuları ve duygulanımları olmaksızın, değerlerden tamamen muaftır. (s. 98)

Ressentiment insanı bir zavallıdır.
Kendi yargısına kendisi dayanamaz. Yalnız başınayken bile bir nesnel iyiliğin farkına varabilen ve bunu bütün bir dünyanın direnişine rağmen yapabilen insan tipi, ressentiment insanının tam karşıtıdır.

Küçük çocuklar ya da köle ruhlu insanlar “yaptığımı başkaları da yapmadı mı” diye sorarak yaptıkları için özür arama alışkanlığı taşır. Sahici ahlak açısından baktığımızda, kötüyle yakınlaşması onu daha kötü yapar çünkü taklidin ve köleliğin kötülüğü arzu edilen içeriğin kötülüğüne eklenmiştir. (s. 99)

Bir haz aracı olmadığı sürece hiçbir şeye anlamlı olarak “faydalı” denemez. Haz temel değerdir, fayda ise türetilmiş bir değer.

Eğer onları üretme çabası onlardan zevk alma kapasitesini azaltırsa, sıkıntıya girmeye değmez. (s. 104)

Alabildiğine şen şakrak şeyler, onlarla ne yapacağını bilmeyen alabildiğine mahzun insanlar tarafından seyredilmektedir. İşte metropoliten eğlence “kültürümüzün” anlamı.

…soylu olan faydalı olana boyun eğmiştir. (s. 107)

…toplum kan, gelenek ve tarih bağıyla birleşmiş bütün cemaatleri betimleyen kapsayıcı bir kavram değildir. Tam tersine, toplum dediğimiz şey cemaatlerin iç yapılarının dağılmasından doğan kalıntıdan, çöp yığınından başka bir şey değildir. Ne zaman cemaat hayatının birliği geçerli olmaktan çıkar, ne zaman ki bireyleri özümleme ve onları canlı organlarına katma kapasitesini yitirirse o zaman karşımızda “toplum” dediğimiz şeyi buluruz. (s. 117)

…organların oluşumuna vekalet eden mekanik medeniyet… (s. 121)

…araçların organlar kadar değerli olduğu varsayımıdır, ressentiment’ın sonucu olan. (s. 122)

Sadece araç geliştiriliyor, amaç unutuluyor. Ve bu çürüme değil de nedir? (s. 124)

…gurur
Kendine güvenin yokluğuna dayanır…

Modern çağda ressentiment’ın en büyük başarısı olan Fransız Devrimi’nin mekanik dünya görüşünün alabildiğine hakim oluşuna denk düşmesi sizce tesadüf müdür?


Ressentiment
Türkçeleştiren: Abdullah Yılmaz
Kanat Yayınları
Şubat 2004 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder